Yüce Allahın varlıkları karanlıktan var etmesi,.. Karanlıktan maksadın, insanın hayvan tarafını oluşturan su ve balçık oluşu ve insanın yiyecek ve uykuyla hayatiyetini devam ettirmesi… Hakk’ın kendi nurunu karanlığın üzerine yayması… “Hak Teâlâ mahlûkatı karanlıktan yaratmış. Ardından onların üzerine nurunu saçmıştır.[16]” Yüce Allah’ın insanı yarattığında ona Kendini tanıma kabiliyeti vermesi… Sınırsız sıfatlarının her birinden insana parçacıklar koymuştur ki insan o parçacıklardan hareketle bütünü ve sınırsızlığı kavrayabilsin… Tıpkı bir ambardan bir avuç buğday, ırmaktan bir testi su verir gibi… Tam anlamıyla Görmenin ne olduğunu kendisine göstermek için insana biraz görme yeteneği vermiştir. Aynı şekilde ona işitme, bilme ve kudret de vermiştir, tıpkı bir aktarın deposundaki mallarından birazını küçük çekmecelere koyması gibi… O çekmecelerde depodaki ürünlerin nümûneleri bulunsun diye, dükkânına kına, öd ağacı, şeker, amber ve diğer ürünleri getirmesi gibi. O yüzden Allah Teâlâ, “Size ilimden pek az bir şey verilmiştir” (isrâ, 17/85) buyurmuştur. Bununla sadece ilmi kastetmiyor, aslında şöyle buyuruyor: Biraz ilim verdim, her sıfattan biraz verdim, verdim ki bu parçacıklardan yola çıkarak o sınırsızlık görülüp bilinsin… Demek ki aktarın kapları, O’nun depolarını temsil ediyor. Nitekim bir hadiste “Allah Âdemi kendi suretinde yarattı” denilmiştir.
Allah yaratılmışları karanlıktan yarattığı zaman, üzerlerine rahmetinin nurunu serpti. Hakk’ı idrak edebilsinler diye başlarına nurunu saçtı. Bedenleri ise toprak, hava, su ve ateş olmak üzere dört öğeden meydana getirdi. Gönül ile canı, mânâ okyanusundan var etti. Ardından onları bedene yerleştirdi. Önsüz ve sonsuz sıfatlarından, ilminden ve cömertliğinden (bir başka nüshaya göre: aydınlığından) onlara bazı cevherler emanet etti.
O okyanustan onlara sonsuz ve sayısız bir tarzda kahır ve lütuf, eziyet, sabır ve sadakat verdi ki, O’nun sıfatlarını bizzat kendinde göresin ve de O’nun sıfatlarından hareketle O’nun ilmini sezesin… Hani tıpkı aktar misali… O da her deposundan dükkânına ve pazara kına, öd ağacı, şeker, gül suyu, misk ve amber gibi her şeyden çok değil, birazcık getirir; tek seferde hepsini getirmez… Her biri iki yüz eşek yükü tutan, hepsi de dopdolu, sayısız deposu vardır.
Aktar çekmecesine her şeyden koyar ve dükkânına her çekmecenin alacağı kadarını getirir. O çekmecelerde az şey bulunmasına rağmen, akıllı kişi elbette onların gerisinin ambarda olduğunu tahmin eder.
Hakk’ın dükkânı da, insan vücududur. Bu dükkânda Rahmanın sıfatlan bulunmakta, öyleyse Allah’ın şendeki sıfatlarını gör! Çok az miktarda olmalarına rağmen, sen yine de içini iyice ant da o sıfatların nasıl nurlu olduklarını bil, nasıl her yanı aydınlattıklarını anlayıp kavra! Dikkatin; bu azdan o çoğa yönelt!
Ey susuz, tek bir dolu testiden hareketle, gürül gürül akan o Fırat’ın suyunu bilirsin ya! Ey delikanlı, bir veya iki kuru üzümle o üzümlerin tamamı hakkında fikir edinirsin ya! Buğday ve diğer hububat için de durum aynıdır: Onların bir miktarı bütününe işaret eder!
Kur ânda Allah, “Size azı verildi” buyurdu. Verilen küçücük bir şey, okyanustan bir damladır:
“İlmim sınırsızdır. Bu ilimden birazını size Ben numune olarak verdim ki o az şeyden hareketle Beni tanıyasınız, Beni gaflete düşmeden yâd edesiniz. İsimlerim: Duyan, Gören, Bilen, Âdil, Alîm, Rahman ve Her Şeyi Bilendir. Beni bilmen ve kalben temiz olman için, bütün bu sıfatları sen kendinde gör! O sıfatlar sınırsız olmalarına rağmen, şu az sıfat da Benden cüzlerdir. Sen bu sıfatlar sayesinde öte âleme yükselebilirsin! Öyleyse bil ki bu dünya Bana doğru gelmede!
İki cihanda da Benim sıfatlarım olan o sınırsız denizlerden Ben sana birazını verdim. Sen o biraza ilim ve irfanla bak da Elest bezminden17 beri Benim sıfatlarımın seninkilerle nasıl birlik olduğunu gör! Senin sıfatların Benimkilerden asla ayrılmış değiller! Uyan!”
(Bu durum) tıpkı güneşin eve ışığını gönderip orada yansımasını andırır… Güneşin parıltısı evde zayıf olsa bile, her açıklıktan, o açıklığın çapına göre, içeriye nüfuz eder. O ışık güneşten ayrı değildir, gizlenmiş de değildir, apaçık bir şeydir bu. İşte bunun gibi, sen de Allahın sıfatlarını böyle bil, sayfayı tersinden okuma! Zaten o yüzden Yüce Allah, Hz. Âdem hakkında, “Biz onu kendi suretimizde yarattık” demiştir.
Bu, tıpkı dükkândaki çekmecelerin depoların sırrını ifşa etmelerini andırır. Depolar son derece geniş ve sınırsız olmalarına rağmen, dükkân, deponun bir numunesi değil midir?
Sen bu az sıfatlardan Asıl Olana ulaş! İkisi arasında ayrım yapma!
Ancak burada bir incelik var, onu bil: Boyun eğip teslim ol ki, onların anlamları sana açık bir hâle gelsin!
Allahın sıfatları hariç, diğer sıfatlar aralarında ışığın güneşle bir olması gibi birdirler. Onların parçası bütünden ayrılmıştır, bil bunu! Her ne kadar parça bütünün benzeri olsa da, bir avuç buğday, bir depo buğdaydan farklı değildir.
Şu küçük parça bütüne benzese de, görünüşte bütünden ayrıdır. Ey yol ve yordam bilen sen, bunun birçok örneği ve modeli vardır! Anlamak için kafa yor! Varsa gönlün, gönlünü Hakk’a ver, çünkü yardım O’ndan gelir. Hayat, varlık, sıhhat, hepsi O’ndan gelir. Senin kaynağının suyu O’nun nehrinden gelir. Madem sen O’nun ırmağısın, ara O’nu! Yönü bırak da O yönü olmayanın yönüne git!
Su kuşu, su; kara kuşu, kara yönünde kanat çırpar. Uyanık gönül, yeri ve göğü aşar, yüceliklere yükselir. Yerden olmayan ruh, nasıl olur da yeri arzular? Sivrisineğin yuvası hiç ankâ kuşuna yaraşır mı?
Şu gökle yer bir hapishaneye benzer, öyleyse hür ruh onları nasıl tercih edebilir? Ruhun göğü Tanrı’nın eşiğidir; onun ebedî sarhoşluğu, Hakk’ın Şarabından gelir. Bir nur damlası, tıpkı denizin damlaları gibi, geldiği yere geri döner. Denizin suyu, her nerede olursa olsun, elbette kendi kaynağına doğru yönelir.
Veli, o nura sahip olduğu için, hiç onun ruhu o nurdan uzak kalabilir mi? Onun göğü, hiç şüphe yok, o nurdur ve veli ancak o nurla mutlu olur. O hâlde sen velinin bu gökkubbeye ait olduğun sanma; o onun cinsinden değil ki! Niye oraya gitsin! Şu gökkubbe şekildir, ruhsa mânâdır, mânâ mânâya doğru gider. Nur ancak nurla hem dem olur, cin huriyle asla buluşup uyuşmaz! Denizin dalgaları deniz üzerinde süzülür; çöldeyse rüzgâr toz duman estirir. Rüzgâr tozu toza götürür, çünkü türeyen şey, türediği yere döner.
Parçalar bütünle birleşir. Nitekim cennetin parçası cennete, cehennemin parçası da cehenneme yol alır.
Sultan Veled – Sufilerin Sırları,syf:28-30
17 Allah’ın bütün insan ruhlarına “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sorduğu ve bütün ruhların da “Evet!” cevabını verdiği ezeldeki toplantı, bkz: A’râf, 7/172.
0 Yorumlar