İslam Düşüncesinde Tıp Geleneği:Belhi Örneği
Paylaş:

indir-300x154 İslam Düşüncesinde Tıp Geleneği:Belhi Örneği

Muhammet Uysal

Belhî’yi anlatmaya başlamadan evvel, onu tanımakla ilgili sürecimden biraz bahsetmek isterim. Açıkça söylemek gerekirse, Üstat Belhî’yi ilk çevirmeye karar verdiğimde bu­nun çok önemli bir psikolojik metin olduğunun farkında bile değildim. Pakistan’da okuduğum dönem, -Allah rahmet ey­lesin- Hekim Emced Haşan isimli bir hocamız vardı ve İs­lam tıbbına ilgi duymamız o hocayla başlamıştı. Hoca’dan İslam tıbbıyla ilgili özel dersler alıyordum. Bir gün Süley- maniye Kütüphanesi’ne geldiğimde kütüphanede el yaz­masından tıpkıbasımı yapılmış Belhî’nin kitabını gördüm. Üç dört saat içinde neredeyse hepsine baştan sona bir göz attım. Böyle bir kitapla ilk defa karşılaştığım için çok ho­şuma gitti çünkü Emced Hoca’dan şifahen öğrendiğim pek çok şey burada yazılı bir metin olarak önümde duruyordu. Ama söylediğim gibi, o zaman çok önemli bir psikoloji metni olduğundan haberim yoktu, daha çok hocadan öğrendiğim beden sağlığıyla ilgili bölümlere odaklanmıştım. Derken bir­kaç yıl sonra ISAM Kütüphanesi’nde basılmış hâlini bul­dum ve hemen kitabın fotokopisini çektirdim. Böylece Üstat Belhî’yi detaylı bir şekilde okumaya başladık. Daha sonra İslam tıbbıyla ilgili daha fazla okumalarımız oldu. Sonra tıp tarihinde doktoraya başladım. En sonunda bir de İslam tıbbının bu meselelere nasıl yaklaştığını ele alan “İslam ve

 

Osmanlı Tıbbına Giriş” isimli bir kitap hazırladım. İçinde yoğun bir şekilde Üstat Belhi’nin de görüşleri var. Bu bilgileri İslam tıbbıyla olan bağımızın görülmesi için vermiş oldum.

Belhî’nin Hayatı

Üstat Belhi’nin yaşadığı dönem, îslam tarihinde ilimler açısından çok hareketli bir dönem. Birçok ilmin kurucu­larının ve ilk eserlerini verenlerin yaşadığı dönem. Hatta bunların kimileri sadece Üstat Belhî ile çağdaş değil, yer­leşim olarak da aynı bölgede yaşamışlar.

O dönem Üstat’ın yaşadığı Belh bölgesine hâkim olan devlet Samaniler. Bunların merkezleri Buhara, Semerkant, Belh gibi yerler. Horasan ve Maveraünnehir’de hakimiyet kurmuşlar. îlim adamlarını destekledikleri için Samani- ler’in hâkim olduğu topraklarda çok meşhur âlim vardır. Mesela herkesin tanıdığı meşhur birkaç âlimin ismini sa­yarsak, îmam Maturidi bunlardan biri. Yine Hakim es-Se- merkandi, Hadis’te İbn Hibbân, İmam Tirmizi ve Tasav­vufta Hakim et-Tirmizi, Kelebâzi. Tıbba gelirsek mesela İbn Sînâ da Samaniler devletinde saray hekimliği yapmış. Ebu Bekir Râzî Tıbb-ı Mansûrî isimli hacimli tıp kitabını Samaniler’in Rey valisi Mansur b. İshak adına yazmış. Bu saydığım isimlerden İbn Sînâ hariç hepsi Üstat Belhî ile aynı dönemde ve aynı devletin sınırları içinde yaşamışlar.

Üstat Belhî 850 yılında Belh şehrine yakın bir köyde doğuyor. İlk eğitimini babasından alıyor. Gençlik çağında bir hac kafilesine katılarak Irak a gidiyor ve orada deği­şik âlimlerden dersler alıyor. Tabii o zamanlar Bağdat en büyük ilim merkezi. Belhî’nin hocaları içinde en meşhuru ise filozof Kindî. Belhî Kindî’den felsefi disiplinleri öğreni­yor. 8 yıl farklı hocalardan ders aldıktan sonra memleketi Belh’e dönüyor, öğrendiklerini öğretmeye başlıyor ve bu­rada ünü iyice yayılıyor. Devlet adamlarıyla ilişkiler kuru­yor. Bir ara kendisine Belh’te vezirlik teklif ediliyor fakat kabul etmiyor. Bir müddet sekreter olarak çalıştığı söyle­niyor. Daha sonra köyüne dönüp bir çiftlik satın alarak oraya yerleşiyor. Bir aralık Sâmânî emîrinin Buhara’da ve­zirlik teklifini kabul ettiyse de yolda bu fikrinden vazgeçe­rek Şâmistiyân’a dönüyor ve 934 yılında orada vefat ediyor.

Üstat Belhî birçok ilimde eser vermiş hezarfen bir âlim, 60 civarında eseri olduğundan bahsediliyor. Ama Mesâ- lihul-Ebdân ve’l-Enfüs adlı bugün etrafında konuşacağı­mız eserinden başka bize ulaşan yok. Bir de coğrafyaya dair eserinin ulaştığından bahsediliyor ama bu eser ba­sılmış mı bilmiyorum.

Psikoloji ile Kurduğu İlişki

İslam tıbbında bugünkü psikolojik meseleleri ele alan yaklaşımlar farklı, felsefenin içinde de bu konulara girili­yor. Nefislerle ilgili tanımlamalar, nefsin bedenle ilişkisi vb. meselelere odaklanılıyor. Bunun dışında ahlaki eserler var. Mesela önemli bir metin olarak Kınalızade Ali Efendi nin Ahlâk-ı Alâî isimli eseri örnek verilebilir. Bu eserlerde Üs­tat Belhî’nin psikolojk görüşlerinç yakın görüşler bulabilir­siniz ama Üstat Belhfyi onlardan ayıran ana eksen, mese­leye tıbbi olarak, yani sağlık açısından yaklaşıyor olması. Yoksa bizim bütün metinlerimizde, tasavvufi metinleri­mizde, ahlaki metinlerimizde ve felsefede nefisle (ruhla) ilgili konular ele alınmış. Buralardan psikolojiye dair veya psikolojiyle bağlantılı pek çok mesele ortaya çıkarılabilir ama konuyla tıbbi olarak ilgilenen ve beden sağlığıyla bir- likte ve onunla bağlam,!. olarak psikolojik konular, da ele alan sadece Üstat Belhî olmuş. Bu konuda sağlıkla ilgili bir kitabı olan ve bu konuları farklı bir şekilde ele alan bir de Kanuni döneminde yaşamış Hakim Şah el-Kazvînî isimli bir üstat var. Onun kitabının ana ekseni sağlığı korumak için yapılması gerekenler. Bu âlimler eski tıpta sağlığı ko­rumanın altı şartı olduğunu söylüyorlar. Bunlara dikkat edilmezse sağlığı korumak mümkün olmuyor.

Sağlık – Hastalık Tanımları ve Bu Bağlamda Tedavi önerileri

Kadim tabipler tıbbı iki kısma ayırıyorlar: İlki sağlığı korumak, İkincisi de hastalanırsa bedeni eski hâline yani sağlıklı hâline döndürmek. O yüzden sağlığı korumaya çok önem veriyorlar. Yukarıda bahsi geçen sağlığı koru­manın altı şartından bir tanesi hava ile ilgili dikkat edil­mesi gereken hususlar. İnsanın beden sağlığım koruması için etrafındaki havayı ona göre düzenlemesi, evini ona göre yapması, sıcak soğuk havadan kendini koruması, el­biselerini havaya göre seçmesi gerekiyor.

İkincisi, yeme içme ile ilgili hususlar. Kişinin bunları takip etmesi, az yemesi veya kötü gıdalardan uzak dur­ması, iyi gıdalar (bedenin hazmedeceği yiyecekler) ye­mesi gerekiyor.

Üçüncüsü, “hareket ve sükûn” diyorlar. Bu bölümde günümüzdeki spor ve egzersizin faydaları, hareketsiz ka­lırsak bunun vücudumuza vereceği zararlar, ne tür spor­lar yapılmalı gibi konuları ele alıyorlar. Bunların hepsinin sağlığı korumaya katkıları var.

Dördüncüsü “harekâtü’n-nefsâniyye” mevzuu. İşte bu­rada -harekâtü n-nefsâniyyenin içinde- bütün tabipler bizim nefsânî-psikolojik-arazlar dediğimiz meselelere girmişler.

Ama mesela İbn Sina’nın meşhur tıp kitabı el-Kanun’unda da, Ebû Bekir er-Râzî’nin Et-Tıbbü’l-Mansûrî kitabında da, îbn Rüşd’ün Külliyâfında da meseleye sadece yüzey­sel olarak yaklaşıyorlar. El a’râzu’n- nefsâniyye, hüzün, fe­rah, öfke mevzularına sadece birkaç satır veya birkaç genel başlık olarak değinip geçiyorlar ve konunun detaylarına çok fazla girmiyorlar. Neden girmiyorlar? Elimizde bu­nun sebeplerini beyan eden yazılı bir metin olmadığı için bilemiyoruz. Sadece bazı tahminler var.

Mesela yukarıda ismi geçen Hakim Şah el-Kazvînî’nin bu 6 şartı anlattığı eserinde riefsânî arazlar kısmına gelince tabiplerin buna çok değinmemelerine gerekçe olarak ortaya attığı iki sebep var: Bir tanesi, onlar bu konuların çok açık olduğunu, konuşmaya gerek olmadığını düşünüyorlar. Ta­bipler her insanın üzüntülü veya öfkeli olursa bunun be­denlerine zarar vereceğini; ferah, sürür ve sevinçli olursa da bunun bedenine sağlık açısından olumlu katkı yapa­cağını bildikleri için bu konulara fazla dalmadılar. İkinci sebep olarak da bu psikolojik arazlar; öfke, hüzün, korku dediğimiz şeylerin insanlarda aniden meydana gelmesi­dir. O yüzden bunu daha önceden düzene sokmak imkân­sız olduğu için tabipler bu konulara fazla girmediler. Ama bunları kesin bir sebep olarak sunmamışlar, Kazvînî “Ben böyle zannediyorum.” diyor. Ardından “Onlar girmese de biz kitabımızda bu konulara gireceğiz.” diyor fakat mese­leye daha çok dini olarak yaklaşıyor. “Başına bir şey geldi­ğinde sabredeceksin, bunun sevabı var; üzüntüden de ka­çınacaksın, ancak Allah için öfkeleneceksin, öfkelenirsen de affedeceksin bunun karşılığında cennet var.” vb. tavsi­yeler yapıyor. Yani Hakîrn Şah el-Kazvînî’in kitabı da as­lında bir tıp kitabı olmasına rağmen bu meselelere daha çok dini açıdan yaklaşıyor. Tavsiyeleri dini bağlamda daha iyi anlaşılabilir.

Üstat Belhî de bu altı şartı açıklıyor kitabında. Önce beden sağlığından bahsediyor, bazı ilavelerle birlikte sağ­lığı korumanın altı şartını açıklıyor: Hava, yeme-içme, uyku ve uykusuzluk, istifrağ ve ihtibas, bedensel hareket ve sükûn ve sonra ruhi hareket ve sükûn.

Öncelikle hava, sağlığın korunmasında esas etken. Çünkü akciğerimizden nefes alıp veriyoruz. Bu da kalbi­mizi etkiliyor. O yüzden “Eviniz havadar bir yerde olmalı, basık bir yerde olmamalı, havası kötü olan yerlerde yaşa­mamalıyız.” demişler. Bunun dışında çok sıcak ya da çok soğuk havadan da kaçınmalıyız. İkincisi, yeme-içme. Yani yeme-içmemize dikkat edeceğiz, sağlıklı gıdalar yiyeceğiz. Sağlıklı olmayanlardan, hazımsızlıktan kaçınacağız. Üçüncüsü, bedenî hareket ve sükûn. Hareket ve sükûna bugün bizim “spor” dediğimiz şey giriyor. Yani çok hareketsiz olursanız vücuttaki hıkların dengesi değişiyor, hasta olu­yorsunuz. Çok hareket ederseniz yani aşırı spor yaparsa­nız da zararlı oluyor. Her şeyin dengeli olmasını istiyor­lar. Dördüncüsü, ruhî hareket ve sükûn. Buraya psikoloji giriyor. Beşincisi, istifrağ ve ihtibas. İstifrağ ve ihtibas de­dikleri mesele ise şu: Vücudunda bir hılt çoğalmışsa; safra, balgam veya sevda, ilaçlarla vücuttan atmanız gerekiyor. Bir de idrar, ter gibi insanın bedeninin atıkları var. Bun­lardan atılması gerekenleri vücuttan atmak, tutulması ge­rekenleri tutmak gerekiyor. Akıncısı ve en önemlisi, uyku ve uykusuzluk. İnsanın yeterli bir şekilde uyuması gere­kiyor. Eski tabipler “Bu altı meseleye dikkat ederseniz ve bunlarda dengeyi sağlarsanız, ifratla tefrit olarak iki ta­raftan bir tarafa doğru dengeyi bozmazsanız, ömür boyu sağlıklı olarak yaşarsınız.” diyorlar.

İnceleyin:  Kalp ve Kişilik Gelişimi

Ruhi hareket ve sükûn meselesini ayrıntılı olarak aç­mak gerekirse, Üstat Belhî biraz daha fazla ve detaylı ola­rak bugün birçok kişiyi şaşırtan psikolojik yaklaşımlarını bu bölümde açıklamış. Zaten haklı olarak “Bu meseleleri benden önce benim gibi açıklayan başka biri yok.” diyor. Burada o zamanın tıp anlayışına bir eleştiri de var. Beden sağlığının ruh sağlığıyla birlikte ele alınmasının gereklili­ğine işaret ediyor. Bir başka yerde “Tabipler beden ve ruh sağlığını birlikte ele almasalar da beden ve ruhun iç içe ol­ması, birindeki sorunun diğerini etkilemesinden dolayı ki­tabımızda beden ve ruh sağlığını birlikte ele alarak doğru bir iş yaptık.” diyor. Yani onun eserini diğer eserlerden ay­rılan en önemli vasfı, tıp ve psikolojiyi birlikte ele alması, psikolojiye de dinî, ahlaki yönden değil “sağlık” yönün­den yaklaşması. Sağlık yönünden yaklaştığı için konuya en başından, yani “hılt”lar meselesinden başlayarak giri­yor. İslam tıbbının kadim tıptan aldığı tıbbi kurallara göre insanın bütün şeylerini, yani bedenî hatta bazen ruhî ame- liyelerini hıltlara bağlıyor. Ateş, hava, toprak, su gibi temel unsurlar var ve bunların insan bedeninde karşılıkları var. Dem (kan) hıltı, safra hıltı, sevda hıltı ve balgam hıltı. Bu dört hıltın hareketleriyle beden sağlığımız ya güzel oluyor ya da güzel olmuyor, yani bozuluyor, hastalanıyoruz. Hılt- lar dengeli bir şekilde hareket etmediğinde bedenin has­talandığı gibi nefsânî arazlar da dengeli bir şekilde devam etmezse nefiste yani ruhta hastalıklar oluşuyor.

Yediğimiz yiyeceklerle bedendeki bazı hıltlar artabili­yor. Mesela safra hıltı artınca bizi hararet basıyor, gözümüz kızarıyor, burnumuzdan kan geliyor. Buna “Bedende safra hıltı artmış.” diyorlar. Sevdâ hıltı çoğalırsa da basur oluyor­sunuz, eğer daha da artarsa kanser oluyorsunuz, hatta Üs- tat Belhî’ye göre vesveselerin kaynağı da bu sevdâ hıltmın bedende artması. Balgam hıltının sebep olduğu başka so­runlar var ve bu hıltlara mukabil olarak Üstat Belhî “araz-ı nefsanî” dediği öfke, korku, hüzün ve vesvesenin -vesve­senin dengesi yok, onu zaten dengeden çıkmış görüyor- dengeli olması gerektiğini söylüyor. Bu dengenin de ken­dine göre şartları var. Belhî bu dengenin sağlanması için neler yapılması gerektiğini kitapta açıklamış.

Bu konuda Üstat Kindî’nin de bir Hüzün Risalesi var. Üstat Kindî de diyor ki; “Bedenimizle nasıl ilgileniyorsak, hastalandığında tedavi ediyorsak, ruhumuzun hastalıkla­rını da tedavi etmeliyiz ve bunlarla ilgilenmeliyiz. Hatta ruhumuz bedenden daha değerli olduğu için daha fazla ihtimam göstermeliyiz. Ruhumuzun hastalıklarını tedavi etmemiz bizim için daha az maliyetli.” Kindi o risalede sadece hüznü anlatıyor. Belhî ise hüzünle birlikte diğer konuları da işliyor. Burada yeri gelmişken bir de şöyle bir durum var, onu da söylemek lazım: İslam tıbbında böyle metinlerin olmaması bu konuların bilinmiyor olmasına delalet etmiyor. Ama o zamanın ilim geleneğinde anladı­ğım kadarıyla anlattıkları gibi sağlık denilince daha çok beden sağlığı ile ilgili kitaplar yazılıyordu. Çünkü beden­deki sorunlar insana çok eziyet veriyor, hareketlerini kı­sıtlıyor. Kanser oluyor, beyninde sorunlar çıkıyor, ayağı kınlıyor, yürüyemiyor vs. ama bu ruhî sağlık meselesiyle yazılı metin olarak çok ilgilenilmemiş. O zaman psikolo­jik destek, ailevi destekler, toplumsal destekler daha güç- lüydü. Mesela insanlar kabile olarak yaşıyorlar. Başlarına bir şey geldi mi bütün kabile bunlara sahip çıkabiliyor. Şimdiki gibi bireysel hayatlar yoktu. Diğer taraftan in­sanlara bu konuda nasihat edecek bilgeler, samimi dost­lar çoktu. Belki de o yüzden fazla ilgilenmemişlerdir ya da Hakîm Şah el-Kazvînî’nin dediği gibi bu meselelerin çok açık olması ya da aniden meydana gelmesi gibi başka başka sebeplerle yazmamışlardır.

Ebû Bekir Râzî ise kitabının girişinde bundan “tıbb-ı ruhani” diye bahsediyor ve önce aklın değerinden başlı­yor, nefsin arzularına uymanın kötülüğünden bahsediyor, sonra bu nefsin ayıplarını yok etmenin insana ne kadar de­ğer katacağından bahsediyor. Ondan sonra da haset, yalan, cimrilik, kendini beğenme gibi meseleleri ele alıyor. Ah­laki bir bakış açısının baskın olduğu anlaşılıyor. Bu kötü değil, onun metnini değerini de düşürmüyor ama olaya yaklaşımı böyledir.

Özetle söylersek Ebû Zeyd Belhî’nin kitabında bu­günkü psikolojiye mutabık düşecek çok benzerlikler var ve sınırlar daha net belirtilmiş. Örneğin vesvese hastalı­ğına önem veriyor, bu sorunun insanı ne kadar rahatsız ettiğinden bahsediyor, bunun daha çok bedensel bir rahat­sızlık olduğuna vurgu yapıyor ve bunu sevda hıltına bağ­lıyor. Gerçekten de sevda hıltı, insanın beyninde sorunlar yaratan bir hılt. İslam tıbbında İbn Sina’nın El Kanun fi’t- Tıb kitabında da sevda hıltının etkileri ele alınıyor. Bugün psikiyatri alanında konuştuğunuz bazı meseleler orada be­yin sağlığı planında ele alınmış. Mesela melankolinin se­bebi de aynı vesveseye sebep olan sevdâ hıltı. Yani kişi­nin fikir ve zanları tabiî mecrada hareket etmiyor. “Abes nesneler zannedip gayri vaki korkulmayacak nesnelerden korkmak gibi.” Yani melankoliye yakalanan kişinin böyle sorunları varmış. Devamında ise şöyle geçiyor: “Bu kişinin uzun sükutu olur, konuşmaz, hâlveti sever, çok düşünceli olur, çok yere bakar” gibi… Bugün psikiyatride ele alınan meseleleri, onlar beyin sağlığı alanında işlemişler. Sorunu beden sağlığı olarak görüyorlar.

Sürekli vurguladığımız gibi Üstat Belhî’nin kitabını di­ğer kitaplardan ayıran en önemli özellik, psikolojik rahat­sızlıkları bedensel rahatsızlıklardan ayırsa da yine bunları sağlıkla ilgili bir çerçevede ele almasıdır. Bedenin sağlıksız oluşunun ruhu, ruhun sağlıksız oluşunun bedeni etkiledi­ğinden bahsederek sağlığa bütüncül bir bakışla yaklaşıyor.

Belhi’de önemli Kavramlar

Üstat Belhî’nin gerçekten çok dakik tabirleri var. Me­sela ruh sağlığı bölümünün girişinde nefisle (ruhla) ilgili şöyle diyor:

Nefse 3 tane mesele atfedilir. Birincisi, kuvve-i fâ- zile: akıl, fehim (anlama), hafıza gibi meselelerdir. İkincisi, ahlaki mahmude ve merzule, yani güzel ah­lak ve kötü ahlak. İffet, cömertlik, cesaret ve bun­ların karşıtı olan ahlaki özelliklerdir. Üçüncüsü de ârâzu’n-nefsâniyye; insanın ruhuna hızlı bir şekilde arız olup hızlı bir şekilde gidenlerdir.

Üstat Belhî’nin kitabında ele aldığı temel konular bun­lardır. Bunları öfke, hüzün, korkular ve vesvese olarak sı­ralıyor. Bedene arız olması ani bir şekilde olur ve ani bir şekilde gider. Vesvese hariç böyle, onun durumu biraz farklıdır. Kitapta özellikle bunları ele almasını da beden sağlığı ile direkt ilgili olmaları yönüyle açıklıyor. Yani in­sanın beden sağlığına etki eden asıl müsebbipler bunlar­dır. Diğer ahlaki meseleler, akıl, fehm, hıfz gibi nefse nis­pet edilen meseleler için, “Bunlar bizim beden sağlığı ile ilgili ele aldığımız bir kitapta ele almaya gerek duyulma­yan meselelerdir.” demek istiyor. Bu ayrımlardan Üstat’ın meseleye tıbbi yaklaşımı açıkça görülüyor.

 Güncel Psikoloji Açısından Belhî’nin Önemi

Üstat Belhî’nin tıpla, Ebû Bekir Râzî gibi pratik ola­rak uğraştığını pek bilmiyoruz. Ama kitabındaki dakik ayrımlardan tıbbı çok iyi bildiğini, psikolojiyi çok çok iyi bildiğini, hatta tedavilerle de ilgisi olduğunu -çünkü kita­bının içinde küçük de olsa 20-30 sayfalık bir bölümde ha­camatlardan, kan almadan, müsekkinlerden bahsediyor- doğrudan tabiplik yapmasa da bu işin teorik meselesini çok müthiş bir şekilde kavramış ve ona hâkim olmuş ol­duğunu biliyoruz. Burada ayrıca altını çizmek gerekir ki, hepimiz bir kitabı okuruz ve herkes oradan kendi anladık­larını anlatır. Esas kitabın daha güzel anlaşılması içinse herkesin o metni kendisi okuması gerekir çünkü herke­sin bilgi seviyesi ve penceresi farklılaşır. Bu bağlamda si­zin psikolojiyle benimkine nazaran daha derin bağlarınız ve modern metinlere hâkimiyetiniz açısından Belhî’yi oku­manız psikoloji alanına dair daha farklı neticeler çıkara- bilmenizi de sağlayacaktır.

Belhî’nin eserleri elimize ulaşsaydı, bana göre bugün birçok alanda başka kitaplar yerine onun kitaplarını oku­yor olabilirdik. Hakkmdaki övgülerden bunu anlayabili­yoruz. Örneğin’ Ebû Hayyân et-Tevhîdî, Ebû Zeyd ile ilgili “Ebû Zeyd Belhî, hikmetin her dalında Doğunun efendisi ve önderiydi. İlk asırda onun dengi ve benzeri biri gelme­miştir. Ve zamanın ta başlangıcında bile ona emsal biri­nin mevcut olduğu zannedilemez.” Yani onun felsefe, ede­biyat, siyaset bilimi gibi her konuda eseri var. O yüzden onu “Horasan’ın Câhız”ı diye adlandırırlar. (Yani böyle il­ginç bir beyinle karşı karşıyayız. O yüzden onun kitabında ele aldığı meseleleri böylesine derinden ve çok dakik bir şekilde ele alması zaten beklenen bir şeydir.

Yeri gelmişken ilginç bir anektoda değinmek isterim. Osmanlı döneminde Ebû Zeyd Belhî’nin beden ve ruh sağlığını birlikte ele aldığı gibi sağlığı bir bütün olarak ele alan bir tabip var. Ama tabii bu kitabın üzücü bir yanı, ki­tap planlandığı gibi tamamlanmamış. Bu kitap tamamlan- saymış belki de Üstat Belhî’nin kitabına rakip olacakmış diye düşünüyorum. Kitap Eşref b. Muhammed’in Hazâi- nus-Saâdât kitabı. Bu kitabın ön sözünde müellif “Sağlık dört kısma ayrılır, ama insanlar sağlığın sadece bedenle ilgili olduğunu zannettikleri için bedeni sağlam olana ‘bu sağlıklı’ der geçerler, ama aslında sağlık dört kısma ayrı­lır.” diyor. Onlar nedir? Bir tanesi “beden sağlığı.” Bunu herkes biliyor zaten. “İkincisi de ruh sağlığıdır ve ruhlar bedenle birlikte olduğu için -aynı Üstat Belhî de böyle di­yordu belki okumuşsunuzdur- hastalanırlar.” diyor. Ama o da “Bunun tedavisi ahlak ilmi ile yapılır. Üçüncüsü ise akıl sağlığı ve akıl sağlığı da eğitimle tedavi edilebilir.” di­yor. Dördüncü olarak da “gönül sağlığı”m ekliyor ve “Bu da Kuran, Sünnet gibi dini metinlerle tedavi edilir.” di­yor. Bu dört sağlığı yerinde olan insana “tam sağlıklı” de­nileceğini, bir tanesi sağlıklıysa örneğin “Beden sağlığı yerinde ama ruh sağlığı yerinde değil, akıl sağlığı yerinde değil” vb. şeklinde ifade edileceğini söylüyor. Ancak bu kitap maalesef tamamlanamamış. Sadece beden sağlığı ile ilgili şeyleri yazmış. Yani belki de yazıldı, o da kayboldu bilmiyoruz. Ama elimizde yok ve bu kitap da yazılsaydı belki Belhî’nin metni ile birlikte elimizde sağlığa bütün­cül yaklaşan ve bunu tek kitap içinde yapan başka bir me­tin daha olacaktı. Belki bir gün böyle bir şeyi sağlık alanı uzmanları yaparlar.

İnceleyin:  Gelin ve Kaynana Evde Nasıl Mutlu Olur?

Belhî’nin Ruh, Zihin ve Beden Anlayışı

îslam tıbbının sağlığa “bütüncül bakışını her zaman vurgulamak gerekir. Asıl mesele bu ve bugünkü modern tıbbın bakış açısından ayrılan en büyük özellik de budur. Kadim tabipler tıbba bütüncül bakıyordu. Şimdi modem tıbbın ilaç yöntemleri de tedavi yöntemleri de farklıdır.

Üstat Belhî’nin ruh sağlığı alanındaki görüşleri bugünkü psikoloji ile -özellikle bilişsel terapiler- uyumlu veya ben­zer olduğu için kitabın daha çok ruh sağlığı bölümü öne çıkarılıyor. Ama aslında beden sağlığı hakkında söyledik­leri de çok önemlidir. Hatta Üstat Malik Badri bu kitabı İngilizceye çevirdi ama sadece ikinci bölümünü -ruh sağ­lığı- çevirdi. Bana göre bu kitabın ikinci bölümünün çok iyi anlaşılması için birinci bölümünden başlayıp okuyup gelmeniz gerekiyor. Çünkü üstat oradan başlıyor. İnsan bedeni temel olarak hangi unsurlardan ve nasıl oluşuyor, nelerden etkileniyor’dan başlayıp meseleyi ruh sağlığına getiriyor. Mesela siz vesvesedeki sevdâ hıltını, safra mese­lelerini veya öfkelenince insanın safrasının artması, bede­ninin sararıp kızarması ile ilgili mevzuları kitabı baştan sona okuyup geldiğinizde daha net anlayabiliyorsunuz. Ta­bii sadece ruh sağlığı bölümünü okusanız bile işinize ya­rayacak birçok bilgi bulursunuz ancak kitabın bütününü okumak önemli.

-Ruh Sağlığı Sorunlarının Tedavisi-

Beden sağlığımızı dört hıltı -kan, safra, balgam ve sevdâ- dengeli hâlinde tutarak koruyabiliyoruz. Bunla­rın nasıl dengeli hâlde tutulacağını da beden sağlığı bölü­münde anlatmış. Yememize, içmemize, havamıza, suyu- muza, hareketlerimize -spor yapma, hamama girme, güzel kokular koklama, güzel sesler dinleme- dikkat edeceğiz. Ruh sağlığı konusunda da iki ana mesele var: Bir kimse­nin ruh sağlığı dengeden çıkmışsa kendimize bir dıştan telkinci ve nasihatçi bulacağız. Burada, telkinin insan ru­hunu nasıl harekete geçirdiğini, yani hastayı tedavi ettiğini anlatıyor. Aslında nasihatler hastanın tedavi edilmesi için kullanılıyor. Ama ruh sağlığımızın bozulmasına da sebep olabileceği için nasihatler ve telkinler çok önemli. Mesela birisi size yanlış telkinler veriyorsa düzgün olan ruh sağ­lığınızı da bozabilir. Bu noktada “Dışarıdan telkinlerle in­sanın öfkesini, üzüntüsünü, korkusunu, vesveselerini iti­dalli hâle getirebiliriz.” diyor. Ruh sağlığının düzelmesi için ikinci yol ise kişinin kendi kendine düşünceleri. Yani “Düşüncelerimizi devreye sokarak, bu nefsânî ârazları den­gede tutabiliriz.” diyor. Bu da çok önemli bir mesele. Za­ten Ebu Bekir Râzî’yi de okumuşsanız orada da bu me­sele var. Kindî’nin metninde de var. Sürekli düşünmeye ve düşünceyle duyguları kontrol altına almaya vurgu ya­pıyorlar. Ruh sağlığımızın dengede olması için düşünceye vurgudan şunu çıkarabiliriz: Düşünmemizi sağlam bir şe­kilde yapmamız gerekiyor. Nasıl? Mesela nefsani arzula­rımızın düşüncelerimize karışmaması gerekiyor.

Nefsani arzular düşüncelerimize karışırsa kendi kendimize de olsa bu dengeyi sağlayamıyoruz. O yüzden aynı beden sağlı­ğımızı bağışıklık sistemini doğru yiyecek ve içecekler ve bunları dengeli tüketerek koruduğumuz gibi ruh sağlığı­mızın bağışıklık sistemi de düşüncelerle korunuyor, insa­nın kendi düşünceleriyle. Mesela buna bir örnek verirsek, Üstat “İnsan ruh sağlığı yerinde iken dünyanın tabiatı hak­kında kendi kendine düşünmelidir. Bu dünyada hiç kimse sıkıntı yaşamadan yahut bir eziyet veya hoş olmayan bir durumla karşılaşmadan her istediğini ve arzuladığını elde edemez. Dünyada âdet bu şekildedir, düzen böyle yürü­mektedir. O yüzden dünyanın tabiatında olmayan şeyleri istememek gerekir. Yani dünyada rahat içinde, hiçbir sı­kıntıyla karşılaşmadan yaşamak mümkün değildir. însan bunu kendi kendine düşünürse insanlarla ilişkilerinde mu­tedil olur, ufak tefek şeyleri görmezden gelir, isteklerinin gerçekleşmesi için ısrarcı olmaz. Ufak tefek şeyleri görmez­den gelmeye kendini alıştırınca da bir gün başına büyük şeyler gelirse ona tahammül etmesi daha kolay olur.” der. îşte Üstat’a göre düşünmenin insana böyle bir faydası var. Bu sadece bir örnekti. Üstat üzüntü, öfke, korku ve ves­vesede de insanın düşüncelerini devreye sokarak psikolo­jik durumunu nasıl dengeli hâle getirebileceğini anlatıyor.

Üstat Belhî, Ebû Bekir Râzî’nin kitabından farklı ola­rak kitabında korku ve hüznü ayrıntılandırıyor. Direkt “Hüzünden kurtulmak şöyle şöyle olur.” deyip geçmiyor. Hüznün bazı sebeplerinin insan bedeni ile ilgili olduğunu -bugünkü adıyla fizyolojik sebeplerini- anlatıyor. Kanın kirlenmiş olması, kanın koyu olması, insanda sebebini bil­mediği hüzünler oluşturur. Bunun tedavisi için de beden sağlığı ile ilgili ilaçlar alacaksınız. Kanınızı incelteceksi­niz, temizleyeceksiniz.” diyor. Ama hüzün sadece psikolojik sebeple oluşmuşsa onun da psikolojik tedavi yöntemlerini anlatıyor. Ayrıntılı anlattığı diğer bir konu ise vesvesedir.

-Vesveseler-

Vesvesenin insanı çok rahatsız ettiğini; çünkü bunun öfke, hüzün, korku gibi sebebi ortadan kalktığında or­tadan kalkmadığını, insanda kalıcı olduğunu söylüyor. Çünkü insanın hıklarıyla bağlantılı olduğunu -sevdâ hıltı- bu yüzden vesvesenin kalıcı olduğunu ifade ediyor. “O da insanın tabiatında vardır. İnsanın tabiatında olduğu için de insana çok zarar verir.” diyor. Çünkü gitmiyor. Mesela birisine öfkelendiğinizde, o öfkelendiğiniz kişiyi görmez­seniz veya “Ben buna niye öfkeleniyorum ki?” diye kendi kendinize telkinler yaparsanız yani öfke sebebini orta­dan kaldırırsanız, öfkeniz geçiyor. Hüzün sebebini orta­dan kaldırırsanız, hüznününüz geçiyor veya korktuğunuz şeyler olduğunda o korktuğunuz şeyleri ortadan kaldırır­sanız, ruh yine sükûnete erişiyor. Siz o korkulardan kurtu­luyorsunuz. Fakat vesvesede böyle değil. Vesvese, insanda kalıcı. Kalıcı olmasının sebebi de sevdâ hıltının insan be­deninde baskın olması. Buna da çözüm olarak “Fikirlerle tamamen kurtulamasanız da en azından vesveseyi sizin beyninizi, kalbinizi, zihninizi meşgul etmeyecek bir se­viyeye getirebilirsiniz.” diyor. Fakat bu, “Bu insanın tabi- atındanmış, ne yapsak gitmez. O zaman biz mahvolduk, demek ki ömür boyu vesvese ile yaşayacağız.” anlamına gelmiyor, bunu dengeye getirebilirsiniz. Bunu nasıl den­geye getirebilirsiniz? Dış telkinlerle ve içinizden düşünce ile yaptığınız telkinlerle. Diğer taraftan sevdâ hıltını da vü­cuttan atarsınız. Yani eğer vesvese probleminiz varsa, bu sevda hıltını vücuttan atan maddeler var. Mesela eski ta­bipler sütten bahsediyorlar. Ayrıca tereyağından, zeytin­yağından bahsediyorlar. Yine başka kitaplarda vücuttan sevdâ maddesini atan macunlar var. Bunlardan kullanır­sanız o konuda yardım almış olursunuz.

Vesvesenin dengeden çıkmasını gösteren şey ise, insanı sürekli meşgul eden, hayatını zehir eden, dünyadaki zevk­lerden pay almasını engelleyen olumsuz düşünceler. Üstat Belhî’nin görüşü budur. Bunu da bedendeki sevdâ hıltının dengeden çıkmasına bağlıyor. Sevdâ hıltı çok olursa insan bazı şeyleri çok fazla düşünüyor, çok fazla takıyor, bir de olumsuz düşünüyor. Bir şey hakkında ihtimaller yüzde elli yüzde elli olsa da vesvese sorunu olan kişi o ihtimalin kötü olanını düşünüyor. Mesela arabayla yola çıkıyorsun, senin yolda sağ salim eve ulaşmak için şansın da var ama kaza yapma şansın da var. Vesveseli insan sürekli o kaza yapma ihtimalini düşünüyor. Neden? Çünkü beyinde bir şey var, onu rahatsız eden o sevda hıltı denen şey, olum­suz düşündürüyor. Hasta oluyorsun, şifa bulma ihtimalin daha fazla olmasına rağmen şifa bulacağını değil ölece­ğini düşünüyorsun. Bu, ölüm korkusundan dolayı olsa ge­rek. Üstat Belhî buna çok değinmiş. Ölüm vesvesesi, yani ölümle ilgili şeyleri çok düşünenlere diyor ki; “Bunun ak­lımızla, düşünerek nasıl üstesinden gelebiliriz? Senin öl­men için bir sebep yoksa, hastalığın yok, sapasağlamsın, yediklerini miden çok rahat bir şekilde hazmediyor, sal­gın bir hastalık yok veya son evresinde bir kanser değil­sin. O zaman sen neden sürekli ölümü düşünüyorsun?” Dengeden çıkma meselesi bü zaten. Olmayan, olmayacak veya olma ihtimali çok düşük şeyleri varmış gibi sürekli düşünmek. Üstat Belhî öfke, korkular ve üzüntüden farklı olarak vesvesenin sebebini bedene bağlıyor. “Bazen de bu şeytandan gelir ama asıl sebep sevdâ hıltının vücutta art­masıdır.” diyor.

Belhî’ye dair anlatacaklarım genel olarak bu şekildeydi. Umarım sizler için istifadeye vesile olur.

 

Editör:Taha Burak Toprak – Psikoloji Tarihini Yeniden Düşünmek,syf:87-103