Gerçeği Bilmek

yaraticinin-akliyla-dusunmek Gerçeği Bilmek

Neler biliyoruz? İnsanoğlu yeryüzünde ne bilgilere sahip oluyor? Göz görüyor ve zekâ kavrıyor. Bunca bilgilerin sahibi insan bildikleriyle mağrurdur. Acaba neyi biliyoruz? Akıl kendi önümüze, yolumuzu aydınlatan bir ışık serpmekten başka bir şey mi yapıyor? Bildiklerimiz, kendimizden çıkıp yine kendi varlığımıza avdet eden ihtisaslardan ibaret değil midir? İnsan, ihtiyaçlarını giderme endişesiyle yaptığı etrafına saldırma hareketleri içinde kâinatta kendi iştihalarına elverişli olan şeyleri araştırıyor, onları kendi iştihalarının uygunluğuna göre isimlendiriyor ve öyle değerlendiriyor. Sonradan gerçeği tanıdığını söylüyor ve hükümlerine, gerçekle uygun bilgi manasına hakikat damgasını vuruyor. Gerçeğin bilgisi olan fikir kimin hakikatidir? Zira hepimizin hakikatleri başka başkadır. Hepimiz menfaatimize uygun fikirlere hayran olarak ömrümüzün sonuna kadar o hayranlıkla sarhoş yaşamaktayız. Kimimiz bir resmin, kimi bir karın, kimi de bir mesleğin hayranıdır. Kiminin de bir sanat ilahıdır, kiminin bir hüner sultanıdır.

Onunla övünür, onunla gururlanır. Hayatı muhafaza içgüdüsüne bağlanan bütün arzular ve sefaletlerimiz bizde benlik şuurunu yaratıyorlar. Onların gözüyle de görüşe akıl diyor, düşündüğümüzü söylüyoruz; gerçeği bildiğimize inanıyoruz. Bir tüccarın, bir büyük memurun, bir makam ve gurur adamının aklı, onun dayandığı gurur ayaklar altına alınıncaya kadar kutsal bir nesnedir. Bir hâkimin hatalı hükmü, kendi gözünde ilahi hüküm kadar isabetlidir. Bir zümre zihninde esir olan insanın kanaatleri, kendine göre hakikatin ta kendisidir. Karşı karşıya harp eden iki ordunun askerleri için ölüm, aynı derecede mukaddestir.

Hakikat şu ki, canlı varlığın ilk ihtiyaçlarını içgüdüler karşılıyor. İçgüdü tatmin olundukça hayati kuvveti biriktiriyor. Ruh sefaletleriyle el ele veren hayati kuvvet kendi kendini deneye deneye insanda ihtiras haline geliyor. Sonunda eşyayı ve olayları ihtiraslarımızın dürbünü ile görüyoruz. Sefaletlerimizin fetvasına böylece boyun eğiyoruz.

İnceleyin:  İnsanın Sefaleti

Ve bütün bunların sebebi, gerçeği bilmeyişimiz, selametin kendi ruh dünyamızdan doğacağını bilmeyişimiz, tatminleri anında bile ufuklarımızı daraltan kendi ihtiraslarımızın kendi asıl düşmanlarımız olduğunu bilmeyişimizdir. Yeni doğmuş iki insan yavrusu masum bakışlarını dünyaya açar açmaz karşı karşıya birbirlerine yaklaştırın ve birine “sen işte karşındakinin düşmanısın, onu bir gün öldüreceksin” deyin. Öbürüne de “Sen de ondan intikam alacaksın” deyin. Sonra o iki çift masum gözlere bir bakın. Kendinizden utanırsınız. Gafletinizden ürperirsiniz. Eğer basiret gözüyle bakmışsanız o kadar küçülürsünüz ki yavruların saf bakışı size ilahi hitap kadar büyük ders olur. O aynada kendinizi görür ve tövbe etmek istersiniz.

Lakin tövbe etmesini istemek lazım. Bu isteyiş ancak gerçek bilginin eseri olabilir. Gerçeği nasıl bulalım? Nerede arayalım? Bütün gafletlerden bizi kurtaracak olan hakikatin yolunu bulmak için sonsuzluğa götüren bazı denemelerin yapılması lazımdır. Gerçek ibadet sonsuzluğa çevrilen isteğimizdir.

Sonsuzluğa çevrilen samimi istek, insan için selametin ilk adımını teşkil ediyor. Bu isteği sık sık tekrarlamak, bu isteği sevmek, onu elde etmek lazımdır. Bu tekrar, bu isteğin tekrarı, arkası namütenahi aydınlıklar dolu ilahi bir kapıyı zorlamak gibidir. Bu kapıyı kımıldattıktan sonra bizim tarafımıza ışıklar süzülüyor. Yeni denemeler başlıyor: sanat denemesi, ahlak denemesi, din denemesi.

Hakikati bizden saklayan, örten, onunla aramıza giren engelleri ortadan kaldırıcı hareketin sevgisini bize felsefe ve hikmet sunuyor. İlim bu hareketin usulünü öğretiyor. Sanatın denemesi, bir olan iç dünyamızda binlerce teraneler yaşatıyor.

Sonsuzluğa teslim olmayıp sonu olan hadiselerin sebepleriyle gayelerine dayanan harekette ahlaki karakter görülmüyor. Bütün varlıkların hayattan şikâyet ettiren tatminsizlikler, sonsuzluğa dalamayışımızdan doğuyor. Şu bütün sonu olan varlıkların âlemine varlığı hapseden perdeleri yırtarak sonsuzluğun kendi açabilen insan, orada gerçek murada erecektir. Ve ancak o perde açıldıktan sonra eşyanın gerçeği anlaşılacak, hadiseler asıl kendi manalarını kazanacaklardır: hayatın bir deneme sahası, ölümün bir istasyon olduğu oradan sükûnetle temaşa edilecektir.

İnceleyin:  Felsefede Hürlük Sorunu

Çokluğun vehim olduğu anlaşılacak, her şey Bir’de birleşecektir. Her şeyin bir şey olduğu bilinecek, Bir’inse mekâna sığmayan Dost yüzü olduğu görülecektir.

Şüphesiz ki bilen sever, af eder, sabır eder. Bilen Bir’i bilir. Bir’de yaşar. Bilen bazen ölür ve her an yeniden dünyaya gelir. Bilen her gerçek bilginin, sonsuzluğa iştirak denemesi olduğunu bilir. Hakikat yerde olsun, gökte olsun, bedende olsun, ruhta olsun, şuur dediğimiz şu mahdut cihazla sonsuzluğa açılan bir pencereden bakış sayesinde elde edilebiliyor. Bu sonsuzluğa ve ilahi araziye açılmayan düşünüşler, bilgiler hep izafidir. Hepsi bir nispetine ifadesidir. Hepsi sakat, hepsi de itibari görüşlerdir. Gerçek ilmin yolu sonsuzluğun dünyasından geçiyor. Bilen, varlığı didik didik eden duyguların hepsinden kurtulmuştur. Zindanda, Cennette gibi mesut yaşar. Her halinde sonsuzluğun huzurunda olduğunu bilir. Izdırabı içinde o yine düğündedir, davettedir. Bütün dünya nimetlerinin bir paslı çividen farksız olduğunu bilir.

Bilen, gururdan, kinden ve bütün hırslardan soyunmuştur. Bilen bahtiyardır. Ne mutlu bildim diyene.

Nurettin Topçu,Var Olmak

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir