Harf İnkılabı

harf_devrimi Harf İnkılabıYine yeni bir inkılâbı… Bu adam duramıyor. Her yıl bir inkı­lâp yapmak heves ve ihtiyacında. Şimdi bununla da Harf Gazisi oldu. Binbir lâfza-i cemaline bir daha ilâve etti!…Halbuki iddiaları gibi, Lâtin harfi mes’elesi onun işi ve iddiası değil ki. Bun­dan altmış-yetmiş yıl evvel İstanbul matbuatından Lâtin harfi leh ye aleyhinde münakaşalar olmuştu. On yıl evvel de oldu. İki yıl evvel de oldu. Bütün erbabı tefakkür ve Darülfünun profe­sörleri müttefikan Lâtin harfi aleyhine rey verdiler,

Mustafa Kemal bu işi de yine bir kanun darbesiyle birden yaptı. O, makûl söz dinler mi? Makûl, söz söylemeğe gelmez. Aksini yapar. Birgün İstanbul’da. Dolmabahçe Sarayına bütün meb’usları toplamış. Onlara ders vermiş. Burda tuhaf bir şey ol­muş. Mustafa Kemal “dır” edâtı haberine “tır” diyor. Selânik şi­vesi, Celâl Nuri kalkmış “dır” dır diyor. Gazi gazaba gelmiş, hid-detle”tir” diyor. Celâl Nuri derhal “Evet efendimiz! tir’dir bile­medim” diyor. Padişahlar gibi “Efendimiz” olmuştur. Celâl Nu­ri’yi bir dumansız drıtnuata benzeterek Süleyman Nazif güzel tarif etmiştir, fakat bununla bazı şeyler unutmuştur. “Kaptanı korkak, kararsız, dönek”dır, Kaptan Celâl’in yüreği ve ruhudur. Binaenaleyh bu cidden malûmatlı olan ve kimseye zararı olma­yan bir insan bulunan Celâl Nuri dümensiz, pusulasız, kaptan korkak ve dönek, müthiş bir drıtnauttur.

Celâl Nuri “tir” dedi. İşin içinden çıktı. Ne yapsın… Mustafa Kemal ilk Sarayburnu gazinosunda bu işi yaptı ve orada nutuk verdi.. Tam yeri. Çünkü gazino onun akademisidir. Hemen ka­nunu da yapıp, eski harfleri yasak etti.

Baktım Mecliste bunu ilk müdafaa eden İsmet oldu Ve: “Bu inkılâp Türkün terakki yolunda en büyük adımı” diye tefsir etmiş. Şaştım. Ben Ankara’da iken, bir gün İsmet bana Lâtin harfi hakkındaki fikrimi sormuştu. Aleyhinde olduğumu söylemiş­tim. Sebebini sormuştu, izah ettim. İsmet de bana “Ben de aleyhindeyim” demişti. Şimdi en meddahı ve âlet İsmet’tir. Hayret… Bu adam ne iki yüzlüdür?… Ne kanâati hilâfı işler görür? Mev­kide dursun da ne olursa olsun, her haltı yer? Asıl olan mevki­dir. Sonra “Bern” sefiri Münir’den işittim. Müze Müdürü Halil Bey oraya gelmiş. Halil Bey “Hayret ediyorum. İsmet Lâtin har­finin aleyhinde idi. Bana söylediydi. Şimdi kendi yaptı. Ve met­hediyor” demiş. Münir doğru sözlü bir adamdır. Korkak olduğu halde fırsat bulursa hakikati söyler. Elverir ki, söyleyecek na­muslu, emin adam bulsun. Nitekim İsmet’ten titrediği ve onu tutan İsmet olduğu halde Bern’e giden Yusuf Kemal’e “Lozan Muahedesinin dörtte üçünü yapan sırf Rıza Nur’dur, bütün bi­ze cesaret veren odur. Yoksa kötü bir muahede imza edilecekti” demişti. Aynen Yusuf Kemal bana söyledi.

Yeni harf için her tarafta mektepler açtılar. Halkı cebren bu mekteplere şevkettiler. Birden gazete satışları durdu. Kitap neş­riyatı durdu. Hâlâ böyle. Hükümet bunlara tazminat veriyor. Mektep kitapları kalmadı. Yeniden basılmaları milyonlar ve uzun zaman istiyor. Bizde millî bir matbaa sanatı vücuda gel­mişti. Harfleri İstanbul’da döküyorlardı. Şimdi tuttular Avru­pa’dan harf satın aldılar. Sade Fransa’dan yirmibeşbin kilo aldı­lar. Bu da yetişmedi. Laipzig’deki meşhur kütüphane ile kontrat yapıp, mektep kitaplarını orada bastıracaklarmış, bu da milyon­lar istiyor. Bu işi böyle birden hiçbir insan yapamazdı. Yaptı. Fa­kat herşey alt üst ve mahvoldu. Bir irfan fetretidir başladı. Bu fetret yıllarını bilmem ne ile tazmin edecekler. Başka milletler ir­fan sahasında dörtnala koşuyorlar. Biz ise gerideyiz. Şimendifer- le koşmamız, hattâ tayyare ile gitmemiz lâzımdı. Bil’âkis dur­duk. Durduk değil, eskisini de mahvettik.

Güya yenilik, teceddüd yapıyor. Hadi birde harice milyonlar vererek birçok yazı makineleri aldılar. İşitiyorum. Hâlâ yazmı- yorlarmış. Elbet, bu bir günde olmaz. Evolosyon işidir. Mustafa Kemal her şeyin kanun darbesiyle ve âniolacağına kani. Evet fe­si bir günde milletin başından alıp atabilirsin. Fakat yeni yazıyı okutamazsm. Ben çocukluğumdan beri Fransızca ile meşgulüm. Öyle iken hâlâ Türkçeyi Lâtin harfleriyle dürüst ve sür’atle oku­yamıyorum. Çünkü yazı bir resim mes’elesidir. Şekil ve resimdir ki, zihinde kalır ve idraki yapar. Halbuki, Fransızcayı sür’atle okuyorum.

İnceleyin:  Serdengeçti Osman Yüksel Neden Atatürkçü Değildi ?

İşte bugün millî tasarruf yapanlar bu suretle de harice mil­yonlar verdiler. Bunlar kabahat değil ha… Şapka, Yavuz, Bahriye Vekâleti, yazı, yazı makinesi, milyonlar yedi. İktisadî buhran gelmez de Roçilt mi gelir? Demek ithalât ve ihracat muvazene­sinde müthiş açığı yapmakta en ziyade kendileri mes’uldür. Ne-nize lâzım yazı makinesi… Kel başa şimşir tarak. Bunu Avrupa­lılar kullanır. Çünkü vakitleri dar, işleri çok.Bizde öyle değil ki… Vakitten çok, işten az ne var? Her şey bir ihtiyaç üzerine yapılır. Bunlar süs diye yapıyor. Allahın verdiği ellerimiz, güzel millî mahsûl yazı makineleri idi. Bize daha yirmi yıl yeterdi…

Bu husus mekteplerde cebr ile bir kısım memurlar bu yazıyı öğrendiler; fakat yine dürüst yazıp okuyamıyorlar. Devlet idare­sinde işler durmuştur. Derkenarları ne diğer memurlar ne de hattâ bizzat yazan memurlar okuyamıyorlarmış. Henüz memle­kette stenografi bilinmediğinden mahkemelerde, Millet Mecli­sinde zabıtlar tutulamıyormuş. Bunları zarurî yine eski yazı ile yapıyorlarmış. Eski yazı adetâ stenografi idi.

Biri bana dedi ki: “Amma çok insan yeni yazıyı çabucak öğ­rendiler.” Ben de şu cevabı verdim: “Bu gayret, bu cebir eski ya­zı için yapıldı mı? Yapılsaydı aynı netice olurdu.” Öyledir. Sus­tu.

Bunu yaptı, bari dürüst bir yazı yapsaydı. O da yanlıştır, pek eksiktir. Türkçeyi okutmaya kabiliyetili bir yazı değildir. Nite­kim pratik gösterdi. Bu yazı telâffuzu aynen zaptedemiyor. Böy­le hafifmeşrebine ve bir günde yapılan iş böyle olur. Hiç olmaz­sa bunu evolosyona, tedrice terkedeceklerdi. Yazı yapılacak ise, evvelâ münakaşaya arzedilecek, mütalealar toplanacak, sonra bir komisyon yıllarla uğraşacak, bir iyi yazı meydana gelecekti. Sonra bununla ticaret işleri, hükümet işleri görülmeğe, bazı ga­zeteler çıkarılmağa başlanacak, kırk-elli yılda eskisi bitecek idi. Buncağızı olsun düşünemediler.

Mustafa Kemal! Sen böyle şeye ne karışırsın? Bu mütehassıs işi. Birtakım dalkavuklardan bir komisyon yaptı; fakat onları da dinlemek değil, kendi onlara emretti. Bu encümende Fazıl Ahmed de var. Niye bu Türk dilini yapan encümende Dönme İbrahim Necmi, Giritli AhmedCevad var. Zavallı Türk dili! FazilAhmed sevdiğim biridir. Kıymetli, namuslu adamdır. Zavallı açtı. Bir gün Kadıköy vapurunda rastgeldim. Mustafa Ke­mal’in aleyhinde, Lâtin harfinin de aleyhinde idi. Bana neler söyledi. Ne ise çatmış… Mustafa Kemal onu tuhaf sözlerinden sevmiş. Necmeddin Sadık, Gazi ile encümen arasında vasıta imiş. Tıpkı eski saraylarda padişahın perde arkasında veya ka­fes arkasında olması gibi. Fazıl Ahmed bu!…

Durur mu? Nec­meddin Sadık’a derhal “Cibril-i Emin” adını vermiş. 0 gelir­ken “Gel! Cibril-i Emin, yine ne ayet var?” dermiş. Bunu Mus­tafa Kemal’e söylemişler, kızmamış; bil’âkis keyiflenmiş. Ne ise Fazıl Ahmed yüzkarası bir teşrif iye yazarak meb’usluğa çırağ çıkarıldı da açlıktan kurtuldu. Kimbilir defterine ne hezel mev­zuları toplamaktadır. Ve kendini de ne rezil etmekte ve edecek­tir. Fazıl Ahmed Türkçeyi iyi telâffuz edemez. Peltektir. İbra­him ile Cevad da anadilleri başka olduğundan, Türkçeyi fena telâffuz ederler. İşte bunlardır ki, bir kamusla Türkçeye telâffuz ve imlâ tayin ettiler. Bunda Mustafa Kemal’in de irfanı ve him­meti vardır.

Bu yazıdan irfanı ve İktisadî büyük zararlar olmuştur. Yazı­nın kusurlarını bir bendde de Oğuznâme’de yazdım. Zaten bun­ları ve zararlarını Türk Tarihi’nin onüçüncü cildinin “Türk Yazı­sı” bahsinde tafsil etmiştim. Ne çare ki, henüz neşredemedik. Nihayet Rövüdö Türkoloji’nin ikinci numarasında Fransızca bir makalede neşrettim. Şunu söylerim ki, bu yazı ile kütüphaneler­de asırlardan beri yığılmış olan eski Türkhazine-i irfanı mahvol­muştur. Şu Yakup Kadri ne dalkavuktur. Yeni yazıyı metih, eski yasayı zemmeden müthiş ve mantıksız makaleler yazdı. Birinde diyor ki, “Kütüphanelerdeki kitaplar sıfırdır. Hiçbir kıymeti yoktur. Toz pislik yığınıdır,” Celâl Nuri de: Eski kitaplan Bayazid meydanına doldurup yakmazsak, bu millet kurtulmaz” di­yor. Bu müthiş bir cinayet, büyük bir ahmaklık, derin bir cahil­lik.

Onlar kıymetli hazineler ki, burada Avrupa âlimlerini görü­yorum, bayılıyorlar. Bazan bunların içinde öyle mühim malûmat buluyorlar ki, ilmin karanlık bir yerini tenvir ediyor. Yakup Kad­ri çok aşağı şey… İttihatçıların dalkavuğu idi. Onlar gidince der­hal aleyhlerine döndü. Bu sefer Mustafa Kemal ve İsmet’i buldu. Onlar da gidince derhal aleyhlerine dönecektir. Verem de… Ne­ne lâzım. Üç buçuk günlük ömre bu değer mi? Biraz zararsız ro­mancısın, şununla vaktini geçirsene…

İnceleyin:  Kemalizm’in Babası:Moiz Kohen

Bugün yılda Fransa’da onbeş bin kadar eser neşrediliyor. Biz­de bir tane bile neşir kalmadı. İtalya’da neşriyat Mussolini’den beri azalmış. Bu da istibdadın, pederâne bile olsa irfana ne müt­hiş darbe olduğunu gösterir. Yeni yazı sökmedi. Halâ herkes mektuplarını eski yazı ile yazıyor… Mustafa Kemal, İsmet de öy­le yapıyor.

Bu esnada gülünç ve feci bir şey oldu: Mustafa Kemal “Kaf-q harfini kabul etmem. Lüzumsuzdur” dedi. Bir mektep muallimi Milliyet gazetesinde “Aman Paşam etme bu “Kaf” lâzımdır. Ka­bul et!” diye yalvarıyor. Akıllı ve hamiyetli bir adammış. Buna Mustafa Kemal madde halinde yine o gazetede cevap veriyor. Hülâsası şu: “Olmaz, aklım ermiyor, kabul etmem” dedi. Etme­di. Vah… Yazık… Hem bu adam bu harf mes’elesini asker emrü kumandası halinde madde madde tebliğ edip işi bitirdi. Ayol bu ilim. Böyle olmaz. Bu ne istibdâd! İşleri hep böyle yapıyor. Bildi­ği sade askerlik… Onda da neleri var? Beşeriyet ne küçülmüş­tür!… Bir kitleye böyle bir adam keyif ve arzusunu, her sahada keyfemayeşâ tatbik ediyor, cihan-ı beşeriyet onu kurtaramıyor… Acıklı şey… Buna nasıl tahammül ediliyor?!…

Derken bir İmlâ Lügati yaptılar. “D” leri “T”, “Kalmıyor” ı “Kalmıyor” yaptılar. Bunlar hep Selânik Dönmesi dilidir. Mus­tafa Kemal’in dili. Türkçe berbad edildi. Şimdi gazeteler de hep böyle yazıyorlar. Fatih Rıfkı, İstanbullu. Yakup Kadri Anadolulu  olduğu halde onlar da böyle yazıyorlar, Bunlarınkisi dalkavukluk,göze girmek. Bu alçaklıktır. Bir göze girip çöplenmek için bir milletin diline balta vurulmaz.

Bunda da yine bir rezalet oldu. Bîr İngiliz bu lügati almış, Taymis’te bir makale yazmış. Diyor ki: “Türkçe ne iptidaî dilmiş. İngillizceye nisbetle yüzde yirmi lügati yok.” Bu süz lügate güre doğru. Fakat bunların bilmediği, kamusa dercedemedikleri da ha ne kadar lügat var. Tabiî İngiliz onu bilmez. Hasılı şu imlâ Lügatlarıyla Türk’ü âleme rezil ettiler, iptidaî gösterdiler. A ferin, iyi hizmet ediyorlar.

Bu yazının belâsı sade bunlar değildir. Asıl sonra olacaktır. Eski yazıya ric’at edilmezse bile, bu yazı behemehal tadil ve ıs­lâh edilecektir. Bu zarurî bir ihtiyaçtır. Yine bir hercümerc… Hadi… O kadar zorla okuyup yazma öğrenenler yine ümmü ola­cak… O vakte kadar yazılmış kitaplar, hükümet dosyalan hep hi­yeroglif olacak. Yeniden matbaa harfleri, yeniden okutmak, ye­niden kitap, satın alman yazı makineleri işe yaramayacak. O ka­dar masraf, emek, zaman, habaen mensura!.,. Yeniden müthiş masraf… Hasılı büyük belâya girilmiştir. Ne yapacağız bilmem?..

Ecnebilerin bu harf ve şapka meselesine memnun olacaklarını zannederdim. Bıl’âkis hurda âlimlerden birkaçı bana aley­hinde söylediler. Böyle şeyler evolosyon işidir. Bir darbe ile ol­maz. Anarşidir. Hem siz orijinalitenizi kaybedersiniz, kıymetiniz kalmaz. Hem bu vicdanî iştir. Tahakküm yapılmamalıydı” de­diler. Pek doğru..,

Mustafa Kemal bir türlü İstanbul’a gidemiyordu. Bursa’ya geliyordu. Henüz ben İstanbul’da idim. O yaz Bursa’ya gelmiş­ti. Bizim evin yanında Süreyya Paşa bir musiki kulübü açmıştı. Birtakım sazende ve hanende kızları toplayıp Bursa’ya Gazi’ve götürdü. Kötü rezaletler oldu. Mezhebi geniştir. Müthiş de ayyaştır. Mustafa Kemal’e yanaşıp mevkiye geçmek peşinde. İmti­yazlar almak İçin uğraşıyor. Meselâ Adalar’a elektrik ve su işi peşinde, Kadıköy Halk Fırkasında hamal gibi de çalışıyor. Ben bu adamla karımın amcası olduğu halde görüşmezdim. Torunu­nun yüzünde çıbanlar olmuştu, doktorlar iyi edememiş. Karım vasıtasiyle bana rica ettiler, ilk defa olarak evlerine gittim. Bizim mahut babadan kalma merhemi sürdüm iki günde iyi oldu. Bundan sonra beş-on defa biz onları, onlar bizi ziyaret ettik. Hepsi bu kadar. Bu esnada Süreyya benimle Mustafa Kemal aleyhinde de konuşuyordu. Hem öyle, hem böyle…

Mustafa Kemal öldürüleceğinden korkarak İstanbul’a gel­mezdi. İttihatçılara tırpan attıktan sonra, benim Paris’te bulun­duğum ilk yaz İstanbul’a gelmiş, oranın askerî idaresini Şükrü Naîli’nin eline vermişti. Şükrü Naili en emin adamıdır. Artık de­mek İstanbul’dan emin.

Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası , Dr. Rıza Nur

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir