Mucize, Keramet, Sihir ve Hile

allah-dostlari Mucize, Keramet, Sihir ve Hile

 

Bâkıllânî

[12]

çev. Meliha Bilge

Eş’arîliğin önemli temsilcilerinden Bâkıllânî (ö. 404/1013), Kitâbü’l-Beyân ani’l-fark beyne’l-mu‘cizât ve’l-kerâmât ve’l-hiyel ve’l-kehâne ve’s-sihr ve’n-nâ- rencât adlı eserinde mucizenin tanımı, şartlan, türleri, mucizenin sihir ve hile olmadığı ve yaratılmışlar tarafindan yapılmasının imkânsız olduğu vb. hususları ele almıştır. Bâkıllânî, mucize türleri konusunda Allah’ın kudreti altında ve insanların yapabildiği türde gerçekleşen ikili mucize ayrımını be­nimseyen Mu‘tezile’yi eleştirerek mucizenin sadece Allah’ın kudreti altında yer alan türde bir fiil olduğunu öne sürmüştür. Bakıllânî’ye göre insanların gücü altında yer alan bir fiilin mucize olması, ancak peygamberin o fiile muk­tedir kılınmasıyla âdetin bozulması şeklinde meydana geldiğinde mümkün olur. Diğer yandan Bâkıllânî, peygamberin peygamberlik iddiası ve meydan okumasıyla birlikte âdeti bozarak gerçekleşen fiilin mucize olduğunu ve muci­zenin bu özellikleri taşıması hâlinde kerâmet, hile ve sihirle karışmayacağını iddia etmiştir.

 

Peygamberin Doğruluğuna Delil Olan Mucizenin Mahiyeti ve Manası Bilin ki -Allah sizi muvaffak kılsın- bize göre mucize, sadece Allah’ın kudreti dâ­hilinde olan; melek, cin ve insan gibi yaratılmışların gücünün yetmediği fiillerden olmadıkça mucize olmaz, ileride açıklayacağımız üzere bu özelliğin diğer şart ve özelliklerle beraber mucizede bulunması zorunludur. Bu durumda peygamberin mucizesini, yaratılmışların gücü altında yer almayan veya güç yetirmeleri müm­kün olmayan manasında anlamak gerekir. Sözlükte yaratılmışların bir şeyden âciz kalmaları “mucize” kelimesi ile ifade edilse bile bir fiilin mucize olması demek Ehl-i hak olan çoğu âlimin ve muhaliflerden diğerlerinin zannettikleri gibi yara­tılmışların onu yapmaktan âciz olması anlamında değildir. Bu kelime ile -esa­sında dilin konusu olmakla birlikte- insanların onu yapmaktan âciz olmaları ve engellenmeleri değil, onlardan meydana gelişi ve güçleri altında yer almasının im­kânsızlığı nedeniyle onların gücü altına girmeyen türden bir fiil oluşu kastedilir.

Zira ileride de zikredeceğimiz üzere mucizenin bir şartı ve özelliği de onun yaratılmışların değil, sadece Allah’ın kudreti altında yer almasıdır. Bu özellik nedeniyle yaratılmışların hakikî bir şekilde mucizeye güç yetirmekten âciz ol­makla nitelenmeleri imkânsız olur. Eğer yaratılmışların [mucize dediğimiz bir fiili] yapmaktan âciz olmaları doğru olsaydı, âcizliğe bedel olarak ona güç yetir­meleri de mümkün olurdu. Çünkü yaratılmışların ancak güç yetirmeleri müm­kün olan bir fiili yapmaktan âciz olmaları söz konusu olabilir. İnsanların yap­maları imkânsız olan bir fiilden âciz olduklarını söylemek doğru olsaydı, bu tak­dirde onların Allah’ın zâtından, O’nun zâtına mahsus olan hayat, ilim, kudret, kelâm ve irade gibi sıfatlarından âciz olduklarım söylemek de mümkün olurdu. Aynı zamanda onların eşyayı yoktan var etmekten, organları, kudretleri, işitme ve görme gibi Allah’tan başka herhangi bir varlığın yaratamayacağı şeyleri ya­ratmaktan âciz olduklarım söylemek ve varlık âlemine çıkmamış olan madûm [yani yok olan] bir şeyi yaratmaktan âcizlikle nitelemek de doğru olurdu. Bu saydıklarımızın tümüne yaratılmışların güç yetirmelerinin imkânsız olduğunu bildiğimizde onların gücü altında yer almadığı için bunlardan âciz olmakla nite­lenmelerinin muhâl olduğu da [bu şekilde] ortaya çıkmış olur.

Fasıl: [Aynı mezhebe mensup olduğumuz] bazı dostlarımız, Kaderiyye’nin [yani Mu’tezile’nin] çoğunluğu ve diğerleri, mucizenin iki türü olduğunu iddia ederler. Onlardan ilki, sadece Allah’ın kudretinde bulunan ve insanların gücü altında yer almayan türden olup bir benzerini insanların yapamadığı fiillerdir. Cisimleri yoktan var etmek; organları, işitmeyi, görmeyi yaratmak; körlüğü, yatalaklığı vb. hastalıkları gidermek gibi. Diğeri ise insanların gücü altına giren türden olan, fakat Allah’ın insanların yapamayacağı şekilde yarattığı fiillerdir. Dağlan parça parça edip göklere doğru çıkarmak, denizlerin suyunu kurutmak,hurma kütüğünün inlemesi, Kur’ân’ın sahip olduğu belâgat üzere tanzim edil­mesi gibi. Azı ile çoğu aynı türden olmakla birlikte insanlar bu tür şeylerin çoğu­nu yapamasalar da az miktarını yapabilirler.

[Bu ikinci tür mucizeyi kabul edenler] şöyle derler: Biz de Dicle vb. nehirle­ri atlayarak geçemesek, göğe sıçrayarak çıkamasak bile dereleri, ırmakları at­layabilir, yukarıya doğru bir veya iki metre sıçrayabiliriz. İmrü’l-Kays, Ziyâd, Haccâc vb. hatip ve ediplerle boy ölçüşemesek bile bir-iki güzel söz ve mısra üretebiliriz. Bir-iki güzel söz ve mısra söylememiz edebî bir eser ortaya koyma­mın gerektirmez. Nitekim kekeme veya dilsiz birinin Sehbân-ı Vâil ve ondan sonraki diğer edebiyatçılar gibi mesânî söylemesi imkânsız olsa bile bir iki söz söyleyebilmesi mümkündür.

Onlar şunu da söyler: Bu durum, peygamberini tasdik etmek üzere Allah’ın yarattığı bu fiillerin çoğunu insanların yapmaları imkânsız olsa bile peygamber­lerin bazı mucizelerinin az bir smının benzerini diğer insanların da yapabile­ceğine delâlet eder. Bu nedenle peygamber, muhaliflerine ve kendisini yalan­layanlara elini hareket ettirme veya yerinden kalkma ile meydan okuduğunda onların kendilerine meydan okunan bu fiili yapmalarının imkânsız olması, pey­gamberin elini hareket ettirerek ayağa kalkmasıyla birlikte onların bu fiillerin bir benzerinden âciz kalmaları peygamberin peygamberlik iddiasında doğrulu­ğuna delâlet eder. Onlar, mucizelerden bazılarının insanların gücü altında yer aldığına bunun delil olduğunu iddia ettiler.

Cevap: Şunu iyi bilin ki -Allah sizi muvaffak kılsın- bu kişilerin ileri sürdük­leri görüş akla aykırı değildir. Bize göre mucize [yani âciz bırakma olayı] ancak göğe çıkmak, Dicle’yi atlayıp geçmek, dağlan taşımak gibi fiilleri yapma kudre­tini [Allah’ın peygamberde] yaratmasıyla âdetin bozulması şeklinde olur. Bu güç peygambere verildiğinde ve yaptığının bir benzerini yapmaları konusunda o, [in­sanlara] “Ben göğe çıkıyor, dağlan taşıyorum. [Siz de benim yaptığımın bir ben­zerini yapabilir misiniz?]” diyerek meydan okuduğunda -ki bu fiilin bir benzerini yapmak ancak o gücün [peygamber olan kişide] yaratılmasıyla ve âdetin devam etmemesiyle mümkündür- peygamberin mucizesi, benzerini diğer insanların ya­pamadığı bir fiili yapmak değil, yaptığı olağanüstü fiile muktedir kılınmasıdır.

Yine peygamber, “Benim hak peygamber olduğuma delilim yerimden kal­kıp elimi hareket ettirdiğimde sizin benim yaptığım [hareketin] bir benzerini yapamamanızdır” dediğinde onlar, peygamberin yaptığı fiilin benzerini yapa­madıklarında peygamberin mucizesi, Allah’ın güç yetirmelerini murat ettiği ve onların diğer zamanlarda normal olarak yaptıkları kalkmak ve ellerini hareket ettirmekten men olunmaları, bu fiillere ilişkin güçlerinin ellerinden alınması­dır. Peygamberin meydan okumasıyla birlikte bu güç kendilerinden alınıp bu fiilleri yapamadıklarında peygamberin iddiada bulunduğu fiili gerçekleştirme­siyle âdet bozularak mucize meydana gelir. Bu konuda akla en uygun yaklaşım budur. Burada [insanlardan] normal gücün alınması ve peygamberin göğe doğru çıkmaya muktedir kılınmak suretiyle desteklenmesi -ki bir insanın böyle bir fiili yapmaya muktedir kılınması da olağanüstüdür- bir mucize olarak kabul edilir­ken şu sonuca varılır: Mucize, insanların doğrudan gücü altında bulunan türden bir şey değil, sadece Allah’ın kudreti dâhilinde yer alan bir durumdur.

Fasıl: Eğer “Niçin kendi cevabınızın karşı görüş sahiplerinin cevabından “daha doğru” olduğu şeklinde bir ifade kullandınız?” denirse şöyle söyleriz: Çün­kü insanların benzerine güç yetirdikleri fiillerin mucize olarak kabul edilmesi nedeniyle yazmak için kaleme, marangozluk için baltaya, terzilik için iğneye ihtiyaç duyulması gibi insanların fiillerini kendilerinde bulunan güce ek bir se­bep ve âlete ihtiyaç duyarak tamamlayabileceği iddiasında olan kişinin görüşü dikkate alındığında özellikle gerçekleşen fiilin herhangi bir hile ve sebeple ya­pılmış olabileceği tarzında bir şüphe ortaya çıkabilir. Nitekim [onlara göre] söz söyleme, önermeleri düzenleme ve diğer fiilleri [yapma bilgisine sahip olma] gibi bilgiler insanlarda mevcut olmadığında insanların bu [türden] fiilleri yapabil­meleri imkânsızdır.

Onların sözlerinden bu anlaşıldığına göre mucizenin insanların yapabildiği fiiller cinsinden bir şey olması mümkün değildir. Çünkü bu, mükellefi Allah’ın peygamberlerinin doğruluklarım tasdik etmek amacıyla yarattığı ve onların elinde zuhûr eden mucizelerde şüpheye sevk eder. Böyle bir fiili gören kimse onun peygamberlik iddiasında bulunan kimsenin bir fiili mi yoksa halkı şüphe­ye düşürmek ve dikkati çekmek amacında olan birinin aldatmacası mı olduğu konusunda emin olamaz. [Hatta] benzerini insanların yapabildiği böyle bir fiili sadece tek kişinin [yani peygamberin] yapıp diğerlerinin yapamadığını gören kişi, o fiilin benzerinin yapılamayışını o gücün kendisinde bulunmaması olarak değil, bu fiilin meydana gelişini sağlayan sebepleri ve hileleri bilmemek olarak düşünür. Bu ise gösterilen olağanüstü fiilin gerçekten peygamber olan bir kişi­nin mucizesi mi yoksa halktan birinin bildiği hile, incelik veya âlet üstünlüğü gibi bir sebeple yaptığı bir eylem mi olduğu konusunda şüpheyi doğurur. İşte bu sebeple kesin bir tarif getirmek ve şüpheye mahal bırakmamak için “Mucize­nin yaratılmışların değil, sadece Allah’ın kudreti dâhilinde bulunduğu ve eşyayı yoktan var etmek, ölüleri diriltmek, asâyı yılana çevirmek, anadan doğma kör veya alacalıyı iyileştirmek, kötürüm bir kimseyi ayağa kaldırmak gibi, insanla­rın, en basit türünü bile yapamadıkları fiillerden olması gerektiği” söylenerek şüpheyi gideren emin bir yol takip edilmiştir.

Fasıl: Eğer “Öyleyse verdiğiniz bu cevaba göre siz, dağlan taşıma, doğudan batıya atlama ve göğe doğru yükselme fiillerinin bir benzerini yapmaları için peygamber, insanlara meydan okuduğunda insanların bu fiillerin bir benzeri­ni yapmaktan âciz kalışlarım mucize olarak kabul etmiyorsunuz” denildiğin­de buna cevabımız “Evet, etmiyoruz.” şeklindedir. Çünkü “taşımak, atlamak ve benzeri fiiller” yaratılmışların yapabildiği türdendir. Daha önce de ifade ettiği­miz üzere böyle bir meydan okuma anında mucize, göğe yükselme, bir anda do­ğudan batıya geçme ve yüce dağlan taşıma fiillerine Allah’ın sadece peygamberi muktedir kılması suretiyle olağanüstü bir şekilde ve âdeti bozarak gerçekleşir. Peygamber, muarızlarına yerlerinden kalkmaları ve uzuvlarını hareket ettirme­leri konusunda meydan okuduğu zaman onlardan bu fiilleri yapabilme güçleri alındığında mucize, meydan okunan kimselerin güçlerinin alınması ve normalde yaptıkları bu fiillerden alıkonulmaları suretiyle Allah’ın âdeti bozması şeklinde olur. Çünkü insanın bu tür fiilleri işleme gücünün elinden alınması ve ona engel olunması yaratılmışların yapabileceği bir şey değil, sadece Allah’ın yarattığı bir durumdur. Meseleyi bu şekilde ele alınca yukarıda sorulan soruyla ilgili ortaya atılan şüpheye yer kalmamış olur.

Fasıl: Buraya kadar ifade ettiğimiz hususlara binaen iki tür mucize oldu­ğunu söyleyebilmek mümkündür: (i) Onlardan ilki, eşyayı yoktan var etmek, ölüyü diriltmek, körü ve alacalıyı iyileştirmek, cansız bir varlığı canlıya çevir­mek gibi sadece Allah’ın kudreti dâhilinde olarak gerçekleşenlerdir. Çoğu in­sana göre bu tür mucize, en ileri ve ulaşılmaz olandır, (ii) Diğeri ise insanların gücü altında yer alan söz söyleme alanında edebî bir üslup kullanmak, denizi atlayarak geçmek ve büyük dağlan taşımak gibi bir benzerini diğer insanların da yapabileceği türden fiillerdir. Bu türde yer alan fiiller iki şekilde meydana gelebilir: Ya az [yani küçük miktarda] ve mutâd [yani sürekli ve tekrar tekrar meydana gelen, olağan] olarak ya da çok [yani büyük miktarda] olup mu tâd olmayan ve az olandan farklı bir biçimde gerçekleşenler. ikinci tür fiiller, [pey­gamberin elinde] zuhûr ettiği takdirde onun doğruluğuna delil olur, ikinci şıkta söz konusu ettiğimiz fiil türlerinin bir benzeri peygamberlik iddiasında bulunan kişinin doğruluğuna ancak çok büyük miktarda ve başkasının elinde meydana gelmeksizin, [sadece peygamberin elinde] özel bir şekilde ortaya çıktığında delil olur. Bu tür durumun bir benzeri, delilin ortaya konulması hakkında da geçer- lidir. Nitekim az miktarda bazı anlamlı fiiller ortaya koyma, varlıklar üzerinde küçük bir tasarrufta bulunma, bir iki harf yazma ve birkaç kelime konuşma gibi fiillerin, bunları yapan kişilerin amaç ve bilgisine delil olmadığını sen de fark edersin. [Oysa] bunlardan belli bir doğrultuda ve kesin [hükme vardıracak biçimde] büyük miktarda gerçekleşen fiiller, küçük miktarda meydana gelenden farklı olarak [elinde zuhûr eden kişinin] ilim ve amacına delil teşkil eder

İnceleyin:  Namaz Kılıp da Büyük Günah İşleyen Mümin midir?

Bu sebeple âdeti bozan ve mucize olarak gerçekleşen Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerine benzer bir nazımda söz söyleyebilmenin delil olduğunu [kabul ediyor, fakat] bir iki kelime, bir veya birkaç âyet uzunluğunda edebî söz söylemenin mu­cize elmasım kabul etmiyoruz. Nitekim denizi atlayarak geçmek, doğudan batı­ya bir anda sıçrayarak atlamak ve göğe doğru çıkmak gibi fiiller, elinde meydana gelen kişinin doğruluğuna delil olurken insanın bir iki karış veya bir iki arşın sıçraması bu duruma delil teşkil etmez. Benzer şekilde ağır bir dağı taşımak taşıyanın doğruluğuna delil olurken bir iki kiloyu veya bir iki ölçeği taşımak [kişi­nin doğruluğuna] delil olmaz. Bu fiillerden büyük miktarda olanı küçük olandan farklı bir şekilde âdeti bozarak gerçekleştiği için bu mecrada gerçekleşen belli bir fiilin büyük miktarda meydana gelişinin delil oluşunu ayırt etmede failin bilgi sahibi oluşu kolaylık sağlar.

Bu nedenle mucizeyi tarif ederken onun cinsinden bir fiili insanların yapa­bildikleri veya yapamadıkları noktasından hareket edilmemesi gerekir. Bu hu­susta fiilin oluş tarzı ve özel bir şekilde gerçekleşme biçimi -ki bu iki durumu birbirinden ayırmak için derin bir bakış açısı ve sağlam bir düşünceye ihtiyaç vardır- dikkate alınmalıdır. Fakat bir cismin yoktan var edilmesi ile ölünün di­riltilmesi bu şekilde değildir. Çünkü [Allah’ın kudreti dâhilinde yer alan] türde [gerçekleşen bu mucizeleri] yapma arzu ve hevesi [kişide] oluşmaz. Durum bu şekilde olduğunda bir kişinin bir iki harf, bir iki kelime veya birkaç âyet uzun­luğunda benzerini yapmaya güç yetireceğini iddia ederek nazmındaki belagat, veznindeki güzellik ve Arap şiirlerinin hiçbirinde bulunmayan insicamına rağ­men Kur’ân’ın mucize oluşunu tenkit etmesi mümkün değildir. Çünkü burada büyük miktarda gerçekleşenin durumu, küçük miktarda olandan farklıdır.

Fasıl: Daha önce mucizenin tanım ve özelliklerinden bahsederken en doğru olanın onun insanların gücü dâhilinde yer almayan türde sadece Allah’ın kud­retine konu olması gerektiğini söylemiştik. Buna göre diğer söz ve ifade biçim­lerinden farklı bir söz ve ifade söylemek, göğe doğru hareket etmek, bir anda doğudan batıya sıçrayarak geçmek, havada herhangi bir dayanak ve desteği ol­madan durmak gibi aslında bir yere kadar insanların gücü dâhilinde olan fiilleri yapmak asla mucize değildir. Esasında mucize, insanların gücü dâhilinde olan bir fiili büyük miktarda yapmaya [peygamberin] muktedir kılınması ve onun bu gücü kazanmasıyla birlikte âdetin bozulması şeklinde meydana gelir. Bu neden­le mucize, benzeri daha önce yapılmamış olan [olağanüstü] bir şeye peygamberin muktedir kılınmasıyla gerçekleşir.

Mucizelerin Özellikleri ve Şartları

Fasıl: Peygamberlerin gösterdikleri mucizelerin (i) birinci özellik ve şartı, in­sanların değil, sadece Allah’ın kudreti dâhilinde olan fiillerden olması ya da daha önce zikrettiğimiz gibi diğer insanların benzerini yapamamaları şartıyla bir benzerine güç yetirebilecekleri fiil cinsinden âdeti bozarak gerçekleşen tür­den olmasıdır, (ii) İkincisi, peygamberin elinde zuhûr eden mucizenin âdeti bo­zan olağanüstü bir şey olmasıdır. Olağanüstü olmadığı takdirde mucize olmaz, (iii) Üçüncüsü, meydan okuduğu anda âdetin bozulmasıyla birlikte peygamberin elinde zuhûr eden şekliyle mucizeyi peygamberden başkasının yapamamasıdır, (iv) Dördüncüsü, peygamberliğinin delili olduğunu öne sürerek bir benzerini meydana getirmeleri için insanlara meydan okuduğu ve kendisini yalanlayıp karşı çıkanların böyle bir şeyi yapmaktan âciz olacaklarını iddia ettiği esnada peygamberin elinde mucizenin vuku bulmasıdır. Mucizenin şart ve özellikleri bunlardır.

İnsanlara meydan okuma ve peygamberliğine delil getirme gibi yöntem ve şartlan taşıyarak sadece peygambere has bir fiil olarak ortaya çıkan mucizenin, peygamber olmayan ve peygamberlik iddiasında bulunmayan kimselerden mey­dana gelemeyeceği maddesine gelince, bunun delilini şu şekilde ortaya koyabi­liriz: Peygamber, peygamberlik iddiasında bulunduğunda kendine has olarak zuhûr eden mucize benzeri bir olay, sihirbaz, yalancı, peygamber olmayan ve bu konuda iddiası bulunmayan birinin elinde gerçekleştiğinde bu iki olay birbirine karışır. Peygamberin elinde peygamberliğine delil olarak gerçekleşen mucize, peygamber olmayan kişinin elinde de zuhûr ettiği için peygamberin peygamber­liğine delil olamaz. Oysa mucizenin peygambere mahsus bir fiil olması zorunlu­dur. Bu nedenle bazı insanların da yapabildikleri birtakım sihir ve olağanüstü fiiller mucize olmaz. Çünkü olağanüstü bir fiilin mucize olması için onun ancak peygambere has bir fiil olması gerekir.

Peygamberin doğruluğunun delili olarak ortaya koyduğu ve bir benzerim yapmaları için [muhataplarına] meydan okuduğu esnada gerçekleşen olağanüs­olayın mucize olduğunu ise şöyle açıklayabiliriz: Bilindiği üzere bir fiil sade­ce olağanüstü oldu için mucize olmaz. Allah’ın doğrudan yarattığı fiillerden olan ölüyü diriltme, güneşi batıdan doğdurma, yer sarsıntısı ve insanları bir bulutun gölgelemesi gibi olağanüstü fiiller, bir kişinin peygamberliğinin delili olarak peygamberlik iddiası esnasında meydana gelmediğinde her ne kadar mu­cize cinsinden olsa da mucize olmaz. Bu nedenle kıyamet günü ölüleri diriltmesi, güneşi batıdan doğdurması ve gökleri dürmesi gibi Allah’ın kıyamet alametleri olarak yarattığı fiiller, herhangi bir kimse için mucize olmaz. Şayet bu türden fiiller ve benzerleri bir peygamberin meydan okuması esnasında gerçekleşirse peygamberin hem peygamberliğine hem de kendisine delil olur. Bu durum her ^olağanüstü fiilin değil, sadece zikrettiğimiz şekilde [peygamberlik] iddiası ve meydan okuması esnasında [peygamberin elinde] ortaya çıkan olağanüstü fiilin mucize olduğunu gösterir.                                                                                                                                                                                                                                                     

Mucizenin bu özelliğinden dolayıdır -ki inşallah ileride müstakil bir bölümde açıklayacağız- mucize cinsinden ve ona benzeyen türde olan fiillerin kerâmet yoluyla evliyâ ve salih kimseler tarafından ortaya konmasının mümkün olduğu­nu kabul ediyoruz. Eğer bir fiil, sadece olağanüstü olduğu için mucize olsaydı, o türden bir fiil mucize olarak meydana gelmediğinde onun varlığından söz edile­mezdi. Nitekim madde ve siyahlık sadece kendi türünden olanlar için siyahlık ve cevher olarak var olsaydı, bunların türünden olup da madde ve siyahlığın olmadığı bir şeyin bulunması imkânsız olurdu. Buraya kadar anlattıklarımız, mucizenin bizzat kendisi ve türü nedeniyle mucize olmadığım, dolayısıyla her­hangi bir asırda bir kişinin ortaya koyduğu olağanüstü bir fiilin mucize olması­nın gerekmediğini ispat etmek için yeterlidir.

Mucizelerin Hile, El Çabukluğu ve Göz Boyamadan Farkı

Fasıl: Şayet birisi, “Sizin birtakım sihirbaz, göz boyayıcı veya büyücülerin bazı gizli bilgilerle olağanüstü bazı şeyler yapabilecekleri ve halkın bunları peygam­berlerin mucizeleri gibi algılayabileceklerini kabul ettiğinize dair görüşünüzle birlikte peygamberin elinde meydana gelen mucizelerden yola çıkarak onun doğ­ru söylediğini kesin olarak bilmek ne derece mümkündür? Ayrıca içlerinde kimi zaman ilâhlık kimi zaman peygamberlik iddiasında bulunan ve bu tür gösteri­lerle müritlerini kendilerine iyice bağlamak isteyen îbn Hilâl, Hallâc ve bu ikisi­ne benzeyenlerin de bulunduğu kimselerin ortaya koyduğu hile ve göz boyama­larım mucizelerden ayırabileceğimiz bir ölçüt var mıdır?” diye sorduğunda ona şöyle cevap verilir: Mucizeyi, daha önce de ifade ettiğimiz üzere yukarıda sayılan bu türlerden ayırma yollarının ilki şudur: Peygamberin elinde zuhûr eden muci­zenin peygamber olmayanlar tarafından ortaya konulması ne kadar ileri tekniğe sahip olursa olsun herhangi bir durum veya hile ile mümkün değildir. Peygam­ber mucizeleri hakkında tercih ettiğimiz görüş -daha önce belirttiğimiz gibi- mu­cize türünden bir şeyin sadece Allah’ın kudreti altında yer alması şeklinde olup ölüyü diriltmek, cisimleri, işitmeyi ve görmeyi yaratmak, anadan doğma körü, alacalıyı ve kötürüm olanı iyileştirmek gibi fiillerdir. Yine bu mecrada peygam­berin muktedir kılınmasıyla insanın yapamadığı büyüklükte ve olağanüstü bir şekilde âdeti bozarak gerçekleşen fiiller de böyledir. Bunu burada tekrara lüzum bırakmayacak şekilde daha önce açıklamıştık.

Mucizeyi bu şekilde tanımladığımızda bu mecrada gerçekleşen fiillere insan­ların güç yetiremeyecekleri açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Buna göre bir cismi yoktan var etmek, toprak haline geldikten sonra ölmüş bir kimseyi diriltmek, cansız bir maddeyi canlı bir hayvan haline getirmek, anadan doğma körlüğü ve alaca hastalığını iyileştirmek gibi fiillerin ve yaratılmışlardan birinin kendi gü­cüyle gökte uçması, bir anda doğudan batıya sıçraması, âletsiz olarak göğe doğru çıkmasının hile ile yapılması mümkün değildir. Mucize bu şekilde ortaya konul­duğunda peygamber olmayan kimselerin hile, göz yanılması ve el çabukluğu ile sergilediği fiillerin ne mucize olması ne de mucize ile karışması söz konusudur.

Fasıl: Buna delil olan durumun açıklaması şu şekildedir: İnsanlar, kendileri için imkânsız olanı değil, sadece mümkün olan fiilleri işleyebilirler. [Sadece] bu alanda hile ve göz boyaması yapabilirler. Bu nedenle herhangi bir hile ile büyük bir cismi kaldırmaları, iki zıddı bir araya getirmeleri, kendileri için göz, kulak ve benzeri şeyleri yaratmaları mümkün değildir. Hile ile yapılabilen fiiller insanlar için imkânsız olanlar çerçevesinde değil, mümkün olanlar içinde söz ko­nusu olabilmektedir. Buna göre mucize, -daha önce ifade ettiğimiz üzere- Allah’ın kudreti dâhilindeki alanda cereyan eden ve insanların güç yetiremediği fiillerden olup mucize benzeri bir fiili peygamber olmayan insanın herhangi bir hile ile yapması mümkün değildir. Çünkü bunun aksi bir durum mucizenin sadece Al­lah’ın kudretinde bulunma ve insanların güç sınırlan içinde olmama özelliğine ters düşer ve onun peygamberin peygamberliğine delil olmasını ortadan kaldırır. Hâlbuki delillerin ters çevrilmeleri veya delil olmaktan çıkarılmaları mümkün değildir. Bu nedenle mucize türünde bir şeyin peygamber olmayan kimseler tara­findan hile veya el çabukluğu ile ortaya konulması mümkün değildir.

Mucizelerin İnsanların Yapamayacakları Türden Oluşu Hakkında

Fasıl: Eğer “Bahsettiğiniz mucizelerin insanların yapamayacağı türden fiiller olduğuna ve daha sonraki zamanlarda da onlara güç yetirilemeyeceğine deli­liniz nedir?” denilirse cevabımız şu şekildedir: Aslında biz kelâm kitaplarında bu konu hakkında görüş belirtmiş, cisimler, renkler, hayat ve bu mecrada ger- çekleşenlerin insanların yapamayacağı türden olduğuna dair deliller ortaya koymuştuk. Bu hususta en kesin delillerden biri, insanların güç yetirmeleri söz konusu olan fiillerin ona güç yetirdikleri anda mutlaka meydana gelmesidir. Çünkü bu konuda kudretin [yani güç yetirmenin] fiil ile birlikte olduğu ispat edilmiştir. Bizim anlayışımıza göre kudretin fiille birlikte bulunmasıyla [fiil meydana geleceği için] başka bir âlete ihtiyaç olmadığı gibi kudretin yokluğuyla birlikte insandan fiilin meydana gelişinin imkânsızlığı nedeniyle hiçbir hileye de gerek kalmaz. Şayet biz mucize ve benzerine güç yetirebilseydik, kudretin fiil ile birlikte olduğu [ve birbirinden ayrılamayacağı] ispat edildiği için hiç şüphesiz .onları yapmamız gerekirdi. Bugüne kadar bu nevi fiilleri yapamamış olmamız o türden herhangi bir şeye kâdir olmadığımıza delil teşkil eder.

İnceleyin:  Velînin Kerâmeti Nebisinin Mucizesidir

Mezhebimizden Bazılarının Hileyle Yapılan

Olağanüstü Fiiller Hakkındaki Görüşü

Fasıl: Daha önce zikrettiğimiz üzere mezhebimize mensup âlimlerin bir kısmı ve [başka] bazı mezheplerden şu görüşü [savunanlar] oldu: “Peygamber muci­zelerinden bazıları insanların yapabileceği türdendir. İnsanlar, [peygamberin mucize olarak gösterdiği] bir anda doğudan batıya geçmek, göğe doğru çıkmak, dağlan yerinden oynatmak gibi olağanüstü fiilleri [peygamberin yaptığı şekilde] yapamasalar bile [bu fiillerin] azım yapabilirler.” Bu görüşü benimseyenler, bir benzerini yapmaları için meydan okuduğu esnada [doğruluğunun] delili olarak peygamberin göstermiş olduğu mucizenin insanların bildiklerinin üstüne çıka­cak derecede olağanüstü ve âdetlerini bozacak şekilde büyük bir güçle meydana gelmesinin zorunlu olması gerektiğini iddia ettiler. [Gerçekleşen mucize] âdeti bozmadığında ve onun benzerini güçlerinin fazlalığı nedeniyle bazı insanların yapıp gücü olmayanlar yapamadıklarında [meydana gelen fiil] mucize olmadığı gibi peygamberlik iddiasında bulunanın delili de olamaz. Onlar, bu nedenle göğe doğru çıkmanın, kısa sürede vasıtasız olarak doğudan batıya uzun mesafeler almanın ve dağlan taşımanın peygamber elinde gerçekleştiğinde delil olacağı­nı söylemişlerdir. Dere veya çaydan atlayarak geçmek, göğe doğru bir iki arşın yükselmek ve bir iki kiloluk bir ağırlığı taşımak gibi fiiller ise mucize olmaz. Hal böyle olunca bu tür fiillerin azı ile çoğu birbirinden ayrılır ve onlardan az olanı değil, büyük miktarda olanı âdeti nakz ederek apaçık bir şekilde mucize olarak gerçekleşir.

Peygamberin meydan okuması esnasında gerçekleşen mucizedeki olağanüs­tülük, daha önce açıkladığımız üzere bu tür fiillerin çok miktarda olanına muk­tedir kılınma şeklinde bir âdet olmadığı halde sadece peygamberin muktedir kılınarak âdetin bozulmasıdır. Peygamberin “Ben yerimden kalkıp elimi hare­ket ettireceğim. Siz ise böyle bir şey yapmaya kalkıştığınızda bunu yapamaya­caksınız” dediği zaman mucize, [peygamberin söylemine muhatap olanlardan bu fiili] yapma gücünün alınmasıyla birlikte onların yerlerinden kalkamamaları ve ellerini kımıldatmaktan âciz bırakılmaları şeklinde meydana gelir. Bunları daha önce izah etmiştik. O halde mucize, sadece Allah’ın kudreti dâhilinde olan ve bir benzerinin insanın gücü altına girmesinin imkânsız olduğu fiillerden ola­bilir. Buna göre bir insanın peygamberlerin mucizelerinden herhangi birini veya o türdeki bir şeyi hile ve benzeri yollarla yapması imkânsızdır. Çünkü daha önce de ifade ettiğimiz gibi insan sadece gücünün yettiği durumlarda hile yapabilir. Böylece sihri ileri sürerek bazı insanların mucizelerin bir benzerini yapabildik­leri görüşü doğru değildir.

Sihrin Varlığı Hakkında

Fasıl: Bize göre sihir gerçek bir olaydır. Sihir türlerinden biri, belli âletler kul­lanarak göz boyama ile [bir nesnenin] yılan ve benzeri hayvanlar gibi algılanma­sını sağlayarak canlıymış gibi gösterme şeklinde meydana gelir. Buna Allah’ın Kur’ân’da haber verdiği Firavun’un sihirbazlarının yaptığı sihir örnek verile­bilir: “Yaptıkları sihir nedeniyle onlara hızla hareket eden yılanlar suretinde göründü” (Tâhâ 20:66), “Musa ‘Siz atın’ dedi. Onlar (iplerini) atınca insanların gözlerini büyülediler, onları korkuttular ve büyük bir sihir gösterdiler” (A‘râf 7:116). Tüm bunlar sadece insanların yılana benzeyen hareketli canlılar şek­linde gördüğü bir hayal ve göz aldatmacasından ibarettir. Bazı sihirler de sihir­bazların gözle görülmeyecek kadar ince âletleriyle ve sihirbazlarca bilinen civa vb. araçlar ile yapılmaktadır. Hokkabazların yaptıklarına gelince, bunlar el ça­bukluğu esasına dayalı hareketlerdir. Çünkü onlar, [bu hareketlerle] bir yılanı kesip kamından başka bir yılan çıkarırlar. Onu da keserler, sonra el çabukluğu ve bir oyunla aynı yılanı tekrar eski haline getirirler. Hokkabazlar burada el çabukluğu ile esasen diri olan bir yılanı salıvermektedir. Fakat seyircileri etki­leyerek ona ölü yılan imajı vermektedirler. Bu tür sihirlerde başvurulan hileler bilinmektedir. Firavunun sihirbazlarının yaptığı türden olan fiiller sihir, son örnekte zikredilenler ise hokkabazlık örnekleridir. Sihrin bir türü de Kur ân ve mütevâtir sünnette kendisinden bahsedilen -İmam Mâlik ve arkadaşlarına göre- onu yapanın tevbesinin kabul edilmeyip öldürüldüğü sihirdir.

Bir kişinin “Sihir bâtıldır ve aslı yoktur” demesi nasıl mümkün olabilir? Çün­kü Allah Kur’ân’da şöyle buyurmaktadır: “Süleyman’ın hükümdarlığı hakkın­da onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Hâlbuki Süleyman sihir yapıp kâfir olmadı. Fakat şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil’de Hârût ile Mârût isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Oysa o iki melek herkese: ‘Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız.’ demeden hiç kimseye sihir ilmini öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekten kan ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler” (Bakara 2:102). Yüce Al­lah’tan gelen bu âyette, sihrin gerçek olduğuna ve büyülenmiş kimsenin zarar görse bile ancak Allah’ın izniyle zarar gördüğüne işaret eden açık bir ifade bu­lunmaktadır. Âyette geçen “Allah’ın izni” ibaresinden emir ve müsaade manası çıkarılmamalıdır. Çünkü sihir yapmanın haramlığı konusunda Müslümanların icmâı vardır. “Allah’ın izni’yle ibaresiyle [esasında] Allah’ın sadece hükmü tak­dir etmesi ve büyücünün öğrendiği formülleri uygularken [büyülenen kişide! onun etkisini yaratmayı irade etmesi kastedilir.

Sihrin Etkisi Allah’ın Fiilidir

Fasıl: et-Temhîd, Şerhu’l-Lüma‘ ve bu ikisi dışındaki kitaplarımızda yaratılmış herhangi bir varlığın kendi kudret mahallinin dışında bir fiil işlemesinin mu­hal olduğunu delilleriyle birlikte açıklamış, bu konuda itiraza yer bırakmayacak şekilde delilleri ortaya koymuştuk. Ayrıca tevellüdün, [yani sebebin sonucunu doğurmasının] söz konusu olduğunu savunan muarızların ileri sürdükleri delil­leri zikrederek bu konuda şek ve şüpheyi giderecek delilleri serd ettik. Burada [onları tekrara lüzum olmadığına göre] şunu ifade etmek isteriz: Sihir yapan kimsenin söylediği birtakım sözler ile el ve beden hareketleriyle ortaya koydu­ğu şeyler, kendi kudret mahalli ve şahsında meydana gelen fiillerden ibarettir. Sihir yapan kişi bildiği şeyleri söylediğinde Yüce Allah sağlıklı bir insanda has­talık, seven kişide nefret, nefret eden kişide muhabbet sonuçlarım yaratır, ince bir dal veya ip üzerinde havada yürüme, direksiz fakat bir çeşit âletle havada gösteriler yapma vb. olayları onun için meydana getirir. Sihir yapan kişi, sözleri söylediği veya bir ipe düğüm attığı ya da herhangi bir âlet kullandığı anda sihir yapılan kimsede ölüm sonucunu yaratan Allah’tır.

Açık delillerle sabittir ki, yaratılmışların -melek veya beşer olsun, sihirbaz olsun veya olmasın ya da şeytan olsun- kendilerinden başkası üzerinde bir fiil gerçekleştirmeleri mümkün değildir. Onlar, fiillerini ancak kendi kudret alanla­rında bir başkasına taşmaksızın işleyebilirler. Bu nedenle sihirbazın sihir yap­tığı kişinin şahsında bir fiil işlediğini iddia edenlerin ileri sürdükleri görüş yan­lıştır. Hatta sihir yapılan kimsede meydana gelen sevme, nefret etme, iyileşme, hastalanma, ölme gibi fiillerin tamamı Allah’ın fiili olup O’nun koymuş olduğu esaslar uyarınca sihirbazın yaptığı o fiillerden sonra meydana gelmektedir. Bu aklen muhâl olan bir şey değildir.

Mucize He Sihir Arasındaki Fark

Fasıl: Şayet birisi, “Eğer sihirle sağlıklı bir insanın hastalanması ve ölmesi, sevdiğinden nefret etmesi ve nefret ettiğini sevmesi, cinsel ilişkiden soğuması ve eski arzusuna tekrar kavuşması, büyücülerin yaptıkları bağlama sebebiyle sıkıntı hissetmesi ve cinsel ilişkide bulunamaması, duvara tırmanarak çıkma, ip veya başka bir âlet üzerinde yürüme gibi fiilleri yapmak mümkün olduğu zaman mucize ile sihir, peygamber ile sihirbaz birbirinden nasıl ayrılabilir? [Allah ta­rafindan] gönderilmiş bir peygamber ‘Ben şu düz duvara yürüyerek çıkacağım, şu ineğin karnına gireceğim ve geri çıkacağım, kan ile koca arasını açacak, diri olan şu adamı öldürecek, şu sağlıklı kişiyi hastalandıracak ve öldürecek fiiller yapacağım’ diyerek [meydan okuyup peygamberlik iddiasında bulunduğunda] onun bu söylediklerini gerçekleştirmesi, [peygamberlik iddiasında] doğru oldu­ğuna ve elinde zuhûr eden durumun mucize olduğuna delil olmayacak mıdır? Aynı fiilleri bir sihirbaz da yapabildiğine göre sihirle mucize birbirinden nasıl ayırt edilecektir?” derse, ona şöyle denir:

Bu sorunun cevabı kolaydır. Bu kitabın başında olağanüstü bir fiilin mucize olarak [kabul edilme] şartlarından birinin peygamberin elinde gerçekleşenin bir benzerini getirmeleri konusunda muhaliflerine meydan okuması ve benzerini yapmalarının imkânsız olduğunu söyleyerek onları kınaması esnasında Allah’ın insanların âdetini bozacak şekilde yarattığı fiil olması gerektiğini açıklamıştık. .-Allah’ın âdet üzere kudretiyle yarattığı [olağanüstü] fiillerin ortaya çıkışım pey­gamber peygamberliğine delil kılmadığında ve o fiillerle [muhaliflerine] meydan okumadığında [bu olağanüstü fiiller] mucize değildir. Daha önce bu konuyu açık­lamıştık. Durum bu şekilde olduğunda sihir -sihirbazın ortaya koyduğu fiil, mey­dan okuması esnasında Allah’ın peygamberin elinde yarattığı mucize türünden olsa bile- peygamber mucizesine benzer olmaktan çıkar.

Ancak herhangi bir sihirbaz gösterdiği sihirle peygamberlik iddiasında bu­lunacak olsa Allah bu kişiye şu iki şekilde engel olur: (i) Sihirbazın ortaya ko­yacağı sihirle peygamberlik iddia edeceğini bilen Allah, o kişiye sihri yapmayı ya tamamen unutturur ya da o kişi sihir yaptığı zaman, sihir yapılan kimsede ölüm, hastalık veya nefreti yaratmaz. Sihirbazın göğe doğru çıkmasına ve ine­ğin karnına girmesine firsat vermez. Böylece sihirbazın sihri bozulur ve pey­gamberle sihirbaz arasındaki fark anlaşılmış olur. Ayrıca Allah, bir sihirbazın peygamberin ölümü veya zamanından sonra ona mu araza amacıyla gösterdiği mucizelerin bir kısmını göstermeye yelteneceğini bilir ve sihir yapmasına engel olur. Hâlbuki peygamber mucize gösterdiğinde Allah hiç şüphesiz doğruluğuna delil olmasını kesin bir şekilde irade ettiği bu fiille ona destek olur. Bu da sihir ile mucize arasındaki farkı açık bir şekilde ortaya koyar.

(ii) Sihrin çeşitleri, sihirbazlar ve Babil halkı tarafindan bilinmektedir. Bir sihirbaz peygamberin mucize olarak gösterdiği türden bir fiili işleyip bununla insanlara meydan okuduğu ve peygamberlik iddiasında bulunduğu zaman çok geçmeden diğer sihirbazlar da ortaya çıkarak onun yaptığı filin bir benzerini hatta daha üstününü yaparlar ve onun iddiasını çürütürler. Hâlbuki bir pey­gamber sihirbazın yaptığı fiilin bir benzerini yapıp halka hitaben “Bu benim delilimdir. Meydan okumama rağmen sizler bunun bir benzerini yapamayacak­sınız, herhangi bir sihirbaz veya kâhin de yapamayacaktır. Bugüne kadar sihir- baz ve kâhinleriniz böyle fiilleri bir ölçüde yapabiliyorlardı. Ben iddia ediyorum ki, bugün herhangi bir kimse ilim ve sihirde ne kadar ileri de olsa benim yaptığım bu fiili yapamayacaktır’- diye  meydan okuduğu zaman olay,onun dediği gibi cereyan etse bu olay beşer ve özellikle sihirbaz ve kâhinler için olağanüstü ve mucize olur.

Fasıl: Diğer bir yol ise sihirbazın sihir yaptığı esnada Allah’ın sağlık veya hastalık gibi tesirleri yaratmamasıdır. Böylece bir sihirbaz, yapacağı sihrin ken­disi için mucize olacağım iddia etmesi halinde Allah ya ona sihir yapmayı tama­mıyla unutturup yaptırmayarak ya da o kişi sihir yapsa da daha önce yarattığı sonuçlan yaratmayarak o kimseyi başarısız kılar. Bu şekilde sihirbazın elinde daha önce meydana gelen sihir ve sonuçlan ortaya çıkmaz. Bu durum peygam­berlerin mucizeleri ile sihirbazların sihirlerini peygamberlik iddia etmeleri ha­linde birbirinden ayırmaya yarayan açık bir husustur.

 

[] Bâkıllânî, Kitâbü’l-Beyân ani’l-fark beyne’l-mu’cizât ve’l-kerâmât ve’l-hiyel ve’l-kehâne ve’s-sihr ve’n-nârencât, nşr. Richard J. McCarthy, Beyrut: el-Mektebetü’ş-şarkıyye, 1958, s. 8-10,14-20, 23-25, 33-34, 45-46, 46-49, 56-59, 61-62, 71-73, 77-78, 79-80, 88-89, 93-96, 100. Metin hazır­lanırken aynca şu çeviri göz önünde bulundurulmuştur: Bâkıllânî, Olağanüstü Olaylar ve Ara­larındaki Farklar (Mucize, Kerâmet, Sihir), çev. Adil Bebek, İstanbul: Rağbet Yayınlan, 1998 8.47-121.

Ercan Alkan, M. Nedim Tan – Din Felsefesinin Ana Konuları, Cilt 2,syf:343-356

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir