Sekülerleşme ve Sinema
Paylaş:

thumbs_b_c_d5e123a51a71435433887e9622051495-300x169 Sekülerleşme ve Sinema

Her toplumun kendine özgü kültürel, tarihsel ve sosyo­ekonomik özellikler barındırması, onların farklı ölçütlerle değer­lendirilmesini ve sekülerleşmelerinin de farklı şekillerde ince­lenmesini zorunlu kılmaktadır.[1] Toplumların yapısal farklılıkları, dindarlıkların içeriklerinin ve görünümlerinin değişmesini gün­deme getirmektedir. Bunun sonucunda elbette ki değişik sekülerleşme tanımlan ortaya çıkmaktadır. Özellikle sekülerleşme ile ilgili araştırmaların çoğunluğunun Batı kaynaklı olması ve bundan dolayı Hıristiyan kültürü temelli sekülerleşme süreç­lerinden hareketle değerlendirmelerde bulunulması, diğer toplumların dinî yapılarını anlamada zorluklarla karşılaşılmasına neden olmaktadır.[2]

Örneğin, Amerikan toplumunu merkeze alarak gerçekleştiri­len bir din sosyolojisi araştırmasında Amerikalıların dindar ol- dukları gibi bir sonuçla karşılaşılabilirken, aynı davranışların ser­gilendiği Türkiye’de dindarlık seviyesi oldukça düşük kalabil­mektedir. Toplumların yapısal ve kültürel özellikleri, ahlaki tu­tumları, en önemlisi Hıristiyanlık ve İslam gibi iki büyük dinin birbirlerine oranla ciddi düzeydeki farklılıkları, söz konusu so­nuçlan etkileyen faktörler olarak karşımıza çıkmaktadır.[3] Her di­nin dindarlık tanımı farklı olduğu için, İslam’ın bakış açısında

Hıristiyan toplumuna ait davranışlar eleştirilmesi gereken ahlaki tutumları gösterebilecektir. Bu çerçevede bir dinin bakış açısı merkeze alınarak diğer dinlerin inanç ve uygulamalarının karşı­laştırılması ve birbirlerine göre seküler durumlarının sorgulan­ması gerekmektedir. Hıristiyanlığın din tanımına giren unsurlar, İslam dini açısından değerlendirilmeli ve böylece ‘İslam’a göre Hıristiyanlığın seküler durumu’ belirlenmelidir. Bu bağlamda Hollywood filmlerini izleyen Müslüman seyircinin gözünde söz konusu bu durumun tezahürünü yakalayabilmemiz mümkün­dür. Örneğin, filmlerde kadın erkek ilişkilerinin rahat bir şekilde sunulmasının Amerikan toplumunda herhangi bir olumsuz kar­şılığının bulunmaması ya da olumsuzlanacak bir şekilde göste­rilmemesi, buna karşın İslam’ın bu duruma yönelik takındığı ne­gatif tutum, davranışların değerlendirilmesini farklılaştırmakta ve dolayısıyla etkiye açık seyircinin ikileme düşmesine neden olmaktadır.

Tanım: Bütüncül Bir Yaklaşım

Din sosyolojisi alanında sekülerleşme üzerine yapılan araş­tırmalarda dinin tanımlanması noktasında farklı yaklaşımların benimsenmesi, elde edilecek sonuçların değişmesine yol açmak­tadır. Bu araştırmalara bakıldığında, tartışmalarda genel bir uzlaşının var olmadığı görülmektedir.[4] Hangi temeller üzerine bir tanım yapılacağının önemli bir konu olarak karşımıza çıkması, belirli bir din üzerinden sekülerleşmenin tanımlanmasını zorun­lu kılmaktadır.[5] Bu sebeple araştırmamızda İslam dininin sun­duğu inanç ve yaşantı merkeze alınarak bir sekülerleşme pers­pektifi çizilmektedir.

İnsanlık tarihi, dinî olanla dünyevi olanın, kutsal ile profan olanın hep birlikte var olduğu bir tarihtir. Gerek arkaik toplumların dinlerinde gerekse ilahi kaynaklı dinlerde, dünya ya da dünyevi olan, ilahi ya da semavi olandan ayrı değildi. Din ‘her yerdeydi”, diğer her şeyle iç içeydi ve kesinlikle kendi başına özerk bir alana sahip değildi. Toplumun siyasi, ekonomik, sosyal ve diğer yönleri ile din arasında hiçbir ayrım yapılmamaktaydı.6 Böyle bir yapıya sahip olan İslam dini, vahyettiği ilkelerle bütün­cül bir yaşam tarzı sunarak bireylerin hayatlarını parçalara ayır­madan ‘birlik içerisinde yaşamalarını sağlamaktadır. Onun ha­yatı tümüyle kuşatması, kişilerin din dışı bir alanla karşılaşmala­rına olanak tanımamaktadır. İslam’ın ‘tevhid, risalet ve ahiret’ inancı, seküler bir dünya görüşünün Müslüman bilincinde oluşmasını engelleyerek bütüncül bir perspektifle yaşamın dü­zenlenmesini sağlamaktadır. İslam dini, insanlara sadece bir ‘ha­yat tarzı’ vadeden diğer inanç biçimlerinden farklı olarak geniş ölçekli bir hukuk ve ilişkiler sistemi sunmaktadır. İnanç boyutuy­la Müslümanların hayata bakış açısını biçimlendiren İslam, dinin sosyal hayattan soyutlanıp kişisel alana ve vicdana hapsedilmesi­ni önleyerek pratikleri yaşamın içine yaymakta ve böylece seküler etkileri tamamen yaşamdan uzak tutmaya çalışmaktadır. Aynı zamanda dinamik karakteri sayesinde sabit kalmadan za­manlar üstü gelişim gösteren İslam’ın modern zamanlarda da söyleyecek çok sözünün olması, sekülerleşmeye boyun eğmedi­ğini hatta onun üstesinden gelecek bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir?

Sekülerleşmeye yalnızca kurumsal pratik açıdan yaklaşılması, dinin bütüncül perspektifi açısından yanlış sonuçların ortaya çıkmasına yol açtığı gibi; aynı zamanda sadece kilise ve cami gibi mabetlere gidilmesine veya yalnızca ibadetlerin bireysel olarak gerçekleştirilmesine bakılarak sekülerleşme yaklaşımları gelişti­rilmesi, araştırmaların farklı mecralara kaymasına neden olmak­tadır. Islami açıdan doğru sonuçların elde edilebilmesi için eği­tim, kültür, siyaset, ekonomi gibi tüm alanlarda dinin etkilerinin ölçülerek sekülerlik düzeyinin belirlenmesi gerekmektedir.[7] [8] Bu sebeple yalnızca inanca veya yalnızca ibadetlere dayalı bir din­darlık ölçeğinin yeterli olmadığı anlaşılmaktadır. İslam dini, Al­lah’a kulluk eden bir Müslümanın, hayatını bütünüyle inancı için yaşamasını isteyerek sekülerleştirici hiçbir eylemin onun ya­şantısında olmaması gerektiğini vurgulamaktadır. Bundan dolayı Müslümanın yalnızca ibadet etmesi, onun dindar olduğu anla­mına gelmemektedir; onun ibadetlerinin dışında hiçbir şekilde din dışı bir alanı kabul etmeyip her zaman dinî bir bilinçle haya­tını ve davranışlarını düzenlemesi gerekmektedir.[9]

Batılı araştırmacılar tarafından Tanrı’nın varlığına inanan ve kiliseye giden bireyin dindar olduğunun kabul edilmesi, algıla­nan ve yaşanılan dinin hangi düzeylerde gerçekleştiğini bizlere göstermektedir. ABD’de kiliseye üyeliğin ve katılımın yüksek olması, bizim açımızdan oraya giden insanları dindar olarak ta­nımlamamıza yetmemektedir. Zira hem kiliseye gidip hem de din dışı birçok olumsuz davranış sergileyen kimselerin varlığı, bize söz konusu dindarlık değerlendirmelerinin açmazını gös­termektedir.[10] Örnek vermek gerekirse, bireyler sekülerleşirken aynı zamanda kiliselere gidebilir, dua edebilir ve diğer dinî ritü- elleri yerine getirebilirler. Bu çerçevede sekülerleşmeyi göster­mesi açısından evlilik öncesi flört, kürtaj, doğum kontrolü, eği­tim, sağlık, boşanma, iş ve arkadaş seçimi, evlilik, aile hayatı, eş ile ilişkiler, trafikteki tutum, yaşanacak şehir ya da semt seçimi, tatil anlayışı ve siyasi tercih gibi konularda kişinin dininin emir­lerini önemseyerek bu bağlamda eylemlerini gerçekleştirmesi­nin, ne kadar sık ibadet ettiğinden daha önemli olduğunun vur­gulanması gerekmektedir.[11]

Dinin kurumsal anlamda otoritesini yitirmesine rağmen bi­reysel planda artarak varlığını devam ettirdiğini iddia eden bazı araştırmacılar,[12] dinin değişen yüzüyle ortaya çıkan yeni inanç biçimlerini de dindarlık olgusu içerisinde değerlendirmektedir­ler.[13] Ancak unutulmaması gereken olgulardan en önemlisi, sos­yal yaşamda dinin etkisini ve görünürlüğünü kaybetmesi netice­sinde bu duruma paralel bir şekilde birey bilincinin rasyonelleşe­rek seküler bir nitelik kazanmasının kaçınılmaz olduğudur. Top­lumsal açıdan dinden uzaklaşan bireylerin geleneksel din algılan zorunlu olarak dönüşüm geçirmekte, bunun sonucunda bireysel inanç ve davranışların modern yaşama adapte edilmesiyle birlik­te ortaya çıkan dinî yapı, asli özelliklerinden uzak yeni bir dinî anlayış çerçevesinde şekillenmektedir.

Dinin tanımlanması ve değerlendirilmesi noktasında dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, belirli bir dinin içerisindeki farklı anlayışların ortaya çıkardıkları inanış ve davranışları doğ­ru bir şekilde anlayabilmek için * resmi-kitabi din ile * popüler din veya ‘halk dini’nin birbirinden ayırt edilmesi gerekliliği­dir.144Bu açıdan dinin asli şekli olarak kitabi dinden uzak kalan ya da isteyerek uzaklaşan kişilerin ‘ dini hayatlarının’[15] değer­lendirilmesinde popüler ve halk dininin özellikleri belirleyici olmaktadır. Dolayısıyla resmi-kitabi dinin dışında kalan anla­yışların, bireylerin yaşamlarını etkilemesi açısından seküler- leşmeye yol açıp açmadıklarının tespit edilmesi önem arz et­mektedir.

Modernite ile geleneksel düşünme biçimlerinin değerini kaybetmesi ve hafıza kaybının ortaya çıkması sonucunda insa­nın tutunacak bir bağının kalmaması, postmodern dönemde bireyin anlam evreni oluşturma sorumluluğunu kendisinin üst­lenerek dilediğince inşalarda bulunmasına neden olmaktadır.[16] Bundan dolayı sekülerlik ve dindarlık ilişkisini belirlemek ama­cıyla ele alman kriterlerin, dinlerin Kutsal Kitaplarıyla ve ör­neklik teşkil eden ilk dönem yaşanma biçimleriyle tutarlılığının sorgulanması zorunlu olmaktadır. Kişilerin kendi dindarlıklan- nı tanımlamaları üzerinden sekülerleşmenin anlaşılmak isten­mesi, çoğunlukla onların psikolojilerini ölçme gibi bir yaklaşımı göstermektedir. Bu sebeple bir dini kabul eden bireyin inancı­nın gerektirdiği davranışları gerçekleştirip gerçekleştirmediği, o kişinin seküler durumunu belirlemede temel ölçütlerden biri olmalıdır. Dolayısıyla bilinç düzeyinde bir sekülerleşmenin ya­nı sıra, aynı zamanda davranış yönünden bir değerlendirme yapılması oldukça önem arz etmektedir. Vurgulanması gereken diğer bir husus, bireyin ait olduğu dinî inanç ve davranışları kendi yaşantısına uyarlayarak zihinsel açıdan ve davranış yö­nünden değişime gitmesinin sekülerleşmenin bir belirtisi ola­rak kabul edilmesi gerektiğidir. Bu durumda birey her ne kadar inananı ve dinî davranışlarını sürdürüyor gibi görünse de as­lında o, modem yaşantıya koşut bir şekilde yaşama adapte etti­ği dinimsi inanç ve uygulamalar sebebiyle dinin asli özellikleri­ni değiştirmiş olmaktadır. Söz konusu bu tutum, kişiyi dindar olmaktan uzaklaştırarak sekülerleşmenin konusu hâline getir­mektedir.

Yeni Bir Dünya:

Sekülerleşme ile Gerçekleşen Büyük Dönüşüm

Sekûlerleşme ile sekülerizm kavramları arasında anlam farklı­lığı bulunmaktadır. Sekülerleşme, değerler ve dünya görüşleri­nin bireysel ve toplumsal olarak dinin kontrolünden uzaklaştığı süreci tanımlamak amacıyla kullanılmaktadır. Bir ideoloji olarak anlaşılması gereken sekülerizm ise dinin dünyevi olan her türlü etkisinin ve uygulama güçlerinin yok edilerek pasifize edilmesi ve böylece toplumsal bir süreç olarak dinden arındırılmanın planlı bir şekilde işletilmesidir. Bu bakımdan sekülerleşme, bir sosyal sürece vurgu yaparken; sekülerizm toplumu zorla değiş­tirmeyi hedefleyen bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Sekülerlik ise mevcut durumu ifade eden bir tanımlamadır.[17]

Sekülerleşme ve sekülerizmin kavramlarının ortaya çıkardığı sonuçlar itibariyle değil, yöntem açısından farklılıkları söz konu­sudur. Bu iki olgu arasındaki söz konusu fark, kişileri etkilemesi açısından değerlendirildiği zaman anlamını kaybetmektedir. Sekülerizmin dayatmacı ideolojik tarafının toplumu yönlendir­mesi ile sekülerleşen toplumda bireylerin yaşantılarının değiş­mesi arasında, sekülerliğin ortaya çıkması açısından bir fark bu­lunmamaktadır. Sekülerizm, ideolojik baskısıyla; sekülerleşme ise dinî olmayan yaşam tarzlarının yaygınlaşmasıyla ve bilinci değiştirmesiyle sosyal yapıya şekil vermektedir. Sekülerizm gibi doğrudan dayatmacılığı bulunmayan sekülerleşme, tüm boyutla­rıyla toplumla bütünleşerek hegemonik bir tarzda amacını gerçekleştirmektedir. Sekülerizmin açık bir biçimde yönlendirmesi­ne karşın sekülerleşmenin gizli bir şekilde etkilemesi sonucunda bireylerin neyle karşı karşıya kaldıklarının farkına varamamaları ve ona karşı takınacakları tutumu belirleyememeleri, seküler­leşmenin üstü örtük yapılanmasının önemli olduğunu göster­mektedir. Bu açıdan ideolojik baskılara karşı net bir şekilde tu­tumlarını belirleyebilen kişilerin, sekülerleşme karşısında aynı olanağa sahip olamadıkları anlaşılmaktadır; zira öncelikle onların sekülerleşmenin hayatlarını düzenlemesinde etkileyici bir role sahip olduğunu fark etmeleri gerekmektedir. Ancak hayatın do­ğal akışı içerisinde sekülerleşmenin görülebilmesi, oldukça zor bir durumdur. Onun sinsi bir şekilde yaşamların içine yerleşme­si, insanları bir yanılgı içerisinde bırakarak onların hakikati kav­ramalarına engel olmaktadır. ‘Afetrûr’teki sanal yaşam gibi onlar içine düştükleri durumdan kurtulmak bir yana, neyin içinde ol­duklarının farkına varmaksızın bir aldanmayla ömürlerini geçir­mektedirler. Sekülerleşmenin algılamaları değiştiren bu büyülü yapısı karşısında insan hiçbir şey yapamaz bir durumda benliğini kaybetmekte ve egemen yapıların elinde ne için kullanıldığının farkına yaramadan ya da seküler büyünün sarhoşluğuyla Cypher18 gibi bilerek ve isteyerek kendini sahteliğe bırakmakta­dır. Dolayısıyla sekülerizm, sekülerleşmenin bu gizli yapısı karşı­sında oldukça masum bir konumda bulunmaktadır.

İnsanın karar mekanizmalarına referans olan dinin, yaşam içerisindeki etkisini kaybettiğini göstermesi açısından Hıristi­yanlık tarihi önemli bilgiler sunmaktadır. Bu bağlamda Batı dünyasında sekülerleşmeyi tanımlama çabalarında şu noktalar önem kazanmaktadır:

  1. Kilise mülkünün kaybedilmesi.
  2. Kilisenin siyasal hayattan çekilmesi ile din ve devlet işle­rinin ayrılması.
  3. Dinî yapıların ruhban sınıfından arındırılması.
  4. Günah çıkarmaya ihtiyaç duyulmaması, kültürel ve sanat­sal yapımn kutsaldan anndmlması.
  5. Mitolojik kaynaklardan uzaklaşılması.[19]

Bu süreçte dikkat çeken en önemli husus, dinin toplumsal görünürlüğünü kaybetmesidir. Böylece hayatın tüm alanlannda dinî gücün somut göstergeleriyle her an karşı karşıya kalan bi­reyler, artık onun gücünün kendileri üzerindeki ‘tahakkümün­den’ kurtularak özgürce hareket edebilecekleri serbest bölgelere kavuşmuş bulunmaktadırlar. Bu durum, kuşatıcı ve yönlendirici olan dinin somut yapısının artık yalnızca kişinin zihninde yer bulmasıyla sonuçlanmaktadır. Bu sebeple insan, dinî göstergele­rin hayatın içerisindeki somut yapısını zihninde soyut bir şekilde oluştururken,[20] her an karşısına çıkarak baskı oluşturduğunu dü­şündüğü dinin görünümlerinden kendisini özgür hissetmeye başlamaktadır. Ancak dinin görüngüleriyle hayatın içinde karşı­laşmayan insan, göremediği dinî etkiler sebebiyle bu dünyanın içinde kaybolmakta ve aynı zamanda seküler ilgilere yönelerek dinî bilinçten uzaklaşmaktadır. İkinci olarak üzerinde durulması gereken nokta, ruhban sınıfından kurtulma ile dinin bireysel- leşmesine olanak tanıyan ortamın olgunlaşmasıdır. Kişi kendisi­nin yeterli donanıma sahip olduğunu düşünerek din adamların­dan kurtulmakta, böylece artık Tanrı’yla irtibat kurmak için her­hangi bir aracıya ihtiyaç duymamaktadır. Fakat bireyin aracısız bir şekilde Tanrıya yönelmesi, dinsel bağlarım güçlendirmesi gerekirken; o yanlış bir yönde ilerleyerek kendisini özgür kıl­maktadır.[21] Son olarak, dinî/mitolojik kaynakların geri plana atılması ile din, insanın zihninden de dışlanmakta ve seküler- leşme tüm yönleriyle onu kuşatmaktadır. Toplumsal görüngüle­rini kaybeden dinin kurumsal yapısı parçalanarak yalnızca bire­yin öznel düşüncelerine hapsolması, rasyonel akim dinî düşün­ceye egemen olmasıyla sonuçlanmakta ve o bu düşüncenin yön­lendirmeleriyle hayatını kutsaldan arındırmaktadır.

Charles Taylor, sekülerliği toplumsal hayata yansıması açı­sından üçe ayırmaktadır: Birincisi, ilk akla gelen biçimi olan, devlet ve kuramların işleyişinde dinin tamamen devreden çık­masıdır. İkincisi, kamusal alanın Tanrı fikrinden arınması ve di­nin kamusal alanın dışında kalması; yani ekonomi, siyaset, kül­tür, eğitim, eğlence ve meslekle ilgili hiçbir alanda dinin referans oluşturamamasıdır. Bu nedenle insanlar gündelik hayatlarında dinî referanslar olmadan hayatlarını sürdürmektedirler. Sekülerliğin en önemli ayağını oluşturan üçüncü biçimi ise dinin çeşitli seçeneklerden biri hatta zor seçeneklerden biri hâline gelmesidir. Bu ortamda din, artık hayatın içinde hem vardır hem yoktur. Zira insanlar Tanrı ya inanmakta, mabetlere giderek ibadetlerini yapmakta, ahlaki normları dine bağlı olarak ortaya çıkarmakta üstelik modern çağın başlangıcına göre çok daha dindarca bir hayat sürdürmektedirler. Ancak burada vurgulan­ması gereken en önemli husus, dinin dünya görüşlerinde ve ya­şantılarda gücünü ve etkisini gösterememesidir. Dinin toplum­sal hayatta referans oluşturamaz hâle gelişine bağlı olarak o artık bireyse] açıdan da bu özelliklerini kaybetmek zorunda kalmakta­dır.22 Dolayısıyla sekülerleşme dini bütünüyle yok etmemekte­dir, onun büyük bir değişim geçirmesine yol açarak farklı tarz­larda ortaya çıkan yeni din algılarının ve yaşam biçimlerinin do­ğuşunu ve gelişimini tetiklemektedir.

Din-devlet ilişkisinin Hıristiyan toplumlarda görülen sorunlu yapısı nedeniyle dinden uzaklaşan bireylerin aynı zamanda dinle olan bağlarını tamamen koparmamaları, onların bir çözüm yolu olarak laikliği benimsemelerini gündeme getirmiştir. Fakat dinin toplumsal hayatın vazgeçilmez bir unsuru olarak kabul edilmesi­ne rağmen siyasetle arasına mesafe konulması, farklı bir din algı­sının oluşmasına zemin hazırlayarak toplumu bütünüyle dönüş­türmektedir.] [23] Bireylerin kendilerini sıkı bir şekilde dine bağlı hissetmelerine karşın siyasi meselelerde dinin belirleyiciliğinden uzaklaşmaları hayatın kompartımanlaştırılmasıyla sonuçlanmak­tadır. Aynı zamanda sekülerizmin neden olduğu, kişilere kendi­lerini dindar hissettirecek ‘manipüle edilmiş kurgusal dinî ya­şam’, sekülerleşmeyi hızlandıran bir yapının temellerini oluş­turmaktadır. Gündelik hayatını dinî bir şekilde yaşadığını düşü­nen modem bireyler, devlet işlerine karışmayan kişisel dindar­lıklarıyla yaşamlarını sürdürürken bu süreçte dinlerin ilahi yön­lendirmelerinden uzak bir şekilde seküler ilgiler doğrultusunda siyaseti belirlemektedirler. Hatta dinin içinde yer alan yasalar – hırsızlığın yasak olması gibi- bile, doğal ve rasyonel hukuk çerçe­vesinde yorumlanarak dinî referansı göz ardı edilmekte ve böy- lece dinin hiçbir şekilde modern hukukla ilişkilendirilmesine izin verilmemektedir.

İnceleyin:  Hamdi Yazır'ın Sosyal Felsefesi'ne Giriş.

Toplumsal (makro), kurumsal (mezo) ve bireysel (mikro) düzeyde gerçekleşen sekülerleşmenin tüm aşamalarının birbirle- riyle sıkı bağlantılara sahip olması,[24] onların birbirinden bağım­sız değerlendirilemeyeceğini bizlere göstermektedir. Bu açıdan dinin toplumsal öneminin azalması anlamına gelen seküler- leşme[25] bireysel dindarlıkların önünü açmaktadır. Prestij kaybı­na uğrayan ve toplumsal iddialarını kaybeden din, bir gereklilik olmaktan uzaklaşarak kişinin seçimine indirgenmekte ve yalnız­ca bireyin vicdanında yer edinebilmektedir.[26] Artık hayatın bir­çok alanında dinî etkiler yönlendiriciliğini kaybederken evinde tek başına kalan birey, Tanrı ile çok güçlü bağ kurduğunu his­setmektedir. Sosyal yaşamında onu düşünmeyen belki de yanın­da görmek bile istemeyen bireyin yalnız başına kaldığında Tan­rı yla büyük yakınlık kurduğunu iddia etmesinin, aslında seküler dinî bilincin içselleştirilmesinin bir sonucu olarak görülmesi ge­rekir. Bu durum bireylerin kurguladıkları sahte bir dini içselleş- tirmelerine yol açmaktadır. ‘Matris:’teki ve ‘ Truman Showdaki sahte yaşamlar gibi bireyler de gerçek olarak tasarladıkları dinleri ile kendilerini mutlu hissetmektedirler; fakat böyle bir inanç bi­çimi onları âdeta uyuşturmaktadır. Dinin bütüncül yaklaşımının parçalanarak seküler bir din algısının birey bilincinde yer bulma­sı, aldatıcı bir perspektifle karşı karşıya kalınması sonucunu do­ğurmaktadır. Bu yönüyle sekülerleşme insanların tamamen din­den kopmaları anlamına gelebileceği gibi, aynı zamanda değişen din algısıyla birlikte onların yaşamlarının dinimsi bir şekilde dö­nüşüm geçirmesini de içermektedir. ‘Aldatıcı seküler din algısı’ diyebileceğimiz bu durum, kendinde dinî özellikler barındırarak kişileri sekülerleştirmektedir; yani birey, kurgulamış olduğu an­layışlar ile yapay bir kutsallıkla bütünleşirken içinde bulunduğu durumun farkına varamamaktadır.

Dinî bilincin, pratiklerin ve kuramların toplumsal önemini kaybetmesi, seküler inanç ve uygulamalara sahip bireylerin art­ması, hayatın birçok alanında dinin marjinal hâle gelmesi, din ve devlet işlerinin ayrılması, dinî kuramların ve geleneğin rasyonel biçimde düzenlenmesi[27] sıradan bir toplumsal değişme olarak değerlendirilmemelidir; zira bu süreç toplumun temel yapılan­masını ve tüm işleyiş mekanizmalarını köklü bir biçimde değiş­tirmektedir.[28] Bu süreçte dinle bağı zayıflayan birey, toplumda içkin bir şekilde var olan dinî bağlantısını kaybederek kendisine kutsalı hatırlatacak önemli imkânlardan uzaklaşmaktadır. Artık o, gündelik yaşamının farklı alanlarında dinle anlamlı bağlantılar oluşturmayı başaramamaktadır. Bu durum bütüncül bir yapı arz eden ve yaşamla iç içe geçen dinin, toplumla ve kültürle bağının kesilmesine neden olmaktadır.

Dinin kamusal etkisini yitirmesi sonucunda bireyselleşen dindarlık algısının öngördüğü yaşam biçimleri her yeri kuşat­maktadır. Böyle bir ortamda hayatı dönüştüren referansların seküler ilgiler etrafında yapılanması insanı bütünüyle değiştir­mektedir.[29] Dinî kuramların önemini kaybetmesi ve yerini mo­dern kuramlara terk etmesi neticesinde ortaya çıkan toplumsal- yapısal dönüşüm, dinin büyük anlatısını ve kutsalla bütünleşmiş bilinci âdeta big bang gerçekleşmiş gibi paramparça etmektedir. Dinin bu büyüklükte gerçekleşen patlamaya verdiği tepki, aynı seviyede gerçekleşerek bütün yaşam dinî etkilerden uzaklaşmaya başlamaktadır. Giderek hayatın tüm alanlarından kopan dinî bağlar kültürel değişimin önünü açarak sanatı, müziği, edebiyatı ve felsefeyi insanın sekülerleşmesine neden olacak güçlü öğeler hâline getirmektedir. Yaşamı kurumsal ve kültürel yönden etki­leyen ve bireyin hayatını ideal hedefler doğrultusunda yönlendi­ren dinî bilincin bu süreçte yerini seküler bilince terk etmesi,[30] bu durumu üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken zihni bir mecraya kaydırmaktadır. Bu bakımdan bilincin din dışı bir yapı­ya bürünmesinin ardından yaşamın tümü ‘kendiliğinden’ kutsal bağlannı kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır.

Sekûlerleşen birey yalnızca bu dünyaya odaklanarak mutluluğu, zevkleri, haz ve lezzetleri, arzu ve hedefleri hemen, şimdi, burada yakalamak istemektedir. İnsan egosunun merkezî bir ko­numa yükseltildiği hayatta aşkın olan değerler yeryüzüyle irtiba­tım kaybederek yaşamdan uzaklaştırılmakta ve dolayısıyla dün­yanın kendisi mutlaklaşmaya başlamaktadır.[31] Bunun sonucunda dinî değerlerin anlamını kaybetmesi, insanın çok ciddi bir du­rumla karşı karşıya olduğunu göstermektedir. Bu noktada ahiret bilincinden uzaklaşarak ânı yaşamayı isteyen, Tann’yı ve onun isteklerim unutarak kendini ve arzularını önceleyen bireyin ge­çirdiği dönüşüm oldukça önemli hâle gelmektedir.

Sekülerleşme kavramının tanımlanması noktasındaki sıkıntı­lara rağmen onun küresel düzeyde etkili olduğu ve dinin toplum üzerindeki etkisini azalttığı genel bir kanı olarak kabul edilmek­tedir.[32] Her ne kadar kurucu sosyologların dinin zaman içerisin­de tamamen yok olup gideceğine dair bazı öngörüleri gerçek- leşmediyse de söz konusu diğer iddialarının vahim sonuçlarını tüm dinler ciddiyetle takip etmek zorunda kalmışlardır: Bilim, eğitim, siyaset, ekonomi gibi toplumsal kuramların dinin otori­tesinden bağımsızlaşması sonucunda gerileyen din, kuramsal et­kinliğini ve yetki gücünü kaybederek sadece bireylerin özel alan­larında var olabilmiş; dinî inanç ve davranışlar, seküler alanlarda eşdeğer yapılanmalara kayarak dinimsi mekanizmalar üretilmiş ve insanlar dinin yönlendiriciliğinden kurtularak dünyaya mey­letmeye başlamışlardır.[33]  Bu durum, modern hayatta en başta bireylerin düşünce yapılarını etkilemiş, ardından sosyal yönden tüm toplumu sararak insanlığın geçmişinden koptuğu yeni bir dünyanın kapılarını aralamıştır. Bu yeni dünyada hakikat arayışı ekseninden kopuşun gerçekleştiği, otorite ve meşruiyet kaynağı­nın beşeri alana hasredildiği, fiziki gerçekliğin mutlaklaştırıldığı, haz ve eğlencenin temel içgüdü hâline geldiği, ahlaki değerlerin anlamını yitirdiği bir yaşam kurgulanmıştır.[34] Burada ilahi olan her şeye meydan okunarak insan merkeze alınmakta (hüma­nizm), akıl mutlaklaştırılmakta (rasyonalizm), aşkın ya da doğa­üstü hiçbir referans dikkate alınmamakta (pozitivizm), maddi yaşam temel alınmakta (materyalizm), özgürlük (liberalizm) ve mutluluk sloganları (hedonizm) atılmakta dolayısıyla hayat salt dünyevi sınırlara çekilmektedir. Sonuçta, omurgasını yitirerek sabiteleri ortadan kalkmış ve hümanist-rasyonalist karaktere sa­hip bütünüyle modern zamanlara ait insani bir düzen inşa edil­mektedir.[35]

Sekülerleşmenin her yönden hayatı kuşatması neticesinde dinin anlam kattığı tüm yapılanmalar büyük bir dönüşüm ge­çirmektedir. Burada dinî inançlar ve semboller değerini kaybe­derken kuramsallaşma ile dinin etki alanı daralmakta; dikkatini ahiretten uzaklaştıran birey, kozmik dinsel bakış açısından uzak­laşarak dünyaya odaklanmaya başlamakta; toplumsal edimlerin belirleyicisi konumunda bulunan dinî ahlaki tutumlar, yerini pragmatik rasyonel davranışlara bırakmaktadır. Böyle bir sosyal hayatta her yönden ilişkisi kesilerek kendisine ayrılan alanla sı­nırlı kalmak zorunda olan din, özel hayatların konusu hâline gelmekte ve yalnızca içsel bir deneyim olarak tecrübe edilmek is­tenilerek aslında dinle olan bağ üstü örtülü bir şekilde kopart­maktadır. Kutsal bağlarını yitiren bilgi, davranış ve kurumlar profan formlarla insanmerkezci bir noktaya kaymakta ve bir ba­kıma ‘antropolojik din’e doğru evrilmektedir. Geleneksel değer ve pratiklere yabancılaşarak faydacı bir değişim anlayışı öncelenirken dünya kutsaldan arındırılmakta ve bu süreçte insan, doğa ve yaşam rasyonel bir tarzda yorumlanmaktadır. Birey, toplum, doğa ve inanç üzerinde gerçekleşen bu derin etkilere bakıldığın­da ortaya çıkan ontolojik, kozmolojik ve teolojik sonuçların[36] ya­şamın tamamen dönüşmesine neden olduğu görülmektedir. Sekûlerleşmenin hayatın anlamını ve yaşam biçimlerini değişti­recek düzeyde oldukça kapsamlı bir etki alanına sahip olduğu­nun anlaşılması, insanlığın karşı karşıya kaldığı bu sorunu ciddi­yetle takip etmesini zorunlu kılmaktadır.

Modernitenin bir sonucu olarak ortaya çıkan toplumun dinden uzaklaşması, dünyaya uyum sağlama, dinî inançların ve kuramların dönüşümü, kutsaldan arındırılma, farklılaşma gibi dinin gerilediğini açık bir şekilde gösteren durumlar[37] post/modem birey için anlamını kaybetmektedir. Zira onun zihninde var olan din algısı, seküler yaşamın sürdürülmesine mani olmadığı için dine olan ilgi hiçbir zaman kaybolmamakta- dır. Bu zihinsel perspektifle inşa edilen din, yaşam içerisinde her zaman kendisine yer bulabilirken bu süreçte dinin gerileyeceği hiçbir zaman düşünülmemektedir. Ancak böyle bir durumda bi­reylerin gerçek manada dinin etki alanına girmeleri imkânsız bir hâl almaktadır. Aynı zamanda onların kendilerinin seküler yakla­şımlarını meşrulaştıracak bir şekilde dini kullanmak istemeleri, asli yapısından uzaklaşmak zorunda kalan bir din anlayışını gün­deme getirmektedir. Dini, seküler yaşamın payandası konumuna getiren bu tutum bireylerin değiştirilmiş ve hipergerçek bir tarz­da yaşanılan bir din anlayışıyla muhatap olmalarına neden ol­maktadır. Bu noktada sekülerleşmenin en önemli taraflarından biri olan, dinin ve dinî yaşam tarzlarının bu dünyaya uygun hâle getirilmesi özelliğinin vurgulanması gerekmektedir. Esasında dinin soyut bilgilerden öteye geçerek hayatın içinde kendine yer bulması ve yaşamı dönüştürmesi anlamında dünyaya adapte edilmesi, dinin temel amaçlarından biri olmasına karşın burada üzerinde durulması gereken asıl sorun, dinin seküler tarzda uyumlu hâle getirilmesidir. Zira dünyaya uygun hâle getirilen din, kutsal formunu kaybetmekte ve bu sebeple bireyler hayatla­rının kutsal belirleyicilerini yaşamın dışına atarak seküler ilgile­rin temel alınması ile dinlerini değiştirmeye başlamaktadırlar. Dinin hayatı şekillendiren yapısı, dünyayla uyumlu hâle getiril­dikten sonra pasif bir konuma düşürülmekte; dolayısıyla dünyayı değiştirmek üzere var olan din, bu sefer kendisinin dönüşümüy­le yüz yüze kalmaktadır.

İnsanın, post/modern dünyanın ideolojilerle yoğrulmuş haya­tı anlamlandırması, rasyonel olanı öncelemesi, ahlaki sorunlarla karşılaşması, hız ve hazla dolu kışkırtıcı yaşam tarzlanya yaşamını sürdürmesi ve kaotik bir yapının içerisinde tüm dayanaklarını yi­tirerek yapayalnız kalması[38] sonucunda dine sarılması aslında ciddi bir kafa karışıklığını göstermektedir. Zira artık insan için din, hakikati temsil etmesi veya bizatihi aşkmlığından dolayı de­ğil; manevi boşluğu doldurması ve toplumsal çözülmelerin kur­tarıcılığı için gereklidir. Böyle bir anlayışta din, hayatı bütünüyle anlamlandırmak için önem kazanmamaktadır; bilakis dinî canlaniş olarak görülen bu durum, din temelli norm ve ahlakın yaşam­dan kopup gitmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.[39]

Dinî düşüncenin sosyal önemini yitirmesi sekülerleşmenin en önemli ayaklarından birisini oluşturmaktadır. Bu duruma bağlı olarak dinî inançların, bilgi ve düşüncelerin yaşamla irtibatı sade­ce kişinin zihin dünyasıyla ve ahiretle sınırlı kalmaktadır. Din, bu sınırlandırılmış bakış açısında yaşamın sosyal görünümlerinde kendisine yer bulamamaktadır. Aynı zamanda hep öte dünya de ilişkilendirilen din, bu dünyadaki amaçlarından uzaklaştınlmak- tadır. Dinî kavramların yaşamla ilgili doğrudan bağlantıları göz ardı edilerek bu kavramların yalnızca gayb ve ahiretle alakalı ol­duğu gibi bir izlenim oluşturulmakta ve dinin dünyaya yönelik hedefleri değişik bir perspektifle ahirete ertelenmektedir. Sürekli olarak eylemlerin ahirete ötelendiği bir yaşamda dinin sosyal he­deflerinin gerçekleşmesinin mümkün olmaması, dinin toplumsal olarak yaşanamamasına neden olmaktadır. Dinin yaşanacağı asıl yerin cennet olarak belirlenmesi, bu dünyadaki yaşamın dinî ka­rakterinin umursanmamasına yol açmaktadır.

Sinema ve Din İlişkisine İki Farklı Bakış:

Dinîye Sekûler Perspektifler

Postmodem dünyanın çoğulcu yapısına uygun olarak anlam­ların göreceleşmesi, dinin tanımlanmasında birbirinden farklı birçok bakışın devreye sokulmasına neden olurken, bu durum dinlerin hakikat iddialarını yok sayan bir düşünme biçimi olarak gerçeklerin anlaşılmasının önünde engel oluşturmaktadır. Bu sebeple doğru bir okumanın yapılabilmesi için belirli bir din ta­nımı üzerinden yola çıkmak zorunlu hâle gelmektedir. Bu çerçe­vede araştırmamızda, dinin belirli zaman, mekân, olay ve olgula­ra sıkıştırıldığı kompartımana anlayış biçiminden uzak kalınarak İslam dininin hayatı tümüyle kuşatan bütüncül yapısı merkeze alınmakta ve buna bağlı olarak değerlendirmeler yapılmaktadır.

Dolayısıyla İslam dini açısından birbirinden tamamen farklı uç­larda bulunan ‘dini’ ve ‘seküler perspektiflerin sinemanın an- lamlandırılmasında oldukça belirleyici özelliklere sahip oldukla­rının vurgulanması gerekmektedir.

‘ Dinî perspektif * olarak kavramsallaştırdığımız yaklaşımla; seyirci için filmlerdeki her bir kare İslam dini bağlamında olumlu veya olumsuz bir anlam ifade etmekte, bu bakımdan filmlerde yer alan ‘her şey’ için bir alt metinden bahsedilebilmesi mümkün hâle gelmektedir. Seyirci, bu bakış açısıyla filmlere yaklaştığında kendi inançlarına ters düşen ve düşünme biçimini olumsuz yön­de etkileyen görüntü ve anlatıların farkına varabilmekte; aynı zamanda kendisini olumlu yönde etkileyecek alımlamalar yapa­rak yeni anlamlandırmalarda bulunabilme şansına sahip olabil­mektedir. Bundan dolayı dinî perspektifle filmlere yaklaşan se­yirci için artık her film, üzerinde sorgulama yapılması gereken bir yapıya bürünmektedir.

‘ Seküler perspektif ’ olarak kavramsallaştırdığımız diğer yak­laşım biçiminde ise; İslam dininin sunduğu bakış açısıyla filmle­re yaklaşamayan seyircinin, filmlerdeki görüntü ve anlatılan de­ğerlendirmesi ve alımlamasının din dışı bir bağlamda gelişmek zorunda kalması üzerine vurgu yapılmaktadır. Bu perspektifle izlenilen her film, seyircinin seküler değerlerle hayata bakması yönünde bir etki oluşturarak gün geçtikçe dinle olan bağının azalmasına ve hatta ondan uzaklaşmasına yol açabilmektedir. Seyircinin filmlerdeki yan anlamlan belirleyebilmesi ve sekü- lerlikle çevrelenmiş yeniden anlam inşalarıyla karşılaşmaması için, öncelikle algılama eşiğini yükselterek gördüklerine dinî perspektifle anlam verebilmesi gerekmektedir. Böylece seyirci­nin alt metinlerin belirlenmesi için geliştirilen birçok yönteme başvurarak filmlere eklemlenmiş dinî anlamlara ulaşması müm­kün olabilecektir.

Bu açıdan sinema ve din ilişkisini sekülerleşme olgusu çerçe­vesinde ele almak oldukça önem arz etmektedir:

Sinema, kusursuz yaşam örneklerini bir bakıma teşhir ede­rek dünyanın dört bir tarafındaki seyircinin kullanımına sokabilmektedir. Toplumsal bir fenomen olarak gösterdiği seküler hayatları, seyirci nezdinde etkisini sürdürdüğü tüm alanlarda ve onun toplumsal kimliğinin tanımlanmasında işlevsel hâle getirebilmektedir. Bu tavrıyla, seyircinin kimliğini ve benliğini, belirlemiş olduğu kalıplara göre şekillendirmek için uğraş ver­mektedir. Sinema, sunduğu birçok görüntü ve içeriği birer sembol hâline getirerek onları modernlik, asilik, başkaldırma, özgürleşme, yenilikçilik gibi pek çok farklı gösterge ve duyguy­la özdeşleştirebilmekte, bu sembolleri seküler bir tonda suna­rak seyircinin algılayışını ve yaşam biçimini etkileyebilmekte­dir.[40] Bu açıdan filmlerde insanlığa ait ortak değerlerin sekülerliği temsil eden semboller olarak gösterilmesi, seyircinin post/modern yaşamın kendisi için anlamlı hâle gelmesinde hiçbir zorluk çekmemesini sağlamaktadır. Sinema sadece bu sembolleri yaratarak seyircinin bunları alımlamasını bekleme­mekte, aynı zamanda bunları destekleyen çok daha geniş bir özendirici ağ kurabilmektedir. Etkileyici senaryo ve görüntüle­riyle büyüleyici bir etki yaratarak hakikatin anlaşılmasının önüne kaim bir duvar örebilmekte ve bu sayede verilmek iste­nen anlamların kolaylıkla kavranılmasını sağlayabilmektedir. Dolayısıyla onun, seküler ideolojisini bir tür kültürel emperya­lizm yoluyla dünyanın geri kalan kısmına ihraç ettiğinin düşü­nülmesi gerekmektedir.[41] Bu yönüyle sinema farklı ülkelerde bulunan, farklı inançlara sahip olan ve farklı yaşam tarzlarıyla hayatlarını sürdüren insanların aynı bilgileri, duyarlılıkları ve dünyaları tahayyül ederek paylaşmasına ve yeniden üretmesine çeşitli imkânlar sunmaktadır. Bu süreçle birlikte gerçeklik artık sinema yoluyla kurmaca ve sanal olarak inşa ve temsil edilmek­te, ayrıca kitlesel olarak seyircinin tüketimine sunulmaktadır. Bu durum sekülerleşmenin hızla bireyin yaşamına nüfuz etme­sine yol açarak onu kutsal yaşamın dışına atmakta ve sonuçta yaşanan hayatı gerçeklikten uzaklaştırmaktadır.[42]

Foucault’nun ‘hakikatlerin içinden çıktıktan söyleme göre değerlendirilmesi’ düşüncesi, her ne kadar hakikat olarak gözü­ken konuların dahi göreceli olduğunu ima etse[43] de; içinde bulu­nulan şartların yönlendirmesiyle hakikatlerin değişime uğradığı gerçeğini bizlere hatırlatmaktadır. Bu bakımdan dinin y/etkinliğini kaybettiği bir yaşamın içinden çıkan farklı düşünce biçimle­rinin hiçbir şekilde hakikati yakalaması mümkün olamayacaktır. Dolayısıyla post/modern bir yaşamda ortaya çıkan ve üretilen eylemlerin dinin asli kaynağından çıkmadığının vurgulanması gerekmektedir. Bu durumun dikkate alınmaması sonucunda oradaki görüntülerin arasında yer alan yapay kutsallıkların ger­çekmiş gibi algılanarak dinî yanılsamaların aldatıcı perspektifiyle değerlendirmeler yapılabilecektir. Bundan dolayı ‘post/modern dinimsi eylemler bireylerin hayatlarında önemli bir yer edinir­ken aynı zamanda onları seküler dünyaya entegre etmekte çok büyük bir başarı sağlamaktadır. Filmlerdeki düşünme biçimleri­nin ve yaşam tarzlarının bu perspektifle değerlendirilmesi ge­rekmektedir. Gösterilen her kare, bir zihniyetin yansıması olarak seyircinin karşısına çıkmaktadır. Ancak filmlerin sunduğu ya­şamları içselleştirmiş seyircinin bu sorgulamayı yapmaması, onu sahte bir kurgunun içerisine çekmektedir.

İnceleyin:  Ateizm Mezbahasında Akıl

Sinemanın kurguladığı yaşam tarzlarından etkilenerek gözü­nün gördüğü her şeyi kendisine ait hissetmeye başlayan seyirci, yalnızca gördükleriyle tatmin olarak yapay hazlar yaşamamakta; aynı zamanda hayal ile gerçeği birbirine karıştırarak sanal dün­yada gördüklerini kendi hayatına uyarlamaya başlamaktadır. Ar­tık beyazperdede sunulan şenlikli toplumun görüntülerini ger­çek hayata taşıyarak zihnini seküler uyarıcılarla canlı tutarken, bağımlı kaldığı bu yaşamların tutsağı hâline gelmektedir. Ekran­da gördüğü şeyleri kendisinin zannederek ve elini uzatsa sanki elde edecekmiş gibi gerçeklikten uzaklaşarak gösterilenleri bü­yük bir ilgiyle seyre dalmaktadır. Bu nedenle içine daldığı hayat­ların tüm ahlak dışı yaşantılarını onlarla birlikte haz alarak du­yumsamakta hiçbir sorun görmemektedir, zira girdiği evrende bilincini kaybederek benliğini unutmaktadır. Bu durum, seyirci­nin gerçek dünyadan uzaklaşarak rüyada yaşamasını isteyen hegemonik düzenin insanı yeniden yaratmasının somut bir gös­tergesi hâline gelmektedir.

Seyircinin izlediklerinde hiçbir yanlış görüntüyle karşılaşma­dan ya da onları umursamadan seyrine devam etmesi ancak onun dinî ve ahlaki standartları yeniden tanımlamasıyla gerçek- leşebilmektedir. Filmlerin ve olumsuz sahnelerin ‘ahlaki gerek- çelendirilmesi‘44 sayesinde seyirci, değerlerini muhafaza ettiğini, görüntülerin kendisine dayattığı etkilerden haberdar olduğunu ve olumsuzluklardan kendisini yalıttığım düşünerek filmin güzel yönlerine odaklanmakta ve böylece ondan keyif almayı başara­bilmektedir. Hâlbuki seyirci izlediği olumsuz nitelikteki her film­le birlikte bilincini seküler değerlerle doldurmakta, kurgulanan yaşam tarzlarım içselleştirmekte ve her olumsuz sahneyle kirleti­lerek saflığım yitirmektedir. Seyircinin film seyretmek için üret­tiği ahlaki gerekçelendirme, onun tamamen bu evrende kaybo­lup gitmesine yol açmaktadır. Bu şekildeki ahlaki gerekçelen­dirmeler bir müddet sonra olağan bir hâl almakta ve artık her türlü olumsuz sahne seyirci tarafından normalleştirilebilmekte- dir. Bu açıdan Voltaire’in “Saçmalıklara inanmam sağlayabilen­ler, büyük kötülükler yapmam sağlayabilirler.” sözü, seyircinin ahlaki gerekçelendirme ile içine düştüğü durumu açık bir şekilde bizlere göstermektedir. Sinema, yarattığı bu seküler anlamlan­dırma sistemi ile seyircinin bakışını yönlendirerek onun dinî ba­kışını tahrip etmekte ve her türlü olumsuz davranışın kendisine meşruiyet alanı oluşturabilmesine imkân sağlamaktadır.

Sinema kendisine özel bir dil geliştirerek hayatı farklı bir şe­kilde kurgulayabilmekte ve mevcut dünya görüşlerini, dinleri, ideolojileri, kavramları, kelimeleri istediği biçimde kullanarak onları asıl bağlamlarının dışına çıkarabilmekte ve onların anlam­larını değiştirebilmektedir. Bu açıdan filmlerdeki bu öğelerin hangi ortamlarda, kim tarafından, hangi amaçlarla, kimin için kullanıldığı oldukça önemli hâle gelmektedir. Gerçekleştirilecek analizler ile geleneksel düşünme ve davranış pratiklerinin filmle­rin inşa ettiği yapı içerisinde ideolojik amaçlara nasıl hizmet eder hâle geldiğini, benzer şekilde seyircinin düşünme biçimle­rini ve toplumsal davranışlarını nasıl dönüştürdüğünü, sınırlan­dırdığını veya engellediğini ortaya çıkarmak mümkün olabile­cektir.[45] Bu bağlamda bir sanat olarak sinemanın sosyolojik ve dinî altyapısının araştırılmasının oldukça önem arz ettiğini be­lirtmeliyiz. Böylece seyirciyi etkileme ve yönlendirme gücü açı­sından sinemanın kendine has yapısal özellikleri ortaya çıkarıla­rak onun düşünsel arka planının hayata yansımaları öğrenilebi­lecektir. Ayrıca ideolojik yönleri tespit edilerek filmlerdeki farklı bakışların doğru bir şekilde değerlendirilmesi için nasıl bir oku­ma yapılması gerektiği ayrıntılı biçimde belirlenebilecektir.

Bu çerçevede sinema ve din ilişkisi bağlamında araştırılması gereken temel konular şu şekilde belirlenebilir:

  • Sinemada dinî öğelerin kullanımı ve bunların sekülerleşmeye etkileri.
  • Filmlerde yer alan dinî bakış açılarının tespit edilmesi.
  • Filmlerin sunduğu dinî inanç ve yaşam şekilleri ile geleneksel dinî inanç ve uygulamaların karşılaştırılması.
  • Ortaya çıkan yeni dinî inanışlar, ibadet şekilleri, ahlaki tu­tumların neler olduğu ve bu yeni dinî anlayışların hangi se­beplerle oluştuğu.
  • Dinin yaşam içerisindeki görüngü biçimlerinin hangi yönler­den ve nasıl değiştiği.
  • Dinsel değişim dinamiklerinin filmlerdeki konumlarının araştırılması.
  • Siyasi açıdan manipüle edilen filmlerde dinî yönlendirmele­rin varlığının tespit edilmesi.

Mustafa Sarmış – Filmlerle Din Sosyolojisi,syf:29-51

Dipnotlar:

[1] Talal Asad, Sekülerliğin Biçimlen – Hristiyanlık, İslamiyet ve Modernlik, Çev. F. Burak Aydır, Metis Yay, İst, 2007, s. 16; Volkan Ertit, “Teoriler Işığında Av* rupa Sekülerleşmesi”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.7, S.29, 2014, ».384-386; Hakan Olgun, “Hıristiyanlık ve Sekülerleşme İlişkisi ya da Seküler Dindarlığın Teolojisi”, İnsan & Toplum, C.2, S.4, 2012, s.151.

[2] Mehmet özay, Sekülerleşme ve Din, İz Yay, İst, 2007, s.58-60; Ali Bayer, Sos­yolojik Perspektiften Sekülerleşme ve Din İlişkisine Yeniden Bakış, Kahra­manmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2006, s.72; Ertit, “Sekülerleşme Teorisi”, s.214-215.

[3] Ertit, “Sekülerleşme Teorisi”, s.217-220.

[4] Malcolm Hamilton, Sociology of Reügion – Theoretical and Comparadve Per- specdves, London, Routledge, 2001, s.186, 195; Bryan Wilson, Reügion in So- ciological Perspective, Oxford University Press, Oxford, 1982, s. 148; Özay, a.g.e, s.22-23; Ertit, “Sekülerleşme Teorisi”, s.209; Mustafa Arslan, “Seküler Toplumlarda Kutsala Dönüş ve Seküler Kutsallıklar”, Nida Dergisi, S.145,2011, s. 12; Jeffrey K. Hadden, “Sekülerizmden Dönüş”, Der. Ali Köse, Sekülerizm Sorgulanıyor, Ufuk Kit, İst, 2002, s. 134-142; Zeki Arslantürk, Kutsalın Dönüşü – Yeni Toplum Arayışları, Ayışığı Kit, İst, 1998, s.43-44; M. Ali Kirman & Volkan Ertit (Ed.), Sekülerleşme Tartışmalan, Kadim Yay, Ank, 2019.

[5] Hakkı Karaşahin, “Din Sosyolojisinde Dindarlığın Ölçülmesi Problemi Üzerine Bir Araştırma”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.49, S.l, 2008, s.198-200.

[6] Charles Taylor, Seküler Çağ, Çev. Dost Körpe, Türkiye Iş Bankası Kültür Yay, İst, 2014, s.4; Mesut Hazır, “Postsekülerliğin Gelişi: 21. Yüzyılda Sekülerliğin Sosyolojisini Yapmak”, Akademik İncelemeler Dergisi» C.7, S.2, 2012, s. 144; Owen Chadvvick, 19, Yüzyıl Avrupaiı Aklın Sekülerleşmesi» Çev. Murat T. Aslan, Birey Yay, İst, 2004, s. 10-12; Peter L. Berger, Kutsal Şemsi­ye • Dinin Sosyolojik Teorisinin Ana Unsurları, Çev. Ali Coşkun, 2.Bas, Rağbet Yay, İst, 2000, s.67; Peter L. Berger, “Dini ve Toplumsal Kurumlann Değişimi”, Çev. Adil Çiftçi, Din ve Modernlik -Toplumbilim Yazıları T, Der. Adil Çiftçi, Ankara Okulu Yay, Ank, 2002, s. 136; Celal Türer, “Sevgi ve Aş­kın Profan Alana İndirgenmesi (Cinsellik)*, İnsan Sevgisi 2007 Yılı Kudu Doğum Sempozyumu Tebliğ ve Müzakereleri, Türkiye Diyanet Vakfı Yay, Ank, 2008, s.159-162.

[7] Ramazan Altıntaş, Din ve Sekülerleşme, Pınar Yay, îst, 2005, s.93, 175-182; Yusuf Kaplan, “Seküler Aklın Ötesi”, İslamiyat, C.4, S.3, 2001, s.85; Mustafa Tekin, Kutsalın Serüveni – Modem ve Postmodem Süreçte Dinin Sosyolojik Açılım İmkânı, Açılımkitap Yay, îst, 2003, s.27, 60, 63-68, 258-259; S. Parvez Manzoor, “‘Dünyevilik’ ya da Sekülerleşme: Edward Said’in Düşüncesinde Hümanizm ve Tarih”, Uluslararası Oıyantalizm Sempozyumu, îst, 2006, ÎBB Kültürel ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Kültür Müdürlüğü Yay, İst, 2007, s.94- 95; Ulvi M. Kılavuz, “Küreselleşen Dünyada Din”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.ll, S.2, 2002, s.208-209; Bryan S. Tumer, “Max Weber‘e Göre İslam ve Konfüçyanizm”, Çev. İhsan Çapcıoğlu, Sekülerleşme – Klasik ve Çağdaş Yaklaşımlar, Ed. M. Ali Kirman, İhsan Çapçıoğlu, Otto Yay, Ank, 2015, s. 197-198; Peter L. Berger, “Sekülerleşme Yanlıştandı”, Çev. M. Ali Kirman, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.49, S.l, 2008, s.275.

[8] Necdet Subaşı, “Dinselliğin Modem Bileşenleri”, Din-Kültür ve Çağdaşlık – 2004 Yılı Kutlu Doğum Sempozyumu Tebliğ ve Müzakereleri, Ank, 2007, s.310.

[9] Mustafa Sarmış, “Kur’an’da Toplumsal Çatışma”, Mütefekkir, Yıl:l, S.2, 2014, s.124-126.

[10] Bryan Wibon, “Sekülerleşme”, Çev. Ali Bayer, Sekülerleşme – Klasik ve Çağdaş Yaklaşımlar, Ed. M. Ali Kirman, İhsan Çapcıoğlu, Otto Yay, Ank, 2015, s. 17- 18; Tekin, Kutsalın Serüveni, s. 56.

[11] Ertit, “Sekülerleşme Teorisi”, s.217-220, 223; Mustafa Tekin, Kutsal Sekü- larizm, Açılımkitap Yay, İst, 2011, s. 133-134,142-148.

[12] özay, a.g.e, s. 190; Asım Yapıcı, “Modernleşme – Sekülerleşme Sürecinde Türk Gençliğinin Anlam Dünyasında Dinin Yeri (Çukurova Üniversitesi Örneği)”, Çukurova Üniversitesi llâhiyat Fakültesi Dergisi, C.9, S.2,2009, s.4.

[13] Conrad Ostwalt, “Seküler Çan Kuleleri”, Çev. Ali Köse, Laik Ama Kutsal, Der. Ali Köse, Etkileşim Yay, İst, 2006, s.52-55.

[14] Mübeccel Kıray, Toplumsa! Yapı Toplumsal Değişme, Bağlam Yay, îst, 1999. *.236; Peter F. Beyer, “Küreselleşme Perspektifinden Sekülerleşme”, Çev. Fa­tih örnek, Sekülerleşme – Klasik ve Çağdaş Yaklaşımlar, Ed. M. Ali Kirman, İh­san Çapçıoğlu, Otto Yay, Ank, 2015, s.216; Mustafa Arslan, Türk Popüler Dindarlığı, Dem Yay, İst, 2004, s.28-31,53-67.

[15] Seküler düşüncenin kutsal-profan gibi düalist yaklaşımının yansıması olarak or­taya çıkan ‘dinî hayat1 ifadesinin, dinin insan hayatındaki kuşandığına dair bir alan daralmasını ifade edecek tarzda kullanılmadığım özellikle vurgulamalıyız. Bkz. Mustafa Tekin, “Türkiye Toplumunun Dini Hayatında Postmodern Te­zahürler”, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.25,2011, s.6.

[16] Özay, a.g.e, s.34; Tekin, “Türkiye Toplumunun…”, s.18-20.

[17] özay, a.g.e, s. 194; Mehmet Ali Kirman, Din ve Sekülerleşme, Karahan Kit, Adana, 2005, s.51-52, 118-119; Wilson, “Sekülerleşme”, s. 10; Bünyamin Du­ran, Sekülerleşme Krizi ve Bir Çıkış Yolu Arayışı, 2.Bas, Timaş Yay, îst, 1997, s. 12-13; S. Nakip Attas; İslam Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi, Çev. M. Erol Kılıç, 3.Bas, İnsan Yay, İst, 2003, s.43; Durmuş Hocaoğlu, “Sekülarizm, Lai­sizm ve Türk Laisizmi”, Türkiye Günlüğü, S.29, Temmuz-Ağustos 1994, s.43; Bayer, a.g.e, s. 13-15; Nurullah Ardıç, “Türk Sekülerleşmesi İncelemelerinde Paradigma Değişimine Doğru”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, C.6, S.11,2008, s.593.

[18]‘ The Matrix filminde, içinde bulunduğu sahte yaşamdan kurtularak gerçek ha­yata dönen ama onun zorluklarına dayanamayarak “ Cehalet mutluluktur” dü­şüncesiyle gerçeklikle hiçbir ilgisi olmayan Matrix’e, yani sanal bir dünyaya ye­mden geri dönmeyi isteyen ve orada hazlarla buluşmayı arzulayan karakter.

w Berger, Kutsal Şemsiye, s. 168; Wilson, “Sekûlerleşme”, s.9; Daniel Bell, “Kut­salın Dönüşü”, Çcv. Ali Köse, Laik Ama Kutsal Der. Ali Köse, Etkileşim Yay, İst, 2006, s.60; Ramazan Altıntaş, “Teolojik Sekülerleşmenin Neden Olduğu İnanç, Davranış ve Problemler”, CÛ ilahiyat Fakültesi Dergisi, C.6, S.l, 2002, s.58; Hocaoğlu, a.g.m, s.49.

[20] Tekin, Kutsalın Serüveni, s.21-22.

[21] Steve Bruce, “Sekûlerleşme: Sistematik Bir Betimleme”, Çev. İhsan Çapaoğlu, Sekülerleşme – Klasik ve Çağdaş Yaklaşımlar, Ed. M. Ali Kirman, İhsan Çapcıoğlu, Otto Yay, Ank, 2015, s.30.

[22] Hazır, a.g.m, s.145-146; Bkz. Taylor, Seküler Çağ, s.3-6.

° Stere Bruce, *Gereksiz Bir Fikir Değişikliği: Berger ve Sekülerleşme”, Çev. M. Ali Kirman, Sekülerleşme – Klasik ve Çağdaş Yaklaşımlar, Ed. M. Ali Kirman, İhsan Çapçıoğlu, Otto Yay, Ank, 2015, s.34; Larry Shiner, “The Concept of Secularization In Empirical Research”, Sociology of Religion, JSSR, Vol:6, No:2, 1967, s.208; Duran, a.g.e, ı.62-63; Karel Dobbelaere, “Sekûlerleşmenin Anlamı ve Kapsamı”, Çev. M. Süheyl Ünal, Sekülerleşme – Klasik ve Çağdaş Yaklaşımlar, Ed. M. Ali Kirman, İhsan Çapçıoğlu, Otto Yay, Ank, 2015, s.61- 62; Berger, “Sekülerleşme Yanlıştandı”, s.274-275.

[24] Karel Dobbelaere, Secularization – An Analysis at Three Levels, P.I.E.- Peter Lang, Brussels, 2002, s. 17.

[25] Karel Dobbelaere, “Sekülerleşmenin Üç Yüzü: Toplumsal, Kurumsal ve Birey­sel Sekülerleşme”, Çev. Ali Köse, Laik Ama Kutsal, Der. Ali Köse, Etkileşim Yay, İst, 2006, s.109-117; Steve Bruce, God is Dead • Secularization in the Blackvvell Publishing, Oxford, 2002, s.3; Alan Aldridge, “Seküler­leşmenin Yükselişi: Dinin Toplumsal önemini Kaybetmesi”, Çev. Ihsan Çapcıoğlu, Sinan Yılmaz, Sekülerleşme – Klasik ve Çağdaş Yaklaşımlar, Ed. M. Ali Kirman, İhsan Çapçıoğlu, Otto Yay, Ank, 2015, s.98; Beyer, a.g.m, s.214.

[26] Hamilton, a.g.e, s.203; Bruce, “Sekülerleşme…”, s.32.

[27] Berger, Kutsal Şemsiye, s. 168; Kirman, Din ve Sekülerleşme, s.57-58; Wilson, “Sekülerleşme*, «.12; Oliver Tschannen, “The Secularization Paradigm: A Syıtematization”,/£Sft Vol:30, No:4:1991, s.407.

[28] Wilson, Religion in Sociological Perspective, s. 148.

[29] Wilson, “Sekülerleşme*, s. 13; Tschannen, a.g.m, s.406; Grace Davie, “Avrupa: Kuralı Doğrulayan İstisna mı?”, Çev. İhsan Toker, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.47, S.l, 2006, s.231.

[30] Berger, Kutsal Şemsiye, s. 168; Aldridge, a.g.m, s. 106; Altıntaş, a.g.e, s.51.

[31] Ali Bulaç, Postmodem Kaosta Kıble Arayışı, İnkılâp Kit, İst, 2012, s.30.

[32] Bayer, a.g.e, s.16; Beyer, a.g.m, s.211; Ayrıca, Türkiye’de sekülerleşmeye bağlı

olarak ortaya çıkan değişimi göstermesi açısından bkz. Volkan Ertit, Endişeli Muhafazakârlar Çağı – Dinden Uzaklaşan Türkiye, 3.Bas, Orient Yay, Ank, 2015, s.58-161,174-187.

* Jose Casanova, Public Religions In The Modem World, The University of Chicago Press, Chicago, 1994, s. 19-20; Shiner, a.g.m, s.211-212; Dobbelaere, “Sekülerleşmenin Üç Yüzü…”, s.l 15; Wilson, “Sekülerleşme”, s.9.

M Kaplan, “Seküler Aklın ötesi”, s.83,101-102; Manzoor, a.g.t, s. 101 -102.

[35] Altıntaş, a.g.e, s.26, 42, 84; Duran, a.g.e, s.79-80; Tekin, Kutsalın Serüveni, s.56-57, 59-61; Tekin, Kutsal Sekülarizm, s.41-48; Erkan Perşembe, “Modern­lik ve Postmodemlikte Din Problemi”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.14-15,2003, s. 164

[36] Hamilton, a.g.e, s. 187; Dobbelaere, “Sekûlerleşmenin Üç Yüzü…*, s.116; John E. Coleman, “Seküler: Sosyolojik Bir Bakış”, Çev. Ö. Faruk Darende, Sekülerleşme – Klasik ve Çağdaş Yaklaşımlar, Ed. M. Ali Kirman, İhsan Çapçıoğlu, Otto Yay, Ank, 2015, s.47-48; Duran, a.g.e, s.76-80.

[37] Shiner, a.g.m, s.209.

[38] J. Donald Walters, Modem Düşüncenin Krizi – Anlamsızlık Sorununa Çözüm­ler, Çev. Şahabeddin Yalçın, İnsan Yay, İst, 1995, s.15.

[39] Maurice Barbier, Modem Batı Düşüncesinde Din ve Siyaset, Çev. Özkan Gözel, Kaknüs Yay, İst, 1999, s. 120; Özben, a.g.e, s.37, 39-40; Wilson, Religion in Sociological Perspecdve, s.96.

[40] Michael R. Solo man, Tüketici Krallığının Fethi – Markalar Diyarında Pazarla­ma Stratejileri Çev. Selin Çetinkaya, Mediacat Yay, İst, 2004, $.35,37,93.

[41] Uğur Batı, “Günümüzde Tüketim Araçları Küresel Köy Tezini Destekleyecek Yeni Bir ‘Esperanto’ mu: McDonald’s Örneğiyle Fastfood Restoranları Üzerin­den Bir Türdeşleşme Okuması”, Medya Eleştirilen, Ed. Can Bilgili, Nesrin Tan Akbulut, Zeynep Karahan Uslu, Beta Yayınlan, İst, 2010, s.362.

[42] Kaplan, “Seküler Aklın ötesi”, s.90.

[43] İsmail Demirezen, “Tüketim Toplumunun Oluşumu ve Din île Etkileşimi”, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, C.10, S.3,2010, s. 101.

44 Albert Bandura, “Însanhkdışı Suçların İşlenmesinde Ahlakı Bağlantının Kesil­mesi’, Çev. Hamdi Onay, Hikmet Yurdu, Yıl:3, C.3, S.6,2010, s.239.

[45] Hilal Çelik & Halil Ekşi; “Söylem Analizi”, Marmara Üniversitesi Eğitim Bilim­leri Dergisi C.l, S.27,2008, s. 105-106.

  1. BÖLÜM