Allah’a Nispet Edilen Fiiller Kulların Fiilleri Gibi Değildir

kuran_i_kerimin_insan_sozu_olmadiginin_en_buyuk_kaniti_1496302470_1557 Allah’a Nispet Edilen Fiiller Kulların Fiilleri Gibi Değildir

Fecr 22. : Rabb’in gelip melekler de saf saf dizildiğinde;

Bu İlâhî beyan değişik şekillerde yorumlanabilir: Birincisi: Mânası “Ve câe Rabbuke bi’l-meleki” Rabb’inin meleği getirmesi şeklindedir. Zira “vav” harfinin “bâ” harfi yerine kullanılması caizdir. Tıpkı şu İlâhî beyanda olduğu gibi: “İsrâiloğulları, “Ey Mûsâ! Onlar orada bulundukları sürece biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve Rabb’in gidin savaşın; biz burada oturacağız!”dediler”12. Bu âyetle geçen “Ve Rabbuke” kelimesi “Bi Rabbike” anlamındadır. Eğer âyet bu mânaya gelirse o takdirde şüphe ortadan kalkar ve durum açık hale gelir. Çünkü “ve câe Rabbuke bı’l-meleki” denilmesi halinde hiç kimse Allah’ın bir mekândan başka bir mekâna intikali gibi bir vehmi aklına getirmez. Allah Teâlâ meâlen şöyle buyurdu: “Onlar, ille de Allah’ın ve meleklerin, bulutların golgeleri arasından çıkıp gelmesini ve işin bitirilmesini mi bekliyorlar! Bütün işler Allah’a dönecektir!”13 En doğrusunu Allah bilir ya, buradaki mânası da “bi zulelin mine’l-ğamâmi” takdirindedir, yani kendi gelmesi değil bulutları şeklinde getirmesidir. Çünkü bir başka yerde Allah Teâlâ meâlen şöyle buyurmaktadır: “O gün semayı örten bulutlar (perdeler) açılacak. melekler peş peşe indırilecek”14. Buradan da anlaşıldı ki âyetin mânası bizim belirttiğimiz gibidir. Bu sabit olunca da herhangi bir şüphe ve sorun kalmaz.

Kimi de bu âyeti şöyle yorumlamıştır: “Ve câe Rabbuke’ âyetiyle “İllâ en ye’liyehumu’llâhu”  âyetinde takdir “emrullâhı”  şeklindedir. Yani söz konusu olan Allah’ın gelmesi değil, emrinin gelmesidir. Bunun delili de Nahl süresinde belirtilen şu ilâhî beyandır: “O inkârcılar, ille de kendilerine meleklerin gelmesini yahut Rabb’inin emrinin gerçekleşmesini mi bekliyorlar”15. Ayette görüldüğü üzere “Ve câe Rabhuke” yerine “emru Rabbike’ zikredilmiştir.

“Rabb’inin gelmesi”nden “Rabb’inin vâdi ve vaîdınin gelmesi” anlamının kastedilmesi de mümkündür. Her ne kadar gelmek Allah Teâlâ’nın vasfı olmasa da Allah’a nispet edilmıştir. Çünkü fiillerin neticelerinin Allah Teâlâ’ya nispet edılmesi -her ne kadar kendisi onunla nitelenmese bile- fiilin gerçeğinin nispet edılmesi gibi caiz olmaktadır. Tıpkı şu ilâhi beyanlarda olduğu gibi: “… biz de ona ruhumuzdan üfledik”16. Bu âyetle üfleme -her ne kadar kendisi üfleyici diye vasıflanamasa da- Allah’a nispet edilmiştir. Bir başka beyanında da O şöyle buyurmuştur. “Tevrat’ta İsrâiloğullan’na, “Cana can… diye yazdık”17. Bu âyette de yazma fiili Allaha nispet edilmiştir. [§]Oysa Allah yazan değildir. Bu izafet ortaya çıkan fiilinin neticelerinden olması sebebiyledir. Söz gelimi “Yağmur Allah’ın rahmetidir” denilir. Yani rahmetinin bir neticesidir demektir. Yoksa yağmur O’nun bir özelliği değildir.

Gene “Namaz Allah’ın emridir, zekât Allah’ın emridir” denilir. Bununla aslında “Namaz Allah’ın emri ile kılınır, zekât Allah’ın emri ile verilir” denilmek kastedilir. Yoksa namaz ve zekât Allah’ın vasıflarından değildir.“Rabb’inin gelmesi’nin bir başka izahı daha vardır: Âhiret âleminin yaratılmasının hikmet oluşunu gerektiren vakit geldi. Çünkü eğer karşılık vermek için yeniden diriltme ve âhiret olmasaydı o zaman bu âlemi yaratıp da ardından onu helâk etmek abes olurdu. Nitekim bu hususu daha önce şu âyete atıfla defalarca açıklamıştık. “Sizi sırf boş yere yarattığımızı ve sizin artık huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?”18

Buradan da anlaşıldı ki âlemin yaratılışı ölümden sonra diriltme ve âhiret hayatı ile hikmetli olmuştur. Allah Teâlâ meâlen şöyle buyurdu: “O gün onlar, Allah’a gizli kalan hiçbir şeyleri olmaksızın (kabirlerinden) çıkarlar. Bugün hükümranlık kimindir? Elbette tek ve mutlak hükümran olan Allah’ındır!”19 Ondan önce de elbette mülk Allah’ındı, ancak herkes için bunun apaçık hale gelmesi o gün olacaktır. Cenâb-ı Hak meâlen şöyle buyurdu: “Hepsi Allah’ın huzuruna çıkacaklar..”20 Her şey O’nun huzurunda idi ancak âyetin mânası bütün yaratıkların O’nun huzuruna çıkacağı vakit geldi demektir.Sonra bu konudaki esasımız şudur: Allah Teâlaya izafe edilen her bir fiile bakarsın, eğer o fiilin Allah’a izafesi şanına lâyık ise onu O’na isnat edersin, değilse o zaman bir takdirde bulunursun. Meselâ Allah Teâlâ meâlen şöyle buyurmaktadır: “Gizli gizli konuşan üç kişi yoktur ki dördüncüleri O olmasın…”21

İnceleyin:  Münafıklık ve Çeşitleri

Burada üçün dördüncüsünün Allah olması onların yanında bulunması anlamında değildir. Aksine O’nun ilminin onları kuşatmış olması, onlardan haberdar olması demektir. Bir başka âyette de şöyle buyurur: “Ama Allah hiç beklemedikleri bir yerden geliverdi“.22 Burada “Allah’ın onlara gelmesinden maksat bir mekândan diğerine intikal anlamı değil, aksine onlara Allah’ın azabının gelmesi, dostlarına da yardımının yetişmesi demektir. Bir başka beyanında da meâlen şöyle buyurur: “Bunlardan öncekiler de (uzak kurmuşlar, ama Allah da onların evlerini temellerinden sokmuş, üstlerindeki tavan tepelerine inmiş, böylece hiç farkında olmadıkları bir yerden kendılerine ceza apansız gelmıştı“23. Bu âyette de “gelmekten maksat mahlukatın bir yerden bir yere intikali gibi bir anlam değildir. Nitekim Allah Teâlâ meâlen şoyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır”24. Burada “Allah’a yardım ederseniz” sözünün mânası da “Allah’ın dinine yardım ederseniz” demektir. Yoksa hâşâ Allah’a bir zayıflık anı olacak da ona sebep sizden güç almak üzere yardım istiyor, demek değildir. Yine Allah Teâlâ meâlen şöyle buyuruyor: “Allah kendisi hakkında sizi uyarıyor. Sonunda dönüş Allah’adır”

25. âyetteki “Allah kendisi (nefsi) hakkında sizi uyarıyor” demek “Allah, azabı hakkında sizi uyarıyor” demektir, yoksa âyetin sevk amacı Allah’a “nefs” isnadında bulunmak değildir. Bu gibi kullanım şekli Kur’ân’da sayılamayacak kadar çoktur. Buradan da anlaşılıyor ki Allah’a yapılan isnatlarda yorum sözünü ettiğimiz şekilde olacaktır. Bu yüzden burada “Rabb’inin gelmesi” O’nun vâd ve vaidinin gelmesi yahut yaratılmasının hikmetli olmasını gerektiren günün, yani âhiretın gelmesi şeklinde yorumlanacak ya da uygun bir takdirin yapılması gerekli olacaktır.

Bunun böyle olduğuna işaret eden hususlardan biri de şudur: “Gelmek” fiili tek anlamlı değil, aksine farklı anlamları olan bir kelimedir. Gelme fiili arazlara nispet edildiği zaman nesnelere nispet edildiğinde kastedilen anlamın dışında başka bir mâna içerir. Arazlara nispet edilmesi halinde “zuhur”, yani ortaya çıkma anlamına gelir. Meselâ Allah Teâlâ meâlen şöyle buyurur: “Allah’ın yardımı gelip fetih gerçeldeştiğinde…”26 Burada Allah’ın yardımının gelmesi intikal anlamında değil ortaya çıkması demektir. Eğer bu fiil bir nesneye izafe edilmiş olsaydı o takdirde bir mekândan diğerine intikal etmesi anlamına gelirdi. Yine Allah meâlen şöyle buyurur: “De ki: ‘Hak geldi bâtıl yıkılıp gitti! Zaten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur’27. Burada da hakkın gelmesi ortaya çıkması, bâtılın da yok olmasıdır. Yoksa hakkın belli bir yeri vardı oradan kalktı da beri geldi gibi bir intikal anlamı taşımamaktadır. Bütün bu açıklama ve örneklerden de anlaşılıyor ki “mecî”’ yani gelme fiili bir varlığa nispet edildiğinde ona uygun olan mâna ne ise bu anlam verilmelidir. Her geçtiği yerde ayrı mânanın verilmesi uygun değildir.

Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (a.s.), Allah Teâlâ’dan şöyle bir söz nakletmiştir [Kutsî hadis]: “Kim bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım. Kim bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Bana seğirtene ben koşa koşa gelirim!”28 İmdi bu kutsî hadiste Allah’a nispetle kullanılan fiillerin mânası, onların insanlara nispet edildiği anlam değildir. Hadisin mânası şöyledir: Her kim bana itaatte bulunarak, ibadet ederek yaklaşırsa ben de onu muvaffak kılmak ve yardım etmek suretiyle ona yaklaşırım. Ya da ihsan ve inamda bulunarak karşılık veririm. Hz. Mûsâ (a.s.) dedi ki:“Yâ Rabbi! Yakın mısın ki fısıldayayım, uzak mısın ki bağırayım!” Şimdi o, bu münâcâtıyla Allah’a mekân itibariyle yakınlık ya da uzaklık isnadında bulunmuş değildir.

İnceleyin:  Cilbab Kavramı ve Tesettürdeki Yeri

Aksine o bu sözüyle şunu kastetmiştir: “Ya Rabbi! Benden hoşnut musun ki seninle hasbihal edeyim, yoksa bana kızgın mısın ki ona göre ben de âşikâre ağlayarak yalvarıp yakarayım!”Bu konuda başka bir esas daha vardır: Allah Teâlaya izafe edilen “gelme” fiili hakkında herhangi bir kesin hüküm vermek yerine durup beklemek gerekir. Zira “mecî”’, yani gelme fiilinin kullanımı farklı olup tek bir mânaya gelmemektedir. Çünkü gelme fiili, arazlara nispet edildiği zaman, nesnelere ve şahıslara nispet edilmesi halinde geldiği mânadan farklı bir anlam taşır. Allah Teâlâ cisim olmakla nitelenemez ki O na gelme fiilinin nispet edilmesi halinde nesnelere nispetindeki anlamı vermiş olalım. Araz da değildir. Bu itibarla arazlara nispeti halinde verdiği anlamı da O’na nispet edemeyiz. Bu durumda yapılması gereken yaklaşım, tefsirinde tevakkuf, yani görüş beyan etmemektir. Teşbih olmaksızın tenzil neyi gerektiriyorsa ona olduğu gibi inanmaktır. En doğrusunu Allah bilir.

İmam Maturidi – Tevilatul Kur an,cild.17,syf.215,220

Dipnotlar:

12 ” el Mâıde. 5124.

13.” el-Bakara. 2/210.

14.” el-Furkân. 25/25

15. ‘0 inkârcılar, ille de kendileriine meleklerin gelmesini yahut Rabb’inin emrinin gerçekleşmesini mi beklıyorlar.Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı  Allah onlara haksızlık etmemişti, fakat onlar kendılerine haksızlık etmişlerdi (en Nahl, 16/30).

16.”İmrân kızı Meryem’i de misal vermıştir:0 iffetini çok iyi korumuştu. Biz de ona ruhumuzdan üfledik. O, Rabb’inin sözlerinı ve kılaplannı hep tasdık etti ve o içtenlikle itaat edenlerdendi’ (-Tahrim. 66/12).

17.Tevrat’ta İsrâiloğullan’na, “Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş… ve yaralamalarda da birbirine kısas vardır. Kim kısası bağışlarsa bu kendisi için bir kefaret olur. Ve her kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir” diye yazdık” (el-Mâide, 5/45).

18.el-Mü’minûn, 23/115.

19.el-Mü’min, 40/16.

20.“Hepsi Allah’ın huzuruna çıkacaklar; zayıflar, büyüklük taslamış olanlara diyecekler ki: ‘Biz size uymuştuk, şimdi siz Allah’ın azabından küçücük bir şeyi bizden savabilir misiniz?’ Ötekiler şöyle cevap verecekler; ‘Allah bizi doğru yola iletmiş olsaydı biz de sizi iletirdik. Şimdi sızlansak da katlansak da farketmez. Bizim için artık sığınacak bir yer yok!”’ (îbrâhim, 14/21).

21.Farkında değıl misin’ Allah göklerde olanı da yerde olanı da bilmektedır’ Gizlı gizli konuşan üç kişi yoktur ki dördüncüleri O olmasın, beş kişi yoktur kakiltıncısı O olmasın. Bundan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka  Allah onların yanındadır,nihayet kıyâmet günü onlara yapıp ettiklerini bıldirecektir. Çünkü Allah her şeyı bilmektedır” (el-Mucâdele  58/ 7).

22.Ehl-i kitap’tan inkâr edenleri ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O’dur. Siz onların çıkacaklarına ihtimal vermemiştiniz. Onlar da kalelerinin kendilerini Allah’a karşı koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah’ın azabı hiç beklemedikleri bir yerden geliverdi; Allah yüreklerine korku düşürdü; öyle ki evlerini hem kendi elleriyle hem de müminlerin elleriyle yıkıyorlardı. O halde ibret alın, ey akıl sahipleri! ( haşr,12)

23.en Nahl. 26/26.

24. Muhammed. 47/7.

25.Al-i İmrân. 3/28

26.en-Nasr, 110/1.

27.el-îsrâ, 17/81

28.Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, 413; Müslim, “Tevbe”, 1.

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir