Müslümanın içine itildiği açmaza basit bir örnek olarak şu ‘özgürlük’ kavramı ele alınabilir.Geleneksel İslami anlayışa göre,mutlak özgürlük yalnızca Allaha aittir ve insan,İlahi niteliklere bürünebildiği ölçüde özgürlüğe ulaşabilir.Hayatına Şeriatın ve sanatına geleneksel kanunların koyduğu tüm sınırlamalar,insanın özgürlüğüne getirilmiş birer kısıtlama değil,gerçek özgürlüğe ulaşmayı mümkün kılacak,vazgeçilmez yardımlar olarak görülmelidir.Modern Arapçada ‘fredom’ sözcüğünün karşılığı olarak kullanılan)Hürriyet’kavramı,sonuç itibarıyla kişinin bireysel doğasının dar sınırları içine hapsolması demek olan Rönesans sonrası bireysel özgürlük fikrinden alınmıştır.Herşeyiyle Batılı olan bu fikir,geleneksel İslama öylesine yabancıdır ki,hiçbir geleneksel metinde,bugün modern Arapçada kazandığı anlamda yer almaz.İslami dünya görüşünde kötülük yapma veya varlığın kaynaklarından kopma özgürlüğü,bir özgürlük kuruntusundan başka bir şey değildir.
Gerçek özgürlük,insana mutlak gereklilik ve mutlak özgürlük olan Bir’e yaklaşıp,sonunda O’nunla birleşmesini sağlayacak tamlığa ulaşma imkanını veren özgürlüktür.Batı’nın özgürlük anlayışından ne denli uzak anlayıştır bu;ve nedir bu,her iki fikrin boyunduruğuna takılmış insanın zihninde yaradılan karışıklıklar.Söz konusu karışıklıklar,Müslümanın neredeyse tüm günlük kararlarını ve aileden devlete kadar,toplumun bütün kurumlarıyla olan ilişkilerini etkilemekte;ahlaka olduğu kadar sanata da sirayet etmekte ve cinsellik,edebi uslüb gibi konularda bile,kişisel davranış modelleri üzerindeki etkisini göstermektedir.
Karşılaştığı açmazlardan yalnızca birkaçıdır; ve yanlarına, hayatın hemen hemen her alanında daha başkaları ilâve edilebilir. Bu çatışan faktörler, hep birlikte, pek çok modernleşmiş Müslüman’ın hayatını ve düşüncelerini bir yamalı bohçaya çevirmeyi başarmıştır. Gayet tabii, “Bu açmaz var olmak zorunda mıdır?” diye sorulabilir. Neden Müslümanlar modern medeniyeti kendi geleneklerinin ilkelerine göre değerlendirip, bu ilkelere aykırı olan yönlerini reddedemiyorlar? Bu sorunun cevabı, Batı’nın ekonomik ve askerî alanlardaki üstün gücüne tanık olduktan sonra, felsefeden ahlâka, sosyal kurumlardan güzelliğin kanunlarına kadar Batı’dan gelen her şeyin büyüsüne kapılan modernleşmiş Müslümanların zihinlerinde yatıyor. Hattâ, çokları Batı karşısında şaşırtıcı bir aşağılık duygusu sergiliyorlar.
Batı’dan çıkan ve genellikle kısa ömürlü olan çeşitli akımları son derece ciddiye alıyor ve bu akımlara uyma ya da İslâm’ın öğretilerini bu akımlara uydurmak üzere çarpıtma konusunda ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Modernleşmiş Müslümanın ruhundaki gerilimin kaynağı sadece ve sadece modern dünyanın, modernizmin İslâm dünyasında boydan boya yayılmasına imkân veren tarihsel sürecin sonunda geleneğine bağlılığı ve geleneğin derinliklerindeki kökleri zayıflamış bulunan İslâm Ümmeti’nin bir bölümü üzerinde oluşturduğu güçlü etkidir.
Şurasını da belirtmeliyiz ki, her ne kadar üzerinden modernizm fırtınası geçmiş olsa da İslâm dünyasının belli bir kesimi, köklerini İslâmî geleneğin derinliklerinden almış olduğu için; bugünlerle ilgili olaylar yüzyıllarca önce geleneksel İslâmî kaynaklarda haber verildiğinden, bugün yeryüzünde olanlara bakarak İslâm’ı reddetmek şöyle dursun, tam tersine ona olan inancını daha da pekiştirmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.), insanların “Acaba Peygamber bu konuda, yani, geleneksel İslâmî hayatın kalıbını bütünüyle kıracak olaylar konusunda bir şey söylemiş miydi?” diye soracağı Ahir Zaman’da oluşacak şartlardan zaman zaman söz etmiş; doğal çevrenin yaşayacağı yıkıma işaretle, dağların Yerlerinden oynatılacağını belirtmişti. O, Allah vergisi bilgisiyle,modern dünyanın bugün tanık olduğu bu ve bunun gibi daha pek çok olayı haber vermişti.
İnançları modernizmin yıkıcı etkisiyle sarsılanlar bir gerilim alanında, kenarla eksen arasında, bir yanda lâiklik ve modernızm, öte yanda kutsal ve geleneksel arasında asılı kalırken; Hz. Peygamber’in vermiş olduğu haberlerin doğrulanması, geleneklerinin içinde sağlam kök salmış çağdaş Müslümanların inancını daha da güçlendirmektedir. Modernizmin etkisine kapılmış olanlarsa, Merkez’den gelecek bir mesajın; doğru, sağlam ve aynı zamanda kendilerini askıda kalmaktan ve tutuldukları zihnî felçten kurtarabilecek yeniden yorumlanmış bir mesajın derin ihtiyacı içindedirler.
Her ne kadar gerek zihnen gerekse psikolojik olarak Batılı insanınkinden daha farklı şartlar altındaysalar da, tarihinin erken bir döneminde manevî geleneklerinden kopmuş Batı insanı gibi, kutsal olandan başkasının dolduramayacağı bir boşluk içinde hayatın ve ölümün bilinmezlikleriyle karşı karşıya bulunduklarından, yeniden Merkez’e dönüş ihtiyaçları bir an önce giderilme durumundadır. Ama şurası da var ki, modern Batılıların aksine çağdaş Müslümanlar, hâlâ bütünüyle canlı ve sadece yeniden yaşanmayı bekleyen; ‘gelişmiş’ bir yetişkini taklit eden bir çocuğun masumiyetiyle, fakat gerçek anlamda hiç de masum olmadan kendilerini bırakıverdikleri kuşku ve belirsizlik girdabından kurtulabilmeleri için ölümsüz ilkelerinin var olan şartlara uygulanmasını bekleyen bir geleneğe aittirler. Çünkü, Kur’ân’ın sık sık vurguladığı gibi, insan, eylemlerinden Allah önünde sorumludur; ve modernleşmiş Müslüman, bu İlâhî ilkenin hiç de dışında değildir.
Seyyid Hüseyin Nasr – İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı
0 Yorumlar