Kıymetli Misafirler!
Tarih anlayışının yeterli bir gelişme göstermeye başladığı asırlardan itibaren birçok insanın zaman zaman şu veya bu aletin veya cihazın nerede ve ne zaman ortaya çıktığı yönünde kafa yorduğu ihtimaline bir gerçek nazarıyla bakılabilir Tarih bilimi, genelde ve çok uzun bir süre politik, askeri ve bir dereceye kadar da iktisadi olay ve değişmelerin toplanıp kaydedilmesinden ibaret sayıldı, bilim ve teknolojinin kazandığı gelişmeler bir üvey evlat muamelesi gördü.
Bilim ve teknolojinin Yunanlılara kadar gerçekleşen gelişmesinin kademelerini takip etmek çok zor. Onlar, yani Yunanlılar bilimler tarihinde işgal ettikleri yaklaşık sekiz yüz yıllık muazzam yapıcı safhada, öncülerine dair çok az ipucu veriyorlar Kaynaklara işaret etme geleneği kendilerinde çok zayıf.
Onların muazzam yerlerini başlangıç olarak görmeye alışkın modem bilimler tarihinin üç yüz yıldan beri alışılan görüşü, Sümerlerin, Babillilerin, Asurilerin, Hititlerin, Kenanilerin, Aramilerin ve Mısırlıların kültürlerinin arkeolojik araştırma ve bulunan kitabe çözümlerinin modem bilimler tarihine getirdiği ışığa rağmen, önemli bir değişikliğe uğramadı. Bilimler tarihinin büyük otoritelerinden Avusturyalı Otto Neugehalerin yarım yüzyıldır Yunanlıların başta değil ortada bulunduktan, onların bilim tarihindeki önderlik bayrağını ellerine aldıklarından beri geçen 2500 yıllık devreye, geçmiş olan 2500 yıllık bir öncül devreyi daha eklemek gerektiği yolunda savunduğu tez çok az dikkat çekti. Yedinci yüzyılın ilk yansında, Yunanlıların elinde çok yüksek bir düzeye ulaşmış bilimlerin Doğu Akdeniz havzalarında ve Sasaniler İranında ağır adımlarla çok küçük mesafeler geriye bırakmakta olduğu bir sırada, İslam bu kültür merkezlerini içine alan bir kudret olarak tarih sahnesine çıktı. O kültür merkezlerinin mümessilini, hangi inançta olursa olsunlar büyük tolerans ve anlayışla entegre etti ve onların hocalığını kabul ederek, bilimlere yeni bir kıvılcım kazandırdı. Sekizinci yüzyılın ortalarında Hind kaynaklarına uzanıldı, iki yüzyıl kadar süren bir resepsiyon ve asimilasyon safhasından sonra yaratıcılığa ulaşıldı.
Bilimlerin İslam Dünyasında ulaştığı yaratıcılık safhası bazı alanlarda daha 8. yüzyılın ikinci yansına, bazı sahalarda ise 9. yüzyılın ortalarına doğru gerçekleşmiş oldu. Bu yaratıcılık safhası sonraları sür’at ve kantite düşmekle beraber 800 yıl yani 16. yüzyılın sonlarına kadar devam etti. Onların başarılarının bugün küçük bir kesimini biliyoruz. Ayrıntılı olarak saymaya kalkışmak yerine şu şekilde ifade edilebilir Onlar diğer kültür dünyalarından, özellikle Yunanlılardan aldıkları bilimleri geliştirdiler, yeni bilimleri ortaya koydular önderlik durumuna geçerek kültür dünyasında ortaya çıkacak bazı bilimlerin yollarını döşediler. “Büyük” ve ‘Yaratıcı” diye vasıflandırdığımız bilimin 800 yıl kadar süren bu safhasında Müslümanların Arapça yazan Hıristiyan ve Yahudi vatandaşlarının katkısı az olmadı.
Bilimler tarihine bu yaratıcı safhada nelerin kazandırıldığının hepsini veya büyük bir kısmını bilmekten henüz çok uzak bulunuyoruz; tamamını tanımak belki hiçbir zaman mümkün olmayacaktır Ama bugün bildiklerimiz, bilimlerin en büyük birkaç safhasından biri karşısında bulunduğumuzu duymamıza yetiyor Şüphesiz ki içinde bulunulan devir faktörü ve diğer birçok koşullar; öncülerle ardılların başarılarının yön, karakter ve tabiatlarını etkiliyor
Bilimler tarihçisi için, büyük safhaların kendine has temel değerlerinin belirtilmesi işi kolay olmuyor Ben şahsen yıllar boyunca İslam bilimler safhasının kendine has prensipleri olarak şunlara ulaşabildiğimi sanıyorum;
- 1-Adil tenkit prensibi
- 2-Vazıh bir tekamül kanunu düşüncesi
- 3-Kaynak zikretmede diğer kültür dünyalarında olduğundan daha çok gösterilen gayret
- 4-Bilim tarih yazarlığının 10. yüzyıldan itibaren ortaya çıkışı ve gelişmesi
- 5-Tecrübe ile teori arasında bir denge kurma prensibi ve tecrübenin araştırmada sistemli bir şekilde kullanılacak bir vasıta olarak yer alması
- 6-Uzun süreli gözetleme prensibi; bunun sonucu olarak rasathanelerin icadı
- 7-Bilimin sadece kitaptan değil, hocadan ve kitaptan öğrenilmesi; buna bağlı olarak ilk üniversitelerin ortaya çıkışı
- Bilimler tarihinin en önemli başlangıç çizgilerinden biri şudur ki; İslam kültür dünyasının kitapları, aletleri ve ilaçlan 10. yüzyılın ikinci yansından itibaren ispanya üzerinden Batı Avrupa’ya yol buldular Müslümanlar 711 yılında iberYarımadası’na ayak basmakla İslam kültür dünyası ile Avrupa arasındaki bağlantıyı kurmuş, geliştirecekleri bilimlerin birkaç yüzyıl sonra ayn bir kültür dünyasında yayılma kaderini çizmişlerdi.
iki kültür dünyasını birbirine bağlayan yollar zamanla artmaya devam etti. Bunların en önemlileri Sicilya, İtalya ve Bizans üzerinden geçiyordu; Bahusus İslam dünyasındaki teknolojinin Avrupa’ya ulaşmasında Haçlı Seferleri büyük bir rol oynamıştı.
Bilim ve Teknolojinin İslam dünyasından Avrupa’ya ulaşma safhası- ki bu resepsiyon ve asimilasyon diye iki kademede gerçekleşti- en azından beş yüz yıl sürdü. Avrupa’da gerçek manada 16. yüzyılda kreativite ve aynı yüzyılın ikinci yansında İslam dünyasında bilimlerin duraklaması başladı. On yedinci yüzyılın başlarında Avrupalılar bilimde önderlik durumuna geçtiler
Bu münasebetle bir tarihi realiteye istemeye istemeye işaret etmeyi zaruri buluyorum. O da şu ki Latin kültür dünyasının Arap-İslam kaynaklarından alma işi, Müslü- manların Yunanca kaynaklarından alışındaki açıklıkla olmadı. Müslümanlar Aristo’yu “Büyük Üstad” diye adlandırıyordu. Bokrat’ın, Galen’in ve diğerlerinin kitaplarından “Faziletli Bokrat”, “Faziletli Galen” diyerek alıyorlardı. Ama Arapça kitapların birçoğunun Latince tercümelerinde gerçek müelliflerin adları kayboluyordu. Kaynak zikretme alışkanlığı hemen hemen hiç yoktu.
Bunun sonucu olarak, Avrupalılar 17. yüzyılda önderlik durumuna nasıl geldiklerini bilmiyorlardı. Gerek Avrupalılar; gerek Müslümanlar; bunu yüzyıllardan beri gelen üstün bir mazinin devamı sanıyorlardı. Bunun sonucu, Avrupalılarda Müslümanlara karşı bir üstünlük, Müslümanlarda ise yavaş yavaş bir aşağılık duygusu gelişiyordu. Avrupalılarda doğan bu üstünlük duygusu, aradan çok büyük bir zaman geçmeden, daha doğrusu 18. yüzyılda Rönesans tabiri içinde, günümüze kadar geçerliliğini pek kaybetmemiş olan kalıplaşmış ifadesini buldu. Buna göre, bilimlerin birkaç yüzyıldan beri tanınan yeni safhası, Avrupa’da doğrudan doğruya Yunan bilimlerinden kaynaklanan bir kalkınmaydı.
Derin bir minnet duygusuyla anılmalı ki bu, I955’te Fransız filozofu Etienne Gilson’un “Profesörler Rönesans’ı” diye maskaraya aldığı görüşe karşı hümanist bir reaksiyon da daha aynı yüzyılda kendini göstermeye başlamıştı. Bunların arasında Fransızlardan filozof ve tarihçi Voltaire, Almanlardan Johann Gottfried Herder, Johann Wolfgang von Goethe ve Alexander von Humboldt vardı.
Kısmen bu Hümanistlerin yanı sıra, kısmen de ara sıra ortaya çıkan Avrupa merkezli bilim tarihçiliğinin bilmezden geldiği çok önemli yeni bir hümanist cereyan vardı; o da Arpça, Farsça ve Türkçe kitaplarının Latince tercümelerine değil de asıllarına dayanarak İslam bilimlerini araştırmak. Bu cereyan çok yavaş bile olsa, daha 17. yüzyılda başlamış ve 19. yüzyılda konservatif bilim tarihçiliğini bazı alanlarda tashihlere zorlayacak kadar kuvvet kazanmıştı. Felsefe alanında dinler ve felsefe tarihçisi Ernest Renan 1852 yılında yayımladığı “Averroes et faveroisme” isimli kitabında Endülüslü İbn Rüşd’ün Batı Avrupa ve İtalya da felsefi düşünceyi ne kadar derinden etkilediğini çok mahir bir şekilde gösterdi.
Onun çağdaşı filozof Heinrich Ritter İslam bilimlerinin Avrupa’ya felsefe dışındaki etkisinin çok büyük olduğu, Arap felsefesinin fiziksel yönünün Hıristiyan Ortaçağ biliminde bir değişim sağladığı tezini savunuyordu. Fransız Sedillor ve oğlu,A Sedillor 60 yılı aşan çalışmalarıyla Müslümanların astronomi alanında gösterdikleri başarının büyük bir kısmını ortaya koymakla çağdaş meslektaşlarını hayrete düşürüyorlardı.
Diğer taraftan J.T Reinaud aynı zaman içinde İslam kültür dünyasının coğrafya «ilanındaki başarılarını elli yıl kadar süren etütleriyle tanıtıyordu.
Matematik alanında hümanist Alexander von Humboldt’un Paris’te adı geçen bilgin- lerin yanında doktora yapmaya gönderdiği Franz VVoepcke başardığı kırkı geçen çok enteresan etütleriyle konservatif matematik tarihçiliğini çok ciddi tashihlere zorladı. Mesela o çağın en ünlü matematik tarihi kitabında Müslümanların cebir alanında ikinci derece denklemlerin ötesine geçemedikleri iddia ediliyordu. Woepcke 11. yüzyılda yaşayan Ömer Hayyam’ ın üçüncü derece denklemin sistematik tanıtımını taşıyan Cebir kitabını yayımlayıp Fransızcaya çevirmekle, üzerinde çalıştığı alandaki eski hükümlerin ne kadar geçersiz olduklarının çok açık bir misalini sunmuştu.
19.yüzyılın ikinci yansı İslam bilimlerinin tanıtılması yönünde çok önemli gayretlere şahit oldu. Mesela coğrafya alanında çalışan Hollandalı Michael Jan de Goeje ve Alman Ferdinand VVüstenfeld yanm yüzyılı aşan çalışmalarında günümüze ulaşmış olan hemen hemen bütün önemli Arapça coğrafya yazmalarını yayımlayıp kısmen de Avrupa dillerine çevirdiler Çağdaşlan Alois Sprenger; daha 1864 yılında 10. yüzyılda yaşayan Makdisi’yi kitabının bir yazmasını Hindistan’da bulduktan sonra “yaşamış olan en büyük coğrafyacı” olarak ilan ediyordu. Daha sonraki etüdler gerçekten insan coğrafyasının 10. yüzyıl İslam dünyasındaki düzeyine Avrupa’da ancak 19. yüzyılda rastlanabildiğim kolaylıkla gösterebildi.
1875 yılından itibaren İslam doğal bilimler tarihi araştırmalarına Erlangen şehrinden Eilhard Wiedemann adlı fizik bilgini katıldı. Bu dinlenmek bilmeyen bilginin 1928 yılına kadar yayımladığı 200’den fazla etüdü bilimler tarihinde anıtsal bir yer alıyor İslam dünyası ona ne kadar teşekkür etse azdır Onun İslam kültür dünyasının bazı aletlerinin modellerini ilk yapan kimse olduğunu anmayı bir borç biliyorum. Öğrendiğime göne, onun yaptığı modellerden birkaçı Münih Müzesi’nin arşivinde muhafaza ediliyor
Oryantalistler birkaç yüzyıllık çalışmalarıyla Müslümanların bilimler tarihinde çok önemli bir yeri olduğunu göstermeye yetecek kadar önemli sonuçlara vardılar. Bununla beraber bu yerin ne kadar büyük olduğunu gerçeğe yakın bir şekilde öğrenebilmekten çok uzağız veya hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Bu yolda birkaç adım ileriye gidebilme amacıyla 1982 yılında Frankfurt Üniversitesine bağlı bir Arap-İslam Bilimleri tarihi Enstitüsü kurduk. Çalışmalarımız esnasında, Müslümanlar tarafından geliştirilen ve icad edilen aletlerin modellerini yapmak düşüncesi doğdu; böylece orada bir müze ortaya çıktı. O aletlerin benzerlerinin bugün açılmakta olan çok büyük bir ziyaretçi kitlesi tarafından görüleceği ümidini taşıyor, onun bilimler tarihinin bütün insanlığın müşterek malı olduğu hususundaki temel düşüncemizi yansıtmak için müstesna bir yer olduğuna inanıyoruz.
DİPNOT
Prof. Dr Fuat Sezginin 24 Mayıs 2008 de İstanbul İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesinin açılışında yaptığı
konuşma
0 Yorumlar