Allah, İnsan ve Kâinat
‘İnsan yediğine bir bakıp düşünsün!”(Abese,24)
İnsan yediğine baksın; onu nasıl takdir etmiştir; öyle ki onu çıkarmak için gökleri, yerleri, havayı, güneşi, ayı, geceyi, gündüzü ve diğer nimetleri kullanmıştır. Göğün kullanılması içindeki yağmurun indirilmesi sayesinde olmaktadır. Havayı kullanması yağmur için onun bir sebep yapılması itibariyledir. Yerin kullanılması, yağmurun yağıp yerin, yağmur için bir durma mekânı olması bakımındandır. Yerden, insanların hayatta kalmalarına sebep teşkil eden gıdaları ve yararlanacakları her bir nimeti çıkarmıştır. Bu itibarla bunun belirtilmesinde birtakım faideler vardır:
Onlardan biri şudur: Yaratıklara göklerin, yerin, bütün mahlûkatın, ayın ve güneşi yaratan varlığın bir olduğunu bildirmektedir. Çünkü bunlardan birinin menfaati diğerine bağlıdır. Eğer böyle olmasaydı o takdirde göğü yaratanın, onun menfaatlerini yeri yaratanın halkından esirgemesi, onların ondan yararlanmalarını engellemesi söz konusu olurdu.
İkincisi: Bunda, hayranlık verici kudretinin ve hikmetinin hatırlatılması vardır. Böylece bilsinler ki, yaratmayı dilediği her nesneyi ve fiili yapmaya kadirdir, bu konuda zâf göstermez ve hiçbir sebep kendisini aciz bırakmaz. Çünkü birbirleriyle çelişkili ve özlerinde farklılıklar olmasına rağmen bahsettiğimiz nesnelerin işlevlerini bir araya getirdi, menfaatler itibariyle onları düzene koydu, birbirini tamamlar vaziyette, onlardan her birini diğeri ile aralarındaki uzaklığa rağmen bağlantılı hale getirdi. Farklı nesneler ve fiiller arasında bir uyum ve düzen tesis eden, araları uzak olan nesneleri birbirleriyle irtibatlı hale getiren, işte O, aynı zamanda ölüleri diriltmeye ve âhiret hayatını başlatmaya da kadirdir.
Üçüncüsü: İnsanlara bunları hatırlattı ki Allah’ın eşsiz hikmeti ve ilmini bilsinler ve bunu anlatsınlar, O’nun mahlûkatı boş yere (abes) yaratmadığını ve kendilerini başıboş bırakmayacağını öğrensinler. İnsanlardan şükür beklemeyecek, onları yeniden diriltmeyecek aksine sadece yaratacak ve öldürecek… Böyle bir durum yoktur. Eğer öyle olsaydı o takdirde Allah’ın onları yaratması hikmetten uzak olurdu.
Dördüncüsü: Allah insanı, ihtiyaçlar ve şehvet arzularıyla kuşatılmış bir şekilde yaratmıştır. Yiyeceği öyle takdir etmiştir ki onu aldığı zaman ihtiyacı giderilmekte ve arzusunu yatıştırmış olmaktadır. Eğer insan, ihtiyacın giderilmesini ve arzusunun görülmesini sağlayan özelliğin ne olduğunu anlamaya çalışsa onun bilgisine ulaşamaz. Bu gerçeklik üzerinde düşünülmesi halinde [§]ölümden sonra diriltilme ve âhiret hayatıyla ilgili şüphelerin yok edilmesi ve itirazların giderilmesi sonucuna ulaşılır. Zira onlar işlerini kendi güçlerine göre değerlendirirler, tedbirlerinin elverdiği şekilde düzene koyarlar.
Hal böyle iken yemekte kendi tedbirleri ve güçleri dışında birtakım özellikler olduğunu gördüklerinde anlarlar ki iş kendi tedbirleri gibi değildir. Bunun sonucunda da taşıdıkları kuşkular ve sorunlar ortadan kalkar. Aynı şekilde onlar farklı farklı ve değişik olmalarına, tatları ve renkleri farklılık arzetmesine rağmen bütün varlıklara hayat veren suyun özelliğini öğrenmek isteseler bu onlar için mümkün olmaz.
Buradan hareketle de anlarlar ki hikmeti bu noktaya ulaşan varlığın gücü dilediğini yapmaya yeter ve O istediğini istediği gibi yapar. Dolayısıyla bu sayılanlar üzerinde tefekkür etmek başkasına ihtiyacının olduğu sonucuna götürür ve anlaşılır ki Allah Teâlâ yaratmış olduğu nesneleri kendi ihtiyacı için yaratmamış, aksine onları sadece insanoğlunun yararlanması için yaratmıştır.
Imam Maturidi – Te’vilat’ul Kur’an,cild.17,syf.72,74