Şebüsterî – Gülşen-i Raz (Tercüme ve Şerh) -Alıntılar
Paylaş:

gulsen-i-raz62b45792f5b24683b6056e943fb8c96e-193x300 Şebüsterî - Gülşen-i Raz (Tercüme ve Şerh)   -Alıntılar

Adımla erdirdim hitâma böyle,

Yâ Rab, akıbetini mahmûd eyle.

Şebüsterî

————————————————

Şimdi artık ne kendimdeyim ne değilim,

Ne ayıkım, ne mahmûr ne de mestim.

Gâh o yârin gözleri gibi sarhoşum,

Gâh zülfü gibi herc ü merc olmuşum.

Gâh sıfât-ı beşeriyyet gereği külhandayım,

Gâh o dostun bir bakışıyla gülistandayım.

Şebüsterî

————————————————

Kalmadı artık arada ne nezâket ne âdâb,”

Duymaz oldu hiç kimse cehâletten hicâb.

 

Âlemin bütün işleri karışmış birbirine,

Aklın varsa söyle: Niye her şey tersine?*

*********

*Mesnevi’de anlatıldığı üzere pek çok şey öbür âlemden bu âleme ters görünür. Bu konuda armut ağacı hikâyesine bakılabilir. (4:3544-74|. İbn Arabi de bu husüsu şöyle dile getirir: “(Dünyada) mutlu, bedbahtın süretiyle ve bedbaht, mutlunun süretiyle görünürken âhirette ayrışırlar. Bazen bedbaht dünyada bedbahtlığıyla ortaya çıkar ve bu durumu âhiretteki bedbahtlığına bitişir. Mutlu da öyledir. Fakat onlar dünyada mechül, âhirette ise ayrışırlar” İbn Arabi, Fütühât-ı Mekkiyye, Cild 1, 8. 424.Şebüsterî

————————————————

900 Düşüp kalkarsan aşağılık insânlarla, hayvâna dönersin.

Ne hayvânı? Daha da aşağı olur, cemâda düşersin.“

.

Böyle aşağılık kişilerle düşüp kalkarsan eğer,

İnsân fıtratından baş aşağı düşersin birâder.”*

 

Bu nâzenin ömrü telef ettin gittin de,

Sormadın hiç bu ömrün ma’nâsı nerde.

 

Karmaşaya âsâyiş diye ad koydu o güruh-ı mukallidin,

Bir eşeği geçirmişler önlerine, sanmışlar onu nür’ud-din.

————————————————

Oydu yapan, oydu söyleyen, oydu var olan,

İyi yaptı, iyi söyledi, zâten iyidir Rahmân.

 

Biri gör, biri söyle, biri bil,

Hem ferdir imânda bu hem asil,

 

Bunu ben demiyorum, sen Kur’ândan al öğüt,

Mâ terâ fi halkır-rahmâni min tefâvüt(Mülk,3)

————————————————

Dün gece o güzel endâmını zikrederken a kardaş,

Zülfünün ucu dedi ki bana: “Etme bu esrârı fâş!”

 

765 Eğri telleri o saçın hayli çoktur düzünden,

Bu yüzden tâlibin yolu karmaşıktır sözünden

 

Ondan sebeb cümle gönüller zincire vuruldular,

Onun uğrunda bütün cânlar oldular bikarâr.?**

 

Her yandan yüzbinlerce gönül okşar durur o saçları,

Görülmüş şey değil bir gönlün ondan çıkması dışarı.

————————————————

Kıyâmet nedir? Eceli çatınca ölmesidir âlemin,
Kendi ölümünden kıyâs et ahvâlini o demin.

Hak bâkidir ve bâkıye cümle fânidir.
Delilin nedir dersen, seb’u’l-mesânidir.”*

Küllü men aleyhâ fân ile kıldı Hak bunu beyân,
Le fi halkin cedid ile cümleye oldu hakikat ayân.

Vücüda getirilmesi ve yok edilmesi her iki âlemin,
Yaradılışı ve yeniden diriltilmesi gibidir ibn-i Âdem’in.

Bu gördüğün mahlükât her an yeniden yaratılmakta,
Sen sansan da onları eğlenip dururlar bir konakta.”

————————————————

Her şeyin her an ölüp (yok olup) aynı an içinde yeniden yaratıldığı düşüncesini Mesnevi’de de bulmak mümkündür: Suret sözden doğar ve yine ölür. Dalga kendini tekrar denize götürür.

Sümuret süretsizlikten ortaya çıkar, tekrar gider: “Muhakkak biz ona döneceğiz.” O halde senin için her an ölüm ve dönüş vardır. Mustafa, “Dünya bir andır;

buyurdu. Bizim fikrimiz havada Hak’tan bir oktur. Havada nasıl kalır? Gelir Allah’a.

Her an dünya yenilenmektedir ve biz durağanlıkta yenilenmekten habersiziz. Ömür ırmak gibidir, yeni yeni gelir; bedende ise devamlılık görünür.

O, elde hızla salınan kıvılcım gibidir; hızlılıktan onun daimi bir şekli olur. Ateş dalını araçla sallarsan ateş göze çok uzun görünür.

Sürenin bu uzunluğu, yaratmanın hızlılığındandır; yaratmanın hızlılığı görünüyor. (1:1141-9)

————————————————

Güzellerin yüzündeki o sırrı anlat hele bana,
Güzellik değil sadece, söyle nedir o ma’nâ?

Hak’tan gayrı yoktur hiç vefalı dilrübâ,
Şerik olamaz hiç kimse Rabb-ı Erbâba.

630 Şehvet çalsın âdemoğlunun gönlünü, hiç olur mu?
Hak bazı bazı bâtıl süretinde görünür, hepsi bu.

Her yerde müessirin Hak olduğunu anla artık,
Haddinden dışarı adım atıp, etme kendine yazık.

Hak kisvesi ile göründü mü Hak, olur din-i Hak,”
Bâtıl elbisesine büründü mü de Şeytân işidir ancak.

————————————————

Kuru kabuk geçer sadece cevizden eline.

Kırmadan kabuğu, cevizin içi nasıl biline?

————————————————

Varlık bir denizdir, nutuk da kelâm-ı an,

Sedef sözlerdir, inci de gönüldeki irfan.”

 

Her dalgasında barındırır binlerce şâhâne inci,

Saçar onları nakil, nas ve ahbâr ile mevci.

 

Her dem ondan binlerce iri dalga kopar da,

Eksilmez tek katresi onun, durur kararda.

————————————————

Münezzehtir her nesneden Cenâb-ı Kibriyâsı, Erişmez ona mahlükatın hiçbir kıyâsı.

 

Ne oldu ki o ezel âleminde a merd-i nâehl(ehil olmayan kişi),

Ki bu oldu Muhammed öbürü de Ebu Cehl.

————————————————

Hiçbir yerde yoktur ki Hak’tan gayrı fâil,

Haddinden dışarı adım atıp olmayasın gâfil.

————————————————

Dinle benden hakikati şimdi ne eksik ne fazla,

Sen yakınlığın sebebiyle düşdün Hak’tan cüdâ,286

 

Zuhür edince mutlak varlık âyine-i ‘ademde,

Yakın, ırak, az, çok peydâ oldu o demde.

 

515 Yakın odur ki varlıktan saçıldı ona nûr,

Uzak da o yokluktur ki varlıktan oldu dür.

 

Düşerse o nûrun bir hüzmesi senin de payına,

Kurtarır seni senden, tertemiz varırsın yarına.

 

Bilmem ki ne geçti eline vardan, yoktan aceb?

Gâh sevinmedesin gâh yerinmede ondan sebeb.

————————————————

Âlemdeki her şey: Akıl, nefs, felek ya Güneş,

Başı ve sonu hepsinin o katredir a kardeş.

 

Geldi mi emr-i ecel eflâka ya ecrâma,

Tüm varlıkları seğirtir yokluğa idgâma.

————————————————

Varoluşun Evreleri Hakkında Temsil

 

Bir buhardır yükselir göğe deryâdan yine,

Erişince Hak buyruğu, yağar sahra-yı zemine.

 

Vurur ziyâsı dördüncü kat göğden âftâbın(güneşin),

Olur bir terkibi böyle; su, harâret ve türâbın.

 

Isınınca su düşer yola, bakmaz artık ummâna,

Binip hararetin kanadına, ağar yine âsumâna(gökyüzüne).

 

Olunca bu ikisine hava ve toprak zem,

Gelir onlardan vücüda nebât-ı hürrem(canlı nebat).

 

490 Yeşil nebât olur sonunda hayvânâta taâm, Hayvânât da koşar insâna olmaya idgâm.(eklenir)

 

Dönüşür nutfeye, aşar devirleri birer birer,

İşte o evvelki gıda olur serencâm bir beşer.

 

Vurunca bedene nüru, nefs-i nâtıkanın,

En şerefli mahlüku olur o elbet Hudânın.

 

Çocuk olur, genç, yetişkin ve erer geçkin yaşına,

Akıl, re’y, fehm ve tedbir ile gelir aklı başına.

 

Ansızın çatıverir ecel, erişince emri Hakk’ın,

Pâk olur pâklığın malı, hâk da hâkın.”*

————————————————

Sormuşlar birine, ne dersin nihâyete?

Cevâb vermiş, dönmektir bidâyete.

Şebüsterî

————————————————

Kabuktur şeriat, badem de olur hakikat,

Birinden öbürüne giden yol da tarikat.*

 

Henüz hamken bulunur türlü halel sâlikin yolunda,

Fakat erdi mi bir kere, kabuksuz doyulmaz tadına.

 

Ne zaman ârif olursa vâsıl yakine,

Pişer içi, kırılır kabuğu ne çâre!

******

*İbn Arabi Allah’ın insânda baktığı tek yerin kalb olduğunu belirttikten sonra şu tesbiti yapar: “Şeriat ise insânın dışına bakar ve dünya yurdunda, yükümlülük âleminde insânın bâtınını değil, dışını ve zâhirini dikkate alır. Âhirette ise bunun tersi gerçekleşecektir” İbn Arabi, Fütühât-ı Mekkiyye, Cild 3, s. 218.

İnceleyin:  Şeytan Güzeli Güzel Çirkini Çirkin Gösterir

————————————————

Bir de sual ettin ki kimdir seyyâh,

Kendi aslından olandır âgâh.

 

Yolcu düşer yola, oyalanmaz hiçbir konakta,

Arındırır kendini, nasıl ateş dumandan arınırsa.

 

İmkân âlemini keşfettikçe kateder yolu,

Noksanlarını terk ettikçe gider Vâcibe doğru.

 

315 Vahdetten kesrete vardığı yolun tersine,

Düşer yola, tâ ki döner kâmil insâne.

————————————————

Git işine be adam, iyi tanı kendini,*

Semizlikle karın şişkinliği bir mi?**

*********

*Bu mısra (Nefsini tanıyan Rabbini tanımıştır) hadisine atıf yapar. Kişinin nefsini tanıdığında kendiliğinden Rabbini de tanımış olması için bir tek yol vardır o da nefsi ile Rabbinin aynı şey olmasıdır. İbn Arabi de bu hadisi benzer şekilde açıklar: “Ârif kendi nefsinden Hakk’ın nefsini anladı. Çünkü onun nefsi Hakk’ın hüviyetinden başka bir şey değildir.” Bkz. Muhiddin-i Arabi, Fusüs ül-Hikem, s. 124.

 

**Karın şişkinliği ârızi bir durumu, semizlikse kalıcı bir durumu temsil eder. Lâhici’ye göre yakine ulaşmak semizlik gibiyken akılla bu yolu aşmaya çalışmaksa karın şişkinliği gibidir. Karın şişkinliği görünüşte semizliğe benzer ama bu benzerlik sadece görünüştedir. Bkz. Lâhici, Mefâtihu’l-İcâz, s. 191. Bu konuya işâret ederken İbn Arabi de aynı benzetmeyi kullanır ve felsefe yoluyla nefsin hakikatine ermeyi isteyenleri “Şişmeyi semizlik sanırlar,” diyerek eleştirir. Muhiddin-i Arabi, Fusüs ül-Hikem, s. 128. Rümi de gıda maddelerindeki sıcaklık, soğukluk, yaşlık ve kuruluk özelliklerine (bu dört özellikle ilgili daha detaylı bilgi için 614. beyte düşülen dipnotuna bkz.) atıfla mesela sirkenin baskın özelliğinin soğukluk olduğunu, dolayısıyla sirkeyi ateşte ısıtsan bile ondaki sıcaklığın ârızi olacağını ve asli karakteri olan soğukluğun sonunda dışa vuracağını ve yine pekmezin asli karakterinin sıcaklık olduğunu ve pekmezi buzla dondurduktan sonra yesen bile soğukluğun onda ârızi olacağını pekmezi yiyen kişide asli karakteri olan ssıtma işlevini yine de yerine getireceğini söyler. (2:3681-83).

————————————————

Sen özüsün âlemin, o yüzden durursun ortasında

İyi tanı kendini, âlemin cânı sensin hüveydâ

————————————————

Eyle âlemi baştan başa kendinde temâşâ,

Sonda gelecek olanı gör en başta.

 

Âdem’in nefsi olduysa da en son peydâ,

aher iki âlem olmuştur onun yoluna fedâ.

 

İnsân en son zuhür ettiyse de âlemde kemâ yekülün,

İllet-i gâidir çünkü, her şey vücüdunu ona medyün.*

************

*Bu beyitte kastedilen insân, insân-ı kâmildir ki o yeryüzünde Tanrı’nın halifesidir. Âlemdeki cümle mevcüdât vücüdunu insâna (yani insân-ı kâmile) borçlu olduklarından kıyamet günü hiç bir mü’min kul kalmayınca kâinat da varlık sebebini kaybeder. İbn Arabi bu husüsa şu şekilde değinir: “Allah insân sâyesinde gökleri yok olmaktan korur. Bu nedenle insânı direk diye ifâde ettik” İbn Arabi, Fütühât-ı Mekkiyye, Cild 1, s. 356. Ayrıca “Göklerde ve yerde ne varsa hepsini size boyun eğdirdi” meâlindeki âyete (45:13) atıfla İbn Arabi söyle der: “Çünkü alemim varlık sebebi biziz.”..

————————————————

245 Bak yıldızlara; yer, renk, şekil, seyir,

Nedendir hepsi birbirine mugâyir?

 

Niçin gâh alçakta gâh yüksekteler?

Gâh yapayalnız gâh birlikteler?

 

Feleğin gönlü neden böyle ateşlerle dopdolu?

Kimin aşkıyladır yanması böyle enikonu?

 

Bir yârin aşkındandır hepsi yola düşmüş,

Giderler bu yolu ne iniş tanırlar ne çıkış.

————————————————

Ey derviş, bilir misin bu gök kubbe,

Tavaf eder seni bir gün bir gecede.!78

 

İyi bak hele nasıl da düşmüşler bir cümbüşe,

Bu yuvarlak cisimler, arşın dönmesiyle.

 

Doğudan batıya dönmedeler misli çıkrık,

Ne yemek bilirler ne uyku, değildirler ayık.

 

Her bir gün ve gecede bu yüce felek,!

Dolaşır âlemin çeperini devrederek.

————————————————

Klasik düşüncede lineer bir tarih anlayışı yoktur. Zaman, dâireler ve devirler şeklinde akar. Kâinatta mevcüd olan her şey için (enbiyâ, evliyâ, hayvanlar, insânlar, mahlükat vs.) böyle dâireler mevcuttur. İbn Arabi şöyler der: “Varlık bir dâiredir.’ Kâinatın mahlükât dâiresi ilk yaratılan şey olan akl-ı küll ile başlar ve bu dâire mahlükâtın son halkası olan insân ile son bulur. Bir dâirenin çizimi başlangıç noktasına varıldığında son bulacağından son nokta ilk noktaya bitişmiş olur. Yani son halka olan insân, ilk halka olan akl-ı külle bitişir. A.g.e.,Cild1, s. 356. “Bir dâire çizmeye başladığında başına ulaşıncaya kadar onun döndüğünü görmez misin? … Bu iş böyle olmayıp O’nun katından doğrusal bir çizgi hâlinde çıkmış olsaydık, O’na dönemezdik, doğru sözlü olduğu halde ‘O’na döndürülürsünüz’ (2:245) ifâdesi doğru olmazdı. Her iş ve her mevcüd, kendisinden var olduğu başlangıca dönen bir dâiredir” A.g.e., Cild 2, s. 282; ayrıca Cild 3, s. 228. Zamanla ilgili belirtilmesi gereken diğer bir husus da dışta bir varlığı olmayıp sadece bir nisbetten ibâret oluşudur. Var olan şey felekler ve bunların hareketidir. Zaman birimleri ise felekte takdir edilmiş şeylerdir: “O halde vakit, var olan bir şeyde -ki 0 felektir- mevhüm bir varsayımdır” İbn Arabi, Fütühât-ı Mekkiyye, Cild3, $. 229.

————————————————

Bu dünya hayatı kalb gözünün açılması için eşsiz bir fırsattır. Bu dünyada gayb olan birçok şey âhirette apaçık ortada olacak ama onları orada bilmenin bir kıymeti olmayacaktır. İbn Arabi de bu noktaya şöyle değinir: “Şu halde Hakk’ı Hak’tan, Hak gözü ile gören kimseler Hakk’ı bilenlerdendir. Hakk’ı Hak’tan ve Hak gözü ile görmeyip de nefsinin gözü ile âhirette görmeyi bekleyen kimse de câhildir” Muhiddin-i Arabi, Fusüs ül-Hikem, s. 87.

 

Başka bir açıdan da Şeyh-i Ekber konuya şöyle değinir: “Hak, dünyada bazı kimselerin idrâkinden gizlendi. Âhirette ise bütün halka âşikâr olacaktır” A.g.e., s. 175. İsrâ Süresi’nde de bu hakikate işâret olunur (17:72):(Ve her kim burada (hakikatleri görmeyip kalben) kör oldu ise işte o, ahirette de kördür, yolca da daha sapkındır.)

————————————————

İbn Arabi’ye göre insan Berzah hayatı içinde bu dünya hayatını bir rüyâ gibi hatırlar. Âhiret hayatında ise Berzah’taki hayatını rüya gibi hatırlar. Dolayısıyla insânın âhirette dünya hayatına dâir tasavvuru “rüya içinde rüya” tasavvurudur. A.g.e., Cild 2, s. 447,

————————————————

Oynat istersen yerinden hatta bir zerreyi,

Seyreyle cümle âlemi sarsacak zelzeleyi,

 

Hepsi olmuş sarhoş, hepsinin kafası kıyak,

İmkân sınırının dışına atamaz bir zerre ayak.

————————————————

Bir tanenin içinde yüz harman saklı,

Bütün cihânı saklar bağrında bir darı

————————————————

Cihânı bir ayna bil baştan başa,

İnceleyin:  Hz Aişe (r.a) Hakkında

Her zerrede yüz Güneş parlamada.

 

Eğer yarsan bir katrenin bağrını,

Yüz duru deniz taşar ondan dışarı.

 

Bakmasını bilirsen görürsün mevcüd olduğunu,

Her avuç toprakta binlerce âdemoğlunu.

————————————————

Cihân insân olmuştur, insân cihân,

Yoktur bundan daha sâde bir beyân.*

 

İyi bak, anlamak dilersen aslı bu işde,

Göz de Odur, gören de, görüş de.**

 

Kılmıştır hadis-i kudsi bu ma’nâyı beyân,

Bi yesme’u bi yubşiru’*** kılmıştır ayân.

**************

*İbn Arabi şöyle der: “Allah’ın nefsini bilmek isteyen kimse âlemi bilmelidir. Çünkü nefsini bilen nefsinde beliren Rabbini de bilir” Muhiddin-i Arabi, Fusüs ül-Hikem, s. 160. Ayrıca İbn Arabi âlemi büyük mushaf olarak niteler ve yazılmış ve rakamlanmış harflerden oluştuğunu söyler. İbn Arabi, FütühâtMekkiyye, Cild 1, s. 279.

Âlemin tümü Tanrı esmâsının tezâhürlerinden ibâret olduğundan (bkz. A.g.e.,Cild1, s.341) ve insânda da esmânın tümü mevcüd bulunduğundan (bkz. 281. beyte düşülen dipnot) insân küçük âlem, âlemse büyük insân olmaktadır. Ahmed Avni Konuk şöyle der: “Âlemde ne varsa onun naziri âdemde dahi tamâmen mevcüddur. Bir harfi bozuk ve bir ma’nası eksik değildir” Ahmed Avni Konuk, Tedbirât-ı İlâhiyye Tercüme ve Şerhi, s. 35.

** İbn Arabi de bu noktaya şöyle değinir: “Çünkü O her görünenle görür ve her görünende görünür. Demek ki âlem, onun süretidir. O da âlemin rühu olup onu sevk ve idâre eder” Muhiddin-i Arabi, Fusüs ül-Hikem, s. 106. Şeyh-i Ekber, bu makâma ulaşan kişinin görüşünü de şöyle tasvir eder: “.. gördüğü şeyde Allah’tan başka bir varlık görmez. O, görenle görüneni birbirinin aynı bilir” A.g.e., 8. 233.

 

***Şebüsteri’nin burada atıf yaptığı hadis şudur: “Kulum bana nafilelerle yak”aşmaya devam eder, tâ ki onu severim. Onu sevdiğim zaman da onun gözü kulağı, eli, dili, ayağı olurum ve o benimle görür, benimle duyar, benimle kavrar, benimle konuşur, benimle yürür” Bkz. Muhammed ibn İsmâil ek Buhâri, Sahihü’l-Buhari, haz. Muhammed Zuhair bin Nâsir el-Nâsir, Beyrut: Dâr Tavk el-Necât, 2001, Cild 8, s. 105.

Mesnevi’de Hz. Müsâ ile çoban arasında geçen hikâyede de bu ifâde yer alır. (2:1729). Hikâyenin özeti için bkz. 734. beyte düşülen dipnot.

İbn Arabi bu seviyeye ulaşıp ilâhi huylarla ahlaklanmış olsa bile kişinin edebe riâyet ederek kendisini yükümlü görmesi gerektiğini belirtir: “Hak ‘onun kulağı ve gözü derken zamirde kulun varlığını da isbât etmedi mi? Öyleyse dış varliği ortada iken bu kul nereye gidecek?”İbn Arabi..

————————————————

30 Görmek dilersen Güneş’i çıplak gözle, Bambaşka bir göz edinmelisin kendine.

Baştaki bu gözde yoktur Güneşe tâkât zirâ, Parlak Güneş’i ancak görebilir aksedince suda,

————————————————

Bu konuya İbn Arabi de şu sözlerle değinir: “Sen O’nu ancak bilgi vasıtasıyla bilirsin. Bilgi senin perdendir. Binaenaleyh sen -bilinenle örtüşse bile- ancak kendinde var olan bilgiyi görebilirsin. Bilgin seninle vardır ve gördüğün ve taptığın şey kendi bilgindir. Zinhâr hakikat yolunda yürürsen bilineni bildiğini iddia etme. Sen sadece bilgiyi bildin” İbn Arabi, Fütühât-ı Mekkiyye, Cild 1, s. 173.

————————————————

95 Eğer Güneş olsaydı hep bir hâlde,

Olurdu ziyası da hep bir minvâlde.

 

Kavrayamazdı hiç kimse ki Güneşdendir bu ışık,

Kalmazdı hiçbir fark, olurduk buna alışık.

 

Cemâlinin pertevidir ol Settâr’ın, kâinat bilcümle,

Zuhurun şiddetinden ol nur görünmez göze.’104

————————————————

Aklını varlığa kaptırmıştır ki öylesine,

Teselsül dolanmış ayağına, aşağı çekmede.100

 

Ancak zıddıyla bilinir kâinâtın eşyâsı,

Zıddı var mı Hakk’ın ya da hemtâsı?101

 

Artık olmayınca ona ne benzer ne zıt,

Bilmem ki nasıl bilsin onu akl-ı kıt.

 

Mümkin, olamaz asla vâcibe numüne,

Bilemez ki o hâlde onu, ne çâre!102

*******

100 Lâhici bu beyiti şu minvâl üzere açıklar: Filozofun aklı imkân âlemindeki mevhüm varlıklara öylesine kapılmıştır ki her bir mümkini başka bir mümkinle açıklamaya çalışır, Sonra o ikinci mümkini de yine başka bir mümkinle açıklar ve bu böyle devam edip gider. İşte Şebüsteri’nin “teselsül” derken kastettiği budur. Bu yüzden filozof bu mevhüm varlığa dair ne kadar çok şey biliyor gibi görünse de aslında —varlığın hakikatine ilişkin esas mevzuyu bilmediği için- câhildir: “Her kim ki eşyâyı Hak’la bilirse âriftir. Hz. Peygamber’e sordular: Allah’ı neyle bildin?’ Buyurdu ki *Eşyâyı Allah’la bildim. Yani Hakk’ı Hak bildim (ve diğer eşyâyı da Hak’la bildim)” Bkz. Lâhici, Mefârihu’l-İcâz, a. 58-59.

101:Benzer bir fikir Mesnevi’de de vardır:

“Öyleyse gizli olan şeyler zıddıyla anlaşılır. Hak, zıddı olmadığı için gizlidir. Çünkü bakış ışığa doğrudur, sonra renge. Zıt zıddıyla belli olur, Rum/beyaz ve Zenci/siyah gibi.

Öyleyse sen ışığı ışığın zıddıyla bildin. Zıt, zıddı açık olarak gösteriyor. Hak nurunun, varlık âleminde kendisiyle anlaşılabileceği bir zıddı yoktur.

Şüphesiz gözlerimiz O’nu görmez ve O görür. Sen, -bunu- Musâ ve Tür Dağı’ndan gör” (1:1132-6)

Son beyitte geçen alıntı En’âm Süresi’ndendir (6:103): (Gözler O’nu idrâk edemez. O ise bütün gözleri idrâk eder.)

102:Mümkin Vâcibe numüne olamayacağı için mümkinden hareketle Vâcib tanınamaz. Çünkü imkân âleminde Vâcib’in bir benzeri yoktur. Akıl da ancak imkân âlemi sınırları içinde iş görebilen bir âlettir. Vâcib’in mümkinle hiçbir alakası olmadığından akıl Vâcib’i tanımada kullanışsız bir araçtır hatta insânı yanlış yollara götürür. Aklın yerine tercih edilmesi gereken araç kalb gözüdür. O gözün nasıl açılacağını da Şebüsteri sonraki soruların cevâblarında ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır.

İbn Arabi de nebilerin ilimlerini vahiy yoluyla Hak’tan aldıklarını belirttikten sonra nebilerin ayrıca aklın nazar ve fikir yoluyla elde ettiği bilgi ile hakikati idrâkten âciz olduğunu bildiklerini söyler. Muhiddin-i Arabi, Fusüs ül-Hikem, s. 142. Çünkü aklın dayanağı deliller, duyu veya zorunluluk ya da tecrübedir. Halbuki Hak aklın delillendirme yönteminde kendisine başvurduğu esaslarla algılanamaz. İbn Arabi, Fütühât-ı Mekkiyye, Cild 1, s. 249. Çünkü Hakk’ın zâtı herhangi bir nitelikte mümkin ile bir araya gelemez. Age, Cild 2, s. 326.

————————————————

Bir gönül düşün ki o nûrun marifetiyle olmuş pâk

Her neye baksa, görür evvel Hüdâ’yı muhakkak.

————————————————

Kimim ben, bana benden haber ver?

Ne demek bu: “Kendi içine kıl sefer!”

————————————————

Kimim ben? Bana benden haber ver; kendinden kendine sefer et derler; bu sözün manası nedir?

 

Yolculuk nasıl olur; yola düşen, yol alan hangi yolcudur; kime tam, olgun kişi diyeyim?

————————————————

Aklı varlıkla uğraşıp durduğundan ayaği teselsüle bağlanır.

————————————————

Varlık bir denizdir söz de kıyısı. O denizin sedefi harf, incileri gönüldeki bilgi.