Kapitalist modernizmin hayatımıza getirdiği iş bölümü, sadece belli bir iş süresiyle sınırlı olan ve ancak işin gerektirdiği biçim ve derinlikte ilişkiyi öngören bir arkadaşlık anlayışını dayatmıştır. Sözümona özgür bireylerden oluşan bir toplum yaratma iddiasındaki kapitalizm, iş arkadaşlığı ve “tanıdık” kategorileriyle sınırlı bir dostluk anlayışını öne çıkartıyor. Yarenlik, can yoldaşlığı, kan kardeşliği, asker, mapushane ve yatılı okul arkadaşlıkları, “modern dünya”da eskitilmiş “feodal ilişkiler” olarak unutulma tehlikesiyle karşı karşıya. Dostluğun, üzerinde yükseldiği yoğun yaşantı birliktelikleri, modern toplumda giderek külfet şeklinde algılanıyor. Modernleşmenin sorunu, sanatsal bir fantezi olarak yalnızlık değil, bir gerçeklik olarak kim- sesizleşmedir.
Hesapta sadece kendi ayakları üzerinde durmayı ilke edinmiş özgür birey, saate, randevuya, takvime endeksli ilişkiler ağı içinde, batılı modern şehir yaşamının tadını çıkarıyor. Ama burada tuhaf bir çelişkiyle karşılaşıyoruz: “Özgür birey” öteki, elle tutulur, gözle görülür insanlara karşı bağımsızlaştıkça, saat, takvim, not defteri gibi soyutlamalara, giderek artan bir biçimde bağımlı hale geldiğinin sanki farkında değil. Modern toplumun dayatmaları nedeniyle, canlı bir dost yerine, ilişki düzenleyici programların “dostluğuna” mecbur kalmak, insan ve tarih açsından bir ilerleme olarak nitelenebilir mi? Görüşmek için randevu almak zorunda kaldığınız bir tanıdık, dostunuz değildir.
Burada, sıkça yinelediğim ve gözlerden kaçırılan hazin bir durumu bir kez daha dile getirmek gerekiyor: İnsanlık, bilgi ve iletişim çağı olarak adlandırılan bu dönem boyunca çektiği yalnızlığı, iletişimsizliği, belki başka hiçbir çağda çekmemiştir. Fakat “çağdaş küresel medeniyet” bunun farkındadır ve bireyin doğal, toplumsal konumu içinde kendiliğinden oluşması gereken dostuklar, tüketim kültürüyle yalancı şekillerde paketlenerek “özgür birey” e sunulmaktadır. İş yemekleri, iş yeri partileri, ev partileri, “clubbing” ler, “happy hour”lar, “single party”ler, “after work party”ler. Modern metropolitan dünyada, “ekstazi” buharıyla, ışık ve ses efektleriyle donatılmış, tüketim ve meta kültürüyle bezenmiş, nefs, şehvet ve şiddet unsurlarıyla sinsice provake edilmiş ortamlarda, dostluk, ilişki, paylaşım arayan kuşaklarla karşı karşıyayız.
Üstelik, hesapta özgür bireylerin, özgür yönelimlerini yansıtan bu ortamlarda, dış görünümden, tüketilecek unsurlara, tercih edilecek konuşma ve söylem biçimlerine kadar, herşeyın denetim ve belirlenim altında olduğunu ayrıca vurgulamak gerekir mi?
Oktay Taftalı – Acının Eşiğinde Yaşama Felsefesi,syf.91-92
0 Yorumlar