Ahlâk eğitimi, günübirlik etkileşimlerle, yetişkinleri gözleyerek, hayatin içinde öğrenerek yürür. Çocuklar bizim hayatlarımızın tanığı olmakla bir ahlâk duygusu geliştirirler. Bir yetişkin, ancak doğru eylemlerle çocuğa ahlâk hocası olabilir. Kuru nasihat ve vaaz çocuklara sökmez. Çocuklar birbirleriyle konuşarak, çevrelerinde olup bitenleri gözleyerek, neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair bir kanaat edinirler. Anne-baba, nasıl önceki nesillerin değer ve ahlâk anlayışını miras aldıysa, kendi çocuklarına da bu mirası bırakmak ister. Anne ve babayla kurulan iletişim, çocukların ‘iç ses’inin ayarlanmasına hizmet eder. Elbette, tutarlı bir ahlâk anlayışına sahip, davranışlarıyla örnek olan anne ve babalar çocuklarına bir ahlâk duygusu geçirebilirler, öte yanda, her çocuk, zaten ahlâkî olana ayarlı bir duyguyla doğar. Kültürel koşullar ve hatta kimileyin eğitim, bu ahlâkî iç sesi bastırır, onun yerine bencilce dürtüleri yerleştirir. Kültürel okuryazarlık artarken, ahlâkî okuryazarlık azalır. Sadece çıkarlarımız için seçimde bulunmak, bir yüzyıl önce ayıplanabilir- ken, yaşadığımız çağda ayakta kalmanın olmazsa olmaz bir düsturu olarak görülebilir. Geçmişin günahı, bugünün erdemi olur.
Türkiye tuhaf bir kötülükle tanışıyor. Annelerini vahşetle katleden kız çocukları, bize her şeyin tersyüz olduğu bir dünyadan, ahlâkî görececiliğin kazandığı, evrensel doğrunun kaybettiği bir başka gezegenden haberler getiriyor. Bu çocuklar hangi cangılda büyüdü? Onları hangi televizyon kanalları emzirdi? Onları ve masum anacıklarını neye kurban verdik?
Değersiz amoral,ahistorik bir kuşağın gelmekte olduğundan dört beş yıldır bahsediyorum. Küresel dünyanın bu topraklarda yarattığı yeni bir klon: köksüzlük ve anlamsızlık salgınının pençesinde, ben tarikatının üyesi, depresif ve endişeli yeni bir kuşak. Baba ve anneleriyle göz göze gelemeyen, onlarla uzun uzun konuşamayan çocuklar. Tutunma zorluğu yaşayan, hayata anlam bulamayan, ya kendilerine ya başkalarına kıyan muzdarip ruhlar.
Tuhaf zamanlarda yaşıyoruz. Ne anne-babanın çocuğa tahammülü var, ne çocuğun ebeveynlerine. Herkesin sadece kendisi için yaşadığı bir dünyada sosyal Darwinizm “Öldür ya da öl!” diyor. Yok edemeyenin yok olacağının telkin edildiği vahşi bir düzen. Kötülerin kaybetmediği bir ülke çocuklarına ahlâkı öğretemez. Bir ülkede hırsızlar, uğursuzlar, çeteciler, katiller, zalimler hak ettikleri cezayı bulmuyorsa, o ülkenin okullarında moral eğitim verilemez. Bir ülke hâlâ kendi içinde doğru dürüst konuşma kültürünü yeşertememişse, herkes bir diğerinin sesini kısmak için uğraşıyorsa, siyasî rekabet kafa kesme ölçüsünde vahşileşmişse sokakları Vandalların tutması kaçınılmazdır.
Çocuklarımızla konuşalım. Onların gözlerinin ta içine bakarak. Acele etmeden. Dinleyerek, anlayarak. Bu ülkede, ötekini yok ederek kendine varlık alanı açacağını düşünen herkesle konuşalım. Onların gözünün içine bakarak. Yüzümüzün farkında olmalarını sağlayarak. Bak, ben de bir insanım. Bir yüzüm var, o yüzün anlattığı bir hikâyem var. Bir ruhum var, bak.
Kaynak:
Kemal Sayar-Herşeyin Bir Anlamı Var
0 Yorumlar