Dostluk, iki insanın sürekli tanışmasından ibaret basit bir içtimai olay değildir. Kelimenin gerçek mânasıyla dostluk, dünyada pek az rastlanan yüksek ve müstesna bir ruh halidir. Erkekle erkek, kadınla kadın arasında yalnız ruh âleminde barınan aşkın sakinleşmiş ve süreklilik kazanmış şeklidir. Yalnız samimî ruhlarda barınır. İnsan şahsiyetinin en yukarı basamaklarında rastlanır. Her olay karşısında iki insanın aynı duygulara sahip olmasıyla yaşatılır Arkadaşlık, akrabalık ve kardeşlik gibi, uzvî veya tesadüfi yakınlıkların dostlukla alâkası yoktur. Bütün bunlar, ruhları esir eden cemiyet çemberlerinin, bayağı ve hayvani menfaatler hesabına veya sadece bu yeryüzünde sürünmek isteyen hayatın hesabına kullandığı iğreti desteklerdir. Ruhu esir etmekten başka bir şey yapmazlar. Ruhun asıl kurtarıcısı olan dostluğun yaşla, kanla ve menfaatin ilgisi olamaz. Yaşları, ana-babaları, menfaatleri, vücutları ayrı olan iki varlığın dostlukta bir kalple yaşamaları nasıl izah edilir? Bunu, biyoloji ile sosyoloji ilimlerine başvurarak açıklamak imkansızdır.
Ruh dünyasının sonsuz sırlan var. Bunlar bedenin ve cemiyetin kalıplarına girmiyorlar. Dostluk, şuurdışı denen ve ruhun derinliklerinden gelen bir müjde veya ilham gibidir. Neyi aradığını bilmediği halde “aradığımı buldum” diyen, karşısındaki insan ruhu üzerinde hiçbir tahlil, bir akıl yürütme yapmadan muradına ermişlik sevinci ile sarsılan ruhun zaferi dostluğa kavuşmaktır. Bu yeryüzünde yalnız yaşayamayan insanoğlunu yalnızlıktan kurtaran dosttuk, dıştan sebeplerle açıklanmayan ruhî ve ilâhi bir ilhamı andırmaktadır Dostlukta sanki bir ruh ikiye bölünüp kendi yarımının karşısına geçiyor.
Büyük insan ruhu dostlukta bulunan ve dost arayan ruhtur. Hiç- kimseyi sevmeyenlerin ruhunun varlığından şüphe edildiği gibi, herkesi aynı halde sevenlerin samimiyetinden şüphe edilir. Yalnız sevdiği varlıkta kendi yarımını arayanlar samimi ve büyük ruhlardır. Mikelanj bütün ömrünce sanki çilesini doldurur gibi, varlığını tüketircesine çalışıp meydana getirdiği eserle aradığı dosta varlık vermek istiyordu; kendi varlığını dost varlığa aktarmak istiyordu. Russo, hep sefaletlerle dolu hayatının bütün buhranları ile isyanları arasında bir dost aradı. Bethoven’in senfonileri, mutlaka açılması için sonsuzdaki dost kapışım sarsan feryatlardır.
Dost sade bir insanda mı aranır? İnsanda rastlanmasa da o, bütün dünyaya hayat halinde serpilmiş bir yüzde görülür. Bu yüz, bu güzel dost yüzü tabiatın yüzüdür. Tabiatta gizlenen insan yüzünü görmeyen gözler kördür. Tabiatla konuşmasını bilmeyen insan ruhu dilsizdir. Gözü ve gönlü olanlar ne halde olsalar tabiat onlarla sözleşir; her nerede olsalar onlar tabiatla konuşurlar ve onunla halleşirler. Dost arayan gönüller, onu bir insan varlığında bulmasalar bile tabiatta bulurlar. Hicrandaki ruhun bir ağacın altına sığınması ve karşı yamaçta bulunan bir ağaçla sözleşmesi hicranım vuslat yapıyor.
Dağların ardındaki dost sanki karşısındadır. Bir dere kenarındaki su sohbeti yüzlerce insana çevrilen hasbıhalden çok zengin ve çok daha değerlidir; çünkü onda bir kalple konuşulur ve o kalbe derinlerdeki bütün sırlar açılır, acılar anlatılır. Hem de ondan şifa umulur; onunla yaralar tedavi edilir. Suyun çiçeklerde koku, gökyüzünde renk, tende hayat olmadan önce varlığının en büyük hikmeti yaraları tedavi etmesidir. Ruhtaki derin yaralar Kur’an’da sesle tedavi edildiği gibi, tabiatta su ile tedavi edilirler.
Güneşe gelince her bakışı yeni bir aşka başlangıç olan bu dost yüzü, tabiattaki bütün dostlukların ezelden beri soğumayan kaynağıdır. Akar sular ve ağaçlar, denizler ve dağlar hayran hayran onu seyrederler. Çağlayanlar o nurdan sevgiliye hıçkırırlar. Rüzgârlar onun için inlerler. Yatağında için için ağlayan derelerin kalbinde onun aşkı parlamaktadır. Başakları çiğlerle yüklü bir bahar tarlasında güneşin hülyası dalgalanır. Güneşsiz bir dünyada acaba aşk olur muydu? Tabiattan Tanrı’ya tırmanmak, hakikat yolculuğunun son çabasıdır. Çünkü tabiat, dostların dostu olan Büyük Dost’a, Allah’a ulaşmak için hilkate dayalı bir merdivendir; her tarafına insan denen leşlerden pis kokular ve zehirleyici buğular saçılan cemiyet hayatından kurtulup da tek kurtarıcı Dost’a kavuşmak için geçilmesi zorunlu olan geçittir.
Bu geçit aşıldıktan sonra ruh Allah sohbetine kavuşur; o artık her yerde Allah’la beraberdir. Bu geçidi geçmedikten sonra, dünya denen viranede kalbine dost arayan biçareler boşuna yoruluyor. Ömür boyunca dost peşinden koşan zavallılar dost bulmasalar da onu arama zevkini tattılar. Her sabah doğan güneş onları, “Kalk, dostunu ara!” diye selâmlarken gönüllere bol ümitlerden bahşiş dağıtıyor.
Hayatın mânasını hakkıyla bilenler, onu bol kazanma ve hoş vakit geçirme vehimlerinde telef etmezler; belki dost arama yolunda bir cihad devri sayarlar. Aranan dost ya bir insan yüzünde gülümser, ya da insanı tabiatın cezbelisi yapar. Miracda açılan kapı belki sonunda ona da açılacak. Ümidimiz, miracın dâvetcisi olan o Büyük Dost’un sohbetine kavuşmak olunca dünyamız da değerli olacak, bu sefil âlemde dost arama çabalarımız boşa gitmeyecektir. îşte o zaman “dünya güzelmiş, çünkü o Büyük Dost güzel!” diyebileceğiz.
Nurettin Topçu,Var Olmak
0 Yorumlar