Birgün bir tebliğ-i resmî: Mustafa Kemal, Lâtife’yi boşamış. Bunu da Hey’et-i Vekile karan ile yapmış. Bu, Kanun-u Medeniye mugayirdi. Boşanmak, iki tarafın rızasıyla veya onun mucip sebebi mahkeme hükmü ile olacaktı. Hey’et-i Vekile, adliye, kanun ve mahkemelerin üstüne çıkmış ve vahidül-calip olarak karar vermiş. Al işte, Mustafa Kemal’in kanuna riayeti… Bir Kanun-u Medenî yaptı, bugün iptida kendi bozuyor… Hem âleme ilân suretiyle… İsmet de bunu yapıyor… O, ne yapmaz? Tek mevkide dursun, bunun için cinayetler, katliâmlar yapıyor da, bu bir şey mi? Kanunen Lâtife hâlâ O’nun karısıdır. Mustafa Kemal ölürse mirasa konar.
Lâtife, İstanbul’a geldi. Son zamanda haremimi aramıyordu. Mevhibe ile iyi idi. Refikamın Mevhibe ile muhaberesi de kesilmişti. Lâtife şimdi, İstanbul’a gelince, derhal refikamı istedi. Refikam gitti. Ona birtakım mühim şeyler söylemiş, boşanma vak’asını da anlatmış, ”Doktor gelsin, ona mühim havadislerim var” demiş.
Anlaşıldığına göre boşanma vak’asından iki üç gün evvel Lâtife kardeşi İsmail ile haremi Süreyya Paşa’nın kızı Melâhat Ankara’ya gitmişlerdi. Çankaya’da misafir olmuşlar. Gazi, İsmet’in evine gitmiş. “Bu karıyı şimdi boşayacağım” demiş. İsmet sabahleyin erken Hey’et-i Vekileyi toplamış. Talaka karar vermişler (!) Lâtife’yi İsmet alıp, trene koymuş. Trende teselli etmek istemiş, Lâtife ona “Sus, sus!” İsmet Paşa! İsmet Paşa! Sen ona her gün dalkavukluk etme seni benden daha rezil eder. Hep âleti sensin” demiş. Neden sonra birgün Ankara’da İsmet’e Lâtife’yi gördüğümü söyledim. Yüzüme baktı, “Bu bir facia oldu” dedi. Halbuki Lâtife en ziyade İsmet’e kızıyordu. “Bunların bütün sebebi İsmet’tir” diyordu.
Bir müddettir Mustafa Kemal duramıyormuş. Yine eski hayatı yaşamak istiyormuş, Lâtife’nin içki hususundaki tahakkümüne fena sıkılıyormuş. Hergün kavga ediyorlarmış. Bunu gören Salih ve diğer âvane de Lâtife’nin aleyhine kıyam yapmışlar imiş.
Boşandıktan sonra Mustafa Kemal, Lâtife’ye elli bin lira göndermiş, Lâtife kabul etmemiş. Fakat babası Muammer Bey imtiyazlar aldı; Gazi de verdi. Mustafa Kemal mühim evrakım Lâtife’ye saklatırmış, Lâtife’yi yollarken onları almış.
Lâtife en ziyade İsmet’e diş biliyordu. “Felâketin sebebi odur” diyordu. Ben Türk Tarihi ile meşgulüm. Bu sebeple işim çoktu. Geciktim. Yine refikamı yolladım “Havadis al!” dedim. Bu sefer hiç havadis vermemiş ve anlatmış:
Başkâtip Tevfik, arkasından Siirtli Mahmut gelmişler, Gazi tarafından Lâtife’ye şunu tebliğ etmişler: “Kimseye bir şey söylemesin. İşitirsem, onu derhal mahvederim.” Korkup susmuştur. Birgün ben gittim. Daha havadis almak için çok uğraştım. Türlü yollardan girdim; bir şey söylemedi. Halini görüyorum, söylemek istiyor, korkuyor. Mahsus saatlerce kaldım. Babası da bizi bir dakika yalnız bırakmadı. Tedbirli adam… Herkes yanma gitmeğe korkuyorlardı. Bir daha gittim. Yine havadis almak tecrübesi yaptım. Yine olmadı. Birgün refikamla kendisine şu haberi gönderdim: “Burda durmasın. Sır biliyor diye Mustafa Kemal mutlaka onu imha eder. Hayatı tehlikededir, Avrupa’ya gitsin!” Cevabı şu olmuş: “Benden evvel o Rıza Nur için variddir. Siz gidin!” demiş. Zavallı kimseyle görüşmüyordu. Kahretmiş, sokağa da çıkmıyordu. Güç vaziyet. Daha dün hâkim-i mutlak halinde idi. Merasim ve alkışlar içinde idi. Şimdi bir basit fert… Çok söyledim. “Hava almak lâzımdır” dedim. Dinlemedi. Gittikçe zayıfladı, sarardı. Adetâ verem oluyordu.
Ankara’ya gittiğim vakit gördüm. Evvelce çifte mekteplerin üzerinde “Lâtife Gazi Mektebi” yazılı idi. Boşandığının ertesi günü adını kazıyıvermişler… Yaban insanlar, çirkin şey. Sonra kendide bunu işitmiş. Pek gücüne gitmişti. Bundan bana dert yandı.
Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası , Dr. Rıza Nur
0 Yorumlar