Selçuk Kütük
Bazı konulardaki tartışmaların sonu hiç gelmez, çünkü asıl mesele hep gölgede kalır ve söylenmesi gereken şeyler doğrudan değil de dolaylı olarak ifade edilir. Evrim teorisi ve evrenin kökeni hakkındaki tartışmaların bu bitmeyen münakaşalar listesinin en başında geldiğini söylemek abartı sayılmaz. Taraflar söylenebilecek hemen her şeyi ortaya koymuş olmalarına rağmen neredeyse hiç kimse pozisyonunu değiştirmez, çünkü herkes daha baştan konumunu korumaya azmetmiş haldedir. Eğer tartışma başka herhangi bir teori üzerinde cereyan ediyor olsaydı, çoktan neticeye bağlanır ya da önemini kaybederdi. Tüm mesele, evrim teorisinin sadece bilimsel bir sorun değil, aynı zamanda felsefi bir problem olması ve arkasında bir dünya görüşünün yatıyor olmasıdır. Teorinin geçerli olup olmaması, onu sonuçları itibariyle diğer teorilerden farklı kılmaktadır. Ateist açısından bu bir ölüm kalım meselesi sayılabilir, çünkü teorinin geçerli olmadığının anlaşılması tek alternatifi olan dini argümanın, yani yaratılışın kabulüne yol açacaktır. Aynı şeyin teist açısından neden geçerli olmadığı ya da kısmen geçerli olduğu aşağıda açıklanacaktır. Bir teorinin ispatını yapmak iddia sahibinin vazifesidir, dolayısıyla bizim evrim teorisini yanlışlama gibi bir mecburiyetimiz yoktur. Buna rağmen, evrim teorisine yönelik teknik itirazların ve eleştirilerin yapıldığını biliyoruz. Bu yazı çerçevesinde ise, sözü edilen teorinin bilimsel kriterlere uymadığı ve hepsinden önemlisi apriori kabullere dayalı bir inanç olduğu gösterilemeye çalışılacaktır.
Bilimsellik İddiası
Karşımızda öyle bir teori duruyor ki, bilimsel olduğu ısrarla savunuluyor, fakat bilimsel kriterlere uymuyor; gözlenemiyor, yeniden uygulanamıyor ve ölçülemiyor. Hepsinden ötesi, daha iyisi olmadığından bunun kabul edilmesi isteniyor. Eğer teorinin arkasında ideolojik bir bakış ve doğruluğuna dair kesin inanç olmasaydı, açıklama gücündeki zayıflığından dolayı çoktan terk edilmiş olurdu. Bilimsel bilgi, felsefi görüşlerle yoğrulup düzenlenerek önümüze getiriliyor ve bunun bilimsel bilgi olduğu ileri sürülüyor/dayatılıyor. Bu anlamda teistlerin karşısında bir bilim kilisesi durmaktadır. Tabii ki bu noktada karşımıza, bilim olanla bilim olmayanı ayırt etme sorunu çıkıyor. Evrimci, daha meselenin başında tanrının var olmadığını kesin bir veri olarak kabul ederek yola çıkmaktadır. Dolayısıyla, geriye hiç inandırıcı olmamasına rağmen, her şeyi sadece maddeye bağlı olarak açıklama yönteminden başka çare kalmıyor ve buna bilimsel açıklama deniyor. Bilimsel kılıf altında yapılan sahte açıklamalara itiraz yöneltildiğinde ya “şu anda eldeki en iyi izahın bu olduğu” ya da “bilimin gelecekte bu sorulara açıklık kazandıracağı” söylenmektedir. Bu yaklaşımda evrimcinin kendini bilimsel bilgi ile sınırladığını görüyoruz. Ancak kişinin kendini salt bilimsel bilgi ile kayıt alması onun dünya görüşüyle ilgili bir sorundur.
Tüm bilgimizin bilimsel bilgiden ibaret olduğunu söylemek tam bir bilim-perestlik anlamına gelir. Sanat, müzik, edebiyat, ahlaki değerler, sevgi, aşk vs. hakkındaki bilgilerimiz bilimsel bilgi kategorisine dahil edilemez. O halde, “kişi kendini ne ile sınırlayıp bağlıyorsa gerçekte inancı odur” diyebiliriz. Problemin daha başında Allah’ın varlığını ve yaratılış düşüncesini devre dışı bırakarak evrimsiz bilim olamayacağını dayatmak işte ancak böyle bir inancın gereği olabilir. Fiziksel bir olayın açıklanmasında bilimsellik kaygı sı altında öznesiz bir açıklama yöntemine başvurulması bir şeyleri gizlemeye yönelik bir tavırdır. Bilindiği üzere, Aristo maddi, şekli, fail ve gai olarak dört sebepten bahseder. Modern bilim bunlardan sadece ilk ikisi (madde ve form) ile ilgilenir, asıl fail ve maksat üzerinde durmaz. Dolayısıyla bilimsel açıklama biçimi pratikte değilse bile, felsefi açıdan hiçbir zaman tatmin edici olmamaktadır. Bu probleme evrim teorisinde de rastlanmakta ve failsiz ve herhangi bir maksada yönelik olmayan salt maddesel dönüşümlerin insan gibi bir varlığı netice verdiğine inanılması istenmektedir.
Canlılığın Başlangıcı Sorunu
Evrimci, tüm çalışmalarında rağmen en temel sorun olan hayatın nasıl başladığını meselesini açıklayamıyor. 21. yüzyılın bilgisi ile laboratuar şartları altında bile bir hücre üretilemezken, hayatın kendiliğinden ortaya çıktığını ileri sürmenin neresi bilimseldir? Açıkçası hayatın, cansız maddelerin kendiliğinden bir araya gelerek başladığı iddiası bilimsel olarak gösterilemediğinden evrimci açısından bu durum tam manasıyla aksiyomatik inanç özelliği taşır. Bilindiği üzere matematik, geometri ve fen bilimlerinde belirli bir başlangıç yapabilmek için birtakım aksiyomlar kabul edilir. Bu aksiyomlar kümesi sadece birer tanımlamadan ibarettir ve ispatları yapılamaz (Euclides geometrisinde iki nokta arasındaki en kısa mesafenin bir doğru olması gibi). Dolayısıyla aksiyomatik temele dayalı bir bilginin doğruluğu, aksiyomların geçerliliğine bağlıdır. O halde evrimcinin ya canlılığın nasıl başladığını göstermesi ya da bu iddiasının sadece bir kabulden ibaret olduğunu ifade etmesi gerekir. Yanlış olan şey, kendi kabullerini/inançlarını bilimsel ve ispatlanmış bir gerçek gibi ileri sürmeleri ve itiraz edenleri bilim-dışı olmakla suçlamalarıdır. Böyle bakıldığında hayatın bir şekilde kendiliğinden başladığını ya da Allah tarafından yaratıldığını söylemek arasında, bilime uygunluk açısından, bir fark kalmaz. Farkı oluşturan şey, hangisinin daha makul olduğudur. Issız bir adaya çıktığınızı ve dev bir makine ile karşılaştığınızı düşünün. İki açıklama söz konusu olabilir: birincisi, etrafta herhangi birisi görünmemekle beraber bunun bir bilinç ve dizayn gerektirdiği ve gösterme imkânı olmasa bile akıl taşıyan bir fail tarafından yapıldığıdır. İkincisi, çeşitli doğal kuvvetlerin etkisi ile böyle makinenin kendiliğinden oluştuğunu ileri sürmek, fakat bunu deneysel olarak gösterme noktasında başarısız olmak. Hangisinin daha makul ya da bilimsel olduğuna herkes kendi karar vermelidir.
İnsanın Sadece Biyolojik Bir Varlık Olamaması
Evrimciler, insanın salt biyolojik gelişimini açıklamaya çalışıyorlar fakat akıl, bilinç ve duyguların nasıl ortaya çıkıp geliştiği konusunda bir izahta bulunamıyorlar. Ayrıca düşünme, hesap yapma, konuşma, bilgi üretme, yazma gibi pek çok özellik sadece insanda görünmekte ve başka hiçbir canlıda bunlara rastlanmamaktadır.İnsanın en yakın atası olduğu ileri sürülen şempanzelerle insan arasında bu sayılan nitelikleri kısmen taşıyan hiçbir canlı gösterilememektedir.
Tesadüf ve Daktilo Örneği
Evrimci, canlılığın ve türlerin ortaya çıkışını açıklama noktasında kullandığı tesadüf kavramının sorgulanmasından rahatsız olur. Bunun yerine random, süreç, doğal mekanizmalar, seçilim, mutasyon varyasyon gibi bazı terimler kullanır. Fakat bu kavramlar biraz kurcalandığında, mekanizmanın işleyişinde hiçbir aklın ve bilincin söz konusu olmadığının belirtilme zorunluluğu doğar ve yine karşımıza tesadüf çıkar. Varlık âleminin ve canlılığın tesadüfe sığmayacağını anlayan evrimci doğal seçilimi öne çıkarır ve bunu açıklamak için bilinen bir örneğe başvurur: “Daktilo başında oturan bir şempanzenin Hamlet’i yazma olasılığı sıfırdır. Fakat daktilonun, yanlış bir harfe basıldığı zaman yazmadığı ve sadece doğru harfe basıldığında yazacak şekilde çalıştığı düşünülürse Hamlet’in yazılması mümkün hale gelebilir”. Evrimci meseleyi kendi açısından makul hale getirmek isterken ciddi bir tutarsızlık içindedir. Hamlet’in yazılabilmesi için şempanzeye atfedemediği bilinci daktiloya vermek gibi bir yola girmektedir. Daktilonun sadece doğru harfleri kabul ederek yazması onun daha evvel ne yazacağını bilmesini gerektirir ki, bunun anlamı daktilonun Sheakespare olması demektir! Doğal seçilim, tam anlamıyla bir inanç terimidir. Seçen ve seçilenin her ikisi de aynı şeyi, yani tabiatı göstermektedir. Seçim, şuurlu bir fiildir; o halde kim, neyi, hangi amaçla seçmektedir?
Fosiller Meselesi
Evrim teorisinin tarifine göre, türler arası geçişin son derece yavaş ve aşamalı bir şekilde gerçekleşmesi gerekir. Bu durumda bir türden diğerine geçişi gösteren sayısız halkanın bulunması gerekir. Mesela sudan karaya geçişte, organların nasıl dönüştüğünü her aşamasıyla gösteren çok miktarda fosilin ortaya çıkarılması lazımdır. Aksi taktirde, son derece kopuk halkaların birbirinin devamı olduğunun söylenmesi sadece bir iddia olarak kalacaktır. Eğer türlerin ortaya çıkışı sıçrama yoluyla olmuşsa bunun yaratılış görüşünden hiçbir farkı yoktur.
Ortak Köken ve Gen Haritaları
Evrimci, canlıların gen haritalarını ve matris dizilimlerini göstererek aralarındaki ortak yönlere dikkat çekmekte ve bu benzerliklerden hareketle türler arası geçişin olduğunu ve tüm canlıların aynı ortak atadan geldiğini ileri sürmektedir. Tüm canlılarda temel yapıtaşlarının var olması ve benzer fonksiyonları icra eden organların bulunması canlıların aynı kökenden geldiğini değil, tek bir tasarımın ürünü olduğunu gösterir. Canlıların temel ortak yapılara sahip olması gayet normaldir; benzerliğin olmaması için, “kedilerin gözü varken fillerin gözsüz olması ya da devenin etten fakat atların demirden yapılmış olması gerekir” gibi garip sonuçlara ulaşılır. Son iki yüzyıl boyunca otomobillerin gelişimin/evrimini takip edersek hepsinde benzer malzemelerin ve fonksiyonların var olduğunu görürüz. Fakat buradan hareketle, otomobillerin kendiliğinden ortaya çıktığı ya da kendi kendilerine gelişerek bir modelden diğer bir üst modele atladıkları sonucu çıkarılamaz. Yapılabilecek en makul çıkarım, hepsinin bilinçli bir dizaynın ürünü olduğu ve bir mühendisin eliyle gerçekleştiğidir. Bilindiği üzere, moleküleri evrim konulu bilimsel makalelerin tamamına yakını aminoasit dizilimlerinin kıyaslanması ile ilgilidir. Bu dizilim karşılaştırmasında iki proteinin tüm aminoasitleri sıralanarak incelenir veya bir DNA üzerindeki nükleotidler karşılaştırılır. Bu dizilimlerin karşılaştırılması karmaşık bir biyokimyasal sistemin fonksiyonlarının nasıl ortaya çıktığını açıklamaz. Aynı şirket tarafından üretilen iki ayrı model bilgisayara ait kullanım kılavuzları, birçok ortak kelime ve cümlelere sahip olmasına rağmen, kılavuzlardaki harflerin dizilimini karşılaştırmak hiçbir şekilde bu bilgisayarların kendi başlarına daktilodan evrimleştiklerini göstermez. Buradan yapılabilecek en mantıklı çıkarım, bu iki model bilgisayarın aynı firmanın ürünü olduğu ve tek bir elden çıktığıdır.
Yorum Farkı
Bilindiği üzere, deney veya gözlem belirli bir teori ya da bakış açısını doğrulamak/test etmek amacıyla yapılır. Zihinde bu bakış açısı olmazsa neyin, niçin ve hangi yönü itibarıyla deneyip gözlemleneceğine karar verilemez. Durum böyle olunca, deneyden elde edilen bilgiler tarafsız ve ham değil, işlenmiş ve yönlendirilmiş olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sebeple aynı verilerin, tam ters yöndeki teorileri doğrulamak için de kullanılması mümkündür. Dolayısıyla, salt doğrulama o teorinin kesinlikle geçerli olduğunu ve ispatlandığını göstermez. Evrimci kendini, teorisinin doğruluğuna inandırdığı için elde ettiği her bilginin teyit edici yönde olduğunu düşünmektedir. Aslında bu, güneşin dünyanın etrafında döndüğü zanneden birinin, her sabah güneş doğarken kendisinin hareketsiz ve güneşin hareketli olduğunu gözlemlemesi ve bunu iddiasına açık bir delil olarak göstermesi gibi bir şeydir. Halbuki aynı gözlem, dünyanın güneş etrafında döndüğü yönündeki iddiayı doğrulamak için de kullanılabilir. Bu yaklaşımın en bariz örneğini fosiller konusunda görmekteyiz. Evrimci zorlukla bulduğu her fosili benzer gördüğü başka bir fosilin önüne ya da arkasına yerleştirerek ara form zincirini tamamlamaya çalışır. Halbuki, bulunan fosilin başka bir türü göstermesi ya da soyu tükendiği için günümüze kadar gelememiş bir canlıya ait olması mümkündür. Fakat evrimci bu seçeneği, kendi teorisini doğrulamadığı için kabul etmez.
Doğal Seçilim
Evrimi yöneten bir akıl ya da bilincin var olmadığını ve mutasyonların belirli bir amacı gerçekleştirmek için ortaya çıkmadığını evrimci kabul etmektedir. İddiaya göre evrim, daha önce oluşmuş maddi yapılar üzerinde zorunlu bir şekilde meydana gelir. Dikkatli bir göz, böyle bir iddianın arkasında bilimsel bilginin değil, bir inancın ve kabulün olduğunu hemen görebilir. Evrimcinin bu noktadaki inancı/kabulü açıktır: maddi yapıların, zorunlu birtakım neticeleri üretmek gibi maksatları vardır ve bunun için var olurlar!
İndirgenemez Komplekslik
Canlılara ait son derece karmaşık yapıların aşamalı olarak gelişimini açıklamak evrim açısından ciddi bir problem olarak görünmektedir. Göz, kulak, kalp, akciğer, beyin gibi pek çok organın ortaya çıkışına dair tatmin edici bir izah yoktur. Tek başına bir işe yaramayan, fakat bir sistem içinde kritik rol oynayan elemanların birbirinden habersizce ve hiçbir amaçları olmaksızın yavaş yavaş karmaşık bir mekanizmayı oluşturduğunu düşünmek tam manasıyla bir inançtır. Sorunun farkında olan evrimciler meseleyi atlatabilmek için ilginç yollara başvurmaktadırlar. Tartışmalarda en çok gündeme gelen bakteri kamçısı, gözün oluşumu ya da kanın pıhtılaşması gibi mekanizmalarda herhangi bir elemanın çıkarılmasının sistemin tümünü etkisiz kılacağı, argümanını bertaraf etmek için bazı kritik olmayan parçalar dışarı atılmakta ve sistemin hâlâ çalıştığı gösterilmektedir. Böylelikle karmaşık yapıların basitten kompleksliğe doğru geliştiği argümanı canlı tutulmak istenmektedir. Daha iyi anlamak için şöyle bir örnek üzerinde düşünebiliriz: Bir otomobili oluşturan ve karşılıklı ilişki içinde olan binlerce parçanın kendiliğinden bir araya gelemeyeceği ve kritik bir parçanın çıkarılmasıyla otomobilin artık çalışamayacağı düşüncesine karşılık evrimci, bazı parçaları çıkararak sistemin yine çalıştığını gösterme yoluna gitmektedir. Otomobilin kapılarını, ön-arka kaputunu, döşemelerini, kornasını dışarı atmakta ve sistemin hâlâ çalıştığını göstererek indirgenemez kompleksliği boşa çıkarmaya gayret etmektedir. Belli ki evrimci esas meseleyi anlamak istememektedir. Çünkü burada önemli olan kritik, yani olmazsa olmaz parçaların çıkarılamayacağıdır. Mesela tekerleklerin, motorun, ateşleme mekanizmasının çıkarılması ya da benzin konulmaması gibi şeylerden herhangi birinin olmaması tüm sistemi atıl hale getirir. Evrimci, tüm bu elemanlar birbirinden habersiz olarak nasıl aşama aşama bir araya geldiğini açıklamalıdır. Diğer taraftan, ortada görmek, duymak, düşünmek gibi şeyler hiç yokken göz, kulak ve beyin gibi organların nasıl ve neden ortaya çıktığını evrimcinin izah etmesi gerekiyor.
Mutasyonlar ve Varyasyonlar
Evrimci, mutasyonların rolüne fazlasıyla güvenmektedir. Türlerin kendi içinde varyasyonları olduğuna dair herhangi bir itiraz yoktur. Mutasyon veya tür içi farklılaşmalar o canlının kendi kodlarında zaten varolan potansiyeldir. Ancak bu potansiyel, tür içinde kalmakla sınırlıdır. Doğal şartlarda, türün genetik potansiyelini aşacak derecede birtakım durumlar oluşursa o tür elenmeye maruz kalır. Hiçbir deney, mutasyon yoluyla daha ileri türlerin ortaya çıktığını gösteremiyor. Bu mümkün olsaydı, belirli bir canlıdan başlayarak hızlandırılmış mutasyon yoluyla diğer türlere geçiş sağlanabilirdi. Fakat yine de evrimcinin bu konudaki inancı ve ümidi devam etmektedir. İspinoz kuşlarının gagasının değişimi ya da ıslah oluyla ineklerin daha fazla süt vermesinin sağlanmasındaki değişimlerle analoji kurularak, kuşların kanatlarının hiç yokken ortaya çıktığı veya sudan karaya çıkışta akciğerlerin hiç yoktan oluştuğu söylenemez. Varolan organların kendi içinde farklılaşması ile hiç yoktan yeni organların veya özelliklerin kazanılması birbirinden tamamen farklı şeylerdir. Tür içi farklılaşmalar dereceli değişimlerdir, halbuki bir türden diğerine geçiş mahiyet farklılığını gerektirir. Dolayısıyla evrimcinin bu noktada gerçeğe uygun düşmeyen analojilere başvurması geçerli değildir.
Sonuç ve Değerlendirme
Evrimci henüz teorisini ortaya koymadan evvel, tabiatta hazır bulduğu maddenin/ evrenin kökeni hakkında bir açıklama yapmak zorundadır. Bu nokta irdelendiğinde evrimcilerin bilimsel görüş olarak dayatmaya çalıştıkları teorilerinin kökeninde maddeci dünya görüşünün yattığı hemen görülecektir. Cansız varlıklardan hareketle kendiliğinden canlıların ortaya çıkacağını ileri sürmenin bilimle hiç alakası yoktur ve tamamen bir varsayımdan ibarettir. Hayatın, maddede potansiyel olarak var olduğunu düşünmek, parlayan bir aynanın içinde gerçekten güneşin olduğunu zannetmek gibi bir yanılgıdır. Halbuki tüm aynalarda görünen ışığın (hayatın) kaynağı gökyüzündeki güneştir. Hayatın ve farklı türlerin ortaya çıkışını laboratuarda ya da başka şekillerde gösteremeyen evrimcinin bahanesi bellidir: bu oluşumlar binlerce yıllık süreç sonunda meydana gelmiştir, o yüzden bunları gösterme imkânı yoktur! Fakat yaratılışı savunanlar, Allah tarafından yaratılma işleminin gözlenmesinin ya da deney konusu yapılmasının imkânı olmadığını söylediklerinde bilim dışı olmakla suçlanırlar.
Eğer evrim teorisinin bilimsel olduğu ileri sürülüyorsa, evrim karşıtlarının bilimsel bir ispat bekleme hakkı vardır. Şu ya da bu sebeple evrimcinin bazı şeyleri gösterememesi kendilerini ilgilendiren bir sorundur. Bu noktada evrimcinin, ileri sürdüğü teorinin bilimsel bazı kriterleri karşılayamadığını itiraf etmesi gerekir. Yaratılış düşüncesi, Allah’ın varlığının kesin olmasına dayanır. Benzer şekilde, evrim teorisi de ateizmin zorunlu bir neticesi olarak apriori doğru sayılan bir inançtır. Evrimcinin kendi dünya görüşü doğrultusunda bir takım varsayım ve aksiyomlara dayanma hakkı vardır, fakat sahip olduğu inançlarını bilimsel ve sanki defalarca ispatlanmış bir mesele gibi takdim etmesi kabul edilebilir bir şey değildir. Yine de evrimcinin bilimsel yoldan ya da aklını ve mantığını kullanarak tanrının var olmadığı yönündeki ön yargısını terk etmesi ve yaratılış seçeneğini daha işin başında elemeyi bilimsellik zannetmenin yanlışlığını fark etme ihtimali vardır. Evrimci açısından, hayatı yaratanın tesadüfler değil de Allah olduğunu fark etmesi, çocukken yılbaşında hediye getirenin Noel Baba olmadığını ve her şeyi kendi babasının hazırladığını fark etmesi gibi bir durumdur. Bu farkına varış, ancak çocuğun aklı başına geldiğinde gerçekleşebilir. Bu anlamda tüm evrimcilere çocukluktan çıkıp akılbaliğ olmaya doğru evrilmeleri temennisinde bulunabiliriz.
Ümran Dergisi,183.sayı,syf:54-59
0 Yorumlar