Freud’un Din Görüşlerinin Analizi ve Mantık Hataları

Sigmund-Freud-768x432-1-300x169 Freud'un Din Görüşlerinin Analizi ve Mantık Hataları

2.1.   “Din Nevrozdur.” İddiasının Eleştirel Analizi ve Mantık Hataları

Freud “Din nevrozdur.” iddiasını temellendirmek için en te­melde din ve nevroz arasında sekiz benzerlik noktası tespit ettiğini iddia etmiştir. Saplantılı davranışları temsil eden bu benzerlik noktalarının birkaç önemsiz farkla -ki bu farkları da psikanalizle giderdiğini öne sürer- dinde de olduğunu id­dia etmiştir. Freud sekiz benzerlik noktasından “ihmal edil­diğinde vicdan azabımn oluşması, İcra edildiğinde soyutlan­manın gerçekleşmesi, tüm detayların yerine getirilmesinde gösterilen özen”[1] şeklinde belirginleşen üç benzerliğin daha kolay fark edildiğini söylemektedir. Her ne kadar Freud böyle bir tasnife gitmese de bu üç benzerlik noktasını formal yani şekilsel benzerlik olarak isimlendirmek ve geri kalan beş ben­zerlik noktasını da yapısal benzerlik olarak belirtmek hem ko­nuyu anlamak hem de daha iyi değerlendirebilmek bakımın­dan uygun görünmektedir. Freud’un temel benzerlik olarak gördüğü dördüncü özellik içgüdülerin bastırılmasıdır. Diğer dört benzerlik de bu temel benzerlikten neşet etmektedir.

Ön­celikle şekilsel benzerlik noktalarına bakıldığında buradaki üç özelliğin nevroz ve dine özgü olmayıp başka şeylerde de görülebileceği açıktır. Bu üç özellik birçok sevgi, adama, fe­dakârlık ve önem verme içeren eylemde görülebilir. Mesela aşk konusu bunlardan biridir. Âşık olan kişi âşık olduğu ki­şiyi ihmal ettiğinde rahatsız olacaktır, hele de o kişinin gön­lü kırılırsa ihmalinden dolayı vicdan azabı çekecektir ve bir daha böyle bir ihmalin içinde olmamaya özen gösterecektir.Âşık olan kişi âşık olduğu kişiyle karşılaştığında ondan baş­kasını göremeyecek kadar etraftan soyutlanacaktır. Âşık İle maşuk buluştuklarında buluşma gününün anlam ve ehem­miyeti nispetinde organize ettikleri güzel günün tüm detay­larına dikkat edeceklerdir. Freud’un hemen fark edildiklerini iddia ettiği üç benzerlik noktası aşk için de geçerlldir. Peki bu benzerlik bizi hızlıca “Din evrensel bir aşktır.”, “Aşk bireysel bir dindir.” sonucuna ya da “Aşk evrensel bir saplantı nevro­zudur.” ya da “Nevroz bireysel bir aşktır.” sonucuna götüre­cek midir? Freud belki buna da “evet” diyebilirdi ama cevap, tabi ki “hayır”dır. Bu tür ifadeler ancak gerçeklikten uzak mecazi ifadeler ya da sanatsal anlatımlar için kabul edilebi­lir olur. Bununla birlikte aşkta çiftlerin bilinç dışı ilişkisine yönelik çalışmalar kapsamında aşk psikanaliz çerçevesinde ele alınmış ve ego idealinin sevilen ötekine yansıtıldığı aşkın gerçeklik yönü de olan, nevroz değil de yanılsama olduğu yö­nünde iddialar da öne sürülmüştür.2

Freud’un “Din nevrozdur.” iddiasını ortaya atmak için din ile nevroz arasında kurduğu analoji hatalı bir analojidir. Do­layısıyla burada Freud’un yanlış analoji mantık hatası yaptığı görülmektedir. Freud bu hükme varmak için analojiyi kullan­mış ama burada da analojinin temelini sağlayacak düzeyde yani dinin nevroz olduğunu kanıtlayacak düzeyde makul bir benzerlik ilişkisi oluşturamamıştır. Görüldüğü gibi kullandı­ğı benzerlik noktaları birçok duruma uygulanabilmektedir. Mantıkta tümdengelim kesin sonuç, tümevarım yüksek ih­timali! muhtemel sonuç verirken, analoji bu ikisine nazaran daha düşük düzeyde bir çıkarıma ulaşılmasını sağlar. Bu­nunla birlikte analojik argümantasyon, tümdengelimsel ya da tümevanmsal metotla kullanılabileceği gibi onların olmadığı yerlerde de kullanılmaktadır. Benzetme yoluyla akıl yürütme ne tümevarım gibi parçadan bütüne ne tümdengelim gibi bü­tünden parçaya gitmez. Bunun aksine iki özel durumda ben­zer özellikler tespit edildiğinde bunlardan biri bilindiğinde digeri hakkında fikir yürütmeyi sağlayan parçadan parçaya bir akıl yürütmedir.[3] Bununla birlikte analojik metot kullanıla­rak yapılan argümantasyonların sonucuyla ilgili kesin yargı­lara gitmekten kaçınmak gerekmektedir. Analojik kanıtlama ya da benzerlik kanıtında spesifik bir durum veya örnekten başka bir örneğe, iki örneğin birçok yönden benzerlik göster­mesinden hareketle akıl yürütülerek birinde bulunan başka bir spesifik özelliğin de benzetilen diğer örnekte de olabilece­ği ihtimaline dayanarak her iki örneğin de benzer oldukları sonucuna giden bir akıl yürütme biçimidir.[4]

Analoji yoluyla yapılan bu tür kanıtlamada bir genellemeyi desteklemek için örnekleri çoğaltmak gerekmez. Bunun yerine benzeyen ve benzetilen arasındaki benzerliğe ve benzerlik ilişkisine odak­lanılır.[5] Analojik yöntemi kullanan Freud’un argümanına tekrar dönersek, Freud’un ortak özellikler göstererek din ve nevroz arasında benzerlik olduğunu iddia ettiği görülür. Ama burada Freud’un doğru olan bu akıl yürütmeyi bu kısımda bırakmadığı ve din ve nevroz arasında benzerlikler tespit edip tespit ettiği benzerliklerden yeni çıkarsamalara gitmek yeri­ne hızlıca “Din nevrozdur.” sonucuna ulaştığı görülmektedir. Dolayısıyla Freud’un burada analojinin getirdiğiyle yetinme­diği, bilimsel düşünceyi bir noktadan sonra ihmal ederek fikir ürettiği görülmektedir. Freud’un argümanım ana hatlarıyla analoji oluşturarak ifade edelim: Hem din hem nevroz her iki­si de ihmal edildiklerinde vicdan azabı oluşturur, her şeyden soyutlanarak ve tüm detaylarına dikkat edilerek icra edilir.[6] O halde “Din nevrozdur.” Burada Freud’un yapmak istedi­ği nevrozdaki özelliklerin dinde de olduğunu göstererek di­nin nevroz olduğu sonucuna ulaşmaktır. Öncüller ve sonucu daha açık bir şekilde yazarsak yeni analojik argûmantasyon şu şekilde oluşur:

Nevroz’un İhmal edildiğinde vicdan azabı oluşturma, icra edilir­ken soyutlanma ve detaylara özen gösterme özelliklerine sahip olduğu bilinmektedir.

Dinde de (herhangi bir rüknü) ihmal edildiğinde vicdan azabı oluşturma, İcra edilirken soyutlanma ve detaylara özen gösterme özellikleri bulunmaktadır.

O halde “Din nevrozdur.”

İki durum arasındaki benzerliğin vurgulandığı bir argü­man büyük ihtimalle analojiden kaynaklanan bir argüman­dır.[7] Analojik kanıtlarda iki durum arasındaki benzer özel­liklere dikkat çekilir ve söz konusu benzerlikle ilgili bir so­nuç çıkarılır. Bir akıl yürütme biçimi olarak analoji (temsil), iki şey veya olay arasındaki benzerlikten hareketle birisi için verilen bir hükmün diğeri için de geçerli olduğu sonucunu ulaşmaktır. Analojide dört temel unsur bulunmaktadır:

1) Kendisine benzetilen (müşebbeh-ün bih),

2) Benzetilen (mü- şebbeh) ya da benzeyen,

3) Neden (illet) ya da Benzerlik İliş­kisi,

4) Benzetme (teşbih) ya da hüküm.[8]

Analojik kanıtın ilk öncülü, analoji olarak kullanılan örnek hakkında bir iddiada bulunur. Analojik kanıtın İkinci öncülü, İlk öncüldeki örne­ğin, argümanın kendisinden sonuç çıkaracağı ikinci öncül­deki örneğe benzediğini iddia eder.[9] Analojik kanıtın ilk ön­cülünde analojinin ilk unsuru olan kendisine benzetilen yer almaktadır. Kendisine benzetilen örnek, analojide asıl unsur olarak dikkat çeker. Bilinen bir gerçeklikten hareket ettiği için analojinin dayanağı olarak görünmektedir. Analojik ka­nıtın ikinci öncülünde analojinin İkinci unsuru benzeyen yer almaktadır. İkinci öncüldeki bir şeye benzetilen yani benze­yen örnek ise ikinci dereceden yani fürudandır. Birinci ön­cülde yer alan benzetilenle İkinci öncülde yer alan benzeyen arasında benzerlik ilişkisi kurulursa, sonuç birinci örnekteki hükmün ikinci örnek için de geçerli sayılmasıyla oluşturulur ve analojik kanıtlama tamamlanır. Analojinin ne olduğu kav­randıktan sonra sorulması gereken soru argümanın analoji voluvia nasıl değerlendirileceğidir.10 Yani analojik bir kanıtla­mada ne tür bir mantıksal prosedür işletilmektedir? Burada nevroz kendisine benzetilen, din benzeyen, Freud’un belirle­diği üç dikkat çekici özellik İse benzerlik ilişkisini oluştur­maktadır. Analojik argümantasyonda yapılması gereken ken­disine benzetilende yani nevrozda olan özellikler, benzetilene benzeyende yani dinde olduğu için benzetilendeki bir özelli­ğin benzeyende de olabileceği sonucuna ulaşmaktır. Oysa ki böyle bir argümantasyonda bu kurallar tam olarak uygulan­mamış yani benzerlikten yola çıkarak başka bir özellik için çıkarımda bulunulmamış hatta benzetilenle benzeyenin aynı olduğu hatalı sonucuna ulaşılmıştır. Burada analoji kuralları sağlıklı bir şekilde işlemiş olsaydı bile ulaşılacak sonuç dinin nevroz olduğu değil nevroza benzer olduğu olacaktı.

Analojik kanıtlamada sonucun doğru olmasını sağlayan en önemli hu­sus öncüllerin, doğru olmasıdır. Yani argümanda bakılacak ilk husus birinci öncülün ardından ikinci öncülün doğru olup olmadığıdır.Analojik kanıtlamada ilk öncül, analoji olarak kullanılan örnek hakkında bir iddiada bulunduğuna göre11 yukarıdaki argümandaki birinci öncülde nevrozun sahip olduğu özellikler hakkında bilgi verilip verilmediğine bakılması gerekmektedir. Kurulan analojik kanıtlamada nevroz hakkında iddialar doğ­ru bir şekilde ifade edilmiştir. Dolayısıyla bu öncül doğrudur. Analojik kanıtlamada ikinci öncülün, birinci öncüldeki örne­ğin, ikinci öncüldeki örnek gibi olduğunu iddia ettiği de söy­lenmişti. Burada dikkat edilmesi gereken husus, bu öncülün değerlendirilmesinin İlk öncüle oranla daha zor olduğudur.12 Ele alınan kanıtlamada ikinci öncülde dinin sahip olduğu benzer özelliklere işaret edilmektedir. Dolayısıyla ikinci öncül de birinci öncül kadar net olmasa da yüzeysel bir bakış açısıyla doğru kabul edilebilir. Ele alınan analojik kanıtlamada iki öncülün de doğru olduğu görülmektedir. Peki iki öncül de doğru olduğu halde sonuç neden yanlış çıkmıştır? İki öncül doğru olduğu halde benzetilenle benzeyen arasında özdeşlik ilişkisi zorlandığı için sonuç hatalı olmuştur. Burada öncül­lerin doğru olması halinde sonucun yanlış olması durumu­nu açıklayan diğer bir önemli husus da analojik kanıtlamada sonuca götüren benzerlik ilişkisinin sonuçla alakalı olması gerektiğidir. Analojilerde kullanılan örneğin ya da ortak özel­liklerin sonuçtaki örnekle tıpatıp aynı olması gerekmez, ama analojiler sadece (sonuçla) ilişkili benzerlikler [relevant simi- larities) gerektirir.[13]

Ele aldığımız örnekte ise sonuçla doğru­dan ilişkili benzerlikler mevcut değildir. Ne ihmal edildiğinde vicdan azabı oluşturma ne İcra edilirken soyutlanma ve ne de detaylara özen gösterme özellikleri dinin ayıncı özellikleridir. Bu özellikler başka birçok durumda gözlenebilir. Dolayısıyla bu benzerlikler bırakın dinin nevroz olduğu sonucuna ulaş­mayı, sonuçla ilişkili benzerliklerden yola çıkmadığı için dinin nevroza benzediği sonucunu bile desteklemezler.Karşı argümanı alt etmek değil anlamaya çalışmak gibi bir gerçeklik ilkesiyle hareket edilip argüman analoji kurallarına uygun bir şekilde yeniden düzenlenmek istenirse ortaya şöyle bir argüman çıkar:

Nevroz İhmal edildiğinde vicdan azabı oluşturma, İcra edilirken soyutlanma ve detaylara özen gösterme özelliklerine sahip bir duygu durum bozukluğudur.

Dinde de (herhangi bir rüknü) ihmal edildiğinde vicdan azabı oluşturma, icra edilirken soyutlanma ve detaylara özen gösterme özellikleri bulunmaktadır.

O halde din de duygu durum bozukluğudur.

Analoji bu şekilde kurulup iki benzer arasındaki ortak özelliklerden hareketle bir sonuca gidilmeye çalışıldığında sonucun doğru olması için öncüllerin doğru olması ve ben­zerliğin de sonucu destekleyen düzeyde olması gerekir. Yani  duygu durum bozukluğu için nevrozda tespit edilen özellik­ler alelade değil de duygu durum bozukluğuna sebep olan özellikler olmalıdır.

Yukarıda bahsedildiği gibi bu özellikler aşk vb. gibi birçok durumda da bulunmaktadır. Burada hem Freud’un ulaştığı sonuca ulaşılmamıştır hem de özellikler duygu durum bozukluğunun ya da nevrozun niteleyici ve be­lirleyici özellikleri değildir.Bu analoji “Din nevrozdur.” sonucuna ulaşacak şekilde ye­niden düzenlenmek istenirse ortaya şöyle bir argüman çıkar:

Herhangi bir duygu durum bozukluğu ihmal edildiğinde vicdan azabı oluşturma, icra edilirken soyutlanma ve detaylara özen gösterme özelliklerine sahip olduğunda nevroz olur. (O duygu du­rum bozukluğuna nevroz denir.)

Dinde de ihmal edildiğinde vicdan azabı oluşturma, icra edilirken soyutlanma ve detaylara özen gösterme özellikleri bulunmakta­dır.

O halde din de nevrozdur.

Burada nevrozla ilişkili bir sonuca ulaşılmıştır. Bu Freud’un sonucudur ama nevrozu nitelendiren açık özellikler bulunma­maktadır. Analojide herhangi bir özellik değil sonuçla ilişkili bir özelliğin ya da özelliklerin kullanılması gerekmektedir. Do­layısıyla birinci öncül yanlıştır. Söz konusu üç özellik nevrozun ayırıcı vasfi değildir. Freud şekllsel benzerliklerle ilgili zayıflı­ğın farkındadır. Öncelikle Freud’a göre din ile nevroz arasın­daki benzerlik salt dışsal bir benzerlikten öte gitmeyebilir. Söz konusu dışsal üç benzerlik temel yapılarla doğrudan ilişkili değildir. Bu benzerlik noktaları genel olarak nevrozun dışavu­rum biçimiyle ilişkilidir. En önemlisi ise sadece aynı mekanik nedenlerin işleyişinden kaynaklanan bu türden benzerliklere dayanarak arada İç İlişkiler bulunduğu sonucuna varmanın aceleci ve yararsız olacağıdır.[14]

Görüldüğü gibi Freud, dışsal benzerliklerin aslında ölçü olmadığının farkındadır. En basit ifadesiyle dışsal benzerlikler yapısal benzerlikleri garantilemez. Bu benzerlikler mekanik bir işleyişi ifade ettiği için nevrozun iç yapışım açıklayamaz, dolayısıyla nevrozla doğrudan ilişkili olmadığı için onunla ilişkili bir sonucu destekleyemez.Freud’un argümanını analojik argümantasyonun kuralla­rına uygun bir şekilde benzer özelliklerden henüz hakkında bilgi bulunmayan başka bir özellik hakkında hüküm vermesi­ni sağlayacak şekilde yeniden düzenlemek faydalı görünmek­tedir. Freud’un görüşlerini analojik kıyas oluşturacak şekilde yeniden revize etmeden önce doğru bir analojinin formunu hatırlayalım:Analojik akıl yürütmenin en basit formu aşağıdaki öner­meleri içermektedir:“

A x özelliğine (y, z, vb. ortak özelliklere) sahip olma bakımından B’ye benzer.

A, ayrıca p özelliğine de sahiptir.

O halde, B de p özelliğine sahiptir.”[15]

Doğru analojik akıl yürütmenin formunu Freud’un tespit ettiği benzerliklere uygularsak:

Nevroz’un İhmal edildiğinde vicdan azabı oluşturma, icra edilir­ken soyutlanma ve detaylara özen gösterme Özelliklerine sahip olduğu bilinmektedir.

Dinde de ihmal edildiğinde vicdan azabı oluşturma, icra edilirken soyutlanma ve detaylara özen gösterme özellikleri bulunmaktadır.

Nevroz, ayrıca cinselliğin bastırılması özelliğine sahiptir.

O halde nevrozda var olan cinselliğin bastırılması gibi bir diğer özellik dinde de olabilir.

Analojik argümantasyon bu şekilde İfade edildiğinde doğ­ru bir analoji oluşturulmuş ihtimali! bir sonuca gidilmiş olur. Bu durumda analoji kurallara uygun kurulmuş olur ama so­nucun doğru olup olmadığı kesin değildir. Dolayısıyla böyle bir akıl yürütmede de yapılması gereken nevrozda olan söz konusu özelliğin dinde olup olmadığım araştırmaktır. Eğer özellik dinde mevcutsa ve bu özellik nevrozun belirleyici bir özelliği ise o zaman dinle nevrozun benzer olduğu sonucuna çakılabilir. Şimdi de cinselliğin bastırılması özelliğinin dinde olup olmadığı konusunu inceleyelim. Freud’un nevroz İçin belirleyici gördüğü cinselliğin bastırılması özelliğinin din İçin geçerli olup olmadığına bakıldığında kolaylıkla geçerli olma­dığı görülmektedir. Freud’un kendisi de bu özelliğin din ve nevrozda farklı şekilde meydana geldiğini kabul etmektedir. Aynı zamanda Freud’un saplantı nevrozunda genellikle vurgu cinselliğe yapılmaktadır. Freud anlamsız gibi görünen ama aslında bilinçaltında yoğun anlamlar barındıran saplantılı ey­lemlerin genellikle temelinde cinşelliği bulur. Oysaki cinsellik dinî uygulamaların arka planında bulunmaz. Din içerisinde cinsellik hayat içerisinde var olduğu kadar yer almakta ve bastırılması değil, dengede tutulması tavsiye edilmektedir.

Görüldüğü gibi dinlerin genel olarak cinselliği bastırdığı id­diası doğru değildir. Ayrıca cinselliğe yaklaşım dinden dine değişmektedir. Mesela Hristiyanhkta rahip ve rahibeler için evlilik yasak olabilir ama İslam dininde böyle bir yasak bu­lunmamaktadır. İslam’da nefsin isteklerini dengeli bir şekilde karşılamak, aşın istekleri kontrol edebilmek ve neticede nef­sin insana değil insanın nefsine egemen olması önerilmekte­dir. Bu da başta cinsel güdüler olmak üzere tüm yaşamsal güdülerin bastırılmasıyla değil, kontrol edilmesiyle ve medeni bir şekilde İnsani ihtiyaçların giderilmesiyle sağlanabilir.İslam dininin cinsellik konusunda haksızca ve çelişkili bir karşı taarruza uğradığı görülmektedir. Freud gibi bir kısım klasik ateistler dinin, insanlığın en önemli ihtiyaçlarından bi­risi olan cinselliği bastırması dolayısıyla İnsanın ruh sağlığım olumsuz etkilediğini iddia ederek dinin insan için zararlı oldu­ğu sonucuna varmışlardır. Buna mukabil günümüzdeki yeni ateistlerin tutumu da tam tersi yönde gelişmektedir. İslam’ı ve Müslümanları kötü göstermek isteyen din karşıtlan İslam’da cinselliğin seviyesizce yaşandığım ima etmekte ve yaşanan bi-çimini cinsel düşkünlük olarak ifade etmektedirler.

Çok eşliliği İslam’ı karalamak İçin sürekli gündeme getiren günümüz ate­istleri esasında İslam’ı gözden düşürmek istemektedirler. Kla­sik ateistlerle yeni ateistlerin cinsellik hakkında birbirinin tam tersi iddiada bulunup her ikisiyle de İslam’ı karalamaya ça­lışmaları kendi içerisinde çelişkili bir durumdur. Çünkü bun­lardan biri doğru ise diğeri yanlış olmak zorundadır. Ya İslam cinselliği bastırdığı için yaşanmasına engel olduğu için insanın ruh sağlığım bozuyor olmalıydı, ya da İslam’da cinsel konu­larda ölçülülük ve ahlaklı oluş sağlanamıyor ve Müslümanlar aşın bir şekilde cinselliği yaşıyor olmalıydılar. Maalesef bu ve benzeri ateistlerin içine düştükleri çelişkiler fark edilmiyor ve birbirine zıt her iki cenahtan da dine karşı ön yargı oluşturma çabalan resmin bütününe bakılmadığı için her seferinde başa­rıya ulaşıyor. Din cinselliği ya baskılıyor ya da baskılamıyor ol­malıdır. En basit mantık kuralı üçüncü şıkkın imkânsızlığı bize bu durumun çelişkili olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla İs­lam’ın hem (cinsel özgürlüğü reddederek) cinselliği aşın baskı­ladığı hem de (çok eşliliği teşvik ederek) cinsellik konusunda aşın geniş davrandığı aynı anda iddia edilemez. İslam’ın cinsel­lik konusunda hem ifrata hem tefrite düştüğünün eş zamanlı olarak iddia edilmesi çelişkilidir. Belki burada din üzerinden değil de dindar üzerinden eleştiri yapılabilir ve bu eleştiri diğe­rinden daha makul olabilir. Yani dinin içgüdüleri bastırdığı bu nedenle dindarın cinsel aşırılığa ve yanlışa düştüğü iddia edile­bilir. Bu iddiada tefrit dine ifrat dindara atfedilmektedir. Bu id­dia karşısında söylenebilecek şey ise kişisel bir durumun dine ya da başka bir kuruma atfedilemeyeceğidir. Kendi dürtülerine hâkim olamayan söz konusu cinsel yanlışlara düşen herhangi bir insan dinî emirlere de muhalif davranmış ve günaha girmiş olacaktır. Herhangi bir kişinin kendi zaafı alt olduğu zümreye taşınmamalıdır. Zaten İslam’da hedeflenen insanın yaşamsal güdülerini bastırıp onu zorlamak değil, insanın söz konusu ih­tiyaçlarını ötekine zarar vermeden kontrollü bir şekilde karşı­lamasını sağlayarak hem nefsi hem nesli korumaktır.

Ayrıca klasik ateistlerden Freud’un ensest arzulan (erkek çocuğun anneye duyduğu kız çocuğun babaya duyduğu cinsel arzuyu) doğal görüp dinin onları engellediği için nevroz olduğunu iddia etmesi hatırlatıldığında günümüz ahlak ilkeleriyle ensesti ya­saklayan dinî ahlak ilkeleri uyumlu görünmektedir. Dolayısıyla yeni ateistlerin ensest ilişki, cinsel istismar ve cinsellik üzerin­den dine yüklenmeleri makul değildir.Freud’un cinselliğin bastırılması özelliği ve bu özellikten neşet ettiğini söylediği suçluluk duygusu, pişmanlık duygu­su, uzlaşma hali ve yer değiştirme gibi özellikler dinî davranış­larda görülmediği için analojiye konu olamazlar. Burada cin­selliğin bastırılması özelliği kilit bir özellikti, Freud’un buna bağlı olarak var olduğunu iddia ettiği diğer özellikler, cinselli­ğin bastırılması özelliğinin dinde olmadığını göstererek dolaylı olarak gösterilmiş oldu. Aslında cinselliğin bastırılması özel­liğinin dinde olmayışım, olsa bile farklı bir formda oluşunu Freud da kabul etmektedir. Freud, nevrotik törenlerle dinî ri- tûellerin kutsal faaliyetleri arasındaki benzerliklerin yanı sıra farklılıkların da olduğundan bahsetmektedir. Freud’a göre en temel farklılık, nevrozlarda baskı altına alınan içgüdüler sadece cinsel nitelikte olmasına rağmen dinde baskılanması istenen içgüdüler genellikle bencil kaynaklardan beslenmek­tedir.[16] Saplantı nevrozu genellikle hastanın en mahrem ve çoğunlukla cinsel yaşantısından kaynaklanmaktadır.[17]

Din ise kişisel yanı olmakla birlikte toplumsal boyutu da olan bir fenomendir. Saplantı nevrozunda olduğu gibi dini cinsel yaşantıdan kaynaklanan bir fenomen olarak değerlendirmek mümkün değildir. Dinin Freud’un iddia ettiği gibi bastırma­dığı ama kontrol altına almak istediği içgüdüler ise genellikle toplumsal açıdan zararlı olabilecek bencilce gelişen içgüdü­lerdir. Bu kontrol mekanizmasının temelinde ise ötekini dü­şünmek ve birlikte yaşamı mümkün kılmak yer almaktadır. Görüldüğü gibi din cinsel arzulan bastırmakla karakterize edilebilecek bir fenomen olmamakla birlikte, daha ziyade tüm bencil arzularla mücadele etmeyi öneren bir sistemdir. Din saplantı nevrozundan farklı olarak arzulan yok etmek yerine ötekine zarar vermeden dengelemek ve ötekine zarar veren egoist ve asosyal güdüleri kontrol etmek hedefindedir.Freud’a göre bu temel farklılığın dışında çok belirgin ve nevrotik davranışlarla ibadetleri karşılaştırmayı anlamsızlaş- tıran üç temel farklılık daha sıralanabilir:

1. Nevrotik sere­monilerin bireysel değişkenliğine rağmen dinî ritüeller (dua, doğuya dönme vs./namaz, kıble vs.) stereotip (tek biçimli) ka­rakter göstermektedir.

2. Nevrotik davranışlar kişiye özel bir yapı sergilerken, dinî ritüeller umumi ve toplumsal bir yapı sergilemektedir.

3. Nevrotik davranışlar saçma ve anlamsız görünürken, dinî seremonilerin küçük ayrıntıları, önemli ve sembolik anlama sahiptir.[18] Freud’un burada ifade ettiği fark­lılıklar aslında nevrotik davranışlarla İbadetlerin karşılaştı­rılmasını anlamsız hale getirmektedir. Freud bu durumun farkındalığıyla öncelikle saplantılı nevrozlarla din arasında­ki farklılıkları dikkate alarak ikisi arasında tam bir özdeşlik öngörmek yerine benzerlik ilişkisinin azaldığını kabul etmek­tedir. Freud’a göre farklılıklar dikkate alındığında “saplantılı nevroz (Die Zuangsneurose, an obsesstonal neurosis) burada özel bir dinin yan komik, yan üzücü bir karikatürünü su­nar.”[19]

Freud farklılıkların farkmdalığıyla ulaştığı bu netice­yi ise daha sonra psikanalitik yöntemle çarpıtarak saplantı nevrozu ile din arasında özdeşliğe giden benzerlik ilişkisini tekrardan kabul ettiğini belirtmiştir. Oysa ki farklılıklar ih­mal edilmediğinde benzerliğin yadsınacağını ve çok belirgin olmadığını Freud da başlangıçta kabul etmişti. Dolayısıyla Freud’un kendisiyle çeliştiği açıktır. Ama daha sonra Freud psikanalitik araştırma tekniklerinin yardımıyla saplantılı ey­lemlerin gerçek anlamları çözüldüğünde, saplantı nevrozu ile dinî törenler arasındaki farkların ortadan kalkacağını belirt­miştir.[20] Freud’un bu açıklamalarında ise kendi ideolojisi için gerçeği çarpıttığı, saplantı nevrozu ile din arasındaki farklı­lıkları elimine ettiği ve bilimsel bir başarısı olan psikanali­zi farklılıkları kamufle etmek için dinin aleyhinde kullandığı görülmektedir. Oysa ki burada bir bilim insanından beklenen benzerlikleri ve farklılıkları birlikte değerlendirerek daha ob­jektif bir neticeye ulaşmasıdır.Freud belirlediği üç temel farklılıktan üçüncüsûnü psika­nalizle benzerliğe dönüştürdüğünü ifade etmektedir. Freud üçüncü farklılık olan, saplantı nevrozunun anlamsız olmasına mukabil dinî törenlerin anlam taşımaları durumunu psikana- litik yöntemle çözdüğünü belirtir. Freud’a göre anlamsız gibi görünen saplantılı davranışın bilinç dışında bulunan gerçek anlamı psikanalitik yöntemle çözüldüğünde aslında bu davra­nışların ne kadar anlam barındırdığı ve bilinçli yaşamı ne ka­dar etkilediği fark edilir.[21] Freud böylece nevrotik dayanışlarla ibadetler arasında analoji kurulmasını engelleyen bir farklılığı kendi iddiasını desteklemek üzere benzerliğe dönüştürmüş gö­rünmektedir. Ama hala diğer farklılıklar analojinin geçersizli­ğini ve söz konusu Freud’un iddiasının yanlışlığım gösterebile­cek güçte görünmektedir. Freud ilk önce saplantılı davranışlar ve ibadetler arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları açık bir şe­kilde ortaya koyarak objektif bir tutum sergilemekte, ardından analojiyi bozacak belirgin farklılıkları çarpıtarak sadece ben­zerliklerden hareket ederek bilimsel zihniyetten uzaklaşmakta­dır.

Oysa ki burada Freud’un farklılıkların farkmdalığıyla ana­lojinin geçersizliği yönünde çıkarımda bulunması en azından söz konusu farklılıkların olduğu özellikler için (örneğin cinsel­liğin bastırılması özelliğinde olduğu gibi) analojinin bozuldu­ğunu itiraf etmesi gerekirdi. Bunu yapmak yerine Freud kendi görüşlerini haklı çıkaracak yeni yollara başvurmuştur. Freud burada psikanalizi farklılıkları kamufle etmek ve kendi hlpotc zini ispatlamak için kasıtlı bir şekilde çarpıtarak kullanmak tadır. Görüldüğü gibi Freud bilimi inandığı bir şeyi daha açık ifadeyle önyargılarını ispatlamak için çarpıtmaktadır. Sadece bir farklılığı psikanalizle giderebildiği halde diğer farklılıklara rağmen yine de dinin evrensel bir saplantı nevrozu olduğu id­diasında ısrar etmektedir. Bu tutum ise bilimsel bir zihniyetle değil, körü körüne bir şeye bağlanma ve inandığını gerçek ka­bul etme İle açıklanabilir. Burada Freud’un verileri kendi ki­şisel beklentileri ve ideolojik görüşü için çarpıttığı ve verilere objektif yaklaşmadığı görülmektedir.

Freud’un din ile nevroz arasında kurduğu analojide kul­landığı sekiz benzerlik noktasından başta cinsellik olmak üzere içgüdülerin bastırılması ve bu özellikten kaynaklandığı­nı belirttiği eskiden yaşanan içgüdülere bağlanan bilinçsiz bir suçluluk duygusu, içgüdülerin kışkırtması anında ceza kor­kusunun oluşturduğu beklentisel anksiyete, uzlaşma ve yer değiştirme şeklindeki diğer dört benzerlik noktası dinde bu­lunmadığı için yani dinde tikel bazı örneklerde görülmüş olsa bile dinin özelliği olmadığı için analojinin kurulmasında etkili olamazlar. Çünkü Freud’un nevrozların temel sebebi olarak gördüğü cinselliğin bastırılması özelliği ve bu özellikten kay­naklanan diğer dört özellik olmak üzere yapısal beş benzerlik noktası din için geçerli değildir. Bu durumda bu beş yapısal özellik dinde görülmediği için din ile nevroz arasında kuru­labilecek bir analojide kullanılamayacağına göre analoji için temel benzerlik noktaları ön plana çıkar. Freud’un da hemen fark edildikleri için temel benzerlik noktaları olarak belirlediği diğer üç özellik ise yukarıda incelenmiştir. Freud’un görüşle­rini anlamak adına iyilikseverlik ilkesiyle de argümanım güç­lendirerek değerlendirmeler yapıldığında bile bu özelliklerden hareketle “Din nevrozdur.” iddiasına ulaşılmadığı görülmüş­tür. Kaldı ki söz konusu Freud’un temel benzerlik dediği üç şekilsel benzerlik noktasının “Din nevrozdur.” iddiasını ya­pısal benzerlikler olmaksızın tek başına sağlayamayacağı da iddia edilmiştir. Hatırlanacağı üzere Freud da bu özelliklerin iç mekanizmayı açıklayamayacağım dışsal özellikler olarak benzerliği zayıflatacağım kabul etmişti. Hatta din ile nevroz benzerliği için ölçü olamayacaklarım belirtmişti.[22]

Din ile nevroz arasında Freud’un kolaylıkla görünür ol­duğunu iddia ettiği şekilsel nitelik taşıyan temel benzerlik noktaları detaylı bir şekilde incelendiğinde esasında onların dinde olmadığı da fark edilecektir. Şekilsel benzerlik noktaları yapısal benzerlik noktalarına oranla dinde varmış gibi görün­mektedir. Yukanda Freud’un görüşleri lehine iyilikseverlik ilkesiyle bu özellikler olumlanarak analojiler oluşturulmuş buna rağmen “Din nevrozdur.” iddiası analoji yoluyla temel- lendirilememiştir. Daha net bir İfadeyle bu özellikler yüzeysel bakıldığında varmış gibi görünse de dikkatle İncelendiğinde tıpkı yapısal benzerlikler gibi aslmda dinde mevcut değildir. Şekilsel benzerlik noktalarından ilki her İkisinin de ihmal edilmeleri halinde kişide vicdan azabına ve iç sıkıntısına yol açmalarıydı. Nevrozda olan bu özelliğin dinde olduğunu net bir şekilde söylemek mümkün değildir. Dindarın ibadetini İh­mal etmesi halinde duyduğu üzüntü her zaman vicdan azabı olarak nitelendirilemez. Dolayısıyla her durumda saplantılı davranışlara zemin hazırlamaz. Bununla birlikte dinî görevle­rini yerine getirmediğinde üzüntü duyan insanların var oldu­ğu gibi bu durumdan hiç etkilenmeyen insanların var olduğu da bilinmektedir.

İnceleyin:  Okumaktan Sıkılmamak İçin..

Nevroz ile din arasında belirtilen İkinci ben­zerlik, icra edildikleri anda kişinin tüm diğer faaliyetlerden soyutlanması durumuydu. Oysa ki dinî ibadetlerin bir kısmı soyutlanarak değil, cemaatle toplu bir şekilde gerçekleştiril- mektedir. Hatta her iki şekilde gerçekleştirilmesi mümkün olan ibadetlerden namazın soyutlanarak tek başına değil de toplu olarak cemaatle kılınmasının daha sevap olduğu da bilinmektedir. Din ile nevroz arasında Freud’un belirttiği temel benzerliklerden sonuncusu tüm detayların yerine getirilme­sine özen gösterilmesi özelliğiydi. Aksi takdirde kişide vicdan azabı gerçekleşecekti. Nevrozda var olan bu özelliğin de dinde olduğu pek söylenemez. Freud burada dindeki vicdani teşvik­le nevrozdaki zorunluluk duygusunu ayırt edememiştir. Sap­lantı nevrozunda zorunluluk vardır ve telafisi mümkün değil­dir. Dinde ise ibadetin kazası ve günahtan sonra tövbe ile af­fedilme gibi alternatif yollar bulunmaktadır.[23] Eğer Freud’un üç temel benzerliği için söz konusu eleştiriler de kabul edile­cek olduğunda analojiyi oluşturması beklenen tüm özellikler eleneceği için ortada analojik kanıtlama kalmayacaktır.Freud’un din ile nevroz arasında kurduğu benzerlik doğru bir analoji olmuş olsaydı, burada din ile nevroz arasında bazı çıkarımlara ulaşılabilirdi. Ama doğru bir analoji kullanılmış olsaydı bile Freud’un bu analojiden din ve nevroz benzerdir iddiasına gitmesi makul olabilirdi ama bu ihtimalde dahi ‘‘Din nevrozdur.” şeklindeki din ile nevroz arasında bir özdeşlik id­diasına geçilmesi mümkün olmayacaktı. Görüldüğü gibi “Din nevrozdur.” iddiası benzerliklerden özdeşliğe geçmesi dolayı­sıyla daha ilk baştan yanlıştır. Doğru bir analoji olmuş olsay­dı bile doğru bir sonuca ulaşmadığı görülmektedir. Kaldı ki Freud’un kullandığı analoji de mantık kurallarına uygun doğ­ru bir analoji olmaktan uzaktır.

Freud’un “Din nevrozdur.” iddiasına gittiği benzerlik noktaları incelendiğinde yanlış bir analoji kurduğu dolayısıyla informel (biçimsel olmayan) man­tıkta sıklıkla işlenen yanlış analoji (false analogy) mantık ha­tasına düştüğü görülmektedir. Bu mantık hatasının en yay­gın adlandırılması “Yanlış Analoji” (False Analogy)[24] olmakla birlikte literatürde şu adlandırmalarla da karşılaşılmaktadır: “Analojinin Kötüye Kullanımı” (Abuse of Analogy)[25] “KötüyeKullanılan Analoji” (Abuslve Analogy),M “Analojik Yanlış” (The Analogical Fallacy).37 “Hatalı Analoji” (Faulty Analogy),39 Şüp­heli Analoji (Questtonable Analogy)30 ve “Zayıf Analoji” (Weak Analogy).30Analojiyle akıl yürütme esasında çok eski ve yararlı bir yön­temdir. Bununla birlikte yanlış analoji mantık hatasına dikkat edilmelidir. Peki analojik akıl yürütme ne zaman yanlış ana­lojiye dolayısıyla bir mantık hatasına dönüşür? Eğer İki şeyin bazı açılardan benzer olmaları, onların diğer açılardan da zo­runlu olarak benzer olacağı algısı oluşturuyorsa, eğer benzer­likler gerçekte değil de sadece görünüşte ise ve karşıt örnekler olduğu halde benzerlikte ısrar ediliyorsa burada mantık hata­sı vardır.31 Yukanda incelendiği gibi Freud bu iki durumu da yapmıştır. Freud’un şekilsel benzerliklerden hareketle yapısal benzerliklerin de olabileceği öngörüsü yapması, yapısal özel­lik olarak belirlediği beş özelliğin hiçbirisinin de dinde bulun­maması, “Din nevrozdur.” iddiasını yüzeysel benzerlikler üze­rinden geliştirmesi hatta şekilsel özelliklerin bile sorguya açık olması bu iki hatayı da yaptığını göstermektedir. Daha son­ra Freud farklılıklardan bahsederek karşı analoji oluştuğunu gördüğü halde “Din nevrozdur.” iddiasından vazgeçmemiştir. Gerçi Freud yanlış analoji mantık hatası yaparak din ve nevro­zun benzer olduğu sonucuna ulaşmıştır ve bunun da ötesine geçerek dinin nevroz olduğu çıkarımını savunmuştur.

Mantık kuralları çerçevesinde birçok argüman oluşturarak konuya yaklaşıldığında hiçbir şekilde dinin nevroz olduğu sonucuna ulaşılmadığı açıktır. Dinin nevroza benzediği İddiası mantık hatası barındıran ve yanlış analojiyle ulaşılabilecek bir iddia iken, “Din nevrozdur.” iddiası hiçbir mantıksal temele oturma- maktadır. Yani böyle bir iddia yanlış bir analojiyle ya da analo­jinin kuralları çarpıtılarak bile savunulamamaktadır.Freud’un nevroz için belirlediği en önemli özellik cinselli­ğin bastınlmasıydı. Bu özelliğin din için geçerli olmadığı dola­yısıyla bu özellik kapsamında belirlediği dört özelliğin de din için geçerli olmadığı bu nedenle analojide benzerlik ilişkisi için kullanılamayacakları yukarıda belirtilmişti. Cinselliğin bastırılması bazı dinlerde (ör. Hristiyanlık) belirli kişiler üze­rinde (ör. Rahip ve rahibeler) uygulanmış olabilir. Freud’un cinselliği bastırma meselesini Hristiyanlıkta rahip ve rahibe­ler özelinde gördükten sonra tüm dinlerde varmış gibi genel­leme yapması aşın genelleştirme (overgeneralization) mantık hatasını oluşturmaktadır. Aşırı genelleştirme mantık hatası yalnızca bazı üyelere uyan şeyleri bir grubun tüm üyelerine atfetmek[26] yani tikel için doğru olanı tümel için doğru kabul etmektir. Normalde genelleme, belirli tecrübelerden geniş so­nuçlara ulaşılan öğrenmenin doğal ve vazgeçilmez bir süreci­dir.[27] Ama sınırlı deneyimlerden makul olmayan genellemele­re gidilmesinde mantık hatasına dönüşür. Aşın genelleştirme mantık hatası Freud’un en yaygın yapmış olduğu hatalardan biridir. Freud’un cinselliğin bastırılmasının neticesinde orta­ya çıktığını iddia ettiği suçluluk duygusu ve suçluluk duygu­sunu takiben gerçekleşen pişmanlık duygusu da tüm dinlere genelleştirilemez. Freud bu konuda da genellemeye giderek aşın genelleştirme mantık hatası yapmıştır. Freud burada nevrozların kendilerini “zavallı günahkârlar” olarak hissetme­sini dine de taşırken Hristiyanlıktaki “asli günah” fikrini esas almış görünmektedir.[28]

Freud’un obsesif kompülsif bozukluk­taki suçluluk duygusunu dine atfederken dindarlan özünde “sefil günahkârlar” (arge Sûnder/miserable sinners) olaraktarif etmesi “asil günah“ fikrini hatırlatmaktadır.30 Freud’a göre rahipler insanların dine itaatini ancak onların İçgüdüsel tabiatına böyle büyük tavizler verdirerek ve onların zihnine “Yalnızca Tanrı güçlü ve iyi, İnsan ise zayıf ve günahkârdır/30 fikrini yerleştirerek sağlamaktadırlar. Hristiyanlıktakl “asli günah” düşüncesinin temeli Pavlus’a dayanır. Ancak ölümle kefareti ödenebilecek Tanrı’ya karşı İşlenen suçun bedelinin Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesiyle ödendiğine İnanılan Hristi- yanlıkta Tanrı’nın oğlu suçsuz yere ölerek tüm insanlığın ke­faretini ödemiştir. Freud buradaki kefareti ödeyen Tanrı’nın oğlu figüründe kendi teorisini temellendirmekte ve baba katili Oedipus’u hatırlatmaktadır.37 Ama Freud İçin oldukça işlev­sel olan “asli günah” ve “kefaret” öğretileri diğer birçok dinde özellikle de İslam dininde bulunmaz. İslam dininde insanların temiz bir fıtrat üzere yaratıldığı vurgulanmaktadır. Dolayısıy­la Freud’un üç temel benzerlik içinde ifade ettiği vicdan azabı ve bu özelliğe benzeyen Freud’un cinselliğin bastırılmasıyla ilişkili olarak gördüğü suçluluk ve pişmanlık duygulan gibi özellikler nevrozda olduğu gibi din için şekilsel ya da yapısal bir özellik olarak belirtilemezler.Freud’un din aleyhindeki genel iddiasının bilimsel teme­li sorgulanmıştır ve kanıtlan yetersiz, bulunmuştur. Çünkü Freud’un hastalarının çoğu ahlakçı bir kültürde sinirsel bo­zukluklardan yakman toplumun sınırlı bir grubunu oluştur­maktaydı.38

Freud’un dinî konularda verdiği yanlış hüküm­lerini ruhsal yönden sağlıksız insanların psikolojik durum- lan üzerinden temellendirmeye çalışması, sağlıksız çevrede büyüyen ve ruhi bunalım geçiren hastaların zihin yapılarını ölçü almış olması,30 saplantılı davranışların psikanalizle yo­rumlanıp anlamlı sonuçlara ulaşılabileceği yönündeki iddia­sını sadece iki hastası üzerinden temellendirmiş olması[29] [30] ve söz konusu saplantı nevrozuna sahip iki hastadan hareketle saplantı nevrozu ve dinî eylemler arasında sembolik anlam üzerinden benzerlik kurmaya çalışması[31] olumsuz ve güven sarsıcı bir şekilde dikkat çekmektedir. Freud saplantı nevro­zu ile din arasındaki benzerliğe yönelik argümanım bütünü teşmil etmeyen, sınırlı sayıda örnekle ve özellikle de hasta bi­reyler üzerinden temellendirmiştir. Freud’un verdiği örnekler dolayısıyla kanıtlan yetersizdir. Örneklerin sınırlı sayıda ol­ması, bütünü teşmil etme potansiyelinde olmaması ve karşı örneklerin de bulunması Freud’un iddiasını güçsüzleştirmek- tedir. Ömekli kanıtlarda örneklerin doğru olması da sonu­cun gücünü ve güvenilirliğini garantilemez. Sonucun sağlam ve güvenilir olması için ömekli kanıtlarda birden çok örne­ğin olup olmadığına, örneklerin geneli temsil potansiyelinin olup olmadığına, örneklerin arka plan bilgisinin (background Information) olup olmadığına, iddiayı gûçsüzleştlrecek karşı örneklerin (counterexamples) olup olmadığına bakılmalıdır. Eğer iddianın gücünü ve güvenilirliğini etkileyecek bu şart­lar yerine gelmiyorsa en azından iddia biraz daha mütevazı dile getirilmelidir.[32]

Görüldüğü gibi Freud bu kriterlerden ge­çemediği halde ılımlı bir benzerliğe gitmek yerine iddialı bir özdeşliğe ulaşmıştır. Bu da bilimsel bir tutum değildir. Yine burada Freud’un nevrotikler üzerinden çıkarımda bulunduğu ve hastalar üzerinde yaptığı araştırmaları normal dindarlar üzerinde genelleştirdiği görülmektedir. Freud’un bu genelleştirme sürecinde ise hem aşın genelleştirme mantık hatası hem de sıçrama ve çarpıtma söz konusudur. Sadece hastalar üzerindeki sınırlı sayıdaki tespitini yine hastalar üzerine ge­nelleştirmiş olsaydı aşın genelleştirme mantık hatası yapmış olacaktı ama hastalara değil de sağlıklı İnsanlara taşıması sıçramayı, sağlıklı insanlara hasta teşhisi koyması ise çarpıt­mayı göstermektedir. Freud’un dinin nevroz olduğu iddiasını temellendirme sürecinde özellikle hasta bireyleri seçmesi ise cımbızlama (cherry picking) mantık hatasını oluşturmaktadır. Kişinin elindeki veri setinden/olaylar dizisinden sadece kendi iddiasını teyit edenleri seçmesine cımbızlama mantık hatası denilmektedir. Mantık hatasını yapan kişi burada teyit ön­yargısı içindedir ve sadece kendi görüşünü teyit eden kanıt­lan aramakla meşguldür.[43]

Freud’un da hasta bireyleri dinin nevroz olduğu iddiasım tespit etmek için teyit düşüncesiyle cımbızla seçtiği görülmektedir.Freud’un üç temel benzerlik içinde ifade ettiği vicdan aza­bı ve bu özelliğe benzeyen Freud’un cinselliğin bastırılmasıy­la ilişkili olarak gördüğü suçluluk ve pişmanlık duygulan gibi nevrozda bulunan yapısal özellikler dinin kendisinde değil ama dindarın şahsiyetinde gözlenebilir. Yani Freud burada din dışı bir sebeple saplantı yaşayan hastaların dindar olması duru­munda ya da dinin cezalandırma yönüne aşın vurgu yapa­rak dini bir saplantıya dönüştüren insanların varlığına işaret ederek aşın genelleştirme mantık hatasına düşmeden spesifik örneklerden haber vermiş olsaydı, esasında düşüncesi kabul edilebilir ve bilimsel zemine oturtulabilirdi. Nevrozda olan bu özellikler ancak dindar bir kişinin nevrotik bir özelliği olması dolayısıyla ya da dini, nevrozda olduğu gibi zorunluluk olarak algılaması durumunda gözlenebilir. Daha net bir ifadeyle bu özelliklerin dindar bireylerde de gözlenmesi makul sebepler ışı­ğında mümkündür ama bu özelliklerin birkaç dindarda olması gerekçe gösterilerek tüm dindarlarda olduğunun iddia edilme­si ve sonrasında da dinin bir özelliğiymiş gibi lanse edilmesi aşı rı genelleştirme mantık hatasını oluşturacaktır ve çarpıtma olacaktır. Dindarlar genellikle Allah’ı sevdikleri için ona sevgi­lerini göstermek ve Allah’ın verdiği nimetlere teşekkür etmek niyetiyle ibadet ederler. Aynca ibadet etmek ruhlarına iyi geldi­ği için yani onlan iyileştirdiği için bir yönüyle kendileri için de ibadet edebilirler. Bu durumda zorunluluk ortadan kalkar ve isteyerek ibadet etmenin önü açılır.

Nevrozdaki gibi zorunluluk merkezde olmuş olsaydı, vicdan azabı, suçluluk ve günahkâr­lık duygulan ve pişmanlık gözlemek mümkün olurdu. Dinî zo­runluluk olarak algılayanlarda sevgiyle değil de korkuyla dine yaklaşanlarda nevrozda olan bu durumun oluşması da müm­kündür. Ama bu durum genelleştirilemez ve dinin bir özelliği gibi sunulamaz. Nevrotik bir birey de dindar olabilir bu du­rumda da söz konusu özelliklerin dindar bireyde açığa çıkması mümkündür. Asıl olan kişinin çeşitli nedenlerle obsesif kom- pülsif bozukluk gibi bir ruhsal hastalık yaşamasıyken bunun sadece dinle ilişkilendirilmesi ve dinle nevroz arasında sebep sonuç ilişkisi varmış gibi gösterilmesi yanlıştır. Çünkü nevro­zun sebebi din dışında da gerçekleşebilir. Dolayısıyla burada Freud’un yaptığı başka bir mantık hatası ortaya çıkmaktadır: Nedensel ilişki yanlışı (post hocfaUacy) mantık hatası.Nedensel ilişki yanlışı mantık hatası, bir şey diğerinden sonra meydana geldiğinde, bunun diğerinin sonucu olması ge­rektiği şeklinde bir akıl yürütmedir. Bu mantık hatasının ismi Latince bir ifadeden gelmektedir. Post hoc, Latince “post hoc, ergo propter hoc” (bundan sonra, dolayısıyla bundan dolayı) ifadesinin kısaltılmış halidir. Bu akıl yürütmedeki hata, sadece zaman içindeki düzen ve yakınlığın neden-sonuç ilişkisini ka­nıtlamadığının farkına vanlmamasıdır. Bir olay onunla hiçbir ilgisi olmayan başka bir olayı tesadüfen takip edebilir veya her iki olay neden-sonuç ilişkisi olmaksızın yan yana gelebilir.[44]

Bir örnek vakada din dışında bir sebepten yaşanan herhangi bir nevrozun dinden kaynaklandığının düşünülmesi, bu yan­lış düşünceye gerekçe olarak da kişideki dinî hassasiyetlerin bulunduğunun gösterilmesi nedensel ilişki yanlışım oluştu­rabilir. Kişinin dinî hassasiyetlerinin olması ve aynı zamanda nevroz yaşaması o kişinin nevroz yaşamasının sebebinin din olduğunu göstermez. Kısacası hem dindar hem de nevrotik bir birey görüldüğünde sadece nevroz ve dinin yan yana gelmesi gerekçe gösterilerek dinin nevroza sebep olduğunun iddia edil­mesi nedensel ilişki yanlışım oluşturacaktır. Freud’un dinin içgüdüleri bastırdığım öne sürerek nevroza sebep olduğunu iddia etmesi, eğer başka makul bir gerekçe yoksa, içgüdüleri bastıran her şeyin nevroza sebep olduğunu düşündürür ki, bu durumda medeniyetin de içgüdüleri bastırdığı için nevroza se­bep olduğu iddia edilmelidir. Ayaca Freud, dinlerin içgüdüleri bastırdığı iddiasının bir adım sonrasında nevrozda olan bastır­ma sonrası uzlaşma özelliğinin de dinde olduğunu İddia ederek dinin nevroz olduğu görüşünü temellendirmek istemişti. Freud bu İddiası için evlilik örneğini ele almıştı. Söz konusu evlilik ör­neğinde din gibi medeniyetin de işlevsel olduğu görülmektedir. Hatta günümüz modem toplumlarında cinsel içgüdülerin evli­lik kurumu içerisinde tatmin edilmesi konusunda resmi nikâh dinî nikâha göre daha çok önemsenerek cinsel güdülerin evlilik dışı tatmin edilmesi noktasında toplumsal baskı çoğu zaman dinî baskının önüne geçmektedir.

Nesli ve nefsi korumak adı­na din gibi belki de ondan daha da vurgulu bir şekilde medeni­yet de evliliği teşvik etmektedir. Eğer din için evlilik nevrozdaki uzlaşma özelliğini yerine getiriyorsa medeniyet için de uzlaş­ma özelliği yerine gelmiş olmalıdır. Yani Freud’a göre eğer din nevroza sebep oluyorsa medeniyet de nevroza sebep olmalıdır. Medeniyetin nevroza sebep olduğu iddia edilmiyorsa aynı şe­kilde sadece yan yana bulunmalan gerekçe gösterilerek dinin nevroza sebep olduğu söylenemez. Kaldı kİ, dinlerin ya da me­deniyetin içgüdüleri bastınp bastırmadığı da ayn bir tartışma konusu İken, dinin ya da medeniyetin nevroza sebep olduğunu iddia etmek o kadar da kolay görünmemektedir. Makul gerek­çeler ve gerçek bir nedensel ilişki bulunmadığı sürece dinin nevroza sebep olduğunun İddia edilmesi nedensel İlişki mantık hatasına sebebiyet vermektedir. Bununla birlikte her vakada dinin nevroza sebep olduğunun iddia edilmesiyle -muhtemelen bazı vakalarda sebep olsa da- bazı vakalarda sebep olmayaca­ğı için sebep olmayan vakalarda İlgili mantık hatası oluşacaktır. Bunula birlikte din kesinlikle nevroza sebep olmaz diye de bir mutlak iddiada bulunmak doğru görünmemektedir. Ama dinin nevrozları iyileştiren fonksiyonları da birçok vakada ve insanlık tarihinde gözlenmiştir. Zaten bu Freud’un da itiraf etmek zorunda kaldığı konulardan biridir.[45] Söz konusu itiraf Freud’un çelişkisini gösterirken nedensel ilişki yanlışı yaptığını da kanıtlamaktadır.Freud bilimsel başarılan olarak görülen yetkinliklerini, psikoloji ve psikiyatri sahasındaki psikanaliz, bilinçaltı, ki­şiliğin organizasyonu gibi önemli teorilerini Tanrı ve din gö­rüşlerine enjekte etmiştir. Freud Tanrı ve din kavramlarına objektif yaklaşıp onları nesnel varlığı içerisinde anlamlan­dırmak yerine bu kavranılan zihnindeki olumsuz versiyon­larına taşımak için bilimsel görüşlerini, özellikle psikanalizi kullanmıştır. Psikanalizin dinî yaşayışlara uygulanmasında karşılaşılan ilk düşünür Freud’dur.[46]

Esasında psikanaliz bir bilim olarak Freud’un Tanrı ve din görüşlerinden bağımsız bir şekilde Tanrı ve dine uygulandığında da tarafsız olmalıdır. Bu bakımdan psikanalizin ne dine karşı ne dine taraftar olması yani objektif bir bilimsel yöntem olarak ele alınması gerekir. Nevrotik hastaların analitik tedavisinde dinsel alana sık sık ve “korku üreten bir güç olarak, bir baba saplantısı olarak, has­tanın ebeveynlerinden birine karşı bir isyan aracı olarak vb.” gibi çok çeşitli şekillerde değinilir. Psikanaliz yöntemdeki bu dinî içerik bazen yanlış anlaşılarak psikanalizin dine karşı ol­duğu sonucuna götürmektedir. Nevroza sebep olan dinsel içe­rik nedeniyle psikanaliz din karşıtı olmak zorunda değildir.[47] Çünkü nevroza din sebep olabileceği gibi din dışmda başka şeyler de sebep olabilmektedir. Dindarlar içerisinde nevroz hastası olabilir. Bu din ile nevrozu yan yana getirebilir. Hatta dinden kaynaklanan nevrozlar da belirebilir, bu durum bir ihtimal olarak yadsınamaz ama genelleştirilemez. Bu ayrıma Freud hassasiyetle yaklaşmamış ve Freud psikanalizi sürekli olarak Tanrı nın ve dinin aleyhinde kullanmıştır. Freud dinin saplantı nevrozuna sebep olabileceği ihtimalini gündeme ge­tirmiş olsaydı, burada itiraz edilecek bir durum oluşmazdı. En basit bir davranışın nevroza dönüşmesi mümkün oldu­ğu gibi dinî davranışların da nevroza dönüşmesi kişinin ruh sağlığına ve ruhsal hastalıklara yatkınlığını gösterebilen ka­rakterine bağlı olarak mümkündür. Bazı insanların saplantı nevrozunun temelinde dinî düşünceleri yer alabilir. Ama bu durum elbette ki genelleştirilemez ve her insan için aynı du­rumun yaşanacağı iddia edilemez. Ama tümüyle bütün dinsel davranışların bütün insanlarda nevroz oluşturacağım söyle­mek ne mümkündür ne de mantıklıdır. Dinin nevroza sebebi­yet verebileceği iddiası ayrı bir iddiadır, dinin nevroz olduğu iddiası ayrı bir iddiadır. İlk iddia bilimselliğe daha uygunken İkincisi mantık hatasıdır. Freud’un saplantılı davranışlarla din arasında kurduğu benzerlik ilişkisinin hem şekilsel hem yapısal düzeyde yeterli olmadığı ve bu özelliklerden hareketle “Din nevrozdur.” iddiasını destekleyecek alt yapının olmadığı görülmüştür. Aynı zamanda Freud’un “Din nevrozdur.” iddi­ası için kullandığı kanıtlar yetersiz ve çürüktür.

Bu durum “Din nevrozdur.” iddiasını güçsüzleştlrerek çürütmektedir.Freud’un saplantı nevrozu ile dini özdeşleştirdiği açıkla­malarında Oedipus kompleksine özel yer atfettiği görülür. Oe- dipus kompleksini saplantı nevrozlarının çekirdeği olarak de­ğerlendiren Freud’a göre bu kompleks ilkel dinlerin ve onlar­dan türeyen tüm dinlerin temelini oluşturmaktadır. Freud’un son derece önemli gördüğü ama çağdaş psikiyatride pek fazla önemsenmeyen Oedipus kompleks bilimsel bir veriye değil bi- limdışı bir mitolojiye dayanmaktadır. Eski Yunan mitolojisin­de yer alan Kral Oedipus trajedisindeki Oedipus’un işlediği İki büyük suçu Freud, nevrozları temellendirdiği babayı öldürme ve anneye sahip olma şekildeki iki temel cinsel güdü olarak tanımlayarak görüşlerinin temeline yerleştirmiştir. Bu durum onun hem bilimsel hem de dinî görüşlerini bilime dayandırmak yerine bilim dışı verilerle donattığım ve mitolojik unsurlarla çarpıttığım göstermektedir. Normalde bilim mitolojik unsur­larla çarpıtılmadığı sürece dinle uyum göstermektedir. Freud bilimi mitolojik unsurlarla çarpıttığı İçin dinle çatıştığını İddia etmektedir. Freud daha sonra Oedipus kompleksi totemizm ve dinin benzerliğindeki kilit nokta olarak belirlemiştir. Din ve nevroz benzerliğini de totemizm üzerinden kesinleştirmeye çalışmıştır. Freud tüm dinlerin kökeninin totemizm olduğu­nu iddia eder ve bu iddia üzerinden görüşlerini temellendir­memde çalışır. Freud’a göre dinin kökenini oluşturan iki tabu, babasını öldüren ve annesini eş olarak alan Oedipus’un iki günahım engellemek için totemizmde ortaya atılan iki tabu­dur. Bu tabulardan ilki ve totemizmin çekirdeğini oluşturan tabu totem hayvanı öldürme tabusudur. İkinci tabu ise aynı totemden bir kadınla cinsel ilişki kurmama tabusudur. To­tem hayvanı aslında, Oedipus’un öldürdüğü babası, dindeki baba simgesindeki Tanrı’dır.

Oedipus’un babasını öldürüp annesiyle evlendiği için yaşadığı suçluluk duygusu tabu ve dinleri oluşturmuştur. Freud totemizmle nevrozu eşitledikten sonra tabu ile saplantı nevrozu arasında bağlantı kurar ve nevrozu aynı zamanda “tabu hastalığı” olarak da adlandırır. Freud’a göre Oedipus kompleks içerisindeki semptomlar ve totemizmdeki suçluluk duygusu gibi temel dinî hususiyetler arkaik bir miras olarak tüm insanlığa sürekli dinler üzerin­den taşınmaktadır. Freud’un geldiği nihai nokta ise tüm din­lerin kökeninin totemizm olduğudur.Freud dinin tarihsel gelişiminin, ilkel toplulukların babala­rını öldürmesi etrafındaki orijinal çatışmalarla başladığını id­dia ediyordu. Freud’a göre politeizmin ve dinin en yüksek şekli olan monoteizmin öncüsü totemizmdi.[48] Freud’un dinin köke­nine dair basite indirgenmiş iddiası bir kenara, dinler tarihçi­leri dinin kökenini ortaya koymanın pek de kolay olmadığını ve bu süreçte büyük güçlüklerle karşılaşıldığını ifade etmekte­dirler. Hatta onlar, ilk devirlerin dinlerini kesinlikle belirleyen bilimsel bir eserin bulunmadığım itiraf etmektedirler. Aynı za­manda onlara göre ilkel toplumlardan hareketle dinin kökeni­ni bulmaya çalışmak yeterince isabetli değildir. Araştırmacılar milletlerin mevcut durumlarının geçmiş durumlarını tam olarak yansılamayacağını çünkü onların İlerleme, duraklama ve gerilemeden oluşan sürekli devingen bir halde olduğunu be­lirtmektedirler.[49] Tüm bu zorluklarla birlikte dinlerin kökenine dair görüşler birbirine zıt İki görüş çerçevesinde toplanmıştır. Bunlardan ilki tekâmülcülerin evrimci pozltivlst görüşü, İkin­cisi ise doğuştancıların monoteist yani tek tanrı İnancım (tev­hidi esas alan görüşüdür.[50]

Freud’un temsilcisi olduğu birinci görüşe göre en eski ve en ilkel milletlerin dinleri üzerine yapı­lan araştırmalardan elde edilen veriler ilk insanların dinlerinin totemizm olduğunu göstermektedir. Totemizm İle başlayan ve gelişmeyi esas alan bu görüşe göre din, aşağıdan yukarıya geli­şerek son merhalede monoteizme ulaşmıştır. Evrimci görüşün bilimsel yönden geçersizliğini ortaya koymaya çalışan ikinci gö­rüşe göre ise en eski ve en İlkel kabilelerde yapılan araştırma­lar bu ilkel toplumlarda bile monoteist inancın bulunduğunu ve en eski din şeklinin monoteizm olduğunu göstermektedir.[51] Doğuştancılar yani monoteistler, tekâmülcülerin yani evrimci pozitivistlerin nazariyelerinl daha bilimsel yollardan çürütmek­tedirler. Bunlar, Yüce Yaratıcı düşüncesinin eski ve yeni bütün milletlerde mevcut olduğunu İspat etmektedirler. Putperestlik ise onlara göre sonradan anz olan parazit bir hastalıktır.[52] Bir­birine zıt olan bu iki görüşün birleştiği nokta her ikisinin de dinin kaynağı meselesi için geçmişteki medeniyetlere ve geri kalmış toplumlara müracaat etmeleridir.[53] Ama bu yolun sağ­lıklı bir cevaba ulaşmak için uygun bir yol olduğu tartışmaya açıktır. Görünen o ki, İlmî yollar dinin kökenine dair açık ve İkna edici deliller gösterme bakımından yetersiz kalmışlardır. Her ne kadar birinciye nazaran ikinci görüş dinî inançta asıl olanın Yüce Yaratıcı fikri olduğunu tespit ederek daha isabetli sonuç elde etmiş gibi görünse de yine de her ikisi de “Dinin kö­keni nedir?” sorusuna tam cevap vermiş görünmez. Bununla birlikte kutsal kitaplar her iki görüşü birleştiren daha bütün­cül açıklamalara sahiptirler. Kutsal kitaplara göre ilk insanla birlikte Tevhid inancı başlar ve inançta zamana bağlı olarak tekâmül gerçekleşir. Kutsal kitaplar ilk insanın ilk günden beri vahiyle desteklendiğinden bahsederler.[54]

Dinin kökenine dair tüm bu görüşler dikkate alındığında Freud’un dinlerin kökeninin totemizm olduğu iddiasının tarihsel veriler ışığında savunulabilir ve bilimsel bir alt yapısının olduğunu söylemek oldukça güçtür. Netice itibariyle söz konusu iddia doğruluğu ispat edilememiş bir teoriden İbaret görünmektedir.[55]Freud’a göre insanlık, ilkel devirlerde Oedipus’un günah­larından ortaya çıkan Oedipus kompleksteki temsillerle ilgili bir tecrübe yaşamıştır ve bu tecrübe evrenselleşerek sonraki devirlere din dahil belirli kurumlar anacığıyla aktarılmıştır. Freud’un Oedipus trajedisinden yola çıkarak Oedipus komp­leks teorisini her insan için evrenselleştirmesi ve ilkel dinler­deki tabuları tüm dinlerde var kabul etmesi aşın genelleştirme mantık hatası oluşturmaktadır. Aynca Freud dinlerin kökeni­nin totemizm olduğu konusunda yeterince veriye ulaşmadan karar verdiği için de hemen sonuca varma [hasty conclusion) mantık hatası yapmaktadır. Hemen sonuca varma mantık ha­tası mutlakçı bir perspektife sahip olan bir kişinin yapacağı mantık hatalarındandır. Yani perspektif hatalarından mutlak­çılık mantık hatasını yapan bir kişinin prosedür hatalarından hemen sonuca varma mantık batasım yapma olasılığı yüksek­tir.

Mutlakçı ve ön yargılı bir bakış açısı delillere başvurmaksı­zın sonuca ulaşmayı isteyecektir. Hemen sonuca varma man­tık hatası, yeterli kanıt olmaksızın hızlıca bir sonuca varmaya dayalı bir mantık hatasıdır. Burada ulaşılan sonuç henüz ol­gunlaşmamış bir yargıdır. Hemen sonuca varma mantık hata­sı insanlar zihinsel disiplinden yoksun oldukları için sıklıkla yapılmaktadır. Sorgulamadan uzak yaşayan kişiler akıllarına ilk gelen yargıyı doğru kabul ederek ve diğer ihtimalleri düşün­meyerek bu hataya düşerler.[56] Freud’un dinlerle ilgili mutlak olumsuz bakış açısı onu birçok konuda hemen sonuca varma mantık hatasına sürüklemiştir. Freud dinlerin kendilerine alt hususiyetlerine dikkat etmeden onların temelde totemizmle özdeş olduğunu iddia ederken yeterince değerlendirme yapma­dan hemen sonuca varmıştır. Nitekim yukarıda da gösterildiği gibi dinlerin kökeninin totemizm olduğu ve hepsinin temelde totemizm olduğu gibi iddialar dinler tarihi disiplini içerisinde de olumlanmamıştır. Freud’un İslamiyet’i birkaç suni benzer­likten hareketle Yahudiliğin devamı gibi algılayarak inceleme gereği duymaması bu tarz genellemeler yaparken acele dav­randığım gösteren kanıtlardan biridir. Freud Muhammet di­ninin (der mahomedanischen Religionsstiftung/ the Mohamme- dan religion) de kendisine Yahudi dininin kısaltılmış bir tek­rarı, bir taklidi gibi geldiğini söylemektedir.[57]

İnceleyin:  Ev Yönetimi:Eşlerin İlişkisi

İslamiyet yerine Muhammet dini demesi bile dini konulardaki bilgisizliğinin bir göstergesidir. Freud zaten kendisi de bu bilgisizliği, Yahudili­ğin dışında totemizmle dinlerin benzer olduğu iddiasını temel­lendirecek örnek verme konusunda yetersiz olduğunu ve din alanında uzman olmadığını belirterek itiraf etmektedir.[58] Din­lerle ilgili ayrıntılı incelemeler yapmayıp onların farklılıklarım görmezden gelerek hepsini aynı kabul etmek bilimsel zihniyet­le bağdaşan bir tutum değildir. Freud’un herhangi bir dinin özelinde yaptığı eleştirileri bütün dinleri teşmil edecek şekilde genişletmesi, eleştiriler din bazında haklılık payına sahip olsa da sonuçta büyük bir hatadan başka bir şey elde edilmemesi­ne sebep olmuştur.Freud’un totemizm konusundaki görüşlerine daha yakın­dan bakmak uygun olacaktır. Freud dinlerin kökeninin to­temizm olduğu iddiasını temellendirmek için benzerliklere müracaat eder. Freud totemizmdeki totem yemeğini, Hristi-yanlıktaki son akşam yemeğine benzetmektedir. Totem yeme­ğinde öldürülen babanın tekrar özdeşimi, inançlı Hristlyan’ın kurtarıcının kan ve etini kendi bedenine aldığı son akşam yemeğinde ise çarmıha gerilen Tanrı İsa’nın özdeşimi gerçek­leşmektedir.[59]

Freud bu benzetmesini hem ilkel dinlerle tüm dinler arasında kurduğu bağlantının hem de dinin nevroz ol­duğu iddiasının kanıtı olarak sunmaktadır. Aslında her ne kadar Freud benzerlikte ısrar etse de dinler arasında köklü farklılıklar vardır. En basit örnek olarak totem, tabu, fetiş gibi kavramların ilkel bazı dinlerde bulunmasına mukabil üç bü­yük dinde bulunmaması verilebilir. Aslında Freud’un dinleri totemizme benzettiği analojisi yeterli benzerlik ölçütünden geçemez. Ama Freud yine de din ve nevroz benzerliğini hatta özdeşliğini ısrarla savunur. Bu uğurda tarihsel verileri bile çarpıttığı görülmektedir. Freud’un totemizmde pıimal babayı öldüren oğulun suçluluk duygusundan dinlerin kaynaklandı­ğı iddiasını temellendirmesi için dinlerde öldürme olayı olma­sı gerekiyordu. Hristiyanlıktakl Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi Freud için uygun bir malzemeydi ama aynı durum Yahudilik ve İslamiyet için geçerli değildi. Burada Freud ilk olarak ken­disine Hz. Musa’nın öldürüldüğünü iddia eden Sellin’i rehber edindi.[60]

Hatta eğer Sellin’in bu fikri olmasaydı Musa ve Tek Tanrıcılık adlı kitabını yazamayacağım belirtmiştir.[61] Oysaki Tevrat’ta dahi Hz. Musa’nın herhangi bir öldürme olayı olma­dan öldüğü bilgisi geçmektedir. (Yasa’nın Tekrarı 34: 5)Birçok tarihçi varken Freud’un Sellin’in çalışmalarım alın­tılaması kanıtlarda tahrifi göstermektedir. Çünkü Freud ken­di iddiasının aleyhinde çok miktardaki karşı kanıtı görmezden gelerek sadece kendisini haklı çıkaracak basit açıklamaları tercih etmiştir. Esasında Freud Sellin’in iddialarının sadece birkaç kişinin bildiği iddialar olduğunu; kamu malı olmadığını da itiraf etmektedir. Bu iddiaların açıklama yeterliliğinde olup olmadığının sorgusunu bile yapmıştır.[62] Freud’un Sellin’in id­diaları genel teamülle uyuşmadığı halde, herhangi bir temele sahip olmadığı halde bir de semavi kitaplara ters olduğu hal­de kendi görüşlerini haklı çıkardığı için Sellin’in iddialarım tercih ettiği görülmektedir. Freud’un burada kendi iddialarını haklı çıkaran kamuya mal olmamış ve güçsüz delilleri gerçek kabul ederek kendi iddialarına ters olan kamuya mal olmuş ve güçlü delilleri görmezden gelmesi nedeniyle kanıtı önyargılı değerlendirme (biased consideration of evidence) mantık hata­sı yaptığı görülmektedir. Bu mantık hatasının iki biçimi var­dır. Birincisinde kişi sadece kendi önyargılarını destekleyen kanıtlan arar. İkincisinde ise kişinin önyargısına uymayan delilleri görmezden gelmesi söz konusudur.[63]

Freud’un man­tık hatasının her iki biçimini de yaptığı görülmektedir. Freud, Sellin’in iddiası kendi önyargısını desteklediği için yani Hz. Musa’nın öldürülmesi dinlerin totemizmden geldiği iddiasını güçlendirdiği için onun iddiasını doğru kabul etmiştir. Ona karşı öne sürülen iddiaları da görmezden gelmiştir. Yukarıda belirtildiği gibi Freud’un Sellin’in İddiası sayesinde Musa ve Tek Tanrıcılık adlı eseri yazdığım belirtmesi kanıtı ön yargı­lı değerlendirme mantık hatasının birinci biçimini yaptığım göstermektedir. Freud’un Sellin’in iddiasının aksi yönündeki iddiaları da suni gerekçelerle reddetmesi, Peygamberin öldü­rülmediği bir din olarak İslamiyet’in Freud’un iddialarım çü­rüttüğü halde Freud’un bu iddialara önem vermemesi hatta İslamiyet’e indirgemeci yaklaşması onun ilgili mantık hatası­nın ikinci biçimini de yaptığını göstermektedir. Freud’un bu­rada Sellin’in iddiasını tüm iddialar içerisinde kendi iddiasını desteklediği için cımbızla seçip aldığı görülmektedir. Freud elindeki veri setinden/konuyla ilgili iddialardan sadece ken­di önyargısını teyit eden Sellin’in iddiasını cımbızla seçmiştir. Dolayısıyla burada Freud’un teyit ön yargısı içinde olduğu ve cımbızlama mantık hatası yaptığı görülmektedir.Freud’un dinlerin kökeninin totemizm olduğu ve onun da temelinin mitolojik bir hikâye olan Oedipus trajedisi oldu­ğu konusundaki iddiaları bilimsel temele dayanmak yerine Freud’un arzularının tatmini olma özelliğine sahiptir.

Freud bu arzusunun gerçekleşmesi İçin tarihsel verileri bile çarpıl­mıştır. Bu arzusuna uyan Hıristiyanlıktaki Hz. Isa’nın çarmıha gerilmesini hemen örnek vaka olarak ele almış, Hz. Musa’nın halkı tarafindan öldürüldüğü iddiasını az bilinen eserlerden bularak gerçeği yansıtmadığı halde kullanmıştır. Freud din­lerin kökeninin totemizm olduğu iddiasını teist dinler üze­rinden temellendirebilmeyi oldukça önemsemiştir. Çünkü din gönderdiği iddia edilen Tanrı’yı da böylelikle hükümsüz bırakması mümkün olacaktı. Ama İslamiyet’te benzer bir du­rumun olmaması kurgusunu bozmuştur. Freud kurgusunun bozulmasından rahatsız olacak ki, İslamiyet’in iç gelişiminin çabuk durduğunu, bu durgunluğun da dinin kurucusunu öldürmemelerinden kaynaklandığım iddia ederek İslamiyet’i küçümseme eğilimi göstermiştir. Freud’a göre İslamiyet di­nin kurucusunun öldürülmesinden kaynaklanan pişmanlık duygusundan yoksun olduğu için derinlikten de yoksundur. Freud başlangıçta Muhammet’in Yahudiliği kendi halkı için ta­mamen kabul etmeye niyetlendiğini, Allah’ın seçilmiş halkına yani Araplara karşı Yehova’mn kendi halkına yani Yahudilere olandan daha minnettar olduğunu belirtmiştir. Freud’a göre İlk babayı yeniden ele geçirmek, Arapların özgüvenlerini aşı­rı ölçüde yüceltmiş, bunun neticesinde onlar büyük başarılar kazanmıştır. Ama sonraları kazandıkları başarılarda kendileri­ni tüketmişlerdir. Muhtemelen de bu kendini tüketmenin se­bebi, din kurucusunu öldürmenin getirdiği pişmanlık duygusu gibi dinleri derinleştiren arkaik mirastan mahrum olmasıdır.[64]

Freud’a göre din olmanın en önemli kriteri totemizmden gelen arkaik mirasa sahip olmaktı. Freud Müslümanların din ku­rucusunu öldürmedikleri için İslamiyet’in otantik bir din olu­şunu kendince yadsımaktadır. İslamiyet Freud’un kafasındakiön yargılan doğrulamadığı için ona göre düşük düzeyli bir din olarak kalmıştır. Freud’un bu yorumlan bir yönüyle dinlerin nevroz olması arzusunu ve onun önyargılarını gösteren kanıt­lardır. Freud ön yargılarım beslemeyen durumlara indirgemeci yaklaşmış, kendi kafasındaki kurguyu doğru kabul etmiş onu bozan hiçbir şeye tahammül edememiştir. Kaldı ki, Freud’un Sellin’e atıfla ele aldığı iddialar doğru olmuş olsa bile, yani Hz. İsa’nın öldürülmesi gibi Hz. Musa da öldürülmüş olsa bile bu tarihsel veri din ve nevroz arasındaki benzerlik iddiasını te­mellendiremedi. Çünkü totemizmde oğullar cinsel kıskançlık nedeniyle primal babayı öldürmüşlerdir ama ne Hz. İsa’nın ne de Hz. Musa’nın öldürülmesinde böyle bir neden bulunabilir­di.

Farklı sebeplerle gerçekleştirilen iki ayrı öldürme olayının ayrı zamanlarda yaşayan insanlarda aynı türden bir pişmanlık duygusu oluşturmasını beklemek ve İkincisinin birincisinin bir yansıması olduğunu düşünmek makul görünmemektedir.85Freud “Din nevrozdur.” iddiasını temellendirmek için her yolu mubah görmüş, mantık hataları yapmış, tarihsel ve­rileri bile çarpıtmış ama yine de yeterli benzerlik ilişkisine ulaşamamıştır. Dolayısıyla dinin nevroz olduğunu söylemek mümkün değildir. Freud’un dinin nevroz olduğu iddiasında aslında en görünür mantık hatası ad hominem’dir. Latince bir ifade olan “ad hominem”, “kişiye karşı”, “insana karşı” an­lamlarına gelmektedir.[65] [66] Argumentum Ad Hominem (Argument Against the Man/Person), Türkçe literatürde “Adam Karalama Safsatası”[67] ve “Kişinin Kendisini Eleştirme Yanlışı”[68] ya da daha kısa İfadesiyle “Kişiye Karşı Yanlışı”[69] olarak adlandırıl­maktadır. Mantık bilimine ait bir kelime olan “Ad Hominem” ifadesinin yerine günlük dildeki karşılığım kullanmayı tercih ederek, bu mantık hatasını “Muhalife/Eleştlr(m)ene Saldır­maM (Attacktng the Crtttc) şeklinde isimlendirenler de olmuş­tur.[70] Ad hominem (adam karalama/klşlye saldın) mantık ha­tası. bir iddianın veya argümanın, iddianın veya argümanın sahibi hakkında iddia ya da argümanla alakasız bazı durum­lardan ötürü reddedilmesidir.[71] Bu mantık hatasında kişinin argümanı ve argümanının gerçek değeri üzerinde düşünül­mez, onun yerine argümanın sahibine kişisel saldın gerçek­leştirilir. Tartışmalardaki kişisel saldın çoğu zaman oldukça tehlikelidir, konunun mantıklı bir şekilde tartışılması yerine duyguların artmasına ve tartışmanın sertleşmesine neden olur.[72]

Bu mantık hatasında muhatabın iddiasından ya da argümanından ziyade muhatabm şahsına odaklanılır, ondaki bir kusur gündeme getirilerek iddiasının ya da argümanının geçersizliği ortaya konulmaya çalışılır. Bu mantık hatası bir kişinin iddiası üzerinden gerçekleşebileceği gibi, bir toplulu­ğun iddiası ya da din gibi kurumların öğretileri üzerinden de gerçekleşebilir. Mesela Freud’un hem din için hem de dindar için ad hominem mantık hatası yaptığı görülmektedir. Bu­radaki örneğe dönülecek olursa, “Din nevrozdur.” iddiasında Freud, dinin olumsuz bir özelliğini gündeme getirerek dinin argümanlarım reddetme eğilimindedir.

Ad hominem mantık hatasının çıkarsama biçimi aşağıdaki gibidir:

“A şahsı X İddlasında/davranışında

A şahsının kötü bir özelliği var.

O halde X yanlıştır.”[73]

Ad hominem mantık hatasının daha anlaşılır olması İçin Freud üzerinden çıkarsama biçimi yeniden oluşturulduğun­da şu biçimi alır:

Din. Tanrı’nın var olduğunu iddia eder.

Din, nevrozdur.

O halde Tanrı yoktur.

Freud’un dine mutlak bir şekilde olumsuz bakması onun dine hakaret etmesini beraberinde getirmiştir. Yani Freud’un perspektif hatalarından mutlakçılık mantık hatası yapması, argümana karşılık vermeyle ilgili hatalardan ad hominem mantık hatası yapmasına neden olmuştur. Freud dine bir hastalık gözüyle bakmakta, bu nedenle dinî öğretilerin hep­sinin yanlış olduğu sonucuna çıkmaktadır. Çıkarsama biçi­minde ömeklendirildlği gibi Freud dinî argümanlarla ilgilen­mek yerine dinin kendisine odaklanmaktadır.

Dine saldırarak dinî öğretilerin geçersiz olduğunu ortaya koymaya çalışmak­tadır. Eğer din bir nevrozsa, yani yanlış ve kötüyse o zaman dinin en temel öğretilerinden Tanrı’ya inanmak da hatalı ve yanlış olacaktır. Freud’un iddiaları bütün olarak ele alındı­ğında onun temelde dine yönelik bir saldın tutumu içerisinde olduğu görülmektedir.Freud’un dine yönelik saldın tutumu dindara yönelik de gerçekleşmektedir. Freud “Din nevrozdur.” iddiası kapsamın­da dindarlan ruh hastası derecesine indirgemiş görünmekte­dir. “Din nevrozdur.” iddiasının temeline yerleştirdiği Oedipus kompleksinde tüm erkeklerin babayı yok etmek istediğini ve anneyi arzu ettiğini ima etmesinde de yine ahlaken indirge­meci bir durum olduğu İçin ad hominem mantık hatası bu­lunmaktadır. Aynca Freud Oedipus kompleks kapsamında adam karalamanın özel bir türü olan ad femlnam (kadm ka- ralama/kadına saldın) mantık hatası da yapmaktadır. Oedi­pus kompleks kapsamında erkek çocuğun penisinin olması­na mukabil kız çocuğunu penisinin olmamasını[74] bir eksiklik olarak değerlendiren Freud, kız çocukta penis kıskançlığı olduğunu iddia ederek[75] kız çocuklarına dolayısıyla kadınlara indirgemeci yaklaşmaktadır. Freud’un birkaç hasta bireyde gözlenebilecek durumları tüm hasta bireylere de değil tüm sağlıklı bireylere genellemesinde ise hem sıçrama hem de aşı­rı genelleştirme mantık hatası bulunmaktadır. Yine Freud’un İslamiyet ve Müslümanlarla ilgili çıkarımlarında da ad ho- minem mantık hatası bulunmaktadır. Freud’un İslam dinini arkaik mirastan mahrum olduğu için ve Müslümanları da de­rinliği olmayan bir dine mensup olmaları dolayısıyla küçüm­semesinde adam karalama safsatasının özelleştirilmiş bir hali olarak müslüman karalama safsatası yaptığı söylenebilir.

Freud’un saplantılı davranışlarla din arasında kurduğu benzerlik ilişkisinin hem şekilsel hem yapısal düzeyde yeter­li olmadığı görülmüştür. Ayrıca Freud’un nevroz üzerinden din ve totemizmi birbirine bağladığı iddiaları da sağlam ka­nıtlara sahip değildir. Dolayısıyla Freud’un “Din nevrozdur.” iddiasını destekleyecek yeterli kanıtının olmadığı ve söz konu­su iddianın alt yapısının güçlü olmadığı görülmüştür. Ayrıca Freud’un bu iddiayı savunurken çelişkiye düştüğü ve iddianın argümanlarında birçok mantık hatası yaptığı görülmüştür. Dolayısıyla “Din nevrozdur.” iddiasını kabul etmek mümkün görünmemektedir. Esasında Freud’un dinin İnsanlara iyi gel­diğini kabul ettiği de görülmektedir. Freud’a göre din pek çok insanı bireysel nevrozdan uzak tutmayı başarmaktadır. Ama Freud dinin bu iyileştirmeyi sağlarken insanları belirli bir mutluluk reçetesine zorladığını, akıllarını kullanmaktan men ettiğini, kısacası onlardan bedel ödemelerini istediğini iddia etmiştir. Bu nedenle Freud’un dinin nevrozlara iyi geldiği id­diasını önemsemediği görülür.[76] Ama burada “Din nevrozdur.” diyen Freud’un aslında dinin nevrozları iyileştirdiği gerçeğini kabul ettiği ve böylece çelişkiye düştüğü dikkat çekmektedir. Oedipus kompleksi kapsamında dinin nevroz olduğunu iddia eden Freud’a mukabil, Oedipus kompleksine kızlar için Elektra kompleksi ifadesini ekleyen Jung dinin nevroz olması bir kenara, insanı nevrozdan koruduğunu iddia etmektedir. Jung aynca Oedipus kompleks ve Elektra kompleksin normal in­sanda görülme ihtimalinin olmadığından bahseder. Ona göre eğer insanlık hala devam ediyorsa demek kİ böyle kompleksle­re sahip değildir. Freud’un nevrozun temeline yerleştirdiği bu örnekler ancak tikel birkaç vakada gözlenebilir. Jung’a göre belli bazı fizik ötesi ve dünya ötesi faktörlerle kurulan öznel ilişkiyi ifade eden, deneyimin mantık dışı gerçeklerine bağımlı olmayı gerektiren dinin hedefi ruhsal dengeyi muhafaza et­mektir.[77] Jung’a göre, “dinin özü nevrozun bir belirtisi değildir aksine nevrozun yokluğunun belirtisidir.”[78] Yani din inşam nevroza karşı korumaktadır.

Freud dinî inancın yasaklan ifade ettiği için tabu olduğu­nu iddia etmesinin ötesinde dini inancın insanın temel dür­tüsü olan haz peşinde koşmayı engellediği için arzu tatminini zayıflattığım ve bireyi hasta ettiğini savunmuştur. Buna mu­kabil dinin obsesyon ya da nevroz olmadığı, insandaki kişisel devamlılık ihtiyacının cevabı olduğu gerçeği bilimden destek almıştır.[79] Din bu desteği, inşam bilinmeyeni öğrenmeye, ye­niliği aramaya, iyi, doğru ve güzel olanı seçmeye, hayatın an­lamım bulmaya, öğrenmeyi teşvik eden meraka, ölümü algı­lamaya ve özgür irade sahibi olmaya yönlendiren metakognis- yon, yani yüksek zihin fonksiyonu genlerinden almıştır.[80]

So­nuç olarak, dinin nevroz olduğu ya da nevroza sebep olduğu değil tam tersi nevrozun tedavisinde işlevsel olduğu gerçeği kabul edilmelidir. Freud’un dinin İnsanlara İyi geldiği yönün­deki kendi kabulü ve Jung’un dinin inşam nevrozdan koru­duğuna dair açıklamaları dikkate alındığında dinin öncelikle inşam nevroza karşı koruduğunu ve nevroz ortaya çıktığında ise onların iyileşmesine yardımcı olduğunu iddia etmek dinin nevroz olduğunu iddia etmekten daha makul görünmektedir.

Fatma Yüce – Freud’un Din Yanılsaması,syf:99-135


[1] Freud. “Zwangshandlungen und Rellglonsübungen”, 1924, 212; Freud, “Obsesslve Actions and Rellgious Practices”, 119; Freud, “Saplantılı Ey­lemler ve Dini Uygulamalar”, 33.

2 Kemberg, “Psychoanaiytic Perspectives on the Religlous Experience”.464-65; Kemberg, “Dini Tecrübe Üzerine Psikanalltik Perspektifler”. 188- 89.

[3] Aristoteles, Organon III Birinci Analitikler, çev. H. Ragıp Atademlr (İstan­bul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlan, 1966), 185.

[4] Necati Öner, Klasik Mantık, 5. Baskı (Ankara: Ankara Üniversitesi İlahi­yat Fakültesi Yayınlan, 1986), 173; İbrahim Emiroğlu, Klasik Mantığa Giriş (Ankara: Elis Yayınlan, 2011), 198-99.

[5] Anthony Weston, A Rulebookfor Arguments (Indlanapolis, Cambridge: Hackett Publishing Company, 1992), 21.

[6] Freud, “Zwangshandlungen und Religionsübungen”, 1924, 212; Freud, “Obsesslve Actİons and Religious Practices”, 119; Freud, “Saplantılı Ey­lemler ve Dini Uygulamalar”, 33..

[7] Weston, A Rulebookfor Arguments, 21.

[8] Öner, Klasik Mantık, 173; Emlroğlu, Klasik Mantığa Giriş, 198-99.

[9] Weston, A Rulebookfor Arguments, 22.

10 Weston, 22.

11 Weston, 22.

12 Weston, 22

[13] Weston, 22.

[14] Freud, Totem und Tabu: Etniğe Überetnstimmungen im Seelenleben der WÜden und der Neurotiker, 1925, 36; Freud, Totem and Taboo: Some Po- tnts of Agreeemen between the Mentol Ltves of Savages and Neurotics, 2004, 30-31; Freud, “Totem ve Tabu: Yahşilerle Nevrotiklerin Ruhsal Ya­şamları Arasındaki Bazı Ortak Noktalar”, 1999, 81.

[15] Davld Hackett Flscher, Htstoriaris Fallactes: Toward a Logic qf HtstoricalThought (U.S.A.: Harper Perennial, 1970), 243.

[16] Freud, “Zwangshandlungen und Religlonsübungen”, 1924, 220; Freud, “Obsessive Actions and Religlous Practices”, 127: Freud, “Saplantılı Ey­lemler ve Dini Uygulamalar”, 40.

[17] Freud. “Zwangshandlungen und Religlonsübungen”, 1924, 213; Freud, “Obsessive Actions and Religlous Practices”, 120: Freud, “Saplantılı Ey­lemler ve Dini Uygulamalar”, 34.

[18] Freud, “Zwangshandlungen und Religlonsûbungen”, 1924, 212-13;Freud, “Obsessive Actlons and Religlous Practices”, 119; Freud, “Saplan­tılı Eylemler ve Dini Uygulamalar”, 33.

[19] Freud, “Zwangshandlungen und Religlonsûbungen”, 1924, 213; Freud, “Obsessive Actlons and Religlous Practices”, 119; Freud, “Saplantılı Ey­lemler ve Dini Uygulamalar”, 33.

[20] Freud, “Zwangshandlungen und Religionsûbungen”, 1924. 213; Freud, “Obsessive Actions and Religlous Practices”, 119-20; Freud, “Saplantılı Eylemler ve Dini Uygulamalar”, 33-34.

[21] Freud, “Zwangshandlungen und Religionsûbungen”, 1924, 213; Freud, “Obsessive Actions and Religlous Practices”, 119-20; Freud, “Saplantılı Eylemler ve Dini Uygulamalar”, 33-34.

[22] Freud. Totem und Tabu: Etniğe Ûberetnsümmungen tm Seelenleben derWÜden und der Neurotiker, 1925, 36: Freud, Totem and Taboo: Some Po- tnts of Agreeemen betuıeen the Mentol Llves of Savages and Neurotics, 2004, 30-31: Freud, “Totem ve Tabu: Vahşilerle Nevrotlklerin Ruhsal Ya­şamları Arasındaki Bazı Ortak Noktalar”, 1999, 81.

[23] Köse, Freud ve Din, 71-73 Din ile nevroz arasında kurulan sekiz benzer­liğin eleştirisi için ayrıca bk. 71-79.

[24] Fischer, Historian’s Fcûlacies: Toward a Logic of Historical Thought, 243-59.

[25] Robert J. Gula, Nonsense: A Handbook ofLogical Fallacies (U.S.A: Axios Press, 2002); İbrahim Emiroğlu, Mantık Yanlışlan (Ankara: Elis Yayınlan, 2004), 223.

26 Madsen Pirle, How to Wtn Every Argument: The Use and Abuse of Logic (Lon- don, New York: Continuum International Publlshing Group, 2006), 1-3.

27 Pirle, 11-13.

28 T. Edward Damer, Attacklng Faulty Reasontng: A Practical Gülde to Fallacy-Free Arguments, 6. bs (Australia; Belmont, CA: Wadsworth/Cen- gage Laemlng, 2009), 151.

29 Howard Kahane, Logic and Contemporary Rhetortc: The Use of Reason in Everyday Life, 4. bs (Belmont, Calif: Wadsworth Pub. Co, 1984), 108.

30 Bu mantık hatası yaygın olarak yanlış analoji olarak bilinse de benzetmele­rin doğru yanlış olmaktan ziyade yakın benzerlik uzak benzerlik olması du­rumu gündeme getirilerek, yalan benzerlik için güçlü analoji uzak benzerlik için zayıf analoji denilmesi önerilmiştir. Bk. Logical Fallaçy. “Weak Analogy”. Logical Fallacy: Weak Analogy (fallacyfiles.org). Erişim: 25.05.2023.

31 Emiroğlu, Mantık Yanlışlan, 224-25.

32.Ruggiero, Beyond Feeltngs: A Gülde to Crittcal Thinking, 119.

[33] Ruggiero, 118-19.

[34] Köse, Freud ve Din, 73.

35 Freud, “Zwangshandlungen und Religionsübungen”, 1924, 217; Freud, “Obsessive Actions and Rellglous Practices”, 123-24; Freud, “Saplantılı Eylemler ve Dini Uygulamalar”, 37.

36 Freud, Dle Zukunjl einer lUusion, 61; Freud, The Future of an Illusion, 62; Freud, “Uygarlık ve Hoşnutsuzluklan”, 216.

37    Freud, Der Mann Moses und dle monothetsttsche Religion: Drei Abhand- lungen, 1939, 154-56; Freud, Moses and Monotheism 1939, 138-39; Freud, “Musa ve Tektanncılık: Üç Deneme”, 335-36.

38    lan G Barbour, Bilim ve Din: Çatışma-Ayrışma-Uzlaşma, çev. Mübariz Ca- mal ve Nebi Mehdi (İstanbul: İnsan Yayınlan, 2004), 204.

[39] Aydın Topaloğlu, Ateizm ve Eleştirisi (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı. 1999), 147-48.

[40] Köse, Freud ve Din, 82.

[41] Freud saplantı nevrozu İle din arasında benzerliğin olduğu İddiasını te- mellendirmeye çalıştığı İlk makalesinde beş tane örnek vaka vermiştir. Tamamı cinsellikle bağlantılı olan bu vakalardan dördü kocasından ayn yaşayan bir kadma, beşincisi İse gözlemlediği bir kıza aittir. Vakalar hak­kında aynntılı bilgi İçin bk. Freud, “Zwangshandlungen und Rellglonsû- bungen”, 1924, 213-15: Freud, “Obsessive Actlons and Religlous Practi- ces”, 120-22; Freud, “Saplantılı Eylemler ve Dini Uygulamalar”, 34-36.

[42] Weston, A Rulebook for Arguments. 15-20.

[43] Tevfik Uyar, Aklın Kırk Haramist Safsatalar (İstanbul: Destek Yayınlan, 2019), 79.

[44] Rugglero, Beyond Feelings: A Gülde to Crtttcal Thtnktng, 121-22.

[45] Freud, Das Unbehagen in der Kuttur, 38-39; Freud, Civtltzatlon and Its Dtscontents, 31-32; Freud, “Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları”, 44.

[46] Yavuz, Psikanalizde İlk Dini Gelişmelerin Değeri, 18.

[47] Heije, Psychology pfRellglon, 6.

[48] Kemberg, “Psychoanalytlc Perspectives on the Religious Experlence*. 454-55; Kemberg, “Dini Tecrübe Üzerine Psikanalitik Perspektifler”, 178.

[49] Yavuz, Psikanalizde İlk Dini Gelişmelerin Değeri, 45; Hüseyin Atay, “İs­lam’dan Önce Arap Yarımadasında Putperestlik ve Yayılışı”, Ankara Ünt- versttesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 6, sy 1-4 (1957): 84.

[50] Yavuz, Psikanalizde İlk Dini Gelişmelerin Değeri, 43; Atay, “İslam’dan Önce Arap Yarımadasında Putperestlik ve Yayılışı”, 83-84.

[51] Yavuz, Psikanalizde İlk Dini Gelişmelerin Değeri, 43-44.

[52] Atay, “İslam’dan Önce Arap Yarımadasında Putperestlik ve Yayılışı”, 85.

[53] Yavuz, Psikanalizde İlk Dini Gelişmelerin Değeri, 45; Atay, “İslam’dan önce Arap Yarımadasında Putperestlik ve Yayılışı”, 84.

[54] Atay, “İslam’dan Önce Arap Yarımadasında Putperestlik ve Yayılışı”, 85.

[55] Yavuz, Psikanalizde İlk Dini Gelişmelerin Değeri, 45.

[56] Ruggiero, Beyond Feeltngs: A Gutde to Crtttcal Thiriking, 117-18, 146.

[57] Freud, Der Mann Moses und dte monothetstische Religion: Dret Abhand- lungen, 1939, 166; Freud, Moses and Monotheism, 1939, 148; Freud, “Musa ve Tektanncılık: Üç Deneme”, 342.

[58] Freud, Der Mann Moses und dte monothetstische Religion: Dret Abhand- lungen, 1939, 165-66; Freud, Moses and Monotheism, 1939, 148; Freud, “Musa ve Tektanncılık: Üç Deneme”, 342,

[59] Freud, Der Mann Moses und dte monotheisttsche Reltgton: Drei Abhand- lungen. 1939, 151, 157; Freud, Moses and Monothetsm, 1939, 135, 141; Freud, “Musa ve Tektanncılık: Üç Deneme”, 333, 337.

[60] Sellin, Mose und Seine Bedeutungfür dte Israeltttsch-Jûdtsche Religions- geschichte.

[61] Fteud, Der Mann Moses und dte monotheisttsche Religion: Drei Abhana- lungen, 1939, 103: Freud, Moses and Monothetsm, 1939, 94: Freud, “Musa ve Tektanncılık: Üç Deneme”, 303.

[62] Freud. Der Mann Moses und dte monothetstische Rellgton: Drel Abhand- lungen, 1939. 168; Freud, Moses and Monothetsm, 1939. 150-51; Freud. “Musa ve Tek Tanrıcılık: Üç Deneme”, 343-44,

[63] Rugglero, Beyond Feetings: A Gufcte to Crtttcal Thtnktng, 114.

[64] Freud, Der Mann Moses und die monotheisttsche Rellgton: Drei Abhand- lungen, 1939, 166; Freud, Moses and Monotheism, 1939, 148-49; Freud, “Musa ve Tektanncılık: Üç Deneme”, 342.

[65] Köse, Freud ve Din, 159.

[66] The Nlzkor Project. “Falla.cy: Ad Hominem”. http://nizkor.com/features/ fallacles/ad-hominem.html. Erişim: 03.07.2023.

[67] Alev Alatlı, “Safsata ve Türleri”. SAFSATA (safsatakllavuzu.com). Erişim- 03.04.2023.

[68] Cafer Sadık Yaran, tnformel Mantığa Giriş: Aklı Hatadan Koruma ve îyt Kullanma Sanatı (İstanbul: Rağbet Yayınlan, 2018), 150-52.

[69] Yaran. 150-52.

[70] Ruggiero, George OnveU’in “Günlük İngilizce muadili aklınıza geliyorsa, asla yabancı bir ifade, bilimsel bir kelime veya jargon bir kelime kul­lanmayın.” şeklindeki bilgece olduğunu düşündüğü tavsiyesine uymaya çalıştığını ve kelimenin günlük İngilizcedeki karşılığını kullandığım ifade etmektedir. Ruggiero, Beyond Feelings: A Guide to Critlcal Thinking, xi, 136, 140-41, 150.

[71] The Nizkor Project. “Fallacy: Ad Hominem”. http://nizkor.com/features/ fallacies/ad-homlnem.html. Erişim: 03.07.2023.

[72] Douglas N. Walton, Informal Logic: A Handbookfor Critlcal Argumentattoıı (Cambridge: Cambrldge Unlversity Press, 1993), 19.

[73] Uyar, Akim Kırk Haramisi: Safsatalar, 25.

[74] Freud. “Der Untergang des Ödlpuskomplexes”, 424-25; Freud, “The Dis- solutlon of the Oedipus Complex”, 174-75,

[75] Freud, “Der Untergang des Ödlpuskomplexes”, 428-30; Freud, “The Dls- solutlon of the Oedipus Complex”, 176-79.

[76] Freud, Das Uribehagen in der Kuttur, 38-39; Freud, CtvÜizatton and Its Dtscontents, 31-32; Freud, “Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları”. 44.

[77] Cari Gustav Jung, Keşfedilmemiş Benlik, çev. Mert Hüseyin Ergûl (İstan­bul: Erasmus Yayınlan, 2019), 43.

[78] Michael Pahner, Freud and Jung on Reltgion (London: RouÜedge and Ke- gan Paul, 1997), 92.

[79] Nevzat Tarhan, İnanç Psikolojisi (İstanbul: Tlmaş Yayınlan, 2009), 84-85.

[80] Tarhan, 65.

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir