…Gerçekten Batılı olmak istiyorsak, değerlerimize vedâ edip, onların değerlerini benimsememiz gerekir. Aksi halde kafasına fötr geçiren maymun nasıl insan olmaz, maymun kalırsa, biz de Batı’nın kıyafetleri içinde Müslüman Türk kalırız. Çünkü milletin değerleri, cemiyetin temellerini oluşturur, cemiyet ona göre yapılanır.
Batı’nın iktisadi değeri azamî kârdır. Bir kişiden veya bir nesneden en fazla nasıl yararlanılabileceği asıl meseleleridir. İktisadî hayatları, acımasız rekabete oturmuştur. Ancak bu zihniyetle “ahHarı önemsenmeden mazlum milletler sömürülürdü. Almanya’da güneşi görmeden otuz yıl yaşayan insanlar pek çoktu; gün doğmadan madene inerler; gün battıktan sonra çıkarlardı. Haftalık, yıllık izinleri yoktu. Bu kadar çalışma ile yarı aç, yan tok hayatlarını sürdürürlerdi. Zaten hayatları onlardan çok kapitalistlere lazımdı. Batı kapitalizmi bu anlayışları ortaya çıkardı ve dünya nimetlerine bu değerleriyle kondular. Her şeyi faydaya endeksleyen bu değer sıcak aile yuvalarını ekonomik birimlere dönüştürdü; elden ayaktan düşen ana-babalarını çocuklarının gözüne fazlalık gösterdi; ve huzurevlerine gönderilmelerine sebep oldu. On sekiz yaşma gelen kız, ya evin masraflarına katılmak, yahut evi terk etmek zorunda bırakıldı. Newyork’ta bilmem kaç saniyede bir insan soyulmaya başladı.
Bizim İktisadî değerimiz ise hakka dayanır. Kul hakkı en korkulan olaydır. Bedir şehitlerinin defni sırasında Sahabelerin Peygamberimize sordukları: “Bunların bütün günahları affedildi mi?” sorusuna mukabil verdiği; “Kul hakkı hariç” cevaplarını biliyoruz. “Çalışanın teri kurumadan emeğinin karşılığını verin.” hadîsi İslam ekonomisinin temel esaslarından birini teşkil ediyor. Müslüman’ın kâr haddi makul çerçeveyi aşmamalıdır. Kazancında fakir fukaranın hakkı vardır ve ancak zekât alın terini helâl hâle getirir.
Azamî kâr, dizginlenemeyen hırsı alabildiğine köpürttüğünden, Batı’nın sosyal değeri sınıf olmuştur; zira insanlar ne aynı imkânlarla hayata başlar, ne de güç ve yetenekleri birbirine eşittir. “Altta kalanın canı çıksın” misâli süren hayat bir yandan büyük toprak ve sermaye sahiplerini, diğer yandan da bir dilim ekmeğe muhtaç kitleleri meydana getirmiştir. İmkânlar zamanla farklı muamelelere sebep olduğundan, cemiyette sınıflar teşekkül etmiş, kont, dük, von unvanlarına sahip asiller, cemiyetin baş köşelerine oturmuşlardır.
Günümüzde bu durum eğlenceli bir hal aldı. İmkânlarını yitiren asiller unvanlarını yeni zenginlere satıyor, parayı ödeyen asilliğe terfî ediyor, parayı alan asaletten düşüyor. Atom bombası yapan, Ay’a giden kafalar bu unvanları alıp satıyor, kullanıyor ve bunda bir anormallik görmüyor. Çünkü insan, değerlerine göre hareket edince, gülünç olduğunu fark etmez; gülünçlüğü ancak bu değerlere sahip olmayanlar fark ederler.
Bizim sosyal değerimiz ise sınıfa değil, eşitliğe oturmuştur. İktisadî değerimiz hak olunca, bu bizi tabii olarak eşitliğe götürür; hak ancak eşit insanlar arasında söz konusu olabilir.Eşitlikten dolayı medeniyetimizde kişi vardır;nesep yoktur. Asalet babadan oğula geçmez, herkes amelinin mükâfatını ve cezasını görür. Hukuk karşısında hepimiz biriz; Hz. Adem’in çocukları olarak, ‘’tarak dişleri gibi”yiz. takvanın getireceği üstünlük sadece “Allah katına” aittir; kişiler arasındaki ilişkilerde herhangi bir farklılık sağlamaz.
Sınıflı cemiyette hürriyetin ortaya çıkması ve kavgasının yapılması normaldir. Bu hürriyet mücâdelesi demokratik rejimi getirmiştir. Sosyal olaylarda, maddî konularda olduğu gibi, sınır çizmek mümkün olmadığından, siyasî vasfı olan hürriyet, ferdî bir değere de dönüşmüştür. Ferdî değer özelliğine kavuşan hürriyet, siyasî platformun dışına taşarak, herkese karşı ve her yerde kullanılır olmuştur. Eşler birbirlerine, çocuklar ana-babalarına karşı hür, yani âzâde olmak istiyorlar. Bu da ailenin büyük çalkantılara uğramasını sebep oluyor, ferdi yalnızlaştırıyor. Bir başkasıyla dertlerini paylaşmak imkânını yitiren fert, çareyi alkolde, uyuşturucuda arıyor…
Bizim ferdî değerimiz ise saygıdır. Hürriyet, dinimizin bir nimeti olduğu için, ferdî meselelerde tabii görülmüş, sadece siyasî olarak ele alınmıştır. Bizde eşler, dostlar birbirlerinden, ana-babalar çocuklarından saygı bekler. Bu hem sorumsuz ferdî hürriyeti gemler, hem de aileyi bütünleştirerek kişileri yalnızlıktan kurtarır.
Batı’daki izmlerin, rejimlerin, insan telakkilerinin altında hep bu değerler sistemi yatmaktadır. Dikkat edilirse, bütün izmler ve rejimler, maddenin üretilmesine ve tüketilmesine dairdir. Devlet düzeninin hürriyetçi veya totaliter yapılanması da, bu üretim ve tüketim tarzıyla yakından ilgilidir. Yaratılmışların en üstünü, “eşref-i mahlûka! kabul ettiğimiz insan, Batı’da ya ekonomik birim, ya birbirinin kurdu, yahut da âlet yapan bir hayvan olarak görülmektedir.
Batılı olmak istiyorsak, değerlerimizi bırakıp, Batı’nın değerlerine sahip olmalıyız. Hakkı bırakıp, azamî kârı, sosyal değerimiz olan eşitlik yerine, sınıflılığı benimsemeliyiz. Ferdî değerimize saygıya, Batı’nın hürriyetini -belki de âzâdeliğini- tercih etmeliyiz. Mâzî de insanı kolay kolay bırakmaz. Bunun için de milletçe hafızamızı yitirmemiz, tarihimizden kopmamız lâzımdır… Hafızasını yitiren bir insanı göz önüne getirince, onun da nelere mal olacağını kolayca tahayyül edebiliriz.
Mehmed Niyazi-Medeniyetimizin Analizi ve Geleceği
0 Yorumlar