Bir milletin istiklali demek, sade yabancı otoritesine bağlanmamak demek değildir. İstiklal, kendi varlığımızın temelleri üzerine dayanarak yaşamak demektir. Bizde din taassubu bahane edilerek Batı dünyasının bütün menfaat ve zevk temelleri üzerinde mukaddesleştirdiği asri hurafeler memleketimize bir asırdan beri sistemli bir şekilde sokulmakla, milliyetin kökleri kazandı. Bize ait kaynaklar gözden uzaklaştırıldı. Çocuklarımız bir mukaddesat terbiyesinden mahrum olunca bize karşı geldiler, ancak o zaman biz de ne olduğumuzu şaşırdık. Ahlak büyüğümüz ve mürşidimiz Mehmed Akif şöyle haykırmıştı:
Mefahir kaynasın gitsin de vicdanlar kesilsin lal,
Bu izmihlal-i ahlaki yürürken durmaz istiklal!
Milliyetçi, muhafazakâr değildir demek, millet hayatında ne ırk, ne vatan, ne ekonomi beraberliği, ne dil, ne de din mukaddesliği tanımamak demektir. Bütün bunlar gidince ortada milliyet kalmaz. Bunlardan bazılarının, dışarıdaki daha güzellerile mübadele edilmeleri demek, milliyetin, feda edilen unsur nisbetinde zayıflatılması demektir. Millî hayatımızın, batı medeniyetinde yaşanan değerlere uygunsuz olan uzuvlarını hemen feda edivermek gafletini gösteren Tanzimatçılar ve sonradan onların bu hareket tarzını tekrarlayan inkılâpçılar, millet hayatımızdaki gevşeyişin ve bugünkü perişanlığımızın sebebi oldular. Onlar düşünmediler ki, sosyal şekiller değişiktir ve ebedi kalıcı değildir. Ancak bunları yaşatan ve herbirine değişik şekilleri altında hayat veren değişmez kaynaklar vardır. Milleti kuran bu kaynaklar kurutulursa dışarıdan iğreti ve perakende olarak alınan kuvvetler bir milleti yaşatamazlar ve milletin imanına mâlolamazlar. Büyük milletlerin kuvvet ve azametindeki sırrı bunlar düşünmediler.
Herşeyi her an değiştirebilen ve yerine daha iyisini getirebilmek iddiası ile eski kurumlardan herhangi birisini feda etmekten çekinmeyen bir inkılâbcılığın akıbeti ne olabilirdi? Bu tarzda inkılâba alışkanlık, onu hareketlerimizin prensibi olarak kabul etmek, sonunda bize ait hiçbir kurum, milletin kaynaklarından hiçbir esasın kalmayışile neticelendi. Böyle olunca komünizme kolayca kapılan bir nesli, kendi elimizle hazırlamış olduk. Bu inkılâpçıların temelden bir gaflete ve köklü bir taassuba dayandıklarına şahit oluyoruz: Bir takım müesseseleri devirdikten ve yerine yenilerini koymuş olduktan sonra da hâlâ inkılâpçı olduklarını söylüyorlar ve muhafazakâr kelimesinden müthiş bir taassupla ürküyorlar. Fakat kendi inkılâplarını korumak için değme muhafazakârın gösteremiyeceği, akla ve ilme de ters düşen hareketleri taassupla müdafaa ediyorlar.
Batının ilerleyişi, kendi kökleri üzerinde kendi meyvasını hakkile verebilmesi, başka deyimle, kendi bedeninde kendi ruhunu samimî ve tam mânasile yaşamış olmasındandır. Biz de kendi hayat kaynaklanınız, yani milletimizi kurmuş olan temeller üzerinde kuvvetli gelişmeyi temin etmekle, kendi öz yani cevherimizin hayatını şiddetle yaşamak suretiyle ilerliyebilirdik.
Biz bu cevheri her sahada çamura fırlatarak inkılâp yapacağımızı sandık. Sonunda bugünkü acı hakikatlerle karşılaştık. İnkılâbımızın ruhlarda hareket doğurmayıp satıhta heyecan köpüğü gibi kaynayıp söndüğünü görmek bize ders olmalı. Avrupa’ya bir asırdanberi, evet kendi mukaddesatımızı yerlere vurarak şımarık ruhlu Avrupalıya bir asırdanberi minnetle el açıp onu taklide çalışmamızın acıklı âkıbeti bizi uyandırmalı. Avrupa’dan gelecek herşeyi elde etmek için süratli ilerleyişimizin sonunda en karanlık imansızlığa yuvarlanışımız, bugün bize en büyük aydınlık olmalı.
Dar mânada anlaşılan inkılâpçılık, insanlığımızın çok aşağı tabakalarına ait basit bir taklitçilikten başka bir şey değildir ve bu mânada inkılâpçı, aslâ milliyetçi sayılmaz, mukaddesatına bağlı insan olamaz.
Hakikatte inkılâpçılık bu mudur ve insan ruhunda inkılâpçılık cevheri diye bir şey yok mudur? Bizce hakikî mânada inkılâpçılık, muhafazakârlığa zıt bir temayül değil, onu tamamlayıcı bir cevherdir ve böyle anlaşıldığı zaman millî hayata, muayyen bir nizâma bağlı olan herkesin o nizâmı muhafaza edici olması ilk şart olarak anlaşıldıktan sonra, bu devrin icaplarına göre tekniğin. ılım hareketinin, felsefe metodlarının gelişmesine göre mevcut nizâmı ayarlamak ve yeni görüşler içerisinde inkişafına yeni yeni istikametler vermesi inkılâpçılık diye telakki edilmelidir.
Bu gerçek anlamda, herkes başka başka derecelerde inkılâpçı olabilir Ancak bütün mevcut nizâm sistemini, ne olursa olsun, her devirde değiştirmek temayülünde olan mahdut ve içi çok sıkıntılı bir insan zümresi vardır ki, bunlar hiç muhafazakârlık tanımayan inkılâpçılardır.
Nurettin Topçu,Yarınki Türkiye
0 Yorumlar