Risale-i Nur İslami geleneğin savunucusu, taşıyıcısı ve yeniden üreticisidir
Röportaj: Şener Boztaş (Alternatif Bakış-TV 111)
Risale-i Nur’un İslami gelenek içerisinde, İslami mirasla ilişkisini konuşalım. Gelenekten bir kopuşu temsil eder mi etmez mi bu yönde bir tartışma var. Risale-i Nur gelenekçi midir, modernist midir? Ve Bediüzzaman’ın bir ifadesine dayanarak Nur Talebelerinin Risaleden başka kitap okumamaları yönündeki bir ifadeyi nasıl anlayacağız, nasıl anlamak lazım?
Şimdi birinci ile ilgili Bediüzzaman’ın zaten bütün risaleleri taradığınızda görebildiğimiz bir tablo var.
Bediüzzaman, gelenekten kopuşu değil geleneğin, o çizginin altın halkalarından biridir, taşıyıcısıdır. İslami geleneğe külliyetli bir saldırının olduğu zor bir zamanda o geleneğin müdafii, taşıyıcısıdır ve yeniden üreticisidir Risale-i Nur. Bunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz.
Gençliğimden bir hatıra ve tecrübeyi bu vesile ile aktarmak isterim. Risale-i Nur’un içerisinde bir yolculuk yapıp Bediüzzaman’ın İslami mirastan nasıl beslendiğini, bir arı gibi nasıl bütün çiçek bahçesinden, İslam mirası, marifeti, irfanı İslami ilimler adına ortaya konmuş bütün o eserlerden bir çiçek bahçesi gibi onların hepsinden nasıl istifade edip “Risale-i Nur” ismiyle kendi balını nasıl ürettiğini çok rahat bir şekilde görebilir aslında insan. Ama bu manada bir sıkıntımız var.
BİRÇOK EHL-İ DİN ASLINDA RİSALE-İ NUR’U HİÇ OKUMAMIŞ
Risale-i Nur üzerine konuşurken birçok ehl-i din aslında Risale-i Nur’u ya hiç okumamış veya gençliğinde bir şekilde Gençlik Rehberi, Küçük Sözler belki eline o kadar geçmiş veya bir Risale-i Nur dersine gitmiş birkaç defa yarım sayfa, bir sayfa bir şey işitmiş. Bundan ibaret olduğunu görürüz. Bu sadece Bediüzzaman’la ilgili bir problem de değil.
Mesela İmam Rabbani’ye atıfla konuşuyor insanlar. Deseniz İmam Rabbani’den ne kadar okudunuz? Gene aynı sorunla karşı karşıya kalırsınız. Mevlana dillerden düşmez. Mesnevi’den on sayfa okumuş insan sayısı çok fazla değildir. Bu sadece Bediüzzaman’la ilgili bir problem de değil. Başka değerlerimiz için de benzer sıkıntılar söz konusu. Elmalılı Hamdi Yazır’ın -Allah razı olsun- gene aynı dönemde yazılmış tefsiri için de aynı durum geçerli. Her neyse. Okuyan görür zaten. Atıflarıyla bunu görür.
BEDİÜZZAMAN’IN “BAŞKA ESER OKUMAYIN”LA İLGİLİ İFADELERİ YANLIŞ YORUMLANIYOR
Bediüzzaman’ın başka eser okumayla ilgili ifadelerinin yanlış yorumlayıp, dar yorumlayıp orada mutlaklaştırmak ve genelleştirmek belli durumda belli kişiler ve belli zamana has sözü, genel geçer hale getirmek şeklinde bir yanlış tutumla bir tür Risale-i Nur’u o köklerden kopuk bir şekilde algılamak… Risale dairesi içerisinde bu hataya düşen çok insan da maalesef var.
Aslında onlar da aynı şekilde dönüp Risale okurken dikkat edebilseler Üstadın İslami gelenekten, İslami mirastan nasıl istifade ettiğini, kendi emeğinin onların emeğiyle nasıl buluştuğunu, birleştiğini gene anlayabilir durumdalar.
Burada şöyle bir problem de oluyor. Enteresan şekilde bütün o değerlerin hem kişiler olarak hem eserler olarak bir altın zincir gibi birbirine bağlanması bizi ancak mutlu eder. Durum buyken koparmak, dışardan bazılarının gelenekten kopuk demesi veya içerden bazılarının gelenekten kopuk bir şekilde anlamaya, yorumlamaya, taktim etmeye çalışmaları bu da anlamadığım bir şey. Kopardın da ne oldu, eline ne geçti? Ki kopuk değil zaten.
RİSALE DAİRESİ İÇERİSİNDE DE VEHBİN BİR KESBE GELDİĞİNİ ATLAYANLAR AZ SAYIDA DEĞİL MAALESEF
Ben 17 veya18 yaşındaydım. İşte başka kitap okumaz vs tartışmaları var. Şimdi, Üstadın bir vehbi tarafı var mıdır? Evet vardır. Genel olarak koyduğu ölçü ehlisünnetin çizgisi içerisindedir. 17 yaşında dünyama yerleşmiş bir sözdü: “Mehasinin mevhubedir; seyyiatın meksûbedir.” Ne ki güzellik var hibedir sana, Allah tarafından verilmiştir, mevhubedir. Ne ki hata, kusur var o senin kesbindendir, sen sorumlusun ondan. İraden sorumludur manası. Fakat oradaki vehbi tarafına bir ikramı ilahi tarafına vurgularken bu vehbilik kesbe dayanıyor. Bir dua var bir çaba var. Risale dairesi içerisinde de o vehbin bir kesbe geldiğini atlayanlar az sayıda değil maalesef.
Ben buna bir tepki olarak evet, Üstad -Allah ondan ebeden razı olsun- bir şaheser ortaya koymuş iman ve Kur’an adına. Bu hudayinabit çıkmış biri değil Üstat, bir geleneğin içerisinden çıkmış bir geleneğe yaslanarak ondan beslenerek geliyor. Böyle olması lazım. Bu ağacın kökleri var. Bu köklerin beslendiği, mineralini aldığı, suyunu emdiği bir toprak var. Doğrusu budur fakat bu takdim içindeyse bir arıza var.
RİSALELERDE BİNDEN FAZLA ESERE, İSME ATIF VAR
Bir taramaya girmiştim. O gün bilgisayarlar filan yok. Şimdi bunlar çok kolay. Kendimce fişler tutarak 1981-82 seneleri, tarıyorum Risaleleri. Mesela Mektubat’ı açtım. Beyhaki’nin Sünen’ine atıf var. Sünen yazıyorum Beyhaki yazıyorum böyle veya sadece âlim, mütefekkir veya velinin ismi veya sadece eser ismi geçiyor. Bunların hepsini tarıyorum. Aklımda kaldığı kadarıyla Mektubat, Sözler ondan sonra Muhakemat, başka hangi 3 veya 4 eseri sadece taradığımda bini aşkın fiş birikti elimde. Dedim “Daha ötesine geçmiyorum. Benim açımdan mesele hallolmuştur.”
Bini aşkın miktar derken ayrı ayrı mezhepler, dördünün de hak olduğu manasına dair bir örnek. Şimdi kolay değil mi? Bazı risalelerin sonunda indeksler var. “Mizanı Şarani ile tart” diyor. Üstat bir sayfalık izah yapıyor. “Bunu teferruatıyla anlamak için Mizan-ı Şarani ile tart” diyor. İmam Şarani’nin El Mizan’ına atıf var. Bunun gibi tek cilt eserler de değil zikrettikleri. Bir eser ismi geçiyor o zaten külliyat niteliğinde. Ama böyle bini aşkın alimimizin ismi ve bini aşkın eser ismi bu net bir şekilde tabloyu gösteriyordu.
Bediüzzaman İslami mirasla birebir hemhal olup o mirası taşıyan bugüne taşıyan ve bugün o mirasla nasıl yaşanacağının bir usulünü gösteren, mirası güncelleyen, bugünün şartlarında, bir müceddid olarak karşımıza çıktığını o tarama bana net bir şekilde göstermişti.
ÜSTADIN SÖYLEDİĞİ “ŞERH, TANZİM VE İZAH” VAR
Fakat bir taramayla bunu görebiliriz de bunun daha da fazlası bence gerekir diye düşünüyorum. Mesela Şah-ı Geylani en fazla atıfta bulunulan isimlerden biri Risale-i Nur’da. Bediüzzaman’ın Eski Said’den Yeni Said’e dönüşümünde iki önemli isim vardır. İki önemli eser vardır. Fütuhu’l Gayb ile Abdulkadir Geylani, Mektubat’ı ile İmam-ı Rabbani. Ama bunların şimdi her Nur Talebesi tek tek okusun yorumlasın ille bunu söylemiyorum. Bazılarımızın işi gücü vardır. Eğitimi belli bir şeydedir. Vakti ona göre değildir. Nedir? O sadece bir iman talimi, bir marifetullah talimi ve bir manevi yenilenme, tazelenme için Risale-i Nur okumak ona yeterli geliyordur. Buyursun. Ona “yok hayır, sen bunu oku bir de bunu oku bir de şunu oku” dememizin alemi yok.
Ama ona karşılık bir de Risale-i Nur’un, Üstadın söylediği bir şey var. “Şerh, tanzim ve izah” diyor. Bunun için daha fazla bir çaba gerekiyor. Bazı Nur Talebelerinin de bunu yapabilmesi için, Risale-i Nur’da belli meseleler var. Bu meselenin anlaşılması için misal, İslam tarihine dair veya İslam tarihinin bir bölümüne dair mesela “Mutezile, Cebriye, Mürciye gibi fırkaları doğuran istibdattır” diyor. Orada “istibdat-ı siyasi, istibdat-ı ilmiyeyi getirmiştir” diye böyle bir şey var. Baksak Münazarat’ta iki satırlık bir şey olarak görürüz bunu. Fakat bunun anlaşılması için ilk fitne döneminden başlayan Emeviler, ondan sonra Emevilerin yaptıkları zulümler, Haccac-ı zalimler vs. bunu meşrulaştırmak için Cibriyenin bir ekol olarak ortaya çıkışı, güya hani onlar Allah’ın sopaları filan siz müstahaktınız bilmem ne söyleminin üretilmesi. Buna tepki olarak Mutezilenin çıkması onun Abbasi zamanında hakim, bu kavga, bu mezhep kavgaları filan bir dizi hem İslam tarihi hem de mezhepler tarihi ile ilgili bir tetebbuatla birlikte o iki satırlık mesele daha derli toplu bir izaha kavuşur.
NUR TALEBELERİNİN ÖNÜNDE BÜYÜK VAZİFE VAR
Bunun gibi bir dizi mesele veya belli kavramlar var risalede. Çok derin kavramlar. Ve bunun gene dönüp baktığımızda İslami miras içerisinden süzülüp gelen bir kavram olduğunu görüyoruz. Bu kavramın daha iyi anlaşılır hale gelmesi için bazılarımız bu noktada daha ehli ihtisas olup bunun şerhini, bunun açılımını ortaya koyması gerekiyor. Ben bu noktada Nur Talebelerinin önlerinde büyük vazife olduğunu söylüyorum.
Zihnimde “Vazifelerini hakkıyla yapmadıklarını düşünüyorum” diyecektim. Ondan vazgeçtim. Onu da söylemiş olayım. Şöyle görüyorum. Bediüzzaman hayattayken Risalelerin telifi, neşri çok zor şartlarda, tazyikler, hapisler, sürgünler vs. Allah Üstattan ve talebelerinden razı olsun. Üstadın vefatından sonra bu defa Risale-i Nur’a imha harekatı 27 Mayıs İhtilalcilerinin eliyle bir devlet politikası olarak yürütüldü.
Bu mesleği muhafaza etmek, hayatta kalmasını temin etmek, sürdürmek ve birilerinin suiistimaline mani olmak. On sene on beş sene buna odaklanılmış. Ondan sonra mesela baktığımda 70’li yılların ortasında bu dediğim açılımın yapılabilmesi noktasında istidatlar oluşmuş. Bir şeyler yapılır hale de gelmiş. İslam tarihi üzerine, peygamberler tarihi üzerine, Bediüzzaman ve Devlet Felsefesi diye çok farklı alanlarda Risale-i Nur’dan aldıkları dersi şerh, tanzim ve izah manasını içeren bir çalışmaya yönelinmiş. Bununla ilgili daha genç Nur Talebeleri ekibi de oluşmuş.
Ama sonra bunun 1980’lerde bir darbe yediğini görüyoruz. Bölünmeler falan. Onun içsel sebepleri var, dıştan bir müdahale var. Nur Talebeleri kendi derdine düşmüşken Fethullahçılığın yol bulup ilerlemesi meselesi var. Bu şey dumura uğramış.
Şimdi geçmiş bu şekilde. “Görmemişler, kapanmışlar, reddetmişler, lazım değil” gibi bir şey demiş değiller. Aslında bu meseleyi, bu çabayı fark edenler olmuş bir şekilde ama içsel veya dışsal bir takım meseleler bunun tahakkukunun önünde engel olmuş. Kısmen son dönemlerde belli sempozyumlar şunlar bunlarla birlikte de 90’lardan sonra belli adımlar atıldığını düşünüyorum.
RİSALE-İ NUR’UN İÇİNDE DAHA DERİNLEMESİNE BİR YOLCULUK GEREKİYOR
Ama orada da şöyle bir şey var. Risale-i Nur’u anlamak öyle yüzeysel bir taramayla olup geçecek bir şey değil. O tarz dışardan okumalarla belli isimlerin yaptıkları çalışmalar o müktesebat içerisinde bir çerçeveye oturup geçiyor. Risaleden bir şey yok. Risale-i Nur’un içinde daha derinlemesine bir yolculuk gerekiyor. Sistematik bir düşünce var. Her şeyin parça parça birbirine bağlandığı bir bütüncül bir inşa var Bediüzzaman’ın zihninde. Bu bütüncül inşası ise diğer taraftan 5 bin küsur sayfaya yayılmış durumda. Onun için daha içine nüfuz edebilen kelime, kavram dünyası ve bir de bunların Bediüzzaman’ın hayat seyri içerisinde nerelere tekabül ettiği, bunlarla temasını kurabilen, deyim yerindeyse Risale-i Nur dairesi içinden bir arkadaşımızın tabiri ile Risale-i Nur adına düşünce üretebilme dirayetine sahip bir taze entelektüeller kuşağına veya alimler kuşağına Risale-i Nur’un hizmetinin ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
O manevi beslenmesini yapacak bakkal Mehmet abimiz Risale-i Nur’dan, ona iman ve istikamet ve amel-i salih üzere hizmet görecek onun hayatı için. Ondan sonra yanına bir komşusu geldiğinde veya dükkan bir şey olduğunda birisinin manevi sıkıntısı var. O oradan aldığı dersle onunla bir iletişim kuracak ve hatta diyecek belki “bak şu küçük sözleri oku” diyecek. Oradaki o imani temsiller o kişi için bir yol gösterici olacak. Bu hizmetin bu boyutu devam edecek. Buna dair bir şey demiyoruz.
BEDİÜZZAMAN’IN KUR’AN VE SÜNNETTEN NASIL BİR DERS ÇIKARDIĞI ÇALIŞMALAR OLMALI
Ama o İslami miras ile temasını daha açacak ve bu noktada Risale-i Nur’un daha iyi anlaşılması noktasında da daha derinlemesine içerden veya dışardan Risale dairesi içinden veya dışındaki ehli din içerisinden onlar için daha geniş detaylı bir yolculuk imkanı sunacak çalışmalara ihtiyaç var diye düşünüyorum.
Böyle bir eksiklik var. Dünü suçlamıyorum burada yaşananlar var şu veya bu sebeple olmamış. Ellerinden geleni yapmışlar. Dünün meselelerinden, sıkıntılarından ders alınacak. Bu noktada çabalara, çalışmalara Risale-i Nur Talebelerinin bir kısmının diğerlerinin namına talip olmaları gerekiyor diye düşünüyorum. Bu şekilde bence o gelenek, İslami gelenek ile Risale-i Nur arasındaki irtibat aynı şekilde Kur’an ve sünnetten Bediüzzaman’ın nasıl bir ders çıkardığı, bunun usulü ve esasları üzerine gene açıklayıcı çalışmalar olmalı. Bu hem Risale-i Nur adına daha geniş, daha derin çalışmalar için tetikleyici bir imkân sunacak. Daha sonraki nesillerin daha iyi anlamasını sağlayacak.
Nasıl İhyayı Ulumuddin bütün bir ümmetin değeriyse nasıl İmam-ı Rabbani’nin Mektubat’ı sadece Nakşilerin değil bütün ümmetin bir değeriyse nasıl Mesnevi sadece Mevlevilerin değil bütün ümmetin bir değeri ise Risale-i Nur’u da kendisini özelde Nur Talebesi olarak tarif etmiyor ama Risale-i Nur’un istifade etmesi gereken bir değer olarak algılıyor veya anlamak istiyor, istifade etmek istiyor, onlar için de böyle o anlamada imkân sunacak bir çalışma gerekli diye düşünüyorum.
Bediüzzaman’ın bir tarifi var. Üstad bu kadar latif bir şekilde ortaya koymuşken Nur Talebeleri nasıl anlatamamışlar buna hayret ediyorum. Mektubat’ta bir bahisti. 29. Mektupta İslami miras ile Risale-i Nur arasındaki ilişkiyi Bediüzzaman hazine ve anahtar ilişkisi şeklinde açıklıyor.
BEDİÜZZAMAN ASLA TAHSİSÇİ DEĞİL, İNDİRGEMECİ DEĞİL, İNHİSARCI DEĞİL
Bu arada hani şunu söyleyeyim ondan öncede eski Said’in mesela Münazarat’ına, Divan-ı Harbi Örfi’sine ve 1908’den sonra yazdığı gazetelerdeki, Volkan ve diğer gazetelerdeki makalelerine baktığımızda ayrıca şunu da görüyoruz. Bediüzzaman asla tahsisçi değil, indirgemeci değil, inhisarcı değil. Mesela orada hep vurguladığı bir şey var. Umum Kutub-u İslamiye diye. Münazarat’ta “dine zarar gelmesin ne olursa olsun” derken, siyaset odaklı bir anlayışla siyaset odaklı bir problemden din külli bir zarar görecek endişesine karşı İslami mirasın ana taşıyıcısı olan alimlerimiz ve ariflerimiz, nazarları Bediüzzaman onlara çevirir ve onların ortaya koyduğu eserleri harikulade bir şekilde tarif eder.
Malum bir orkestra tarifi var. Kubbeyi asumanda Kur’an nüzul etmiş 23 sene. Efendimiz aleyhisselatu vesselam tebliğ etmiş bütün ümmete ve o Kur’an’dan aldıkları dersle her asırda alimlerimiz, ariflerimiz yazmışlar. Aldıkları dersleri kitaplarıyla hüteba bunları bütün ümmete kendi diliyle aktarmış bütün onların toplamından öyle bir orkestra gibi öyle bir seda var ki bu sedayı öyle bir siyasi noktada bir darbe Müslümanlara dönük şu bu filan bu sedayı bastıramaz. Korkmayın endişe etmeyin diyor Münazarat’ta… Ve bütün o İslami mirasa onun hakikat-i İslamiyeyi her asırda ve bugün sapasağlam taşıyor olmasına ne kadar harikulade bir tarifle bir atıf var.
Veya mesela İttihad-i Muhammediye cemiyetinin kuruluşuyla ilgili izahını görüyoruz. Bu cemiyetin naşir-i efkarı umum kutubu İslamiyedir diyor. İslam namına yazılmış her eser bizim değerimiz. Orada net bir şekilde ifade ettiğini görüyoruz eski Said’in eserlerinde. Dönüp Yeni Said’de 29. Mektup 5. Desise-i şeytaninin içerisinde getirdiği bir izah var. Mesela şu cümle bana çok harikulade gelir. Diyor ki “bu eserler mîrî malıdır, yani Kur’ân-ı Hakîmin tereşşuhâtıdır.” Daha önce okuduğumuz kısımlarda da vardı. Bir güzellik varsa benim değil zaten. Birilerinin tedirgin olmasına gerek yok. Bu Kur’an hepimizin, Rabbimiz hepimizin istifadesi için kelamını peygamberimize indirmiş. Bu oradan gelen manalar. Benim filan değil kimsenin korkmasına, çekinmesine gerek yok dolayısıyla.
RİSALE-İ NUR BU ZAMANDA İSLAMİ MİRASIN ANAHTARI
Peki, risale ile diğer eserler arasında fark nedir? Niye ayrıca böyle bir şey yazdın ki sen? İhya neyine yetmiyordu, Mektubat neyine yetmiyordu? İlahir… Oraya gelince ne diyor? “Selef-i sâlihînin ve muhakkikîn-i ülemanın âsârları, çendan her derde kâfi ve vâfi bir hazine-i azîmedir.” Bir kere bütün o İslami mirasın hakkı teslim ediliyor. Bütün o eserler selefi salihin ve muhakkikin-i ülemanın bütün eserleri her derde kafi ve vâfi bir hazine-i azimedir. Bunlar bizim hazinemiz. “Büyük bir hazine bunlar” diyor. “Onlar değersizdir, kıymetsizdir, geçin onları bu size yeter, ne ki onlar” filan böyle bir şey yok. Zaten onlardan beslenmiş. Atıflarından bunu anlıyoruz zaten net bir şekilde. Onlar her derde kafi ve vafi bir hazine-i azimedir. Fakat bazı zaman olur ki bir anahtar bir hazineden ziyade ehemmiyetli olur. Peki, nasıl oluyor? Çünkü hazine kapalıdır. Fakat bir anahtar çok hazineleri açabilir.
Risale-i Nurla onların ilişkisi, “onlar bir hazinedir. Fakat öyle bir zamandayız ki o hazine kapısı kapandı. Risale-i Nur dönüp o hazineyle buluşmak, o hazineden istifade etmek için bir anahtar sunuyor size.” Risale-i Nur’un işlevi fonksiyonu budur. Bunlar birbirinin rakibi değil. Birbirini tamamlıyor. Risale-i Nur ona açıyor sizi. Böyle bir şey var.
Modern rasyonalist paradigma Müslümanların da zihinlerini işgal etmiştir diye söyledik ya. O manayla birlikte düşündüğümüzde evet daha iyi anlarız. O seküler paradigmayı aşarak Müslümanca düşünmenin moderniteye teslim olmamış bir akıl ve kalple düşünmenin ve bu şekilde o mirasla oryantalist veya turist gözüyle değil, onlara hak ettiği değeri vererek. Kelime kavram dünyalarını neyi niye söylediklerini en iyi şekilde anlayabilir bir akıl ve kalp donanımıyla onlara muhatap olabilmenin imkanlarını sunuyor diyor Risale-i Nur.
ÇUVALDIZI KENDİMİZE BATIRMAMIZ, BİR ÖZELEŞTİRİ YAPMAMIZ GEREKİYOR
Onlarla olan ilişki, hazine ve anahtar ilişkisi. Gelenek dışında mıdır, içinde midir, kopuk mudur bilmem nedir? Bunları net bir şekilde açıklıyor. Bunun içerisinde özellikle eser vermiş bazı Nur Talebeleri geçmişte bir kısmı vefat etmiş profesör ünvanlı olanları da var. Nedense Risale-i Nur’u daha modern seküler kesimlere anlatabilmek için daha fazla bir emek sarf ederken buna karşılık Müslüman camiayla İslami kesime anlatabilme noktasında maalesef aynı gayreti, emeği gösterememiş olarak görüyorum. Ve bu şekilde Bediüzzaman’ın neyi nasıl anlattığının usulü, üslubu belliyken biraz böyle alttan alan işte gene o modernleri daha böyle merkezi görüp ona göre bence sorunlu bir dil ürettiklerini görüyorum. Bu da ayrı bir arıza ayrıca. Onu da ifade etmiş olayım.
Burada bunu aşabilmesi gerekiyordu Nur Talebelerinin, aşmamız gerekiyor her hâlükârda. Bu onların o hataları bu defa İslami gelenek içerisinde okumalar yapan bazı Müslümanların onların o üstadın hem tefekkürüne hem de duruşuna o izzetli duruşuna yakışmayan, o hani modernistvari yorumları dolayısıyla bu defa Risale-i Nur’u sanki modernist metin gibi algılama problemine de yol açmış durumda.
Hatanın ağırlığının bizde olduğunu bizim takdir biçimimizle ilgili olduğunu düşünüyorum. Bunu da ifade edeyim. Burada çuvaldızı kesinlikle ve kesinlikle kendimize batırmamız, bir özeleştiri yapmamız gerekiyor. Niyetleri kötü değildir muhtemelen. Ama yapılan isabetli değildi.
Bence bu noktada Bediüzzaman söylediği o hazineye açan bir anahtar var. Bizim halimizle, tefekkürümüzle İslami geleneğin taşıyıcısı olan eserlerle Risale-i Nur’un bağını ortaya koyan bir teması ifade ve ifşa eden bir alimler ve entelektüeller kuşağımızla ve bu çizgide beslenen eserler vererek Nur Talebeleri olarak bu noktada Nur Talebelerinin İslami mirasla Risale-i Nur’la arasındaki ilişkisini en güzel şekilde anlamalarını ve o gelenekle temaslarını en iyi şekilde sağlamalı. Diğer taraftan da diğer ehli dinin, Müslüman kardeşlerimizin Risale-i Nur’la istifadesini bu noktada imkanlarını sunmak gibi bir görevimiz var diye düşünüyorum. İnşaallah önümüzdeki süreç içerisinde bu noktada daha güzel adımlar atıldığını, ortaya verimli çalışmalar konulduğunu inşaallah görürüz.
Kaynak: risalehaber
0 Yorumlar