IŞİD: “Hanefiliği dahi İslami doğru bir yol saymayan bir anlayış”

CfMHDPQXIAA_C6L IŞİD: "Hanefiliği dahi İslami doğru bir yol saymayan bir anlayış"

Erdoğan: Ne kadar bir tarihsel süreçten bahsediyoruz hocam, modern dönem mi?

Büyükkara: 17. yüzyılı modern dönem sayıp saymayacağımıza bağlı bana kalırsa. Selefilik yeni bir isim, aslında bunun öncesi Ehl-i Hadis geleneğidir. Sünnilik içinde bildiğiniz gibi iki tane ana damar var: Ehl-i Rey dediğimiz Hanefiliğin baskın olduğu damar, aklı, kelam metodunu kullanan bir zihniyet yapısı; diğeri de Ehl-i Hadis. Ehl-i Hadis, nakilciliği merkeze alan, aklı kullanmayı hoş görmeyen, caiz saymayan bir bakış açısını bize hatırlatıyor.Ehl-i Hadis Kuran öncelikli ama hadis merkezli bir din anlayışı.Hadisin de metnini ön plana çıkartan, metin üzerinden fazla akli yorumlara gitmeden çıkarımlar yapan bir anlayış. Ahmet bin Hanbel, İbn-i Teymiye onun öğrencisi İbn-i Kayyim el Cevziyye, İslam düşüncesinde bu akımı temsil eden önemli isimlerdir. Şimdi bu Selefilik dediğimiz bu Ehl-i Hadis’dir. Selefilik denmesinin sebebi ilk nesillere referansla İslam’ı anlama amacını ön plana çıkartması. Diyorlar ki, biz mezhepler, tarikatlar öncesi bir İslam anlayışını benimsiyoruz. Yani Selef-i Salihin dediğimiz ilk nesillerin İslam’ı anlamasını biz ön plana çıkartıyoruz, bunu esas alıyoruz. Halef dediğimiz sonraki nesillerin İslam anlayışı bozulmuş; Hanefilik, Eşarilik, Maturidi… bunlar hep bozuktur, Sünnilikten sapmalardır diyorum.

 

Hanefiliği dahi İslami doğru bir yol saymayan bir anlayış

Erdoğan: 17. Yüzyıla geldiğimizde ne değişti?

Büyükkara: 17. yüzyıla geldiğimizde ise bu Ehl-i Hadis Selefilik düşüncesi Vehhabilik ile yeni bir sıçrama yapıyor, yeni bir boyut kazanıyor. Klasik Ehl-i Hadis düşüncesinde dediğim gibi metincilik var bir de Ehl-i Sünnet merkezli bir dışlamacılık var, o zamanlar da Şia düşmanlığı var mesela. Ehl-i Sünnet dışındaki bütün İslami kökenli oluşumları reddeden, onları İslami saymayan bir anlayış. Hatta Hanefiliği dahi İslami doğru bir yol saymayan bir İslami anlayış zaten vardı.

Vahhabilik ile ne geldi? 

1- Bu dışlamacılık çok daha tekfirci bir hal aldı,

2- Şiddete yöneldi.

Yani dışladıkları, tekfir ettikleri insana şiddet uygulama; onların malını, canını, ırzını helal sayma şeklinde bir hale dönüştü.

Üçüncü özellik ise Vahhabilikle, Suudi devlet yönetimiyle Selefilik siyasallaştı.

Erdoğan: Bu Vahhabilik çizgisinde, bahsettiğiniz özellikleri gösterdiği bir uygulama alanı var mı?

Büyükkara: Tabii. Mesela 1800’lü yılların ilk 10 yılında bunun izlerini görüyoruz, 1802’de 1803’de Vahhabiler, Necid’den kalkarak Irak’a, Kerbela’ya giriyorlar, hem de Aşura günü, çok kalabalık olduğu bir günde baskın düzenliyorlar, 1000’lerce kişiyi kılıçtan geçiriyorlar.

Erdoğan: Şii’yi yani?

Büyükkara: Evet. Yani Kerbela’nın Osmanlı toprağı olduğunu da hatırlayalım o zaman. Aynı şekilde 1805’te yine Kerbela’dan sonra Hicaz’da benzer uygulamalar yapıyorlar. Türbeler yıkılıyor Musul’da, bugün aynı IŞİD’in yaptığı gibi. Taif’teki türbeler yıkılıyor, Mekke’deki Hz. Hatice’nin türbesi, Ebu Talip’in türbesi yıkılıyor, Medine’de Baki Kabristanı, hemen peygamberimizin kabrinin karşısında, Baki Kabristanı’ndaki tüm türbeler yıkılıyor. Neden yıkıyorlar? Türbelere gelen insanlar Allah yerine o türbedeki insana, veli mi sahabi mi her neyse ona dua ederek şirk koşuyor iddiasıyla… Tabii bütün bunlar yapılırken Osmanlı siyasal yönetimi de suçlanıyor: Siz bunun arkasındasınız, sizin yönetiminiz de bir şirk yönetimidir, siz türbeci ve kabirci bir zihniyetsiniz, tasavvufçu bir zihniyetsiniz, bütün bunların arkasında siz varsınız, şeklinde Osmanlı’yla savaş halindedir aynı zamanda bu zihniyet.

Erdoğan: Osmanlı’nın tavrı ne Hocam, yani marjinal bir akım olarak mı görü- lüyor…

Büyükkara: İlk başta önemsemiyorlar çünkü Osmanlı bu tür şeylere alışık fakat işin ciddiyeti daha sonra anlaşılıyor Kerbela’ya baskın düzenlenince. Bugün IŞİD’in mesela ciddiyeti nasıl anlaşıldı, Musul ele geçirilince. Onun gibi Kerbela, arkasından Hicaz ve Mısır Ordusu’nu seferber etmek zorunda kalıyor Osmanlı. Mehmet Ali Paşa’nın oğulları Arabistan’a çıkıyorlar ve Mekke Medine’yi kurtarıyorlar. Arkasından da Vahhabiler’in başkenti olan bugün Riyad şehrinin yakınındaki Dir’iye kasabasını yerle bir ediyorlar, yakıp yıkıyorlar. Böylelikle önünü almaya çalışıyorlar. Aynı zamanda anlamaya çalışıyorlar, bu neyin nesi? O sıralarda bugün IŞİD için kullandığımız Hariciliğin resmi yazılara girdiğini görüyoruz, “bunlar Harici’dir” şeklinde. Osmanlı’nın ilk yaptığı şey, eski klasik kitapları referansla onları gayri-Sünni ilan etmektir ve onlarla mücadele etmektir.

Erdoğan: Onlar kendilerini Sünni görüyorlar?

Büyükkara: Sünni görüyorlar ve kendileri dışındaki hiç kimseyi de Müslüman ve Sünni de kabul etmiyorlar…..18. yüzyıldan başlıyor 19. yüzyılla… O yüzden ‘neo’ demesek de olur diyorum, çünkü o dönem her ne kadar modernitenin başladığı bir dönem olsa da bizim konuştuğumuz coğrafya o moderniteye çok uzak bir alandır. Burada bir kavram kargaşasına gitmeyelim, Kuran merkezli düşünce dediğimizde Afgani, Muhammed Abduh, Reşit Rıza da ilk kaynaklara gidiyorlar, aynı Selefilik gibi. Ama onların dönmek istediği kaynak günümüzdeki Selefiliğin dönmek istediği Hadis değil. Yani Kuran merkezli, hatta onlar Hadis’i sorun olarak görüyorlar. Yani Müslümanların geri kalmasındaki sebeplerin en başında yanlış sünnet algısı yanlış Hadis algısı… Mezhepler, tarikatlar öncesi İslam’a dönüş bakımından onlara da Selefi denmiş. Yani ilk nesillere dönelim. Ama onların dönmek istediği ilk kaynak: Kuran. Kuran merkezli bir bakış açısı, sünneti problemli görüyor,özellikle oryantalist metinlerde ‘neo Selefilik’ onlar için kullanılır. Muhammed Abduh, Reşit Rıza…

 

Vahhabilik, resmi ideoloji olduğu için esniyor, ehlileşiyor

Modernist yaklaşımlar… o yüzden neo Selefilik dersek IŞİD gibi hareketlere Kaide gibi hareketlere çok doğru olmaz kanaatindeyim. Yani Selefiliğin tıpkı Vahhabilikteki gibi siyasallaşarak şiddete yönelmesi, tekfir eşliğinde bunu yapması çok yeni bir durum değil. Şimdi, günümüze gelirsek bu yapı 17. Yüzyılda, yani Selefilik dediğimiz o Vahhabilikle beraber siyasallaşıyor ve Suudi Arabistan devletinin resmi ideolojisi oluyor. Vahhabilik, resmi ideoloji olduğu için esniyor, ehlileşiyor. Bir devlet aygıtı gibi çalışmaya başlıyor. Fakat bu durum 1970’lerle beraber değişmeye başlıyor. Çünkü Suudi Arabistan İslamcılıkla tanışıyor…..

Taha Kılınç: IŞİD’in temellerine baktığımız zaman özellikle Irak’ın yakın tarihindeki birtakım siyasal gelişmeler eşliğinde Şii yönetimin, Irak’taki Maliki yönetiminin özellikle Saddam’ın devrilme sürecinden sonra yapmış olduğu şeyler, hapishanelerde işkenceler, ayrımcılık Şiilerin sadece devletin belli kademelerine getirilmesi, ordunun ciddi anlamda Sünnilerden temizlenmesi, Sünnilerin siyaset dışı bırakılması vs etkili. Bütün bunların hepsinin getirmiş olduğu bir tepki sonucunda ortaya çıkan bir hareket. Sadece bundan dolayı ortaya çıkmıyor ama ciddi anlamda bundan besleniyor. Mesela IŞİD’in ilk ortaya çıktığı zamanlara baktığımızda Felluce ve oradan yukarıya doğru Kürt bölgesine, Erbil’e kadar baktığımız zaman çok enteresan bir şekilde en azından belli bir noktaya kadar aşiretlerin ve yerel unsurların ciddi şekilde IŞİD’i desteklediğini görüyoruz. Mesela yerel Baasçılar, şu anda Musul ve çevresinde birçok yerleşim yerinin eski Baasçılar ya da onlarla ilgili kişiler tarafından yönetildiğine en azından kontrol edildiğine dair iddialar var.

Şimdi enteresan bir şey mesela Saddam’ın sağ kolu İzzet ed-Duri’nin iki tane oğlu bu IŞİD’in yapmış olduğu operasyonlar sırasında IŞİD saflarında IŞİD’le beraber savaşırken öldürüldü…..

Büyükkara: IŞİD’in kurmay aklı Baas.

Kılınç: Öyle görünüyor. Bir de şöyle bir şey de var, şimdi sonuçta Amerikan işgali oldu, Baas yönetimi devrildi ama nihayetinde burada bir yönetim vardı ve bu yönetim ülkeyi terk etmediğine göre toplumda bir yerlere dağıldı, bunu öyle görmek lazım.

Erdoğan: Peki. İşgalden sonra Baasçılar belli bir süre işgal güçlerine karşı savaştılar ve belli bir zafer de kazandılar Amerikan askerlerine karşı. O dönemde mesela iddialarını oluştururken veya mücadelelerini yürütürken hiç İslam devleti diye bir şey duymamıştık. Şimdi ise İslam devleti kurmak gibi bir iddia ile ortaya çıkıyorlar. Bu geçişi, değişmeyi nasıl açıklıyorsunuz?

Kılınç: Sadece IŞİD bağlamında değil, ilk IŞİD hareketi ortaya çıktığı zamanki Arapların tepkileri bence çok dikkat çekici. Mesela Yusuf Kardavi“Sünniler’in baskıcı Şiiler’e karşı Irak’taki kıyamıdır” dedi mesela.IŞİD’in başlangıç noktası “ben İslam devleti kuracağım, ele geçireceğim, had cezalarını tatbik edeceğim” gibi vaatler değil. Zaten insanları, özellikle Irak’taki yerel unsurları kanalize ederken Şii, Rafızi, baskıcı, mezhepçi, hatta “kafir” dedikleri yönetime karşı bir kıyam yürüteceğiz diyerek kurdukları bir koalisyon gözüküyor…..

Saddam Hüseyin döneminde ciddi anlamda Şiilere ve toplumdaki birtakım etnik unsurlara karşı -Kürtler’e Halepçe’de yaptığını zaten biliyoruz- baskı uygulandı. Tabii Saddam’ın devreden çıkartılması İran’ı devreye soktu.Nihayetinde İran ciddi anlamda nüfuzunu kullanarak bölgedeki gücünü, uzantılarını kullanarak bir Bağdat’ta yönetim meydana getirdi. Dolayısıyla IŞİD nereden çıktı gibi değil de belki 2003-2013 arası gibi bir döneme yakından baktığımız zaman sanki bu hareketin böyle bir kıvılcımı giderek birikiyordu diyebiliriz…..

 

Selefilik aslında bir Arap zihniyetidir ta başından beri

Erdoğan: Biraz önce Selefi hareketlerden ve modern İslami hareketlerden bahsederken biraz Selefilik’in düşünsel olarak bu gruplarda da bulunduğuna dair bir imada bulundunuz. Şimdi oraya geri dönecek olursak mesela Hamas gibi İhvan gibi grupların modernist yapıları mıdır yani Selefi düşünceye yaklaştıran sizin görüşünüze göre?

Büyükkara: Yok, özellikle Arapların oluşturduğu şeylerde İslami hareketlerde selefi ton çok fazladır. Selefilik aslında bir Arap zihniyetidir ta başından beri. Dolayısıyla yani Mısır’da doğan İhvan da, ondan sonra Ürdün’de, Filistin’de doğan Hizb-ut Tahrir de, Hamas da doğal olarak Selefiliği şahsi bazda, zihniyet olarak değil, bir örgüt zihniyeti olarak değil, şahsi bazda olması normaldir. Ama bunlar modern İslamcı hareketler olduğu için bu tür gelenekçi Selefiliğin dominant hale gelmesine razı olmazlar, buna müsaade etmezler cemaatlerinde.Mesela Mevdudi dahi, Hint topraklarının bir alimidir ve bir hareket adamıdır, şahsi olarak Selefidir, Hanefi değildir. Ama örgütsel olarak teşkilat olarak Cemaati İslamiye, Selefiliğin hakim olmasına, yani Selefi örgüt gibi davranmasına asla müsaade etmemiştir. Ondan sonraki liderler de buna müsaade etmemiştir. Ama bu el Kaide gibi ondan sonra IŞİD gibi veyahut silahlı olmayan Ensar es-Sünne gibi veya Hindistan’da Ehli Hadis gibi cemaatlerde bu siyasal akıl yok. Gelenekçi tarzda tıpkı Ahmet bin Hanbel’in zamanındaki Selefilerin düşündüğü gibi veya İbni Teymiyye’nin zamanındaki Selefilerin düşündüğü gibi, hatta onlardaki o ilmi aklı da, derinliği de taşımayan bir sığlıkta Selefiliği anlayan -ki bunun sebebi de cehalettir-bir teşkilat zihniyeti var. Yani asla biz İhvan’la, Hizb-ut Tahrir’le o yapıyı kıyaslayamayız. Bir tarafta siyasal modern, İslamcı bir zihni yapı, bir tarafta ise gelenekçi, metinci, dışlamacı; öbür taraf içlemeciyken bu taraf dışlamacı bir yapı. Yani hem dini zihniyet hem bir iş yapma tarzı ve bunun siyasallaşması, yani çok garip bir şekilde siyasallaşması… Yani çok farklı iki ayrı zihniyetten bahsediyoruz.

İnceleyin:  IŞİD Hadisleri!

 

Aslında eski bir kavram tekrar üretilerek karşımıza çıkıyor: Haricilik

Erdoğan: Ama mesela Çeçen cihadına bakalım, orada Selefi düşüncenin fazlasıyla etkin olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla bunun düşünsel bir akım olmaktan öte, siyasi mekanizmalarla nüfuz eden bir hareket olduğunu söyleyebilir miyiz?

Büyükkara: Yine o Çeçenistan’daki Selefilik, dışarıdan taşıma bir Selefiliktir. (1) Yani oranın kendi özünden gelen bir şey değildir. Gönüllü Arap mücahitler vasıtasıyla oraya taşınmıştır. Şimdi şaşırtıcı tarafı el Kaide ve post el Kaide dediğimiz… Yani IŞİD o şekilde adlandırılıyor, çünkü el Kaide ile de çok ciddi problemler yaşayan bir yapıdan bahsediyoruz. Daha aşırı gitme, daha uçlanma, daha sivrileşme ile karşı karşıya IŞİD gibi örgütlerle beraber. Aslında eski bir kavram tekrar üretilerek karşımıza çıkıyor: Haricilik. Şimdi hep Selefiliği konuştuk, Haricilik bunun neresinde? Çünkü el Kaide, IŞİD’i Haricilikle suçluyor. O yüzden onu kendinden kabul etmiyor. Şimdi Haricilik ne kattı IŞİD’e, yani niye IŞİD Haricilikle damgalanıyor? Aslında Haricilik ile Selefiliğin ortak epey bir yanı var. Bunlardan bir tanesi, imanı üçlü tarif etmesidir. Yani tasdik, ikrar ve amel… Hanefiler, ameli katmazlar ve derler ki bir insan Müslümanım diyorsa diliyle, kalbinde tasdiki var mı yok mu biz karışmayız, Allah onu bilir. Yani tasdik arkasından ikrarla o Müslümandır yani…..

Diğer taraftan Selefilikte amel de imandan sayılıyor. Yani senin davranışların, senin imanının göstergesi kabul ediliyor, sadece dilinle Müslümanım demen yeterli görülmüyor, onu yansıtmalısın hayatına…..Haricilik de böyle düşünmektedir. Haricilik ile Selefiliğin çakıştığı yer, birbiri üstüne geldiği yer burasıdır. Hariciler, Selefilikten öte ne yapmışlardır da Harici olmuşlardır? İşte o ilk dönemleri düşünürsek o amelsiz Müslümanları tekfir etmişler yani gayri İslami kabul etmişler…..

 

Maceraperestlerin ve psikopatik tiplerin toplandıkları gruplar

Yani o dışladıkları insanların malını, canını, hatta ırzlarını helal saymışlardır. Tecavüz etmişlerdir bu haklarına. Dolayısıyla bir Haricilik zihniyeti ortaya çıkmıştır. Bu zihniyeti kısaca tanımlarsak tekfir, şiddet, İslam’ı çok sığ ve yüzeysel bilmek. Diğer Müslümanlarla muhatap olduklarında bunu anlıyoruz. Maceraperestlerin ve psikopatik tiplerin toplandıkları gruplar… Bugün IŞİD’de de benzer şeyleri görüyoruz. Kriminal suçlu tiplerin değişik yerlerde kendi toplumsal mahallerinde barınamayıp katıldıkları bir camiadır.

“Toplum dışı tiplerin, tutunamayanların bir arada olduğu”

Erdoğan: Tarih boyunca da böyle mi olmuştur?

Büyükkara: Evet, öyle olmuştur. Toplum dışı tiplerin, tutunamayanların bir arada olduğu yerlerdir. Bunların içinde gerçekten patolojik düzeyde psikopat davranışların olduğunu görüyoruz. O kafa kesme hadiselerini normal bir insanın yapacağını düşünemeyiz. Böyle insanlar demek ki çok fazla ki rahatlıkla bunu yapabiliyor IŞİD gibi örgütler. Kriminaller, yeni mühtediler, yani yeni İslam’a girmiş yahut namazı niyazı olmayan, içkisi, kumarı olan ama birden dönüş yapıp dini yaşamaya çalışan, etrafını kısa sürede kendisi gibi dönüştürmek isteyen, aceleci İslami tipler… Cehalet de zaten oradan geliyor. Yani bu yüzden bu tür yapılar Avrupa’dan gençleri kendine çok rahat çekebiliyor. Dış görünüşe önem veren sakal, burka, çarşaf… Haricilikte de bu var. Ama görünüşte çok samimi olarak İslami yaşadıklarını gözlemlediğimiz, namazlarını vaktinde kılan, hatta cemaatle kılan, cemaatle kılmayanları doğru dürüst Müslüman saymayan, çok Kuran okuyan, ağlayan, şehit olmak için can atan… bu aynı zamanda bir motivasyon katıyor. Yani ölüme korkmadan gidiyor, şehadeti arzuluyor vs.

Ve gayri Müslimlerle hiç savaşmayıp Müslümanlarla savaşan bir yine zihniyetten bahsediyoruz. (2) Hariciliğin tarihine baktığımızda Müslümanlarla savaşmaktan başka bir şey yapmadıklarını görürüz. Yani hep Müslüman kanı dökmüşlerdir. Kendileri de Müslümanlar tarafından anarşist oldukları için tasfiye edilmişlerdir. Yani gayri Müslimlerle savaşma şeklinde bir tutumları yoktur. Şimdi günümüze gelirsek bütün bu özellikleri bünyesinde barındıran IŞİD, az çok siyasal bir aklı da temsil eden el Kaide tarafından Haricilikle damgalanmıştır. Yani küresel cihat fikrinin önemli isimlerinden el-Makdisi, Ebu Katade gibi isimlerin IŞİD gibi yapıların Harici olduklarına dair beyanları var. (3)

Ebu Musab el-Zerkavi’yle Başlayan Ayrışma

Haricilik, Peygamberimiz’in dininde kötülenmiş ve Sünni olmayan bir yapı sayılmıştır. Peygamberimizin hadisleri var mesela ‘onlar bu ümmetin köpekleridir’. Mesela hadis metni merkezli bir zihniyete sahip olan, IŞİD’i mahkum eden diğer Selefi yapılar hemen bu hadisi söylerler. Yani siz Selefi filan değilsiniz, siz bu ümmetin köpeklerisiniz. Dolayısıyla böyle bir Selefilik içinde de ayrım söz konusudur, IŞİD gibi örgütlenmeler söz konusu olunca. Ve bunun arkasında tabii biat ve söz dinleme, itaat anlayışı da söz konusu.IŞİD’le el Kaide’nin irtibatının bozulmaya başlaması 2006 Ebu Musab Zerkavi zamanında başlamıştır. (4) Ebu Musab Zerkavi, Irak’ta İslam devleti kurduğunu ilan etmiştir. Üsame bin Ladin, “tamam İslam devleti kurmak iyi bir şey ama bunun vakti zamanı değil hele Irak’ta hiç değil” demişti. “İslam devleti kuracağım diye orada Şiilerle savaşıyorsun, tamam Şiiler bizce Rafızi’dir, müşriktir. Ama önceliği sen Amerika işgaline karşı vermelisin.” Ama Zerkavi durmadan IŞİD’de bugün gördüğümüz o vahşi davranışların aslında temelini teşkil eden durmadan Şiilerle uğraşan hatta Sünnilerle uğraşan; öbür Sünnilerin kendisine itaat etmesini isteyen bir tavırda oldu.

“Biz devlet kurduk, bize itaat etmeniz lazım”

Sünni İslamcı cemaatler ‘sahve’ diye isimlendirir onları. Yani İhvan tipi mücadele geleneğinden gelenlere ‘sahve’ der IŞİD. ‘Sahve’ uyanış anlamında Arapçada. Onları hep düşman bellemiştir. “Biz devlet kurduk, bize itaat etmeniz lazım. İşte Peygamberimiz bir yerde bir cemaat varsa öbür cemaatlerin ona itaat etmesini emretmiştir. Biz burada devletimizi kurduk siz bize itaat edeceksiniz bizim emrimizden çıkmayacaksınız” dediler. Öbürleri de bunu kabul etmiyor tabii, çatışma oradan başlıyor. Suriye meselesinde yine el Kaide kökenli bir örgüt olan el Nusra’yla da aynı türden bir tartışma içine girerek el Kaide’yle olan bütün ilişkileri iyice bozuyor. Ve en sonunda da şu anki lider olan Eymen el Zevahiri tarafından bizimle bağları koptu denilerek tamamen farklı bir kulvara sürükleniyor. Yani Selefilik içindeki daha ileri boyutta bir ayrılığı da böylece açıklamış olduk.

Erdoğan: Şimdi Selefi düşüncenin bile dışladığı bir yapıdan bahsediyoruz. Bu noktada şu soruyu sormak istiyorum, Ortadoğu’daki yönetimlerin IŞİD’in oluşmasındaki katkısından bahsediliyor. Siz buna katılıyor musunuz?

Kılınç: Birtakım komplo teorileri var… Bunların ötesinde ben, bu katkının dolaylı olarak yani toplumların yönetim biçiminden kaynaklanan birtakım sorunların dolaylı olarak ortaya çıkardığı şeyler olduğunu düşünüyorum.Hani Afganistan Savaşı’nı hatırlarsak işte 79-89’da Sovyetlerin işgali sırasında Ortadoğu’daki yönetimler kendi içlerindeki radikal unsurları diskalifiye etmek için “orada cihat var bakın kardeşleriniz zor durumda” diyerek büyük bir propaganda ile oraya yolladılar. Plan neydi orada herhangi bir şekilde telef olacaklar, biz de bunlardan kurtulacağız. Plan tutmadı, orada ciddi bir başarı kazanıldı. Adamlar mücahit olarak kendi ülkelerine döndüler, bir kısmı orada kaldı. Dolayısıyla bugün hala Abdullah Azzam’dan ciddi bir kahraman olarak söz ediliyorsa bugün o dönemdeki Arap yöneticilerinin cihat diyerek oraya yönlendirme siyasetinin direkt bir sonucu…..

Bugün mesela Batı’daki bir genç neden işte cihat için geliyor? Çünkü kendi toplumuna bakıyor, bir şey değiştiremeyeceğini görüyor. Öbür taraftan bir şey değiştirmek için ortaya çıkmış bir yapı var. Zina, içki, hırsızlık haddi uygulanıyor, e bunlar Kuran’da var, sünnette var. Öbür taraftan Peygamber Efendimiz’e nispet edilen birtakım Hadis’i Şeriflerde türbelerin, kabirlerin yıkıldığına dair işaretler var. Çok meşhur bir örnek var Hz. Ali’yi kabre gönderip oradaki bütün kubbeleri, mezarların üstünü aç, yık şeklinde… özellikle bazı hadis metinlerinde birebir uygulamasını görünce…

Büyükkara: 20. yüzyılın Müslümanlarının rüyası olan hilafeti de ekleyince…Kılınç: Şimdi bütün bunlara baktığımız zaman “evet, herhalde bu” diyor. Bir de mesela bazı hadisler var “siyah sancaklar çıktığı zaman hem onlara tabii olun hem onlardan kaçın.” Böyle birtakım rivayetler var. Benim gördüğüm en büyük iki handikabı var… Çünkü benim hep sorduğum soru şudur, çok başarılı bir mücadele veriyorlar, toprak kazanıyorlar, kendileri ile savaşan yapıları bir şekilde hezimete uğratıyorlar, sonrasında neden tutunamıyorlar? Afganistan’da gördük, Çeçenistan’da gördük, Bosna’da gördük. Mesela Çeçenistan’a bakın sanki hiçbir şey olmamış. Kadri “tasavvuf ritüellerini” ortaya koyarak böyle göstere göstere uygulayarak bir yönetim sergiliyor. Kafkasya’nın hali malum… Bosna’ya bakıyorsunuz Bosna’da işte geçenlerde bir operasyon yapıldı son kalıntılarını da şu anda devlet resmen toparlıyor.

İnceleyin:  Daeş Sonrası Ortadoğu ve Yeni Dengeler

Şimdi bütün bu tabloya baktığımızda neden tutunamıyorlar, sorusunun bence iki tane cevabı var: Bir tanesi hadis metinlerine yani rivayet kültürüne birebir bağlılık. Hadis-i Şeriflerde Hz. Peygamber’e atfedilen ifadeler var.Uygulama bazında ne varsa o. Sakallar şöyle olacak, ne varsa o. Şöyle olacak böyle olacak diye direkt aktardıkları için esneme yok. Herhangi bir şekilde istisna yok. Belli toplumlara tedricen uygulamak, aşamalı bir şekilde tatbik etmek yok, benimsetmek yok, sevdirmek yok, insanlara anlatmak yok.Mesela Şeriat ilan ettim, uymayanların kafası kesilecek. Şimdi böyle bir bakış açısı olduğu için tabii silahlı bir güç elinde olduğu zaman silah, savaş zamanında ilerleme kaydediyor. Fakat barış zamanında ne kadar kaldırabilir, bence kaldıramaz.

Büyükkara: Irak da kaldıramaz.

Kılınç: Irak da kaldıramaz yani şimdi Suudi Arabistan’da hatta bu vesileyle Hocamızın kitabını da tavsiye etmiş olalım, hakikaten ben o kitabı okuduktan sonra Suudi Arabistan’daki İhvan’ı söylüyorum, işte Selefiliğin gelişimini anladım. Bir dönem ciddi bir şekilde şiddet uygulayarak benimsetiliyor, bugünkü gördüğümüz ideoloji. Ciddi bir şekilde sakalları bıyıkları kısaltıyorlar, milletin paçasını… Sizin kitabınızda bir anekdot vardı, Krala diyorlar ki, senin kıyafetin İslam’a uygun değil, çünkü işte elbisen yerde sürünüyor…..o hadislerin direkt uygulamasına bağlı olarak toplumlara ciddi anlamda bir siyasal proje sunamadıklarını görüyorum ben.Şimdi savaş zamanında çok güzel savaşıyorlar, adamların işi savaşmak zaten şiddetle beslenen bir kültür var ama savaş bitti mesela Suriye’de diyelim Esed devrildi, el Kaide ile ülke baş başa kaldığında ne olacak?

Şimdi türbeleri yıkıyorsun, tasavvufu İslam’ın en büyük düşmanlarından biri olarak görüyorsun birtakım gerekçelerle. Mesela Libya’da, Tunus’ta birtakım türbe yıkımlarına şahit olduk. Kaddafi devrildiğinde adamlar hemen türbeleri yıkmaya kalkıştılar, neden, çünkü Kaddafi düzeninin, onun kurmuş olduğu düzenin 10 yıllar boyunca tasavvuf yoluyla toplumda benimsetildiğini düşündüler. Dediler ki Kaddafi gittikten sonra onun sacayaklarından birisi olan tasavvuf-tarikatı yok edelim. Ama tabii toplum bunu ne kadar hazmeder, ne kadar bunu benimser? mesela Bosna’da trajik örneklerini gördük. Ama şimdi yoklar. Irak’ta şu anda IŞİD’in yönetimi altında 5 milyon insandan bahsediliyor, kontrol ettiği bölgelerde. Orada yaşayan insanlar acaba IŞİD’in ideolojisini barış zamanında ne kadar benimser, bence çok önemli bir soru.

Şu anda sıcak bir savaş var, adamın elinde silah var, kafa kesiyor. Ya da Amerika vurduğu için tepkisiyle onların tarafına geçiyor ama barış zamanında o toplum ne kadar bu ideolojiyi kaldırır ne kadar benimser, önemli bir soru.

Erdoğan: Çeçen örneğinden aslında cevabını verdiniz benimsenmediğine dair…

Kılınç: Evet.

Büyükkara:….Hz. Ali amcasının oğlu Abdullah ibni Abbas’ı onların yanına gönderiyor. Onların yanında kalıyor. 12.000 Harici’nin 10.000’i bir alim sahabi olan Abdullah ibni Abbas’ın vaazlarıyla, irşadıyla nasihatleriyle doğruyu anlıyor, o gruptan ayrılıyor. Ama 2000 kişi kalıyor orada ve Hz. Ali’yle savaşıyorlar. Hz. Ali onları mağlup ediyor ama nihayetinde kendi şehadeti onların eliyle oluyor. Bir Harici’nin suikastiyle bu dünyayı terk ediyor. Tehlike şiddetli boyutta, öngörülemez biçimde. Hz. Ali gibi bir şahsiyeti öldürecek kadar gözleri dönmüş bir vaziyetteler. Dolayısıyla her zaman Müslümanlar bu noktada uyanık olmalı. Ama mücadele biçimleri de Hz. Ali’nin mücadele biçimi olmalı. Yani nasihatle, diyalogla, bununla yola gelmeyen insanlara da üzerine gitmek suretiyle, etkisiz hale getirmek suretiyle, emniyeti sağlamak suretiyle bunu yapmak zorundadır Müslümanlar…..

İslam deyince Taliban’ın İslam’ını, IŞİD’in İslam’ını anlamasın insanlar. Bu değil İslam dediğimiz şey. Bu sağlıklı din eğitimiyle olur, sağlıklı propagandayla olur. Biz İslam’ın bu yüzünü vermekte zorlanıyoruz. Aslında bunu yapacak en önemli damar tasavvuf damarıdır ama tasavvuf da şöyle bir sıkıntıya girmiştir. Aslında tarikatlar bu tür şiddet hareketlerine panzehir olabilir mi diye bazı arkadaşlarımız tarafından öneriliyor.

Fakat tasavvuf ve tarikatların şöyle bir handikabı var. Bundan evvel anti emperyalist mücadeleler tarikatlar tarafından yürütülüyordu. 19. yüzyılın ikinci yarısı 20. yüzyılın başı. Sayalım Ömer Muhtar’dan tutun Emir Abdülkadir Cezayir’de, Şeyh Şamil Kafkasya’da, Basmacılar Hareketi Rusya’ya karşı bir mücadele yürütüyor. Batı Afrika’da emperyalistlere karşı Senusi Hareketi var. İşte Hint Yarımadası’nda tarikatlar İngiliz emperyalizmine karşı mücadele veriyor. Ama bu damar çok zayıflamış yani bugün. Tasavvuf, İslam’ın gülen yüzü şeklinde yansıtılıyor Batı’da. Bazı şeyhler, bazı tasavvuf büyükleri “Selefilik’i kınıyoruz” diyorlar ama onlar da aynı kulvarda hareket etmeye başlıyorlar. Dolayısıyla İslam Aleminde sıkıntı çeken Müslümanların derdine derman olacak, siyasi çöküntü halinde çok büyük psikozlar içinde olan Müslümanlara ilaç olacak bir görüntüsü yok tasavvufun maalesef.

Mücadeleden gelen çekim gücü

Selefiler ise ne yapıyorlar… Gerçekten takdir edilmesi gereken, adamlar işlerini, güçlerini bırakıyorlar cihat meydanlarına gidiyorlar.Afganistan, Bosna, Çeçenistan… Ümmetçi bakış açısı gerçekten bunu gerektirir. Yani bir insan ihtiyaç varsa ne yapmalıdır İslam’a göre, o kardeşine yardım etmelidir. Bu zaman zaman silahlı bir yardım da olabilir. Bunu doğru biçimde yapmıyorlar o ayrı ama samimi olarak bu işe giriyorlar ve gerçekten Afganistan’da olsun, Bosna’da olsun, Çeçenistan’da olsun diğer yerlerde olsun, Irak’ta, Suriye’de… Bir ciddi mücadele sergiliyorlar. Mezhepçi, tekfirci yanları var ama bir mücadele içindeler. Bu bir çekim gücü yaratıyor diğer Müslümanlar için. Tasavvuf bundan maalesef yoksun şu an. Tespih çeken eller çok rahatlıkla tetik çekebiliyordu düşmana karşı. Şimdi bu özelliğini yitirdiği için Selefilik işte mahrum kalmış, tutunamamış, eziyet halindeki insan için bir kurtuluş, bir ışık, bir ümit kaynağı olarak görülebiliyor, problem burada yani…..

(IŞİD) İnterneti çok ustalıkla kullanıyor. İnternet öncesi dönemle internet sonrası dönemi ayırmak lazım. Eskiden cami merkezli veya vakıf merkezli dernekler, cemaatler vardı. Bu şimdi son 15-20 yılda bu tür sosyal yapılanmaların gücü azaldı. Onun yerine online cemaatler oluşmaya başladı.Gençlerin elinde telefonlar, bilgisayarlar. Mahallelerindeki, okullarındaki cemaatlerden çok ilgili değiller. Yani onlar kendi sanal dünyalarındaki cemaatlerle irtibat kurma eğilimindeler. Dolayısıyla interneti dünya çapında ustalıkla kullanan Selefi yapılar, kolaylıkla hiç tanımadıkları mahallelerdeki, bölgelerdeki gençlerle, insanlarla irtibat kurabiliyorlar. Bildiğimiz konvansiyonel cemaat yapılanması da zayıfladığı için bu gençleri kuşatamıyor ve o gençler sanal alemden çok uzaklardaki kişilerle irtibata geçip onlara katılabiliyor. Onların kendi bulundukları yerlerdeki sözcüsü olabiliyorlar. Yoksa o tür yapılara olan bu akımı açıklayamayız….

***

(1) bkz: Şamil Basayev’in Vehhabilere Eleştirisi:
Biz İslam bayrağı altında düzenlenen Kafkas savaşlarında tarikatların nasıl önemli bir rol oynadığını hepimiz hatırlıyoruz. İsteyelim veya istemeyelim bu bilinen bir gerçektir. Eğer tarikatlar olmasaydı Rus yetkililere karşı bir direniş olmayacaktı. Her şeye hazırdılar ama bugün kimse tarikat sorunu hakkında konuşmuyor. Hatta dokunmuyoruz bile, ama aynı zamanda bugün bir tarafı uyuşmuş felçli bir adama benziyoruz. Ve bize ceset diyen bu sözde Vehhabilere diyoruz ki; Hayır biz hayattayız… İşte bütün fark ve işte var olan sorun. Bu benim fikrim…..
Tarikat iki parçadan oluşur; ruh ve fizik… Fiziksel tarafı ise zikirdir. Zikir bu tarafta, bizde kaldı. Manevi yan, yani ruh ise önce Rus İmparatorluğu, daha sonra ise Sovyetler tarafından baskılarla bizden uzaklaştırılmıştır. Bildiğiniz gibi bütün şeyhlerimiz Sibirya’ya sürgüne gönderildi. Müridleri, mürşidleri ve tüm takipçileri ve tüm alimlerimiz yok edilmiş ve böylece halkımızın manevi yönü ortadan kaldırılmıştır. Biz fiziki yönü çok sıkı tuttuk. Ama o tarikatın sadece bir yüzü idi. Bizim her şeyden önce tarikatı canlandırmamız gerekir. Bu Nakşibendi kanadı olabilir yada Kadiri kolu olabilir. Fakat tam olarak canlandırılmak için fırsat verilsin. O zaman bu konuda konuşmak için sebep olmayacaktır. Spekülasyon yapmak için fırsat olmayacaktır. Bugün bize çok alim yetiştirmek gerektiğini düşünüyorum. Bize yeni sufi okullar organize etmek gerekir. Çeçen İçkerya Cumhuriyeti’nde ilk sırada onları kurmak için bize özel komiteler gerekli. Çünkü devlet düzeyinde destek mevcuttur. Bizim bir sansür komisyonu kurmamız ve edebi eser literatürü oluşturmamız gereklidir. Ve dini ilahiler gibi, haydi doğrusunu konuşalım; bizim dini ilahilerin çoğu aynı fanatik kara cahiller tarafından yazılmıştır, onların şeyhleri kim daha hızlı ise onun daha çabuk cennete çıkacağına inandırdı..
http://ravzaimutahhara.blogspot.com.tr/2016/03/samil-basayevin-vehhabilere-elestirisi.html

(2) bkz: IŞİD’e göre mürted olarak gördükleri müslümanla savaş küffarla savaştan önceliklidir

(3) bkz: Cihadi Selefiliğin Cihadi Selefilikle Cihadı

(4) http://www.timeturk.com/tr/2014/10/18/zerkavi-isid-in-temelini-nasil-atmisti.html

(5) Yazı kısaltılarak alınmıştır. Aslı için bkz:
http://media.dunyabulteni.net/file/2014/yeniselefilikveisid.pdf

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir