Hz. Peygamber (s.a.s.)’in iki miracı vardır. Bunlardan biri, Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya kadar olanı; diğeri de Mescid-i Aksa’dan başlayıp, Allah’ın me-lekûtunun en yücelerine kadar olanıdır. Bu,hadisenin zahire taalluk eden kısmıdır. Miraç hadisesinin, ruhlar âlemine taalluk eden tarafına gelince, Hz, Peygamber (s.a.s.)’in yine iki miracı vardır. Biri, şehadet aleminden başlayıp gayb âlemine kadar olan; diğeri de, gayb âleminden, gaybü’l-gayb âlemine kadar olandır.
Bunlar, birbirine bitişmiş “Kabe kavseyn” (yayın kirişi) mesabesindedir ki, Hz. Peygamber (s.a.s.) bunları adımlayıp geçmiştir. Cenab-ı Allah’ın O, Peygambere) iki yay (kirişi) kadar, yahut daha yakın oldu ” (Necm, 9) ayetinde kastedilen de budur. Buradaki “ev edna”sözü. Hz. Peygamber (s.a.s.)’ın, nefsinde yok olduğuna (fena fi nefsihî) işarettir.
Şehadet âleminden gayb âlemine geçişe gelince, bil ki cisme ve cisimden olan şeylerle taalluk eden her husus, şehadet âle-mindendir. Çünkü sen bu şeyleri gözünle müşahede edersin. Öyleyse ruhun, beden âleminden ruhlar âlemine geçmesi, şehadet âleminden gayb âlemine yapılan bir yolculuktur. Ruhlar âlemine gelince, bu nihayeti olmayan bir âlemdir. Çünkü ruhların en alt mertebesi, beşerî ruhlardır. Sonra bu ruhlar mükemmelleşme ve mutluluk basamaklarında terakki ederler. Öyle ki dünya semasındaki ruhlara ulaşmış olurlar.
Sonra daha yükselirler. Ki bunlar ikinci kat semanın ruhlarıdırlar. Kürsi’nın muhtelif derecelerinde meskûn olan ruhlara varıncaya kadar, ruhların bu yükselişi devam eder Ruhlar, Kürsî’nin derecelerinde de, yükseklik bakımından birbirlerinden farklıdırlar.
Sonra onlar, bundan da vüceolurlar ki bunlar, “Melekleri, Arş’ın etrafını kuşatmış oldukları halde görürsün ” (Zümer. 75) ayetiyle, işaret edilen meleklerdir. Derken ruhlar, daha yüce ve daha muazzam olurlar. Ki bunlar, Allah Teâlâ’nın “O günde, Rabbinin Arş’ını onların üstündeki sekiz melek taşır” (Hakka, 17) ayetiyle, işaret edilen meleklerdir. Bu sekiz sayısında, burada zikredilmesi doğru olmayan birçok sırlar vardır.
Daha sonra ruhlar, terakki ede ede, cisimlerle her türlü ilişkiden uzak olan ruhlara ulaşırlar. Onlar, yiyecekleri zikrullah, içecekleri muhabbetullah, ünsiyetleri Allah’a hamd-ü sena ve lezzetleri de Allah’a hizmet olan varlıklardır. Cenâb-ı Hakk’ın ” “Onun huzurundakiler, O’na ibadetten asla kaçınmazlar” {Enbiyâ, 19) ve “Onlar gece gündüz, ara vermeden Allah’ı teşbih ederler” (Enbiyâ, 20) ayetleri ile işte bunlara işaret edilmektedir. Sonra onların da birbirinden farklı dereceleri, birbirinden uzak mertebeleri vardır.
İnsan aklı, onların hallerini tam olarak anlamaktan ve onların niteliklerini açıklayabilmekten âcizdir. Ruhların bu terakki ve yükselişi, Cenâb-ı Hakk’ın “Her ilim sahibinin üstünde, ondan daha iyi bilen vardır” (Yûsuf, 76) buyurduğu gibi, nurlar nuru, sebeblerin yaratıcısı, her şeyin mebde’i, rahmetin kaynağı ve hayrın başlangıcı olan Allah Teâtâ’ya ulaşıncaya kadar devam eder. Böylece ruhlar âleminin, gayb âlemi olduğu; ve rububiyyetin celâlinin huzuruna varmanın da gaybu’l-gayb âlemi olduğu ortaya çıkar.
Bunun içindir ki Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Cenâb-ı Allah’ın, nurdan yetmiş perdesi vardır. Eğer Allah o perdeleri açacak olsa, O’nun zatının celâl ve azameti gözün gördüğü her şeyi yakardı “(Müslim)
Hadîste perdelerin sayısının “yetmiş” sayısıyla sınırlanması, ancak nübüvvet nuru ile bilinebilecek olan şeylerdendir. Anlattıklarımızla miracın iki çeşit olduğu; birincisinin, şehadet âleminden gayb âlemine, ikincinin ise gayb âleminden gaybu’l-gayb âlemine olduğu ortaya çıkar.
İşte bütün bunlar, aklî, yakinî ve hakikî sözlerdir. Bunu anladın. O halde maksadımıza dönüp şöyle deriz: Hz. Muhammed (s.a.s.) miraca varıp geriye dönmek istediğinde: “Ey izzet sahibi Rabbim! Yolcu, vatanına dönmek istediğinde, eşine, ahbabına ve dostuna hediye olarak götüreceği bazı şeylere ihtiyaç hisseder” dedi. Bunun üzerine, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e: “Senin ümmetine verilecek hediye namazdır” denildi. Bu böyledir, çünkü, namaz, cis-manî miraç ile ruhanî miracı birleştirir.
Cismanî miraç, fiillerle; ruhanî miraç ise zikirlerle olur. Ey kul, bu namaz miracına başlamak istediğinde ilk önce temizlen. Çünkü bu makam, kudsî bir makamdır. Binaenaleyh elbisen ve bedenin temiz olsun. Çünkü sen “Mukaddes Tuvâ vadisi” (Tâhâ, 12)’ndesin. Yanında da hem melek hem şeytan var. O halde, hangisine arkadaş olacağına karar ver, Yanında hem din hem dünya var. O halde, hangisine arkadaş olacağına karar ver. Yanında hem akıl hem hevâ var. O halde, hangisine arkadaş olacağına karar ver: Hayra mı şerre mi; doğruluğa mı, yalana mı; hakka mı, batıla mı; akla mı, akılsızlığa mı; kanaate mi hırsa mı…
Birbirine zıt huylar ve sıfatlar hususunda da söylenecek olan aynıdır. O halde bu iki taraftan hangisine arkadaş olacağına ve hangisine uyacağına karar ver. Çünkü arkadaşlık ileri dereceye vardığında, ayrılmak imkansızlaşır.
Görmüyor musun, Hz. Ebû Bekr Hz. Muhammed (s.a.s.)’i arkadaş olarak seçti de, dünyada, kabirde, kıyamette ve cennette Ondan ayrılmadı. Yine bir köpek Ashâb-ı Kehf’le arkadaş oldu da, hem dünyada, hem ahirette onlardan ayrılmadı. İşte bu sırdan ötürü Cenâb-ı Hakk, “Ey iman edenler, AUahdan korkun ve sadıklarla beraber olun!” (Tevbe, 119) buyurmuştur. Sonra temizlendiğinde, her iki elini kaldır; bu iki elini kaldırman dünya ve ahiret âlemine veda etmene işarettir.
Binaenaleyh, bu iki âlemden tamamıyla alâkanı kes, kalbini, ruhunu, sırrını, aklını, anlayışını, zikrini ve fikrini Allah’a yönelt de, sonra “Allahu Ekber!” de!
Bunun, Allah her türlü varlıktan daha büyük, bilinen her şeyden daha yüce, en büyük ve en aziz, bundan da öteye O, bir şeyin, kendisiyle mukayese edilmekten veya O, en büyüktür denilmekten de büyüktür. Sonra “Allah’ım, seni tenzih eder, hamdinle teşbih ederim ” de. Bu makamda, sana Celâlin azametinin nuru tecelli eder.
Sonra teşbih makamından tahmîd makamına yükseldiğinde, “Ve ismin ne yücedir” de. Bu makamda, sana ezel ve ebedin nuru açılmış, inkişaf etmiş olur. Çünkü sözü, yok olmaktan ve sona ermekten münezzeh olan bir sürekliliğe işarettir. Bu da, yoklukta ezel hakikatini, bekada da ebed hakikatini mütalaa etmekle ilgilidir, (buna taalluk eder).
Sonra, “Ve senin şanın ne yücedir” de! Bu da, Cenâb-ı Hakk’ın,Celâl sıfatlarıyla kemâl vasıflarını zikredilen miktarla sınırlanmaktan daha bilgili ve daha büyük olduğuna işarettir. Sonra “Ve, senden başka ilâh yoktur” de! Bu da bütün celâl sıfatlarının ve Kemal işaretlerinin Allah’a ait olduğuna işaret etmektedir.
Buna göre Allah, kendisinden başka kâmil bir varlık olmayan bir Kâmil, kendisinden daha mukaddes olmayan bir mukaddes, hakikatte var olan ancak kendisi olan ve kendisinden başka hiç bir ilâh olmayandır. İşte burada akıl, inkıtaya uğrar, dil düğümlenir, anlayış âdeta keçeleşır, hayal şaşırır ve akıl felce uğrar… Sonra kendine ve haline bir dön de şöyle de “Muhakkak ki ben özümü, göklere ve yeri yaratan zata donderdim” (Enam, 79).
Buna göre,”Sübhânekellâhümme ve bi hamdik”sözün, mukarreb meleklerin miracıdır. Bu da, Cenâb-ı Hakk’ın “Seni hamdinle teşbih eder ve seni takdis ederiz” (Bakara. 30) ayetinde bahsedilmiştir.
Bu sözün, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in de miracıdır. Çünkü O’nun miracı, bu sözle başlamıştır Ama, “özümü donderdim” sözüne gelince, Hz. İbrahim’in miracıdır. Yine senin, “Muhakkak ki, benim namazım, ibadetim, yaşamam ve ölmem, alemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (Enâm. 162) sözü, Allah’ın sevgilisi Hz. Muhammed (s.a.s.)’in miracıdır.
Bu iki zikri okuduğunda, mukarreb meleklerin büyüklerinin miracı ile, nebi ve resullerin büyüklerinin miracını birleştirmiş olursun. Sonra bu durumu sona erdirince, nefsinden kendini beğenmişlik belâsını savuşturman için, de!
Cennetin sekiz kapısı vardır. Bu makamda sana cennet kapılarından bir kapı olan, marifet kapısı açılır.Cennet kapılarından ikincisi zikir kapısıdır. Bu da, “bismillahirrahmanirrahim”sözüdür.
Üçüncü kapı, şükür kapısıdır. Bu da “elhamdu lillahi rabbil alemin”demendir.
Dördüncüsü, recâ(ümıt) kapısıdır. Bu da,”errahmanirrahim” demendir.
Beşinci kapı, havf (korku) kapısıdır. Bu da,”maliki yevmiddin” demendir.
Altıncı kapı, ubûbiyyet ve rubûbiyyet bilgisinden meydana gelen ihlâs kapısıdır, Bu da”iyyâke na’büdü” demendir.
Yedinci kapı, dua ve niyaz kapısıdır. Nitekim Cenâb-ı Hakk, Yoksa bunalmışa, kendisine dua ettiğinde icabet mi edendir” (Neml 62) ve ana dua ediniz, size icabet edeyim” (Mümin, 60) buyurmuştur. Bu ise, senin “ihdinessırâtel müstakîm”demendir.
Sekizinci kapı,temiz ve güzel ruhlara uyma, onların nurlarıyla hidayete erme kapısıdır ki,bu da”Sırâtellezîne en’amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn”demendir.
İşte böyle bir yolla Fatiha Sûresı’ni okuyup inceliklerine vâkıf olursan, sana cennetin sekiz kapısı da açılır. Bu da, Cenâb-ı Allah’ın şu ayetinde kastedilendir: “Kapıları onlara açılmış durumda Adn cennetleri” (Sad. 50).
Buna göre Rabbânî bilgilerin cennetlerinin kapıları, bu ruhanî anahtarlarla açılır. İşte bu da, namazda meydana gelen ruhanî miraca işarettir.
Cismânî Miraç
Cismani miraca gelince, bunun ilk mertebesi, Ashâb-ı Kehf’ın kıyamı gibi, Allah’ın huzurunda durmandır Bu, Cenâb-ı Hakk’ın “Ve dikilip de. bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir, dediler” (Kehf, 14) aye-tiyle bildirdiği makamdır. Hatta bundan da öteye, kıyametteki insanların ayakta durması gibi. dir.
Bu konuda Cenâb-ı Allah “O gön insanlar Alemlerin Rabbinin huzurunda dururlar’ (Mutaffıfîn 6) buyurur Sonra Sübhâneke’yi, daha sonra ” sonra Fatihayı, ondan sonra da, Kurân’dan kolayına geleni oku! Allah’ın azameti itibariyle ibadetine bakmaya çalış, böylece de onu küçümse! Kendi ibâdetine göre Allah’a bakmaktan sakın! Çünkü böyle yaparsan, helak olanlardan olursun. Cenâb-ı Hakkın”İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn”sözünün sırrı da budur.
Şu anda nefsin, Celâl korkusunun ateşine tutulup da, yumuşayan bir ağaç gibidir.
Öyleyse sen onu rükû ile eğ de, “Allah, Kendisine ham-dedenin hamdini kabul buyurdu” de!
Sonra onu, doğrulsun diye, ikinci kez bırak, salıver. Çünkü bu din, güçlüdür. O’na yumuşaklıkla yanaş. Nefsini, Allah’a ibadetten nefret ettirme. Zira, kendini çok yoran kimse, ne bir mesafe alabilir, ne de atın sırtından iner. Nefsin tekrar doğrulduğu zaman, tevazünün en yücesiyle yerlere kadar eğil ve, yüceliğin zirvesiyle Rabbini an da, “Yüce Rabbimi tenzih ve teşbih ederim” de.
İkinci secdeyi yaptığında, senin için üç çeşit taat meydana gelmiş olur: Bir rükû ve iki secde.. Bunlarla, helak edici üç maniadan kurtulursun.
Rükû ile şehvetler engelinden, birinci secde ile, eziyet verici şeylerin başı olan gazab engelinden ve ikinci secde ile her türlü helak ve sapıklığa çağıran hevâ engelinden kurtulursun.
Bu engelleri geçip, bu derekelerden kurtulunca, yüce derecelere vasıl olursun, kalıcı ve bakî olan salih şeylere sahip olursun ve yer ile göklerin Müdebbiri olan Allah’ın celâlinin eşiğine varırsın. İşte o zaman, “En mübarek selâmlar ve en güzel dualar Allah’adır” de.حيات الأكثر موهبة dil ile,الصلوات azalarla da “en’amte’ kalbler ve iman kuvveti ile yapılan ibadetlerdir.
Sonra bu makamda, senin ruhunun nuru yükselir, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in ruhunun nuru da iner, böylece iki nûr karşılaşarak, burada genişlik, rahatlık ve cennetin kokusu meydana gelir. Hz. Muhammed’in ruhunu övmek ve selâmlamak lâzımdır. Öyleyse,” Ey Peygamber, Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketleri sana olsun” de.
İşte o zaman, Hz. Muhammed(s.a.s.) “Selam bize ve Allahın salih kullarına olsun” der.
Sanki sana: “Bu hayır ve bereketleri hangi vesileyle buldun ve hangi yol ile onlara ulaştın?” denilir.
Sen buna cevaben:”Eşhedu En La İlâhe İllâllah Ve Eşhedu Enne Muhammeden Abduhu Ve Resuluhu ” sözünü söyleyerek ulaştım, de.
Sana, “Seni buna ulaştıran Muhammed (s.a.s.)’dir. Peki, seni Muhammed (s.a.s.)e götüren nedir?” denilir.
Sen, “Allah’ım, Muhammed ve Muhammed’in âl ü ashabına rahmet et” de.
Sana, “Rabbimiz, onların içinden onlara bir peygamber gönder!” (Bakara. 129) diyerek, Cenâb-ı Allah’tan böyle bir peygamberin sana gönderilmesini isteyen İbrahîm (a.s.)’dır.
Öyleyse, ona vereceğin hediyen nedir?” denilir. Buna karşılık sen, “İbrahim (a.s.) ve O’nun âl-ü ashabina rahmet ettiğin gibi” de! Sana, şöyle denilir: “Bütün bu hayırlar, Muhammed (s.a.s.)’den, veya İbrahim (a.s.)’dan ya da Cenâb-ı Allah’dandir. Öyle mi, ne dersin?” Buna karşı, sen: “Hayır, doğrusu bunların hepsi hamde yegâne lâyık ve yüce (Ha-mîd ve Mecîd) olan Cenâb-ı Allah’dandır Ya Rabbî. Sen Hamîd ve Mecîdsin” de.
Sonra kul, Cenâb-ı Allah’ı bu övgü ve medıhlerle zikredince, Cenâb-ı Allah da onu, Resûlullah’ın (s.a.s.) Cenâb-ı Allah’dan naklettiği “Kulum beni bir toplulukta anarsa, ben de onu, onun içinde beni andığı cemaattan daha hayırlı bir topluluk içinde anarım” sözünün delaletiyle, meleklerin cemaatları içinde zikreder.
Melekler bunu işitince, bu kula karşı bir muhabbet duyarlar da, Cenâb-ı Allah kula: “Göklerin melekleri seni ziyaret etmeyi arzuluyorlar ve sana yakın olmayı istiyorlar. Sana geldiklerinde, senden öncekilerin mertebesine nail olman için, onlara selâm vererek söze başla” der. Bunun üzerine kul, sağına soluna “Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketleri üzerinize olsun” der.
Hiç şüphesiz, kul cennete girdiği zaman, melekler de, her kapıdan onun yanına girerek, ” “Sabretmenize mukabil sizlere selâm olsun! Dünyanın ne güzel neticesidir bu!” (Ra’d. 24) derler.
Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/389-391.
0 Yorumlar