Nereye ve Kime Çağrı?

indir Nereye ve Kime Çağrı?

Dünya sanki çağrılar gezegeni, hep bir çağrı var. Akıllar çağrılıyor, gözler davet ediliyor ve kulaklar misafir edilmek isteniyor. İnsan çevresinden daima davetler alıyor. Birileri şehvete ve şeytana çağırıyor ötekisi inançsızlığa, batıl dinlere, helvadan heykellere, gündüz ve güneş diye mumlara davet ediyor. Bu çağrılar ardı arkası kesilmeden daha cazibedar, şaşaalı ve ihtişamlı bir şekilde yenileniyor. İnsanlık ve maneviyat, yağdırılan asit yağmurlarıyla eritilmeye ve yok edilmeye çalışılıyor. Bid’at ve şehvet rüzgârları, koca ağaçların köklerini çıtırdatır gibi insanın ayaklarını insanlık toprağından ve İslâmiyet suyundan koparmaya çalışıyor.

Bazen akıl oyunlarıyla, cerbeze ve demagojik retoriklerle insanların akılları çeliniyor. Gözler önce alabildiğine tutsak yaşıyor, ekranların şehveti ve büyüsü gözleri kendine bağlıyor. Kabaladan büyü dersi alan ekranların sahipleri, gözler üzerinden tüm insanlara âdeta bağlama büyüsü yapıyor. Şehvetle, öfkeyle, merakla, boşlukla, renklerle, sözlerle ve daha niceleriyle hipnoz yaparak kendine bağladığı kurbanlarının içine kadar işlemekte, onların ruh ve düşünce dünyalarını hırsızlamaya başlamaktadır. Tüm iyi mallarını çalmakta ve yerine en kötü ve şeytani materyaller koymaktadır. Gözlerini ekrandan ve oradaki şehvetten alamayanlar bir zaman sonra felakete gidecek olan bir alış-verişe imza atmaktadırlar. Gözlerin ve tüm bedenin aldığı şehvete ve hazza bedel, tezgâhtar ondan ruhunu ve zihnini para yerinde karşılık olarak almaktadır.

Ekranlardaki şehvetin karanlık güneşi ile iman suyu buharla. şan bireyler zamanla inançlarını, değerlerini ve ahlaki kaygılarını ve hayâlarını kaybetmektedirler. Binler çağrı var. Ama nereye ve kime? Karanlığa, zulme, girdaba, belirsizliğe, silinmeğe ve yok ol. mağa çağırmaktalar. Kendilerine, güzellerine ve nefislerine ya da nefislere köle olmaya çağırmaktalar. Ekranlar vasıtasıyla gözlerin küresinde büyünün tılsım alevlerini parlatmakta ve gelecekteki ateşli günlerden insana haberler göstermektedirler. Aydınlık ve nurdan kalemlerle çizilen insanlığın kaderi portresini, karakalemle çizilen karanlık kaderlere ve nursuz tasvirlere çağırmaktadırlar. Yalana, dolana, gıybete, iftiraya ve şehvete davet eden parlak akışlar ve panoramalar karşısında gözlerden iman suları akmakta ve boşalmaktadır.

İnsanlığın içi erimekte ve özü kaybolmaktadır. İnsan türü ne idiği belirsiz bir “transhuman”a dönüştürülmek istenmektedir. İnsanlık transa geçmekle şeytan siluetine bürünmektedir. İnsana karşı kibirlenen şeytanın çocukları babalarını geçmekte ve direk Tanrı’ya karşı kibirlenmekte âdeta tanrılık davası gütmektedirler. İşte tüm imkânlarıyla insanı önce kendine malik olduğuna inandırmaya ve ardından da kendi mülkünün köleleri hâline getirmeye çalışmaktadırlar. İnsanı tüketmekte, nefsini beslemekte, ruhu gemlemekte ve şehveti kamçılamaktadırlar, Hevâ ve heves oyunları kurmakta, tuzaktan ağlar örmekte, nefsini ilah edinenleri kendi ilahlığının köleleri yapmakta ve rablığını ilan etmekte ve seni şehvetle, ekranla, malla, kıyafetle, bilgisayar oyunlarıyla besledikçe senden ibadet beklemekte ve senden şukranlar sunmanı istemektedirler. Bazen de kullarından kendısıne kurbanlar seçmekte ve kesmektedirler. Haz yolunda insanlığını tuketmekte, hazlar tanrısı olarak kendini görmekte ve senı kendine feda etmekte, haz yolunda seni oldürerek sana şeytanla beraber ateşte ebedi bir birliktelik vadetmektedirler. Sözde insancıklar, kendini seküler sistemin tanrıları olarak görmekte ve kendilerine sadık kullar ordusu kurmak istemekteler.

Şeytan ve şeytanlaşmış insanlar size vadeder. Yalanı ve yanlışı, düşmanlık ve şehveti, hayvani hazları ve sohbeti; hormonların yolunda, libido vadisinde fâni akılsız hayvanlar gibi tükenip bitmeyi ve mahvolup gitmeyi… İnsanlık dışında her şeyi, en şerli bir çağrı ile şeytani ateşten bir ülkeyi size vadeder. Allah karşısında ve kullar huzurunda pişmanlık ve rüsvayı, mizanda insanlık değerinde sıfır çekmeyi, heybesi boş nefsin bıçağıyla delinmiş azıksız dirilmeyi, kısaca felaket ve helâketi vadeder.

İnceleyin:  Batı Medeniyetinin Kökenleri

Şeytanın çağrısı sonra kulağından tutar insanı, sanki nefsi onu ruhundan tutuyor gibi, çeker onu ateşten evine ve odasına, kapıları üstüne kapatır. Kimsesizlik, meleksizlik ve tanrısızlık hissine boğar onu, sonra şehvet atına bindirir, gemi kendi tutar, sürükler şehvet vadilerine ve en son derelerinde boğar, kimse sesini duymaz. Şeytan kandırdığı insanların yolunu yalnızlık raylarıyla döşer; kendinden, ailesinden, camiden ve cemaatten koparır onu nefsin lejyonlarına maskara ve palyaço yapar. Sonra kullanılmış bir şehvetlik mendil gibi siler atar. Kopma, yıkılma, yalnızlaşma, Peygamberinin (a.s.m) şefkatli mesajlarını asla unutma, cennetten sana uzatılan el olan rabbinin ayetlerine gözünü yumma, sana gelen mesaja kulak ver. Dua ile irade iste, başka çağrıcılara ve şehvet mızıkacılarına karşı diren ve dayan.

Unutma burası dayanma dünyası, küsme ve umutsuz olma. Tut Allah için uzanan o elleri, istikametli, takvalı, imanlı ve inançlı ise bir buse kondur. Koy alnına, sonra da omuzuna, düşersen tutsun seni ve düşerse tutunsun, sana düşenin yanında ol. Bunun için önce düşmeden kal. Allah’la ol ve nefsini ayaklar altına al ve çiğne. Dünyadan ve çevreden gelen tüm ayartıcı mesajlara karşı, atına binip nefsıyi, ve duşmanla cihada koşan kahraman bir savaşçı gibi çık meyda. na, içinde depreşen ve dünyanın müziğiyle oynaşan tüm yılanla. rın kafasını uçur. Gül bahçeni ve iman evini yılanlardan ayıkla, Raksa gelen şehvet putlarını imanın kılıcı ile ikiye ayır ve parçala, Sonra da imanın ateşi ve nuru altında erit onları ki bir daha diril. mesinler.

Sesler panayırı… Çok sesler var, farklı tonda ve renkte sesler, Her yerde farklı bir müzikal ve parça, orkestra devamdadır. Neye ve kime çağırmaktalar. Cinselliğin, aklın, gözün ve ağzın her yerin şehveti var da kulak bunlardan başka mı? Hayır. Kulak öyle bir yatak ve su arkı gibidir ki, içine ve yoluna gireni kalbin havzasına akıtmaktadır. Oraya giden su, iman bahçesine ve akıl bostanına dökülmektedir. Kulak şerrin ve şeytanın davetine kapılınca, elçi gibi şehvetin tepsisinde bu aldatıcı kristalleri akla sunmakta ve onu da bunlarla oyalamakta ve ayartmaktadır. Festivaller, konserler, nefsani melodiler ve şeytani müzikaller şehveti bestelemekte ve güftelemektedirler. Caminin ve ezanın sesine inat insanları saadet yurduna ve felaha değil, felakete ve şeytanın memleketine, cehennem hapishanesine davet etmektedirler. Mesele ses ya da müzik değil. Ezan da bir sestir. Mesele şu ki, bunlar şerre davetin önculeri ve tellallarıdırlar.

Nefsani ninnilerle uyutmak ve uyuşturmakta, daha sonra büyüye kapılan bedenleri nefsin esaretine teslim etmektedirler. İman kalesinde bir gedik açmakta ve ses böceklerinin iman bahçesini istila etmesine yol açmaktadırlar. Yani kısacası, “Ses bahane, şehvet şahane” sloganıyla şeytani tuzaklar kurulmakta. Ama bunlar şarkı, sanat, sele-sepet perdelerine sarılmaktalar. Şehvet şarkıları ve şeytanın mızıkaları, aklın ve fikrin çarklarını alıkoymakta, sağlıklı düşünmeye ve hayal etmeye imkân tanımamaktadır. Hakkın sesine kulak verilmeye ve gönül denilmeye başlandığında şehvet orkestrası hemen bir parça çalmakta ve bu sesi boğmaya çalışmaktadır. Şehvet besteleri insanın başına üşüşen arılar gibi hakkın sesini perdelemekte ve örselemektedirler. Şeytanın şehvetle vurmasına ve nefsin şiddetle uyutmasına karşı göz, kulak vb. tüm cihazlara hakkın sesini dinletmek ve hakikatin programını yüklemek ve vahyin kılavuzluğuna onlan tevdi etmek gerektir. Tabiat boşluk kabul etmez. Göz, kulak ve zihinler boşluk kabul etmezler.

İnceleyin:  Samiha Ayverdi - İnsan ve Şeytan -Alıntılar

Dünyevileşme büyüsünden kurtulmak için hak ve hakikatle boşlukları kapatmak gerektir. Zira sen hakkın bestesini ve panoramasını dinlemez ve izlemezsen, batıl seni kendine çekecektir. Ama sen hak ile meşgul olunca batılın büyüsü bozulacak ve hakkın kalemiyle üstü çizilecektir. Bu nedenle en zarara açık adam boş ve işsiz adamdır. Ülküsüz, idealsiz ve hedefsiz adam. Hayırdan hedefler belirlemeyenlerin önüne, şerden ve şehvetten putlar ve hedefler çıkmaktadır. Metalden ve maddeden ibaret olanlar dünyanın mıknatısı ile çekilmektedirler. Âdeta demir parçacıklar gibi aşkla mıknatısa koşmaktalar. Ancak ruhun ve kalbin madenlerindeki altınları ve elmasları işleyen cevherden mürekkep gerçek insan mahiyeti işletilerek; dua, ibadet, tefekkür ve tezekkür tezgâhlarında çıkan imani maddeler, zamanın mıknatıslarının çekemeyeceği kadar değerli ve kıymetli olmakta ve kılmaktadırlar.

İmanın maddesiyle örülen kulaktaki zar hep hakikati duymak ve hep doğruyu geçirmek isteyecektir. İmanla ışıklanan kulak zarı gıybete, haram seslere, puta davete, nefsani melodilere ve ayartıcı tum seslere mümkün mertebe geçit vermeyecektir. Ayrıca o nurlu zar asıl duyması gereken hak sözlere, hakikatin mesajlarına, kâinattan gelen manevi işaret ve sedalara her daim açık olacaktır.

Rüzgârlar, yağmurlar, kuşlar ve hakeza tüm sesler ona rabbani ve ilahi bir musiki gibi gelecektir. Ama o kulak, o derin kuyu kendi. sini iftirayla, yalanla, dolanla, gıybetle, dedikoduyla, haram söz. ler ve sesler, putlara düzülen nağmeler ve şehvetli şarkılarla doldurursa, artık hakka, hakikate, vahye ve tefekküre yer kalmamış demektir. Artık o kulağın arkasındaki o ruhta matemler, isyanlar, yetimlikler, hüzünler, melankoliler, depresyonlar ve cinnet hâlleri ortaya çıkar. Uyuşturmadan, uyutmadan, dozlamadan ve eğlencelerle gaflet deryasına dalmadan ruhun feryadı ve hâlâ ölmemiş ise vicdanın sesi güçlü bir rezonans ile her daim titretecektir.

Dolayısıyla zihnini, kalbini, ruhunu, aklını, gözünü, benliğini, hayallerini vb. tüm latifelerini şeytani bir tılsımla kendilerine çekerek çağırmak isteyecekler. Her birerlerinin önüne zahiren çok güzel görünen hakikatte ise zehirli ve zakkumlu çiçekler ve yollar çıkaracaklar. Bin türlü hile ile her bir duygunu ve latifeni senden koparmak isteyecekler. Belki bazen aldanacaksın, düşeceksin, uyacaksın ama unutma; Allah geri dönenleri hatasını anlayanları, düştüğü yerden kalkanları çok sevmektedir. Her daim onları çağırıp gel demektedir. Binlerce aldatıcı ve ayartıcıya karşı binlerce mesajla seni kurtuluşa çağıran Kur’an’i mesajlara ve sünnetin düsturlarına yapışmak ve o kuvvetli siperlere ve silahlara sarılmak gerektir. Vahyin ve akl-ı selimin rehberliğinde ayartıcılara aldırmadan istikameti kaybetmeden rıza yolunda rabbani kader üzere yürümek gerektir.

Vahyin mesajı senden maddi ve manevi talebi olmayanların davetini ciddiye alman gerektiğini söyler: “Sizden (tebliğlerine karşılık hiç)bir ücret istemeyen (bu) kimselere tabi! olun; çünkü onlar hidayete ermiş kimselerdir.”(Yasin,21)O hâlde maddeye, maddiye,şana, şöhrete, üne, servete, köle olmaya, köle yapmaya, nefse, putlara, görsele, kadına, ranta, şirkete, şehvete, haram şerbete, körü körüne teslime ve kısacası Allah rızası dışında her neye çağrılıyorsan tevhit kılıcıyla kesip atarak onlara iltifat etmeyeceksin. Eğer bu kılıcın kanser olmuş bedenine, ellerine ve kollarına vurulması icap ediyorsa gözünü kırpmadan şeytani bir virüsün bedenini ele geçirmemesi için, o kılıcı kendine çalacaksın. Kurbana çalar gibi kendini onun için feda ederken, yine O’nun için ve adına ve aynı zamanda kendi gerçek istikbalini kurmak ve kurtarmak için yepyeni bir hayata gözlerini açacaksın. Gözlerini karanlığa kapatacak, aydınlıklar ülkesine merhaba diyeceksin.

Samet Yahya Bal – Bağıranlar ve Boğulanlar,syf:35-43

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir