Kitap Notları-Hikmetli Sözler-Şiirler-Beyitler -7
Algılamak/anlamak temas etmektir.
Jean Luc Nancy
Umut! sevgili! iyiliksever umut! Küçümsemezsin yasta olanın evini, Ve asaletle, sevinçli bağlılıkla, hükmedersin Ölümlülerin ve göğün güçlerinin arasında. Neredesin? az yaşadım; ama soğuk esiyor Akşamım daha şimdiden. Ve dilsiz, gölge misaliyim, Burada; ve ezgisiz kalmış Kalbim dinleniyor göğsümdeki ürpertilerin arasında.
Hölderlin
Lakin sevgi imar eder.
Korintliler
Zira her ağaç kendi meyvesinden tanınır.Deve dikeninden incir toplanmaz, kengerden üzüm devşirilmez.
Lukas İncili 6:144
Ruha hitap etmeyen ve duyumsallıktan başka bir ilgi uyandırmayan her şey bayağıdır.
Schiller
İhtilâfıyla uğraşmakta dehrin zevk yok Zevk anın mirsâd-ı ibretden temâşâsındadır…
Muallim Naci
Zamanın ihtilaflarıyla (çelişkileriyle) uğraşmada zevk yok. Zevk onu ibret gözüyle seyretmektedir
Bir ilim dalında “alim” olabilmek için 4 şarta sahip olmak gerekir 1) O ilmi, usulüyle beraber tam bir şekilde kavramalı 2) O ilmin kavramlarına hakim olmalı 3) O ilimden doğan sonuçların neler olduğunu bilmeli 4)O ilimle ilgili ortaya çıkan yeni problemleri çözebilmeli
[Farabi]
Hayat eşlik ettiği suretin ruhudur.
İbn Arabi(k.s)
Bir inancı mümkün kılmanın ne denli inançsızlık gerektirdiğini görmek dehşet vericidir. Körü körüne inanç diye bildiğimiz şey, çok sayıda inançsızlıkla ayakta tutulur.”
-Eric Hoffer – Kesin İnançlılar
Senin yılların bir gündür, ama her gün gelen bir gün değil, hep bugündür, çünkü senin bugünün yerini yarına bırakmaz, dünün de yerini almaz. Senin bugünün ezeli ve ebedidir.”
— Aziz Augustinus – İtiraflar*
“Müsamahakâr toplumun ilkesi olarak tutkuların tamamen serbest bırakılması, mütevazılığın [ya da iffetin] tamamen yadsınmasıyla örtüşür.”
-Augusto Del Noce – The Crisis of Modernity
Esasen düşünme melekesi ve bu melekenin hasılasını ortaya koyan düşüncenin membaının din olduğunu söylemek tarihî tecrübeye intikal edildiğinde mümkün olur. Varlığa yönelik anlam tesis etme çabası dinde hitama erer. İnsanın şahsı, diğer insanlarla alaka kurma biçimi, tabiatla olan ilişkisi ve tüm bunların anlam ifade eden bir kurgu içerisinde değerlendirilmesi çabası dinin verdiği cevaplarla anlam kazanır.
(Enes Şahin)
Aşk, muhabbet, dostluk gibi hususların cümlesi vefâya bağlıdırlar ve dâima vefâlı olan kimseyi ararlar. Onlar, vefasız bir gönle asla yaklaşmazlar”
Mevlâna hz
Kişinin, mensubiyet duyduğu değerleri, aynı değerleri paylaştığını iddia eden başkalarının yanlış temsillerini bahane ederek tahkir etmesi, hatta terk etmesi, gerekçesi ne olursa olsun, ‘değerlerinin-münafık’ı olduğunu gösterir; haklı olduğunu değil. Başka bir deyişle, “papaza kızıp orucunu bozanın” sorunu ne kızmak, ne oruç ne de bozmaktır. Sorun bizatihi değerlerine karşı samimiyet ve ihlas eksikliği; hatta kendine karşı saygı yoksunluğudur.
İhsan Fazlıoğlu
Mitlerden anlaşılan şudur ki uçurumun dibinde kurtuluşun sesi imdada yetişir. Karanlık an, gerçek dönüşüm mesajını aldığımız andır. En kasvetli noktada aydın lık çıkagelir.
JOSEPH CAMPBELL
Modern felsefenin tümü politiktir, hükümetler, kiliseler, akademisyenler, gelenekler, modalar ve insan korkaklığı bunları denetler, bundan dolayı ortaya sahte bir bilmişlik çıkar.
Friedrich Nietzsche
Zaman zaman bir kısım insanlara semavi ve arazi ilahi musibetlerin gelişi Allah Teala’nın nimetleri, fazl ve keremine karşı isyanda olanları uyarmak ve onları zulüm ve isyan gibi kötü yollardan alıkoymak içindir. Zira sonsuz kudret ve tasarruf ancak Allah-u Teala’ya mahsustur. Allah-u Teala’nın hikmeti hudutsuzdur. Görmez misin hasta bir adam, ağzını buruşturan, kötü kokulu ilaçları sıhhati için nasıl içer. İşte ara sıra vukua gelen ilahi afetlerde böyledir.
İmam Gazâli
“Tevekkül kalbin eylemi, tevhid ise kalbin sözüdür.”
Cüneyd-i Bağdadi hz.
Her varlık senin yüzünden altüst olmuş, gene de her varlığın senden haberi bile yok; Ne tuhaftır sana bakmak, seninle görmek,ne hoştur seni beklemek, seni özlemek.
Mevlana
Bil ki yüce Allah, tövbe ve tevekkül gibi şeyleri şu insan denen kula özgü kılmıştır. Çünkü melek için tek ihtimal vardır, o da isyansız itaattir. Şeytandan da itaat değil, sadece isyan sadır olur. Ama her ikisi de tövbenin tadından, makamından, sırrından, marifetinden, şerefinden ve muhabbetinden habersizdir….
Muhyiddin İbn Arabi(k.s)
Halkın çoğunluğu hikaye dinlemeye rağbet gösterdiği için alimler azaldı, hikaye anlatanlar çoğaldı.
İbnul’cevzi telbis, 161 Darü’l-Hadis
bir kimsenin diğer bir kimsede gördüğü ilk kusur kendi nefsinin pek âşina olduğu bir kusurdur.
efendim ben, bir zaman kalbin bedenimizin içinde olduğunu sanıyordum. gaflete bakın ki her şey onun içindeymiş. ubeydullah ahrar hz.
yalan ve batıl olan şeyler, yalan ve batıl olan şeyler ile birleşir. agah ol! her bir cins kendi cinsine meyleder.
Ahmed Avni Bey
Efendi baba; siz Erzurûmî’nin ‘’lütfunda hoş kahrında hoş’’ şiirini ‘’lütfunda hoş lütfunda hoş’’ diye okuyun. Erzurûmî kaldırır siz kaldıramazsınız derdi.
Saadettin Ökten Hoca
Teslimiyet, “Ben çalışıyorum ama sonuç Allah’a aittir,” diyebilmektir. Kul buna çok kolay razı olmaz. Ancak muhabbet pınarından bir küçük piyale kendisine nasip olmuşsa o zaman isteklerinin gayretlerinin gerekli olduğunu ama hayatında çok fazla yer işgal etmediğini görür.
Sadettin Ökten
Marcel Proust “Hakikat; başkalarının hazırladığı bir bal değildir. Onu sadece kitap sayfalarından toplayamayız, kafamızın ve gönlümüzün iç hamleleri ile emek verme ile fethedebiliriz.
“Sürekli yeterince iyi olmadığı duygusuna kapılan bir nesil yetişiyor. Bu, adeta yönünü kendini kendini mükemmelleştirmeye (self-optimization) çevirmiş bir dünya duruşu üretir – fakat zevkten/istekten değil, geride kalma endişesinden.”
Hartmut Rosa
Geleceğin bütün istediklerimizi içine tıkdığımız bir yer olduğuna inanmayı bırakmalı ”
Simone Weil
Eğer gönlüm misk kokulu şaraba meylederse yeridir. Çünkü bu abidlikten ve bu riyadan pek hayır kokusu gelmiyor. Sevgilinin kerem etmesinden ümidini kesme ey âşık! Çünkü o Kerîm’in âdetidir; günahları bağışlar ve âşıklara merhamet eyler.”
Hâfız-ı Şirâzî
Sevginin hüküm sürdüğü yerde güç istenci yoktur ve gücün hakim olduğu yerde sevgi eksiktir. Biri diğerinin gölgesidir.
C.G.JUNG
Müftî, zamanının şartlarını göz ardı edip mezhebin zâhirü’r-rivâye nakilleri üzerinde donup kalmamalıdır. Böyle yaparsa, birçok hakkın çiğnenmesine sebep olur ki, fayda vereceğim derken fazlasıyla zarar vermiş olur.”
Muhammed Emin İbn Abidin
Çoğu insanın tabiatında ulaşamadığı, kendisine mal edemediği hakikatleri inkâr etmek vardır.”
(İmam Gazzâlî)
Bülbül-i gülzâr-ı aşkam başka gülzâr istemem Tâlib-i dîdâr-ı yârem ayrı dîdâr istemem “[Ben] aşkın gül bahçesinin bülbülüyüm, başka bir gül bahçesi istemem. [Ben] sevgilinin yüzüne [ilahi tecellîye] talibim, başka bir yüz istemem.” Vuslat hayali, âşığın en büyük gıdasıdır ve bu hayal uğruna çekilen binbir türlü mihnet, âşığa verilebilecek en büyük mükafâttır. Çilekeş âşıkların hem-dertlerinden biri de bülbüldür elbet. O bülbül ki cânını güle fedâ etmiş, güle o cazibedâr rengini kanıyla sunmuştur. Efsane budur ya bülbülün rengi evvelden daha beyaz imiş. Bülbül ise aynı bülbül, bizim bülbül, şeydâ bülbül… Aşkını şakıyarak izhâr ederken bir aralık gülün dalına konmuş. Vuslatın bedeli cân ile ödenir. Gülün dikeni bülbülün bağrına saplanmış ve bülbül kanıyla gülü sulamış. Ertesi gün bakanlar görmüşler ki gülün rengi kırmızı olmuştur. Dememiz o ki cânıyla olmasa da kanıyla vuslata ermiş bahtiyâr âşıklardandır bülbül. Gâh gonca iken açılıp güzelliğini kendisine sunması için gül uğruna ciğer dağlamış, gâh açıldığında güzelliğini âleme saçtığı için onu kıskanmış da feryâd ü figân eylemiş. Bülbülün o felekleri yakan nağmesi her hâlükârda gülün güzelliğini âleme duyurmaya hizmet etmiş.
OSMAN KEMÂLÎ EFENDİ’NİN “İSTEMEM” REDİFLİ GAZELİNİ ŞERH DENEMESİ Muhammed İkbal Güler
Sevgili Hannah! Aşk neden olası tüm insan deneyimlerinin ötesinde değerli ve ona yakalananlar için tatlı bir yüktür? Çünkü aşkta sevdiğimiz şeye dönüşürüz ama yine de kendimiz olarak kalırız … “ [ martin heidegger ]
“Varlığı/nı unutan insan! Ya da daha bizden bir ifadeyle: Allah’ın kendini kendisine unutturduğu insan! Ne müthiş yani dehşetli bir ifade! Öyle seyyal bir yaratık ki insan ne ise o olmayabiliyor, hakeza ne değilse o olabiliyor! Kendinden çıkmak ve kendine gelmek insana mahsus!”
Özkan Gözel
“Taze bir sürgün gibi olsun en büyük gücüm, dargınlık bilmeyen ve tereddüt bilmeyen; aynen çocukların sevgisiyle özdeş.”
Rainer Maria Rılke
Ma‘lûm ola ki insânın kemâli kalbde olan hâlledir. Yoksa amel-i kālıb ile değildir. Eğer ki amel-i sâlih kalbe kuvvet vermekten hâlî değildir. Zîrâ a‘mâl-i şer‘iyyeden ulûm ve maârif-i ilâhiyye tevellüd eder.
İsmail Hakkı Bursevi
Herşey nûrunu, işrâkını, parlaklığını, yetkinliğini, gücünü ve kahrını O’ndan alır. O ise ancak kendi zâtına aşk ve şevk duyar. İlk âşık olan ve ilk aşık olunan (ma‘şûk) da O’dur. Çünkü O’nun kemâli apaçıktır (zâhir) ve varlıkların en güzeli (ecmel) ve en yetkinidir (ekmel). O’nun zâtına apaçıklığı (zuhûruhû li-nefsihî) da diğer şeylerin kendi zâtlarına ve başkalarına apaçıklıklarından daha şiddetlidir. Nûru’l-Envâr, mutlak zengin ve mutlak cömert olduğu gibi, mutlak aşkın ve kahrın da kendisidir.
Sühreverdi
Allah, soyut somut bütün mümkün varlıklarda sirayet ederek zuhur etmiştir. Ancak O’nun sirayeti bizim bilgimizin dışındadır. Şuûnların farklılığından güzellik çeşit çeşit çıkmaktadır. Bütün mertebelerde seyretmektedir. Başka varlıkların suretinde perdede gizlenmektedir. Hatta belki de diğer varlıkların suretleri yoktur. Yani ev sahibinden başka kimse yoktur.
Molla Câmi
Hz. Ali’ye (r.a) Allah hakkında sual sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: “Allah’ı kalbine gelen, tahayyül, tasavvur ve tevehhüm ettiğin bütün ahvâlin maverasında(görülen her şeyin ötesinde) bilmektir.”
Kimilerini gözyaşlarına boğan ağaç, kimileri için yalnızca yolu tıkayan yeşil bir engeldir. İnsanın kendi neyse, gördüğü de odur.”
William Blake
İmam Buharî’yi kıskanan bazıları ona bir hadis sordular. “Bilmiyorum” dedi. Sevinçle gidip bunu hocaları Amr b. Ali el-Fellâs’a haber verdiler. Bunun üzerine hocaları tarihe geçecek şu sözü söyledi: “Buharî’nin bilmediği hadis, hadis değildir.” [Tehzîbü’l-esmâ, 1, 69]
Ebû ‘Alî [İbn Sînâ] vefatı sırasında kendisi hakkında şöyle demiştir: “Ölüyor da tek elde ettiği ** Bilmediğini bilmek”
Yine o şöyle demiştir:
“İnsanlar Senin mağfiretine sığındı **
Vasfedenler Seni tavsif edemediler. Bizi bağışla, çünkü biz beşeriz **
Seni bilinmen gerektiği gibi bilemedik”
İmâm Râzî de şöyle demiştir: “Akılların idrakinin son sınırı, ayak bağıdır **
Âlimlerin çabası kayboluştur Hayatımız boyunca araştırmamızdan fayda görmedik **
Onda tek biriktirdiğimiz ‘O dedi, bu dedi’.”
Fıtrat, mümkünlerin karanlıklarının parçalanıp suretler arasında ayrımın gerçekleşmesini sağlayan ışık ve nurdur. Bu durumda daha önceki iki şeyde ortaklık yönünden hareketle ‘bu şunun aynıdır’ denilirken, artık ‘bu şu değildir’ denilir.”
(İbnü’l-Arabî)
Duymadığı bir mesele hakkında duyduğu bir mesele gibi rahat konuşamayan biri fakih değildir.
İmam Gazzâlî
Talebesi, İmâm A’zam Ebû Hanîfe’ye sorar: “Mü’min büyük günahları işlediği zaman, Allah’ın düşmanı olur mu?” İmâm Ebû Hanîfe şöyle cevap verir: “Mü’min tevhidi terk etmediği müddetçe, bütün günahları da işlemiş olsa, yine Allah düşmanı olmaz.Zîra düşman, düşmanına buğz ve nefret besler, noksanlık izafe eder. Hâlbuki mü’min, büyük günah irtikap etmesine rağmen, Allah’ı her şeyden daha çok sever.Keza mü’min, ateşte yakılması yahut da Allah’a kalbinden iftirada bulunması hususunda muhayyer bırakılsa; ateşte yakılmayı, AIlah’a gönlünden iftira etmeye tercih eder.”
(Ebû Hanîfe,el-Âlim ve’l-müteallim, s.38.)
Dine hizmet iddiasıyla işlenen bir amelde samimiyetin alameti nedir? – O işi senden daha iyi yapacak birisi olduğunda geri çekilmen ve farzı kifayeyi senden düşürdüğü için mutlu olup, Allah’a şükretmendir.
(İmam Gazali)
Tartışma ve inatlaşma, ilacı olmayan bir hastalıktır; bu sebeple dindar olan bir kimsenin bunlardan uzak durması, kin ve öfkeyi terk etmesi ve Allah’ın yarattığı tüm varlıklara rahmet gözü ile bakması gerekir. Bu kişi, bu ümmetten sapıtan kimseleri doğru yola iletirken, yumuşak ve dostça, davranmaya başvurmalı ve kendini sapkınların yoldan çıkarma dürtüsünü harekete geçiren kabalıklardan muhafaza etmelidir. Ayrıca bu kişi, ısrar, inat ve taassub dürtülerini tahrik etmenin bid’atin kökleşmesine, yardım edeceğini ve bu nedenle de kıyamette sorgulanacağını kesin olarak bilmelidir. |
Gazzâlî/el-İktisâd fi’l-İtikâd
Zunnûn mısrî, meşhur bir ifadesinde şöyle der: ilahi! İnsanların yanında sana ‘rabbim’ diye, yalnız kaldığımda ise ‘sevgilim’ diye sesleniyorum.
Görmeyi öğreniyorum . Sebebini bilmiyorum . Fakat her şey bana daha derinden giriyor ve her zaman vardıkları noktada artık kalmıyorlar . Hakkında hiçbir şey bilmediğim bir iç tarafım var . Her şey oraya doğru gidiyor . Orada neyin meydana geldiğini bilmiyorum “
Rainer Maria Rilke, Malte Laurids Brigge’nin Notları
Birtakım arzularının yerine gelmesi için küçülme!
İmam Gazzâlî
Her birimizin içinde bir ev özlemi var, kendimiz olarak gidebileceğimiz ve sorgu sual edilmeyeceğimiz o güvenli yer’ diyor M. Angelou. İnsan ilişkilerinde de başkası olmaya zorlanmadan,olduğumuz gibi sevilebildiğimizde kendimizi evde hissederiz. Dünya iyi dostlarla evimiz olur.
Kemal Sayar
“İnsan” der Şeyh Muhyiddin, “hakikati bakımından tek, güçleri bakımından çoktur.” Bu çokluk nedeniyle, insanı -ve dolayısıyla kendimizi- anlamakta ve tanımakta güçlük çekeriz. Zira duyular, duygular, kalp, akıl, hayal, idrak ve irade esasında çoğalan o güçler, insanı mekan edinme bakımından, tek bir öze sahip olsalar da, yerleşme düzeylerinin her fertte farklı olması nedeniyle farklılaşırlar.
Şeyh Muhyiddin, Fütûhât-ı Mekkiyye’sinde, söz konusu güçleri, bilmeyi irade edenlere tezahürleriyle birlikte anlatmıştır.
Alıntı
“Her güzelin güzelliği O’nun cemalindendir. Ondaki ariyettir.
Bütün cihetler, senin güzelliğinin güneşinden parlamaktadır.
Her kalp sahibinin sana bir iştiyakı vardır.
Ey güzelliği (hüsn) ehline lutfeden Allah’ım!
Eşi benzeri bulunmayan (bediî) her mevcud, hakikatte senin güzelliğine
âşıktır.”
Davud el-Kayseri
Her kimin yıldızlar ile ittisâli varsa, o kimsenin muhakkak kendi yıldızı ile koşması vardır.
Mesnevî
Bazı kişilik bozuklukları olan kimseler toplumsal statü ve karizma oluşturmada en müsait alanlar olan din ve siyaset alanlarını gözlerine kestirirler. Zira bu çatlakların hepsi de lider olmak isterler. Önde olmak, insanlara hükmetmek, insanlar tarafından isteyerek veyahut istemeyerek kendilerine övgüler yağdırılmasını beklemek temel özellikleridir. Meslekten psikiyatr olan dostlar başlıktaki tabiri teknik manada değil sosyal manada geniş anlasınlar lütfen. Yoksa bu bozukluğun pek çok çeşidi olduğunun farkındayım. Halbuki geleneksel yapılarda öğretmen, şöhretten kaçar, karizma oluşturmak için özel çaba sarf etmez, gerçek tevazu ehlidirler. Kendilerine duyulan hürmetle beraber bir karizma doğal olarak oluşursa da çok ilgilenmezler. Gerçek irfan ve hikmet ehilleri sağlıklı akla sahip kimselerdir. Mevlanalar, Hafızlar, Yunuslar manevi bir meleke olan bu akl-ı müstefâd sahibi kimselerdir. Ebu Hanifeler, İmam Şâfiler hakeza..
Geleneğin altüst edildiği toplumlarda bu türden patolojik oluşumlar her zaman olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Bu türden akımlar daha çok radikal olarak Maneviyat Karşıtı olan (anti-spiritüel) toplumlarda bir tür şekil değiştirmeler olarak karşımıza çıkarlar. Tıpkı genleriyle oynanmış, genetiği bozulmuş tohumlarla ortaya aslıyla alakası olmayan üçüncü türevler çıkması gibi. Geleneği bozulmuş dini yapılarda da bu türden hilkat garibesi amorflar oluşur.
Mahmut Erol Kilıç
Mahlûklar arasında hîlekârlık, düzenbazlık olmadığı zaman, Allahü teâlânın tevfîk, yardım ve başarı ihsânları yağmur misâli yağmağa başlar.”
Dâvûd Kayserî
“Ben yapmadım, çocuğum yapsın, ben görmedim çocuğum görsün.” Senin kaderin ayrı, onun kaderi ayrı. Sen yapmadıysan, o senin kaderin. Belki yaptıkların yeterdi, onu da fark etmiyorsun. Görüyorum, insanlar reşit oluyor, yaş itibariyle büyüyorlar ama otuz yaşında hâlâ çocuk gibiler.
Sadettin Ökten
İlk nesiller çocuklarına Kur’an sürelerini öğrettikleri gibi Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in sevgilerini de öğretiyorlardı.
İmam Mâlik
Bir insan yeni doğduğunda zayıf ve esnektir. Öldüğü zamansa kaskatı ve duygusuzdur. Bir ağaç büyürken körpe ve yumuşaktır. Ama kuru ve sert hale geldiğinde ölüp gider. Sertlik ve güç ölümün arkadaşlarıdır. Esneklik ve zayıflık varoluşun tazeliğinin ifadeleridir.”
Lao Tzu
Şu da var ki, ömür boyu nefsimi terbiye edeceğim diye uğraşan kimse, ömrü boyunca atını eğitmekle uğraşıp ona bir kere bile binemeyene benzer. Bu durumda onun attan sağlayacağı yarar, olsa olsa onun ısırmasından ve tepmesinden kurtulmak olabilir. Gerçi bunlar da faydalıdır ama böyle faydalar ölü hayvanda bulunur. Oysa bir hayvan sadece canlı iken kendisinden yararlanmak için taşınır. Bunun gibi maksat yalnız nefsani hazların sıkıntısından kurtulmak ise bu uyku ve ölümle de sağlanır. Öyleyse sırf bununla yetinmemek gerekir; aksi hâlde insan şu hikâyedeki rahibe benzer: Adama “Ey rahip!” diye seslenenlere, “Ben rahip değilim; sadece ona buna saldıran bir köpeğim. İnsanlara saldırmayayım diye kendimi buraya hapsettim” demiş. İnsanları ısıranlar için bu güzel bir tutum ise de hep bununla yetinilmemedir; çünkü intihar eden de artık insanları ısıramaz. Öyleyse nefis terbiyesinden esas amacın ne olduğu iyi bilmek gerekir. İmam Gazzâli, İhya
Gönlüm ezelde zülfünle bağdaştı, ebede kadar bu ahitten dönmez.
Hafız-ı Şirazi
İtimada en layık şey, akıl ve iyi/güzel ahlaktır. *
İbn Sînâ, Kitâbu’ş-Şifâ, İlahiyât (10. Makale, 5. Fasıl, 936.)
Eğer hakikati gören gözün açık olursa hiçbir insana hakaret nazarıyla bakmazsın.
Hâce Ubeydullah Ahrâr
Bu, bitmez bir hikâyedir. Devam edip gider. Bir halka kopsa bu zincirden, gökten görünmez eller uzanıp yenisini takar. Çürüyenleri değiştirir. En iyisi kopmamaktır. Çürümemektir. İnanmıyor musunuz? İsterseniz çiçeklere sorun…”
Dilaver Cebeci
İnsan elde edilmesi mümkün olmayan beş şeyi sever ki,boş meşakkattir:Nefsi sever,o nefsin hevası içindir.Ruhu sever,o Allah içindir.Malı sever,o varisler içindir.Tamamlanması kabil olmayan iki şeyi,ferah ve rahatı ister,halbuki bu ikisi de cennettedir.
H.z Ali r.a
El-haya ve’l-edeb!” der eskiler; hayasızca bir tavır gördüklerinde, edep dışı bir söz işittiklerinde. Haya ki bir utanma duygusudur; ar ve namus perdesinden bestelenir zaman notalarında.
Perde açıldı mı da bir kez; küser sahibine ve kaçar gider coğrafyamızdan bütün güzel nağmelerini toplayarak. Kişi ancak haya sermayesi kadar edîb olur çünki; ancak hayası ölçüsünde müeddeb sayılır. Yakışıksız işlerden alıkoyan da, kötüleri iyi kılan da odur hep.
Hayamızı yitirdik ve silinmiş boş kağıtlara döndü şimdi hayat. Lalezarlarımızda ayrıklar bitti hayasızlıktan; medeniyet birikimlerimiz ağıt sütunlarında kırıldı, yontulmuş mermerlerimiz damar damar çatladı. Zümrüdü ankanın kanatlarından kavruk baharlara döküldü safirler.
İmkanın en dar kapısında oturup ruhumuzu şer ile şerh ettik; ve hayayı unuttuk. Esir kentlerin mahpusları gibi puslu sokaklara serpildi fırtınalı akşamlarda hayasızlık; ve göz kapaklarımıza kan damladı süveydalarımızdan. Her karanlıkta yağmurlar büyüttü acılarımızı ve her solukta biraz daha savaş, biraz daha şiddet, biraz daha kin, biraz daha vahşet, biraz daha.. biraz daha…
İskender Pala
Nasıl ki bir Gül’ün varolabilmesi için bütün bir Evren’in varolması elzem ise, bir İnsan’ın varolabilmesi için de, Evren’in yanında bütün bir Hayat’ın varolması gerekir. Çünkü şey Doğa’ya doğarken insan Hayat’a doğar. Bu nedenle insan, Doğa’ya bağlı beşeriyeti yanında, metafizik bir varlıktır. Metafizik bir varlık olduğu için de, her şeyiyle bir sorudur.
İnsan denilen soruya verilecek yanıtlar her şeyden önce, insanın üçlü yapısını, hissî, vicdanî ve aklî yapısı dikkate alınarak verilmelidir. Bu üçlü yapıdan birisinin ihmali ya da reddi insanı sakatlar, en azından rencide eder. İnsanın ‘duyu’sunu sakatlayan; ‘duygu’sunu körelten, ‘aklı’nı ketleyen her türlü yanıt, insan denilen soruya tam bir karşılık olamayacağından bunalıma neden olur. Bunalım her türlü bildirişim ve iletişim imkanını ortadan kaldıracağından sonuç insanın kendi kendini imhasıdır.
İhsan Fazlıoğlu
En kötü kombinasyon ; boş bir ruh ile dolu bir midedir.
Aliya İzzetbegoviç
Bırakın din adamları başka bir dünya vaat etsinler. Biz cenneti yeryüzünde kuracağız! –
Lev Troçki
Bize dünya üzerinde cenneti vaat edenler cehennem dışında hiçbir şeyi üretememiş olanlardır.
Karl Popper
En derin düşünce dahi düşünceden ibarettir.
Yalçın Koç
böyledir.
Şunu iyi bil,ki; -bu alem, içinde muhtaç olduğun her şey bulunan bir ev gibidir.Gök tavan gibi yükseltilmiştir. Yeryüzü yaygı gibi uzanmıştır. Yıldızlar kandiller gibi asılmıştır. Madenler hazineler gibi saklanmıştır. Bunlardan her biri keyfiyetine göre insanlar için hazırlanmıştır. İnsan ise eski bir evin sahibi gibidir. Bu evde bulunan çeşitli bitkiler, hayvanlar, insanın ihtiyacıni karşılamak içindir.
İmam Gazâli,İhya
Allah yeryüzüne insanla bakar. İnsanı ilk yarattı- ğında “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”dediğinde, ilk muhatabı ve “evet” demek suretiyle onu tasdik eden insandır. Bu açıdan Şeyh-i Ekber: “İlahî surete benzer bir yapıda yaratılmış yegâne varlık insandır yani kâmil insan-dır.” der. Bu sebepten insanlık, insan-ı kâmil olmaya doğru bir özlem içindedir.
Nasıl ki, “kadim kimya” ilmi (simya) cansız varlıkların içindeki altın olma özlemini tahrik etmek suretiyle kıymetsiz madenleri altına doğru dön- dürülebileceğini ileri sürüyor ise, bunun bir benzerini insanlık içinde, ister mümin ister kâfir, ister dile getirsin ister dile getirmesin bütün insanların insan-ı kâmil olmaya doğru, kemale doğru olan bir özlemi olduğunda görebiliyoruz. İnsanı bu yönde eğitmediğimiz zaman, modern hayat ve felsefeler – buna medya da aracılık etmek suretiyle – modern insanın önünde hedef sapması gerçekleşmektedir. Yani insan, aslî hedefinden, gitmesi gerekli olduğu yerden uzaklaştırılmakta ve önüne sahte hedefler konulmaktadır. Ona “sen ancak şöyle olursan mutlu olabilirsin” imajı yerleştirilmektedir.
Mesela dünyanın değişik coğrafyalarında “manken olursan mutlu olabilirsin” denilerek eğitilen yüzlerce genç kız bulunmaktadır. O yolu izleyen sonunda bir şekilde mutluluğu hangi düzeyde elde edebilecekse oraya kadar elde ede- bilmekte. Oysa ki, bu bir insanın hayatında iş olarak yapacağı şey değildir. Farkında olsun olmasın insanın esas gayesi içinin yöneldiği yere kavuşma-sıdır. Çünkü onun içi ilahîdir ve suyun suya kavuşmak istemesi gibi ilahî olan da ilahî olana kavuşmak ister. İnsanın cevheri, aslı, özü, aynı, kökeni ilahîdir. Bu görüşümüzün kaynağı hem Kur’ân’da hem de sünnette yer almaktadır.
Mahmut Erol Kiliç
Modern insanı esas ait olduğu öteler ötesinden koparttığınız vakit, o insanın yapmayacağı bir şey yoktur. Yaradı-lış merdiveninde, Muhyiddin İbn Arabî’nin görüşlerinden öğrendiğimize göre, her mertebe yaratıldığı mertebenin hakkını verir. Üstelik insanın “Ben sana kendi ruhumdan üfledim.” ayetinde de açıkca belirtildiği gibi Allah Teâlâ’nın ruhunu kendi içinde taşıyan ilâhî bir tarafı vardır.Sonra aşağılara inmek suretiyle o insanda bir de maddeye meyleden taraf, hayvaniyet tarafı oluştu.
Binâenaleyh insan ikisi arasında inip çıkabilen bir varlıktır. Bu yönüyle bir muhteşem varlıktır insan… İşte insanı metafiziğinden kopardığı-mızda, yani kaynağından kopardığımız zaman onu annesinin memesinden koparılıp ormana atılmış bir bebek gibi düşünebilirsiniz. O çocuk kendi başına yaşamaya çalışıyor ama o ortamda ne kadar yaşayabileceğini bir düşü- nün. Takdir edersiniz ki, bunda başarılı olabilmesi mümkün değil. O zaman insanın tekrar asli konumuna yüceltilmesi yani memesinin ağzına verilmesi gerekmektedir. Bu şuur haliyle insanın özgüvenini tekrar kazandığı görüle-cektir. Bunu tesis edecek bilgelere ihtiyacımız her zamankinden çok daha fazla. Modernlik öncesi dönemde de bunlara ihtiyacımız vardı, ama kopma o kadar sert değildi. Fakat modern zamanda insanı tamamen metafizikten, ana kaynağından, yani Rabbi’nden kopardılar. Rabbi ile olan irtibatını ötekileştirdiler. Oysa “Ben” ve “Rabbim” birbiriyle hiç alakası olmayan iki ayrı kategori değildi.
Mahmut Erol Kılıç
Muhyiddin İbn Arabî der ki: “görüntüye aldanma”, bunlar, şeyler ve nesneler birer görüntü. Görüntü ise tamamen yaratılmış bir şeydir ve dört unsurun bir araya gelmesiyle meydana gelir. Bu bir tür göz yanılsamasıdır ve siz aslında buna illüzyon diyebilirsiniz. Oysa hakikat bunun içinde, bâtınındadır. Der ki, “Aynü’l-âlem Haktır.” Onun bu ifadesini “âlemin aynı, özü Hak’tır” diye tercüme edebiliriz. Yalnız buradaki “ayn” kelimesine dikkat etmemiz gerekiyor.
Türkçede bazen yanlış anlama oluşabiliyor burada. Aynısı, tıpkısı anlamındaki “ayn” ile kökenleri bir ise de kullanım alanları farklılaşmıştır. Arapçada bu kelime; “göz bebeği” anlamında ve “göze” dediğimiz suyun çıktığı, fışkırdığı kaynak anlamlarına gelmektedir. Bu durumda Şeyh-i Ekber “Hakk âlemin aynıdır” derken “gö-züdür, göz bebeğidir” demek istemektedir. İşte o âlemin içinde———————
Aslından uzaklaşan her canlı, uzaklaşması ölçüsünde aslına dair bilgisini kaybeder.
İbnü’l Arabi
Politika, bağımsız tavır alma imkânının yokluğunda bir işe (bir memuriyete) dönüşüyor. Çünkü asla tabi olduğu güçleri ve zorunlulukları sorgulama ve onların üstüne çıkma imkanı yok. İş(memuriyet) olarak politika her türlü aşkın ufuktan yoksun sermayenin iç mekânına kıvrılıp uzanıyor. Politikanın olumlulanması karşısında siyasi partiler ve ideolojiler gitgide anlam kaybediyor.
Byung Chul Han, Şiddetin Topolojisi, s:69
Politika artık fabrika işçiliği gibi bir iştir. Politikacının sistemi sorgulama imkanı yoktur. O sermayenin kendisine verdiği işleri yerine getirmek için çalışan sıradan bir işçiye/memura dönüşmüştür. Bu yüzden partiler, hangi ideolojiden beslenirse beslensin, Büyük Sermayenin ilgilendiği konularda birbirlerinden farklı düşünemezler, diyor sanırım.
İstanbul Sözleşmesi, Hayvan Hakları, Aile ile ilgili düzenlemelerin Tüm PArtilerin OY Birliği ile Geçmiş olması size de garip gelmemiş miydi?
Ahmet Hakan Cakıcı
“Dünya birbirini arayan ruhlarla dolu. İki satır konuşabileceğimiz, gülüşün ve hüznün kıvrımlarında birlikte kaybolacağımız sahici insana susamış durumdayız.
Kemal Sayar
Nefsin idrâk ve hareket güçleri kalpten beyne, beyinden de sinirlere yayılır, fakat merkez yine de kalbtir.
İbn Sinâ (ö. 1037)
ilâ eyne’nin toplamıdır.” Ne demek? Nereden bilgisi? Nerede bilgisi? Nereye bilgisi bir araya getirildiğinde bu ilimdir, diyor. Bir kere bilgiyi bu şekilde gördüğünde o hikmet adını alır Yesevî’ye göre.Şimdi biz genelde modern hayatta sadece buranın bilgisini önemsiyoruz. Atom altı yapılara iniyoruz küçük ölçekle; büyük ölçekle astrofizik yaparak evrenin sınırlarını paralel evrenlere kadar gidiyoruz. Burada bir sıkıntı yok.Bu sağı ve solu eksik olan bilgidir; ya da altı ve üstü eksik olan bilgidir.Köken ve dönüş bilgisini mebde’ ve me‘âd bilgisini kattığımızda, o bilgi hikmete dönüşür. Peki, yeterli midir? Bu da çok önemli. Yeterli değildir;bu neticede nazarî, teorik kalan bir eylemdir. Ne yapacağız? Bunu eyleme dökeceğiz.Ele ve eyleme inmeyen bilgi, yine Hz. Peygamber’in hadisinden ilham alarak Yesevî’nin kullandığı gibi, eşek olmaktır. Yani taşıyorsun o kadar yükü. Kitap yüklü merkep olmak demektir.İhsan Fazlioğlu
Kur’an-ı Kerim’de bildiğiniz gibi ayet-i kerimede “El-hayatü’d-dün- ya ve’l-ahire” tamlaması vardır. Bu son derece önemli. Çünkü bu tabirde dünya hiçbir zaman isim olarak kullanılmamıştır. Kur’an-ı Kerim’de dünya, isim olarak kullanılmaz; sıfat olarak kullanılır. Ahiret de öyle. Burada mevsuf olan, sıfat olan, öz olan, taşıyıcı olan ya da mantık terimiyle mevzu olan, hayattır. Dolayısıyla İslam dünya görüşüne göre, hayat süreklidir. Dünya, yakın hayat, yakın demektir malumunuz. Ahiret ise öteki hayat. İkisi de sıfattır. Sıfatları attığınızda mevsuf kalır; mevsuf da hayatın kendisidir. Hayat, Cenabı Hakk’ın el-Hayy isminin bir tecellisi olması bakımından ebedî ve ezelîdir. Bu nedenle ölüm, yok olmak değildir, İslam hayat anlayışına göre.
Ben bunu şöyle ifade etmiştim: Müslüman var olur; var ölür; ama yok olmaz. Yani varlığı hep devam eder. Şimdi benzer ifadeleri Yesevî’de de görmek şaşırtıcı. Gerçi Hz. Ali’ye nispet edilen bir cümlede “Kim ölümün yokluk olduğunu zannederse, onun yokluğu doğmakla başlar.” der. Çok ilginçtir. Doğduğun anda yokluğun başlıyor; eğer ölüm yokluksa. Çünkü niye? Yine Ahmet Yesevî’nin ifade ettiği gibi; daha önce Ömer Hayyam’ın ifade ettiği gibi; ölüm, insana özgü bir şey; insan ölür ve doğduğu anda ölüme hazırız demektir. Daha doğrusu, anne karnında canlandığımız an ölüme hazırız. Ölüme doğrudur insan, insanın yönü ölüme yönlenmiştir, der sufiler. Bu açıdan zaten İslam medeniyeti bununla alakalı, Yesevî’nin dile getirdiği ifadelerle alakalı olarak, hazır bir veri sunuyor bize.
İhsan Fazlıoğlu
Aşksız insan kişi değildir.Ben, aşk kelimesini kullanmayı pek sevmiyorum. Çünkü çok alçaltıcı bir anlamı var günümüzde. Işksız kulluk, taharetsiz yaşamaya benzer.Işk, kalbin taharetidir. Ahlak ise, aklın taharetidir. Hileci olmayın âşık olun. Âşık olsan sadık ol. Hile hurda işlerden uzak dur. Bakın hepsi ihlâs ve diğer kavram çiftleri ile alakalıdır. Yesevî’ye göre, söz ile
yaşamaktan mana ile yaşamaya geçmenin asgari şartı, ihlâstır; samimiyet ve dürüstlüktür.İhsan Fazlıoğlu
“Tecessüsü madde dünyasına çivilemeyen, (hikmeti tarif ediyor dikkatinizi çekmek isterim) zekayı zirvelere kanatlandıran, uzun ve çileli bir nefis terbiyesi: irfan. Kemale açılan kapı, amelle taçlanan ilim. Yani ilim; hayatınıza uyguladığınız, hayatımızın bir parçası hâline getirdiğiniz, onu bir ahlak olarak yaşadığınız zaman ilimdir. İrfan bir Tanrı vergisi cehitle gelişen bir mevhibe. Kültür irfana göre katı, fakir ve tek buutlu. İrfan insanı insan yapan vasıfların bütünü. Yani hem ilim, hem iman, hem edep. Kültür homoekonomikusun kanlı fetihlerini gizlemeye yarayan bir şal. İrfan dinî ve dünyevî diye ikiye ayırmaz. Yani her bütün gibi tecezzi kabul etmez. İrfanın bu ta kendisidir.”
Cemil Meriç
Ve seni bütün suretlere mahkum olmaktan kurtarır.” (Mesnevî II, 720)
Sana kızdığı halde bir kötülükte bulunmayan insanı kendine arkadaş edin, çünkü öfke insanın karakterini ortaya çıkarır.
( Hz. Ali)
Bir eylemin, iyi ya da kötü olduğuna işaret eden tek bir nitelik vardır; eğer dünyadaki sevgi oranını arttırıyorsa iyidir ancak insanları ayırıyor ve aralarında düşmanlığa sebep oluyorsa kötüdür.
Le Tolstoy
Kur’an’ın kâfi geleceği bir noktadan bahsedeceksek, bu, ancak sair İslamî ilimlerde bir yetkinlik elde edip onların vasıtasıyla Kur’an’ın bağlamına ve şümulüne bir yakınlık kesbettiğimiz noktada mümkündür. (Müceddid de zaten bir bağlam hatırlatıcıdır.) Hele hele ayet-i kerimelerin tefsirleri hükmünde olan ehadis-i nebeviyeye ve o ehadisin müfessirleri hükmünde olan selef-i salihînin içtihad ve görüşlerine danışmazsak, ne sözün kendisine ne de bağlamına yeterince yakınlık kesbedemeyiz. (Sarf-nahiv ilmi de böylesi ilimlerden birisidir.)
Müçtehid imamların aynı zamanda birçok İslamî ilimde yetkin isimler olmaları işte o bütünlüğe vukufiyetin kendilerine kazandıracağı bağlam bilgisi ile açıklanabilir. Yoksa Arapçasının A’sını, hadisin h’sini bile bilmeyen modern zaman işgüzarlarının meallerin karşısına oturup damaklarını şaklatarak “Bize Kur’an yeter!” demelerinin hiçbir anlamı yoktur. Bu aptallıklarını ilandan başka birşey değildir. Bırakın dinî ilimleri, bırakın Kur’an’ı, tarihî bir olayı/sözü anlarken bile o dönemin şartlarına vukufiyetin lazım olduğunu bilen bir ehl-i ilim için bu söz deli saçmasıdır.
Ahmet Ay
———-
Hasîslikden elin çek sen cömerd ol kân-ı ihsân ol
Konuşma câhil-i nâ-dân ile gel ehl-i irfân ol
Hakîr ol âlem-i zâhirde sen ma’nâda sultân ol
…
Felekde hâsılı insân isen bir cânı incitme
Günâhkâr olma fahr-i âlem-i zî-şânı incitme
| Alvarlı Muhammed Lutfî
Cimrilikten vazgeç! Cömert ol! İhsan kaynağı ol! Bilgisi olmayan cahil insanla konuşma! Gel irfan ehli ol!
Bu dünyada hakir, mânâ âleminde ise sultan ol! Karıncanın dahi hâlini gözet, hassas ol! Hz. Süleyman gibi ol!
Netice olarak eğer insan isen bu dünyada bir canı incitme!
Günahkâr olup da âlemin övünç kaynağı olan Peygamberimizi (s.a.v) incitme!
Sabr-ı gul bâ-hâr ezfer dâredeş
Gülün dikene sabrı, onu güzel kokulu yapar.| Berceste Beyitler
Bilirim rütbe-i noksânımı kâmil değilim.
Modern dünyada aslında herşeyin farklı olabilecekmiş gibi göründüğü fakat hiçbir şeyin temelde veya köklü bir şekilde farklı olmadığı ironisi temel duygu haline gelir. ( Zygmunt Bauman, Akışkan Modernite s:136)
Herkes dilediği kıyafeti giyebilir ama herkes bluecin tişört giyiyor.
Herkes dilediği dili konuşabilir ama herkes İngilizce konuşmaya çalışıyor.
Herkes dilediği eğitimi alabilir ama herkes pozitivist eğitim alıyor,
Herkes çocuğunu dilediği gibi yetiştirebilir ama herkes aynı şeyleri öğretiyor,
Herkes dilediğini yiyebilir ama herkes fast foodcuların kapısını bekliyor
Herkes dilediği gibi vakit geçirebilir ama herkes TVleri bekliyor
Herkes dilediği gibi dinlenebilir ama herkes otele rezervasyonu bakıyor,
Herkes aynı sloganları, aynı kelimeleri, aynı mimiklerle konuşmaya çalışıyor.
Herkes aynı şeylere aynı şekilde tepki, veriyor, aynı şekilde gülüyor, aynı şekilde ağlıyor
Herkes elinde telefon boynu bükük ya da boynu kırılmış dolanıyor,
Herkes herkes gibi oluyor,
herkes herkes oluyor.
Ahmet Hakan Cakıci
Hannah Arendt’in Kötülüğün Sıradanlığı kitabına konu olan meşhur bir Adolf Eichmann davası vardır. Eichmann bir Nazi subayı, mahkemede yargılanırken “Niçin bu kadar insan gaz odalarına gönderilirken hiç sesinizi çıkarmadınız?” denildiğinde “Ben sadece vazifemi yaptım. Emirlere itaat ettim. Kant’ın söylediği manaya uygun olarak hiçbir ahlaksızlık yapmadım ben, görevlerimi yerine getirdim” diyor. Bu adam, munis bir adam, çocuklarına çok iyi bakan iyi bir aile babası, iyi bir eş fakat günlük hayatında bir kötülük emrini sorgusuz sualsiz uyguladığı için sıradan- banal bir kötülüğün içinde olan bir insan. Bazen kötülük ve vicdansızlık biz ona hayır diyemediğimiz için gelir.
Kemal Sayar
Gazzâli, İhyâ’sında şöyle yazıyor : “Âdil olup iyi insanlara yumuşaklıkla muâmele eden mütevâzı bir yönetici duyduğun ve bunun aksine olarak zâlim, acımasız bir yönetici duyduğun zaman, her ikisi de sana kâr ve zararı dokunmayacak şekilde uzak memleketlerde olsalar bile, bunlardan birine kalbinden nefret eder, diğerine sevgi duyar ve zorunlu olarak bu ayrımı yaparsın. Bu sevgi, ihsanda bulunan kimseyi sırf ihsanı yüzünden sevmektir ki, bu sevgi ihsandan bir yarar görmeyen kimsede görülür. İşte bu bile sadece Allah’ı sevmeyi gerektirir. Başkası ise sebep ile ilgisi olması bakımından sevilir. Zira gerçekte ihsan eden Yüce Allah’tır.”
Bizler bu iyilik ve ihsan bilgisiyle iyiye, merhamete yönelimli olarak doğuyoruz. Şair “Biz büyüdük ve kirlendi dünya” diyor ya, biz büyüdükçe ve konvansiyonel ahlak anlayışına uyum sağladıkça, bazen vicdan ve iyilikten uzaklaşabiliyoruz.
Kemal Sayar
İyilik olmasa yeryüzü dönmez. İyilik olmasa sokaklarda yürüyemeyiz. İyilik olmasa insan insana güvenmez. “İnsanların yüreğinin derinliklerinde, maruz kalınan ve tanık olunan onca cürme rağmen ona kötülük değil de iyilik yapılacağına dair yenilmez bir beklenti vardır. Her insanda kutsal olan, her şeyden önce işte budur.” demişti Simone Weil.
İyilik kötülükten daha fazla olduğu için, hâlâ adalet mefhumuna güvenerek döndürüyoruz bu dünyayı. İyilik olmasaydı sabah evimizden akşam vakti evimize döneceğimiz bilgisiyle çıkamazdık. İyiliğin olmadığı bir dünya kaos ve belirsizliğin cari olduğu, insanın vahşileştiği bir dünya olurdu.
Kemal Sayar
Başkalarına ihtimam göstermek bizi gerçek manada insan kılan şeydir. Hayal ederek başka insanların zihnine, düşünce, umut ve duygularına girmek ve onların da bizim iç dünyamıza girmelerine izin vermek. Modern Batı düşüncesi insan bağımsızlığına yaptığı vurguyla başka bir insana ihtiyaç duymayı bir zayıflık alameti olarak görüyor ve gösteriyor. Çocuklar, hastalar veya çok yaşılar dışında hemen herkesin kendisine yetmesi ve özerk olması bekleniyor. Yakın ilişkilerde bile sevgi alış verişi elden çıkarılabilir bir mahiyette, öyle ki bağımsızlığın zorlandığı yerde feda edilmesi gerekebilir. Oysa insan insana, insan varlığa bağımlı. Bencilce rekabet günümüzde kardeşçe işbirliğini öncelese de ruhumuzda ötekinin ıstırabına duyarlılık var. Ne ki kapitalizm iyi yürekliler için tasarlanmış bir sistem değil. Günümüzde ‘girişim kültürü’ aşırı çalışma, endişe ve yalnızlaşmayla atbaşı gidiyor.
Kemal Sayar
….
Tesettür, aşkın adıdır; aşksa herkesin peşinde olduğu sır. Tesettür, inancın adıdır; inançsa yalnız nasiplisinin kavuştuğu edeb. Tesettür, her mısraında estetik zevkin yükseldiği yüce bir şiirin adıdır; şiirse ilâhî vuslata yol veren perde. Sevmektir tesettür, bilmektir ve öğretmektir insan olmayı, insan kalmayı. “Yaşanmaya değer hayat ne?” hesabını vermek ve gereğini yapmaktır tesettür. Tesettür Asiye’de izzet, Meryem’de iffet, Hatice’de rikkat, Fatıma’da incelik, Aişe’de hikmettir.Ercan Cifci
Allah’ın yaratıcısı olduğunu bilip de hayrete düşmeyen kimsenin durumu cahilliğine kanıttır.
İbn Arabi
“..Zira her an vücudunun bütün zerrelerini gözetleyen ve kendine şah damarından yakın olan Mevlâ’sının görmesini düşünmeyip, uzak olan zavallı bir kulun görmesini düşünmek, cahillik ve gafillik nişanıdır. Ziyankârların şânıdır.
Demek ki, insanlar katında itibar ve mertebe isteyen, Allah katında bir mertebeye kavuşamaz. Nitekim, halkın rızasına sevinen, Hakk’ın rızasından uzaktır demişlerdir…”
Erzurumlu İbrahim Hakkı (ks)
Hiçbir yerde olmaz, sevdiklerim, dünya, içimizde yoksa.
Hayatımız geçip gidiyor değişimlerle. Ve gitgide azalıp kayboluyor dışarısı. Bir zamanlar kalıcı bir evin olduğu yerde, tasarlanmış bir yapı duruyor, verevine, tasavvur edilebilme tamamiyle uygun, sanki hâlâ dururmuş gibi beynin içinde.
..
Evet, bir şey kaldıysa hâlâ,
bir zamanlar tapılmış, hizmet edilmiş, diz çökülmüş önünde -, olduğu haliyle uzanıyor şimdiden, görünmeze.
Yedinci Ağıt , Rainer Maria Rılke
Kendimiz dışında nereye koştuysak, gurbette kaldık.
Nurettin Topçu
“Hocanın talebesine bırakacağı en değerli miras, ‘bilmiyorum’ demeyi öğretmesidir” diyen ulema, bunu, “lâ edrî” demenin sadece ilim öğrenmenin ilk basamağı olduğunu vurgulamak için değil, aynı zamanda sorumluluk duygusunun da gereği olduğu için yapmıştır.
Ebubekir Sifil Hoca
“Tevakkuf” adlı makaleden..
Yaşamın ancak yaşanarak keşfedilecek saklı güçleri vardır.
Soren Kierkegaard
Tedbîrini terk eyle takdîr Hudâ’nındır
Sen yoksun o benlikler hep vehm ü gümânındır
Birden bire bul aşkı bu tuhfe bulanındır
Devrân olalı devrân erbâb‐ı safânındır
Âşıkda keder neyler gam halk‐ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz pîr‐i mugânındır
…
Şeyb Galib
Özgürlüğün insanın canının istediğini yapması anlamına geldiğine asla inanmadım. Özgürlük, daha ziyade, yapmak istemediğini yapmamaktır…” (s.94)
-Jean Jacques Rousseau, Yalnızgezerin Düşleri
(Alınti)
Kendini birinin yerine koyamıyorsan kimseyi yargılama.” Bu eski atasözü her türlü yargıyı olanaksız kılar. Çünkü biz birini, tam da kendimizi o kişinin yerine koyamadığımız için yargılarız. (s.75)
-Emil Michel Cioran, Doğmuş Olmanın Sakıncası Üstüne(alinti)
İnsanın öfkeliyken sesinin kalın ve yüksek, korktuğu zaman da sesinin kesik ve alçak olduğunu müşahede ediyoruz. Bunun sebebi şöyle izah edilmiştir: Öfkeliyken, içten dışa katı hararet çıkar ve derinin dışı ısınır; hararet ise, ses tellerindeki delikleri açar; bu deliklerin genişletilmesini zorunlu kılar. Dolayısıyla bu durumda ses kalın ve ağır olur. Ama korku anında durum bunun aksinedir. Çünkü şiddetli hararet içte mahsur kalır. Soğukluk ise dış bedeni; zahiri kaplar. Bu durum, sesin kesikleşip incelmesine sebep olur. Bu iki örneği anladığın zaman diğer durumlarda da aynısını düşünebilirsin. Bu durumda özel bir sesin oluşumu ile özel bir ahlâka istidlal etmemiz mümkün olur. Bu da sağlam bir kuraldır.
Fahruddin er Razi
Nefsi terbiye esnasında bazen mizaç bozulur, hatta akıl bozulur ve beden hasta olur. Eğer o nefsin riyazeti ilimle beslenmezse, kalpte saçma sapan hayaller peyda olur ki, nefis onlarla uzun bir müddet doyuma ulaşır, onları gerçek bir rehber sanır; hedefe varamadan ömür biter. Ancak daha önce köklü, sahih bir ilim almışsa, hayallerin perdesi açılır.
İmam Gazzâlî
Çayın demlisi, insanın erdemlisi, dostun her-dem’lisi makbul imiş.
Asım Cüneyd Köksal
Sen keyfine bakiyorsun ama ben umut ediyorum; bil ki, umut, her şeyi güzelleştiren yegane şeydir.
Rousseau
Kadîm geleneğimizde ‘araştırma’ anlamındaki ‘bahs’ kelimesi ‘içinde bir şeyi bulmayı umarak toprağı kazmak’ demektir. Öyleyse ‘bilmek’ istiyorsan gördüğünün, duyduğunun ‘ötesi’ne geç, ‘kanmak’ istiyorsan gördüğünün, duyduğunun ‘berisi’nde kalabilirsin.
“Öyle bir hayat ki hem nefes almakla devam ediyor hem nefes aldıkça azalıyor!”
Gülnihal (Sayfa 97) – Namık Kemal
İtibarlı insanların yapılan heykellerine sonraki asırda kutsiyet atfetme şeklinde veya putlardan menfaat sağlama şeklinde olmuştur….
Umut etmek hak değil, bir ödevdir.
Ş.Teoman Duralı
Ey ahmakul humakadan tahammuk etmiş sarhoş ahmak! Başını tabiat bataklığından çıkar, arkana bak; zerrâttan, seyyarata kadar bütün mevcûdât, ayrı ayrı lîsanlarla şehâdet ettikleri ve parmaklariyle işâret ettikleri bir Sâni-i Zülcelâl’i gör.. ve o sarayı yapan ve o defterde sarayın proğramını yazan Nakkaşı Ezelî’nin cilvesini gör, fermanına bak, Kur’ânını dinle.. o hezeyanlardan kurtul!..
Üstad Bediüzzaman
Zaman kısa,
Ben yorgunum,
Yol uzun. . /Abdurrahim Karakoç
Her merhemi her yâreye merhem mi sanırsın?Kibre ne sebeb? Yoksa vezîrim diye gerçek,
Sen kendini düstûr-ı mükerrem mi sanırsın?
Sen kendini nizamın sahibi mi sanıyorsun?Önce hastalığın ne olduğunu bil, sonra tedaviye başla,Her merhemi her yaraya merhem olur mu sanıyorsun?
“Ağacı sev, yeşili koru” iken,
Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın bildirdiği
adaletin sünneti,
“Bir dereden bile abdest alırken suyu israf etmemek”tir.
Allah-u Teâlâ`ya inanıyorsan, iman ediyorsan bunun gereği senin amel etmendir. Azalarınla ve kalbinle amel etmendir. Azalarımızın amelinin dış dünyada görünen bir tarafı kısmen var diye yapıyoruz ama kalbimizle ilgili konu tamamen ihmal edilmiş durumda. İtikadi boyut ihmal edilmiş durumda. Din bizim için -hâşa- Marksizm gibi, Faşizm gibi, Nasyonal Sosyalizm gibi bir ideoloji. Biz bunun üzerinden kendimizi dünyada, bulunduğumuz ortamda anlamlı kılmanın yollarına bakıyoruz. Oysa din, birincil olarak insanın içinde yaşanan, hissedilen ve oradan dışarıya taşan bir şeydir. Bizim içimizde onun kökü yok, sadece kuru bir entelektüel söylem olarak dilimizde, bu kadar. Bu makbul Müslümanlık değil. İlmihalimizi öğreneceğiz, onun içinde akaid var, ahkam var, ahlak var, siyer var, tarih var, Kur`an var, Sünnet var. Her şey var. Ben pek çok arkadaşıma bunu söylüyorum. Belki bu söyleyeceğim şey sizi entelektüel bir tatmine götürmeyecek ama dünyanızı ve ahiretiniz kurtaracak: “Gidin Ömer Nasuhi Bilmen merhumun ilmihalini alın, okuyun, hazmedin, amel edin ve kurtulun kardeşim.”
Bir insana yetebilecek ne lazımsa o var orada. Ama hayır, gencimize bu yetmiyor. Niye? Çünkü orada hermönetik yok, bilmem Heideger yok, Fukuyama yok.
(Ebubekir Sifil)
Makbul insan çok bilen insan değildir. Makbul insan Allah katında az da olsa ihlasla, takvayla amel eden insandır. Tabii dengeler yerinden oynayınca, modern toplumda makbul insan kim oldu? Çok bilen insan, çok etiketli insan, çok maaş alan, çok tüketen insan oldu… Oturduğu zaman carcar konuşan, ahkam kesen, entelektüel kapasitesi yüksek insan makbul oldu. Bu yüzden okuma faaliyetinden önce diriltmemiz gereken bir metodun üzerine eğilmek lazım. Nedir o? Bir bilenden, Allah korkusuna sahip bir bilenden öğrenme usulünü, tarzını, metodunu ihya etmemiz lazım. Buna önem vermemiz lazım.
Ebubekir Sifil Hoca
Son birkaç yüzyıldır akademi dünyasının, kapitalistlerin tasarlayıp uygulamaya koyduklarından başka kavramsal ağlarına düşürecekleri, üzerine kafa yoracakları başka dünyaları olmadı. Bu dönem boyunca iş ve akademi dünyası -aslında birbirleri ile konuşarak anlaşamadıkları için- aralarındaki mesafeyi korur görünseler de sürekli olarak bir arada idiler. Bir araya geldikleri toplantı odasını ise, büyük ortak seçip döşemişti. (Zygmunt BAuman, Akışkan Modernite s:95)
Son bir kaç yüzyıldır Bilim Kapitalistlerin emrine girdi, kalabalıkları sattı. Sadece patronların istediklerini, patronların emirlerini kalabalıklara yedirmekte aracı kurumlara dönüştüler, diyor sanırım. Büyük ortak dediği ise Henry Ford, yani en büyük kapitalistler galiba.
Bu da Türkiye’nin son bir kaç senedir Üniversitelerinde en çok araştırılan konunun, neden toplumsal cinsiyet eşitliği, alternatif aileler vs. olduğunu açıklar sanırım.(Ahmet Hakan Cakıcı)
Dakika düşelim,senelik paydan!
Zindanda dakika farksız aydanKarıştır çayını zaman erisin
Kopuk kopuk,duman duman erisin!Necip Fazil
Bir milletin ahlak ve din ideali güçsüz düştüğü anda, insanlar pusulayı şaşırır, ondan sonra da, yalnız ve yalnız rızıklarını kurtarmak için bir araya gelmeye başlarlar. Bundan böyle siyasi bir birliğin (devletin) başka bir gayesi kalmamıştır. İnsanları bir araya getiren idealler içinde en sonra geleni, en kısırı bu rızık kurtarma idealidir. Sonun başlangıcıdır bu; Kıyamet gününün habercisi.
Fyodor Dostoyevski
İsmail Hakkı Bursevi:Mü’min dünyadayken ne kadar yakınen zayıf olsa da yine de itikaden boş değildir. Belki bazı ümmilerin imanı âlimlerden daha kuvvetlidir. Zira ümmiler; ‘Kocakarı imanına sahip olun’ vakfı üzere, umumun itikadı üzere iman etmişlerdir. Ve itikadlarından öyle kolay kolay dönmezler. Âlimler ise daldan dala konarlar. Ve nihayet onlar da kocakarıların dinine, kadın ve erkek kölelerin dinine, çiftçilerin ve benzerlerinin dinine gelirler.”
Dursun Gurlek
—————-
Abdurrahim Karakoç – Biraz da Kitaplar Seni Okusun
Canlı bir kitapsın, yazarı Mevlâ
Açık dur, kitaplar seni okusun.
Yüzünde şavklansın nazarı Mevlâ
Eğilsin mehtaplar seni okusun.
Kasırga ol, döne döne zikir et
Her nefese on bin misli şükür et
Şüphe burgacında Hakkı fikir et
Uyansın girdaplar seni okusun.
…
Her sorulana cevap veren, her gördüğünü anlatan, her bildiğini söyleyen kişinin cahil olduğunu anla…”
– Hikem-i Atâiyye
İbnü’l-Arabî’nin insan telakkisi bütün disiplinleriyle birlikte dinî düşünceyi temsil eder mi etmez mi, tartışmaya açıktır; lakin onun insan tanımının dayandığı felsefe eleştirisi dinî metinlerin yorumundan ortaya çıkar. Bu bakımdan onun insan tanımı hakkındaki arayışı dinî düşünceyi doğrudan ilgilendirir. Ona göre filozofların “insan hayvan-ı natıktır” tanımları eksik bir tanımdır. Haddi zatında filozoflar -Gazali’nin sandığı gibi tutarsızlık ile malul kalmazlar- her şeyi eksik bırakarak tam bilgi vermekten acizdirler. Onlar tespit eder, tasnif eder, lakin ikmal edemezler; zihnimizi besler lakin tatmin edemezler. Hepsinden önemlisi insanın sayesinde ahlaki kemale ulaşabileceği bir güzergâh çizemezler. İbnü’l-Arabî’nin dinî düşünceyi ve nübüvveti müdafaadan doğan bakış açısı budur. Ona göre insan tanımında, filozoflar tanımı eksik bırakmışlardır: Tespit etmişler, lakin ikmal edememişlerdir.
Ekrem Demirli
Modern insanın çevreyle ilişkisi “kar-zarar” ilişkisi üzerinden tesis edilir, bunu biliyoruz. Birçok insan çevreden, yeşilden, ağaçtan, tabiattaki düzenin korunmasından söz ederken insanın daha iyi ve daha huzurlu yaşayabileceği evreni tahayyül eder. Bir ağacın varlığını savunmamız oksijen veriyor olmasıyla irtibatlı hâle gelir. Böyle bir zihin klasik dünyadaki taş-toprak, bitkiler, öteki varlıklarla ilgili tasnifi anlayamaz. Hz. Peygamber “Hurma ağacı halanızdır” dediğinde, insan ile bitkiler, hayvanlar arasında akrabalık bağı kurmuştu. İnsanı evrenin doğurduğu, yetiştirdiği çocuk gibi görmek insan ile tüm varlıklar arasında güçlü akrabalık ilişkisi kurmak demektir. O hâlde ağacı müdafaa etmek veya onu sevmek, fayda veren bir şeyi değil, yeryüzünün canlı sakinini sevmek demektir. Evreni ve ondaki varlıklara böyle bakabilmek “kalp gözünün” açılmasının, daha doğrusu zihnimizin kâr-zarar denkleminden özgürleşmesi demektir.
Ekrem Demirli
Ekrem DemirliSabah Ülkesi Dergisi,62.sayi
İlim ehli genişlik ehlidir (ehli’t-tevsi). Onlar birbirlerinden farklı fetvalar vermeye devam ederler ve hiç bir alim diğerini görüşünden dolayı kınamaz. Bununla beraber bir hizbin arzuladığı gibi şayet sıradan insanlar hükümlerini doğrusan Kur’an’dan ve Sünnetten çıkarmaya kalksa bunların fikirleri birbirini tutmaz, bir bütünlüğe erişemez ve ahenksiz olur, mezheplerin sayısı da binlerce olurdu. eğer böyle bir gün gelirse o gün Müslümanların başına musibet üzerine musibet geldiği gün olacaktır. ( Yahya İbni Said’den alıntı)
Abdulhalık Murad, Postmodern Dönemde Kıbleyi Bulmak, s:321
Cahil neyin kendi nefsinden, menfaatinden, keyfinden, çevreden kaynaklandığını çözemez. Genellikle “ilim” diye söyledikleri bir araştırmanın neticesi değil çevreden etkilenmelerinden hafızasında kalanlardır. Bunlar Kur’an’dan ve Hadisten hüküm çıkarırken bir disiplini bütünü takip edemezler. En son neden etkilendilerse ona göre hüküm verirler. Sonuç herkesin kendi menfaatine ya da zevkine uygun bir din anlatısıdır. Bunların bir araya gelebilmeleri ortak düşmana karşı birleşebilmeleri mümkün değildir, perişan olurlar, diye anladım.
Acaba anlamadım da bugünü mü anlattım?(A.Hakan Cakıcı)
Esir-i gurbet-i nâlân olan insânı incitme
Tarîk-i ışkda bi-çâreyi hicrânı incitme
Sabır kıl her belâya hâne-yi Rahmân’ı incitme
Felekde hâsılı insan isen bir cânı incitmeGünahkâr olma Fahr-i Âlem-i zî-şânı incitme
Elin çek meyl-i dünyâdan eğer âşık isen yâre
Muhabbet câmını nûş et asıl Mansur gibi dâre
Misâfirsin felek bağında bendin salma efkâre
Düşersin bir belâya sabır kıl Mevlâ verir çâre
Felekde hâsılı insan isen bir cânı incitme
Günahkâr olma Fahr-i Âlem-i zi-şânı incitme
..Alvarli Efe Hazretleri
Dağa küsen tavşanın safındayım. Dağın haberinin olmaması kibirinden, tavşanın küsüşü onurundan.
Güray Süngü
Köklerini hasette bulan düşmanlık dışındaki her düşmanlığın dostluğa dönüşme ümidi vardır; ancak haset öncelikle sahibini tüketir.
İmâm Gazzalî
“Babaları anneleştirme, anneleri babalaştırma kampanyaları sonucu Avrupa’da artık bir çok ev, “ev”den çok “yatakhaneye” dönüşmüştür. Öğün vakitleri rastgeledir, öğünler konserve türü hazır yemeklerden ibarettir; anne ve babalar işte tüm enerjilerini tükettiklerinden, çocuklarına ne zaman ne de sabır harcayabilecek durumdadırlar. Dahası evin bireylerinin birbirlerine aidiyet duyguları çok zayıflamıştır. Bu nedenle 16-18 yaşına geldiğinde çocuk evi terk ederken kendisini pek bir şey terk etmiş gibi hissetmemektedir. (T.J. Wİnter Postmodern Dünyada Kıbleyi Bulmak, s:109)
Annemsi babalar, babamsı annelerin evlerinde anne, baba, çocuk, karı , koca, kardeş herkes birbirine uzaklaşmakta ve birbirine yabancılaşmakta, diyor sanırım.(Ahmet Hakan Cakici)
“Modernite, İslam’ın kadının kocasına, erkeğin annesine karşı vazifeşinas olmasını öğütleyen iki bağı birden zayıflatır: ilkini hiddetle, ikincisini dalgınlıkla…. (Abdülhakim Murad, Postmodern Dünyada Kıbleyi Bulmak)
Kadının kocasına karşı vazifeşinaslığı, oğlunun/damadının ona itaat vazifesi ile ödüllendirilir. Erkek bir kadından hizmet görürken diğer bir kadının hizmetine girmiş olur. Feminist hareketler kadın ile kocası arasındaki bağa saldırırken farkında olmadan erkek ile annesi arasındaki bağı da kırarlar.
Batı toplumunda yaşlanan herkes yalnızlığa mahkumdur ama fakir kadınlar daha beter yalnızdırlar, diye anladım.
Ahmet Hakan Çakici
İnsan biyolojiye irca edilemez. Tıpkı sanat eseri bir resmin, yapılışında kullanılmış muayyen miktarda boyaya veya bir şarkı metninin söze irca edilemeyişi gibi… Bir cami muayyen biçim ve dizelerde şu kadar taş bloku, şu kadar harç, şu kadar kereste vs. ile yapılmıştır. Bu doğrudur, fakat cami hakkındaki gerçek bu değildir. Camî mefhumu caminin yapılışı ile ilgili malumatla tamamlanmış olmaz. Aksi takdirde bir camî ile bir kışla arasında ne fark olacaktı?
Goethe’nin bir şiiri hakkında biz gramer, dil veya imlâ bakımından fevkalâde ilmî ve doğru bir tahlili şiirin mahiyetine dokunmadan bile pekâlâ yapabiliriz.Bir lisanın lügati ile bu lisanda olan bir şiir arasındaki fark gibidir bu…
Şiirin mânâsı ve erişilemeyen mahiyeti vardır. Aynı şekilde, fosiller, antropoloji, morfoloji,fizyoloji insandan bahsetmezler. Meğer ki onun haricî, tesadüfi,mekanik ve mânâdan yoksun tarafı dikkate alınmış olsun… Bu misalde resim, mabed, şiir ne ise, insan da odur; bunların yapıldığı malzeme değildir. İnsan tüm ilimlerin onun hakkında söyleyebildiklerinden daha fazladır.
Aliya İzzetbegovic
Bilmeyenler, samimiyetle sussalardı, insanlar arasındaki ihtilâflar suhûletle hal olurdu.
Sokrates
Kibir/gurur, insanın hayvani doğasındandır; ki, siyasette, tekebbür edenler, hayvanlar gibi birbirlerine musalllat olurlar.
-İbn Haldun
İnsan, tedirgin olduğu, korku ve kaygı içre bulunduğu sürece, yol’dadır; bunları kaybeden kişi, yol’dan çıkar; dolanır durur.
Zunnûn-i Mısrî
Tarihimizi, kendimizi “yüceltmek” için değil; aksine kendimizi “düzeltmek” için çalışmalıyız…
-Mehmet Genç
İlm ü sa’y ikisi birdir nazar et[İlme gayret etmemekten sakın ki, düşününce ilim ile gayret birdir.]..-Nâbî
Dünün üzüntüleri ve yarının endişeleriyle donatılmış bir kalpten, bugün için bir şey bekleme…
-Hannah Arendt
Öyle zamanlar olur ki, nereye gittiğin önemini yitirir. Çünkü asıl önemli olan, yanında kiminle gittiğindir…
-Tolstoy
Her bilginin bir menzili vardır; o menzile varmadan, o bilgi nâzil olmaz; çünkü nuzûl, menzile tâbidir…
– Taşköprülüzâde
İnsanların geçmişleriyle / tarihleriyle bağlantıları koparılabilirse kolayca ikna edilebilirler…
-Karl Marx (ö. 1883)
Dostluk, dost olduğun kişinin hikâyesinde yer almakla başlar; dostluğunun mâhiyetini ise hikâyedeki yerinin keyfiyeti belirler…
İhsan Fazlıoğlu
Başlamak için tek bir ilke var: Yola çıkmak… İlkeler, sen ve yol… Yanlış yapmaktan korkmadan… İrfânî deyişle: Hâlis bir niyetle çıktığın yolda yaptığın yanlışlar doğruna azık olur…
İhsan Fazlıoğlu
Kendini dua ile kuşat; şükür ile savun; zaferi değil, mücâdeleyi talep et; namluya kurşunu değil, işini sür.
İhsan Fazlıoğlu
İyi bir eş veya arkadaşlık ilişkisi, sevgi ve ihtimamla olur. Gerçek ihtimam da keşfe, değişmeye ve ve büyümeye izin verir. Ne isek o olabildiğimiz, hayallerimizi izleyebildiğimiz, maske takmadığımız bir beraberlik. Her insan ait olmak, sevilmek, değer ve takdir görmek ister.
Kemal Sayar
Günümüzde müşahede edilen farklı İslâm anlayışlarının, İslâm’ı anlama biçimleri konusunda oluşturdukları bütünlük arz eden bir sistem yok. Yani “Biz Kur’an’ı yorumlarken şu şu ilkelerden hareket ediyoruz, Kur’an ve Sünnet’ten hüküm çıkarırken esas aldığımız unsurlar şunlardır” diyebilen kimse yok.
Daha kestirmeden söylersek, mesela bu kimselerin, ulemamızın ortaya koyduğu ciddiyet ve hacimde bir Usul-i Hadis’leri, Usul-i Fıkıh’ları, Usul-i Tefsir’leri ve Kelam/Akaid ilkeleri mevcut değil. Ele aldıkları her konuda bölük-pörçük, kırık-dökük bir şeyler söylüyorlar. Ama bunları bir araya getirip de bir sistem, bir metodoloji oluşturmak mümkün değil. Bu sebeple de çok sık olarak bir söyledikleri öbürünü tutmuyor, çelişkiden kurtulamıyorlar.
Tarih içinde birbirine eklenen ve birbirini tamamlayan gayretlerin ürünü olarak ortaya konulmuş bulunan muhteşem bir binayı, adına “gelenek” diyerek yıkmaya çalışıyorlar, ama kendilerinin ortaya koyduğu elle tutulur, ilmîliği isbat edilmiş bir şey yok.
Ebubekir Sifil Hoca
Yahut ifrat eder, yani çok kızar. Bu sıfat, insanda galib olunca,akıl ve din idare ve hâmiyetinden çıkıp, gayr-ı meşrû’ ve akılsızca intikam almağa koyulur. Bu da bazen tabiatı, yaradılışı icabı olur,bazen de sonradan kazanılır. Meselâ gayz ve gadabmı söndürmek için
uğraşan ve bununla sevinen, yahut gadabının icâbını yapmakla övünen ve buna mağrur olan ve buna cesaret, yiğitlik ve erkeklik adını veren insanlar arasında bulunur.Burada itidal üzere olmak, derecelerin en güzel ve hallerin en iyisidir. Bu ise, akıl ve dinin işâretine bakmak, onlara göre hareket etmek, onlara danışmaktır. O zaman hamiyeti gözetmek gerekli olan
yerde gadab hâsıl olur. Hilim ve afv güzel olan yerde gadabı söner.Allahü Teâlâ’nın Bakara sûresi yüz kırk üçüncü âyetinde: “Sizi va-sat ümmet kıldım ” buyurması ile teklif ettiği vasat mertebesi budur. Kıldan ince, kılıçtan keskin olan sırat-ı müstakim de budur.Taşköprülüzade Ahmed Efendi
Hadisi şerifte: ” Kulun isteyerek yaptığı her hareket ve hareketsizlik için önüne üç defter konur. Biri niçin yaptın? Diğeri nasıl yaptın? Üçüncüsü de kim için yaptın? Birinci niçinin manası, kendisine bunu Allah için mi kendi nefsi için mi yoksa şeytana uymak için mi yaptın demektir. Bundan kurtulursa nasıla sıra gelir. Yani nasıl yaptın? Çünkü her bir hakkın bir şartı edebi ve ilmi vardır. Yaptığını ile uyarak mı yoksa cahilliği kolay görerek mi yaptın? Bundan kurtulursa, yani şartlarına uygun olarak yapmışsa kim için? yani bunu ihlas ile, yalnız Allah için senden yapman isteniyordu. Onun için yaptıysan mükafatını görürsün, başkası için yaptıysan, karşılığını ondan iste, dünya için yaptıysan zaten nasibsizsin, daha başkası için yaptıysan sıkıntı ve cezaya kavuşursun denir.” buyruldu.
Taşköprülüzade Ahmed Efendi – Mevzuatul Ulum
Ehil olsun veya olmasın çok mizah ve şakadan kaçınmalıdır.Zira mizah ve şaka yaptığın akıllı ise, sana kin besler, sefih ise, sana saldırır. Çünkü mizâh ve şakanın çok olması heybeti kırar, yüz-suyunu giderir ve aşağılık denizine batırır. Ardından kin doğar, tatlılık gider, âlimse ilmi lekelenir, akılsızın cüretini artırır, yalana götürür. Hâkim yanında mertebesini düşürür, takva sahibi kullardan ona kızgınlık gelir. Kalbi öldürür, onu ezer ve söyleyeni Rabbinden uzak eder. Gaflet ve zilleti arttırır. Onunla zulmet artar, belki ölüm düşüncesi fazlalaşır. Ayıplar çoğalır, gizli şeyler ortaya çıkar. Derler ki, mizahın çokluğu, ancak akıl azlığındandır. Yahut inkâr ve tekebbürden olur.
Taşköprülüzade Ahmed Efendi – Mevzuatul Ulum
Tekebbür olmadan tevkîr edesin. Tevazuun ise, zillet şeklinde, aşağılık hâlinde olmamalıdır. Her işinde orta halde olasın. Nitekim: «Her işte, doğru yoldan sapmamak lâzımdır» demişlerdir. Çünkü her iki tarafı da mezmûmdur. İki tarafına da bakma ki, bu bakış tekebbürden doğar. Etrafına çok bakmamahdır. Cemaat arasında oturmamalıdır. Oturursan çok oturmayasın. Parmaklarını çıtırtmaktan, sakal ve yüzüğün ile oynamaktan sakınasın. Dişlerini kurcalamaktan,parmağını burnuna sokmaktan, çok sümkürmekten, yüzünden sineği kovmaktan,insanların önünde, namazda ve başka yerde gerinmek ve esnemekten sakınasın.Taşköprülüzade Ahmed Efendi – Mevzuatul Ulum
Bir gedâ cümle cihân mülkine sultân olsa.
Bir dilenci bütün dünyâ mülküne sultan olsa buna hiç sevinmez mi?| Berceste Beyitler
“Müslümanca düşünmek ve yaşamak nedir?”
“Müslümanlık”ı nasıl tarif ettiğinize bağlı olarak bu sorunun cevabı değişecektir. Küreselleşmenin “amentü”sünü benimsemiş, “çağın dışına düşmemek” gibi bir kaygıyla hareket eden, “kale alınma”yı ve “ayak uydurma”yı temel endişe edinmiş birisi için elbette “Müslümanlık”, temel kaynakları tarafından nasıl tarif edilmiş, daha doğrusu temel kaynaklarının tarif biçiminin ne olduğu konusunda başından beri nasıl bir konsensüs oluşmuş olursa olsun, bunun hiçbir önemi yoktur. Onun için Müslümanlık, “mevcudu onaylayan”, “problem çıkarmayan”, bu sebeple “yararlı” bir şeydir. Böyle olduğu sürece onaylanmayı hak eder.
Bu dünyanın efendileri bu dünyayı istedikleri şekle soksunlar; Müslümanlık onlara bu noktada herhangi bir şey söylemez. Pardon, “elinize sağlık”tan başka bir şey söylemez! Eh, bu arada bunun bize sağlayacağı küçücük getiriler bulunması da eşyanın tabiatından sayılmalı değil mi?!
İtiraz edenler mi? Artık hayli “marjinal” konuma düşmüş durumdalar. Dolayısıyla sözlerini etmeye bile değmez…
Ebubekir Sifil Hoca
“Bizim Meselemiz Ne?” adlı makaleden…
İçimde güneşi yakar giderim
Ömrümü kaplayan karanlıklarda
Ben bir şimşek gibi çakar giderimVarsın kovalasın gece gündüzü
Bahar içimdedir düşünmem güzü
Bana gülmezse de hayatın yüzü
Ben ona gülerek bakar giderimMünir Nurettin Selçuk
İnsanın varlık gayesi içindeki çocuğu korumaktır. İçindeki çocuğu korumak, Allah’a vefa, Rasûlüne sadakat, Halka safa, Âleme hayret demek olan fıtratı korumaktır. Asıl felaket,içindeki çocuğu, fıtratı yitirmektir, içi geçmiş, özünü yitirmiş meyveler gibi…
Bedri Gencer
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter.
Cenazemi görünce; “Ayrılık, ayrılık!” deme! O vakit, benim ayrılık vaktim değil, “buluşma, kavuşma” vaktimdir! Beni toprağın kucağına verdikleri zaman sakın; “Veda veda!”deme! Çünkü mezar, öteki âlemin, cennetler mekânının perdesidir! Batmayı, gözden kaybolmayı gördün ya, bir de doğmayı gör,düşün Güneş’le Ay batıp gözden kayboldukları zaman bir ziyan gelir mi?
Bu hâl, sana, batmak, kaybolmak gibi görünse de aslında bu hâl doğmaktır. Mezar insana hapishane gibi gelse de orası ruhun kurtulduğu yerdir. Hangi tohum yere atıldı da yeniden bitmedi? Öyleyse niçin insan tohumu hakkında şüpheye düşüyorsun? Hangi kova kuyuya sarkıtıldı da dolu çıkmadı?
Hz.Mevlâna
Bir gerçeklik hakkındaki ”doğruyu” (bir büyük anlatıyı) söyleme çabasında olan televizyon haberleri bile, gerçeklikten farklı olduğunu ve gerçekliğin temsilini öncelediğini vurgulayarak, postmodern özellikler gösterir. Örneğin, Orta Doğu’daki siyasal bir rehin alma olayıyla ilgili haber, gerçekten ne olduğuna ilişkin oldukça farklı imgeleri içerebilir: Stüdyodaki sunucu, olay yerine giden muhabir, olayın gerçekleştiği sokaktan görüntüler, editörün uygun gördüğü arşiv görüntüleri, kurbanların aile veya mezuniyet fotoğrafları, ”bir uzman” tarafından yapılan yorum, olaya veya kaçıranlara ilişkin sanatçı izlenimleri, bilgisayar grafikleri…
Tüm bunlar bir olayla onun temsili arasındaki olası ilişkiyi karmakarışık eder. Ayrıca uzlaşımsallıkları sanki yeni bir olayı temsil etmekten çok, bildik imgeleri yeniden üretiyor gibidir. Orta Doğu’daki huzursuzluğun imgeleri bu huzursuzluktan ayrılamaz ama bunun nedeni rehin alma olayı değil, medya haberlerinde olayın sunum biçimidir. Rehin alma bir taklittir çünkü temsiliyle birliktedir ve dolayısıyla farklı temsil biçimleri (arşiv görüntüleri, canlı görüntüler veya sanatçıların canlandırmaları) arasında bir çelişki yoktur. Eğer imgeyle göndergesi arasında varlıkbilimsel bir farklılık yoksa, diğerlerini ona karşı sınayabileceğimiz ”doğru” bir temsil biçiminden de söz edilemez. Her imge diğerleri kadar ”doğrudur” ve dolayısıyla bunlar arasında çelişkili farklılıklar söz konusu değildir.
John Fiske
Der:Süleyman İrvan – Medya,Kültür,Siyaset; syf.35
Temsil kuramlarının temel görüşü şudur: görünenin aksine televizyon gerçekliğin herhangi bir parçasım temsil etmekten (yeniden-sunmaktan) çok, onu üretir ya da inşa eder. Gerçeklik görgülcülüğün nesnelliğinde varolmaz, söylemin bir ürünüdür. Televizyon kamerası ve mikrofonu gerçekliği kaydetmez, onu kodlar: kodlama ideolojik olan bir gerçeklik duygusu üretir. Dolayısıyla yeniden-sunulan gerçeklik değil ideolojidir ve bu ideolojinin etkililiği televizyonun görselliğiyle sağlanır. Böylelikle doğruluk iddiasını gerçeğin nesnelliği içinde konumlandırmaya çalışır ve dolayısıyla ürettiği her ”doğrunun” gerçeklik değil ideoloji olduğu gerçeğini gizler. Dolayısıyla televizyon, endüstriyel sistemin ekonomik alanda yaptığını göstergebilimsel alanda yapar. Endüstriyel sistem yalnızca mal üretimi ve yeniden üretimi yapmaz: son kertede ve kaçınılmaz olarak yeniden ürettiği şey kapitalizmin kendisidir.
Televizyon da, telegörsel gerçeklik üretimi sırasında nesnel gerçekliği değil kapitalizmi yeniden üretir. Elbette bu maddi değil ideolojik bir yeniden üretimdir. Taklitçi (mimetic) yaklaşım, bir imgenin kendi göndergesinin bir yansıması olduğu ya da en azından olması gerektiği varsayımına dayanır. Kamera merceğini dünyaya açılan bir pencere olarak inşa eden bir saydamlık eğretilemesi üzerine temellendirilmiştir. Ancak, bu büyülü pencere gördüğümüz şeylerin imgelerini kaydedip dolaşımını sağlayabileceği gibi, imge ile göndergesi arasındaki gerçek ya da mantıksal olarak doğru ilişkiyi tersine de çevirir: imgeyi göndergesinden daha önemli hâle getirir.
John Fiske
Der:Süleyman İrvan – Medya,Kültür,Siyaset; syf.30
Nilüfer çiçeği ve çağımız arasında,
Hakikat şarkısının peşinde koşmaktır.”Sohrab Sepehri-
boyaları alayım
kendi yalnızlığımın üzerinde bir kuş çizeyim!”Sohrap Sepehri
Sen şarkılarını söyle,kendin ve ilham perileri için.Gerisi karşılık beklentisi.Sesinin yankılanmasını beklemek bile kayalıklara umut bağlamak, yani arzu yani mayâ.Dağ başlarında açan güzel çiçekler gibi olmalı insan; başkaları görsün diye değil sırf güzel olmak için”
Rafet Elçi
—————-
İnsanın daima kendi hakkında konuşması, kendini gizleme yöntemi de olabilir.
Friedrich Nietzsche
********
Bir davaya zarar vermenin en kalleş yolu, yanlış argümanlarla onu savunmaya çalışmaktır.
Friedrich Nietzsche
********
Ne zaman tırmanışa geçsem, peşimde bir köpek var, adı: Ego.
Friedrich Nietzsche
********
Yazar bir şey yazdığında yalnızca anlaşılmak istemez. Aynı zamanda anlaşılmamayı da ister.
Friedrich Nietzsche
********
Kendini yakmaya hazır olmalısın; önce kül ol mazsan, nasıl yeniden yükselebilirsin?
Friedrich Nietzsche
********
Hafıza der ki, “Bunu ben yaptım.” Gurur karşılık verir: “Ben bunu yapmış olamam.” Sonunda, hafıza boyun eğer.
Friedrich Nietzsche
********
Bir dostunuz size yanlış yaparsa, şunu söyleyin, “Bana bunu yaptığın için seni affediyorum fakat bunu KENDİNE yaptığın için, seni nasıl affedebilirim!”
Friedrich Nietzsche
********
Hiç, bir zevke evet dediniz mi? Ah dostlarım, öy leyse bütün acılara da evet dediniz. Her şey birbiriyle ilişkili ve birbirine bağlıdır aşk ile.
Friedrich Nietzsche
********
Önümüzdeki yolda daima taşlar olacak. Bunları tökezlenecek engeller olarak mı, yoksa üzerlerine basılacak merdivenler olarak mı göreceğimiz, onları nasıl kullanacağımıza bağlıdır.
Friedrich Nietzsche
********
Bazı ahmak insanlar vardır, bir sorunu çözmek yerine, onu karıştırdıkça karıştırır ve onlardan sonra gelenler için daha da zorlaştırırlar. Çiviyi tepesinden vuramayacaklar, lütfen hiç vurmasınlar.
Friedrich Nietzsche
********
Modern felsefenin tümü politiktir, hükümetler, kiliseler, akademisyenler, gelenekler, modalar ve insan korkaklığı bunları denetler, bundan dolayı ortaya sahte bir bilmişlik çıkar.
Friedrich Nietzsche
********
Gerçekten derin olduklarını düşünenler açık olmaya çalışırlar. Kalabalık karşısında derin görünmek isteyenler muğlak olmaya çabalarlar. Çünkü kalabalık, bir şeyin dibini görmezse, derin olduğuna inanır. Böyle muğlak bir suya girmek onları çok korkutur.
Friedrich Nietzsche
********
Sevgili dostum, hayat dediğin nedir ki? Denizde yüzen bir gemi… İnsanın mutlak olarak tek bildiği bu geminin bir gün alabora olacağıdır.
Friedrich Nietzsche
********
Canavarlarla savaşan bir kimse, bu sırada kendisinin de canavara dönüşmemesine dikkat etmeli. Uçurumun içine uzunca bakarsan, uçurum da senin içine bakacaktır.”
— Nietzsche
Herkes, umutsuzca başkalarının gözlerinde onay, hayranlık ya da sevgi arıyor gayretle. Unutmayalım ki; başkalarının onay ve hayranlığı ile sağlanan öz saygının temelleri zayıftır”
Zygmunt Bauman
————–
Sevmek demek, kendinin yarısını aramak demektir.
Platon
————–
Neden gözün kapalı yürüyorsun? + Bütün yolları ezberledim. – Ama düşebilirsin! + Bütün düşüşleri de ezberledim.
– Dancer in the Dark
————–
Dijital sürü.. egemen güç ilişkilerini sorgulayamaz. Bunun yerine bireylere saldırarak onları birer skandal konusu hâline getirir.”
Byung-Chul Han
————–
Tenezzül eyleyip vahdet ilindem Bu kesret âlemin seyrâne geldik.
Aziz Mahmud Hüdai hz.
————–
Güllerden bir gece, çok, pek çok parlak gülden bir gece Güllerden aydınlık bir gece, Binlerce gül-gözkapağının uykusu: Hafif gül-uykusu, ben seninle uyuyanım.
Rılke
————–
Bilse susardı,
Sussa bilirdi:
“Çok susan, Çok bilir.
Az bilen, Çok söyler.”
A————–. Süheyl Ünver’le Sohbetler, s. 213.
————–
Sanki gece nemli
Başkalarının da yüreğinde var bir gam
Benim gamım ise; gamlı bir gam”
(Sohrâb Sepehrî)
————–
Hem gelmeni istedim hem bekletmeni,
Sen mi daha güzelsin,beklemek mi seni ?
Beş————–ir Ayvazoğlu
Bir memlekette umumî adalet olması, ahalinin her birinde şahsi adalet bulunmasıyla tahakkuk eder.
Tahirû’l Mevlevî
————–
eğer dikkatle bakar ve etraflıca düşünür isen hak yolunun kendisi mürşid-i kâmildir.
————–
Evet zaman her şeyi yer, bitirir. Karun’u yediği gibi zenginleri, İskender’i yediği gibi kralları, Hürrem Sultan’ı yediği gibi nice güzelleri yer. O halde mutluluk zamanda aranmamalıdır. Mutluluk insanda aranmalıdır. Ölmeden önce ölen insan mutlu insandır. Başka bir deyimle ölmeden önce nefsi kötülükleri öldüren insan sonsuz mutluluğun kapısını aralamış demektir. Hem dünyada olan her şey zamanla geçer, gider, yok olur. Zamana bağlı olmayan ve ölmeyen varlık ancak Yüce Tanrı’dır.
İbrahim Agah Cubukçu
————–
Mademki istesek de istemesek de öleceğiz, niçin iyiye, güzele, doğruya, adâlete yönelmeyelim? Mademki ölümün geleceği bir gerçektir, niçin bir noktada güçsüz ve eksik olduğumuzu kabul edip Tanrı’ya dönmeyelim ve niçin halimizle ölümü inkâr edelim? Mademki Ulu Tanrı, “her canlı ölümü tadacaktır. Sonunda her şey bize dönecektir” diye buyurmuş, niçin gideceğimiz yere gözümüzü kapatalım?
İbrahim Agah Çubukcu
————–
iLGi öyle bir şeydir ki, sen kendini tamamen ona vermedikçe o sana kendisinden bir parça vermez ve sen kendini tamamen ona verdiğinde ancak o zaman, emin olamasan da, bir parçasını elde etme şansına kavuşmuş olursun. (el-Cahiz’in rivayeti ile en-Nezzam)
————–
“Yüzler ne kadar yaldızlansa onda bir mehtap parıltısı olmaz; fakat mehtabı gören bir göz, hüsn ü aşkı sezen bir öz vardır ki güzellik ondadır (… Güzellik sadece) topraklara gömülmeye mahkûm maddî sûretin değil gönüllerde kaynayan ruhanî bir tecellînin cilvesidir.”
Elmalılı Hamdi Yazır
————–
Vefasız birine verilen sevgiden daha fazla boşa giden bir şey yoktur.” [İbn Hibban, Ravzatu’l-ukalâ]
————–
“Gel benimle canım kederim/Uzaklara gel benimle. Tüm rüzgârların uyuyakaldığı/Ve tüm seslerin kesildiği yere.”
Ursula Le Guin
————–
Dil ile ancak dünya elde edilir; çünkü onunla pek az şey anlatılır. Mana denen şey dille anlatılamaz. Manayı dilin anlatması mümkün değildir, o gönülde olduğundan söyleyemez.”
(Âşık Paşa, Garib-nâme)
————–
“Kendi kusurlarını, insanların bildiklerinden daha fazla bilenlere ne mutlu!” [İbn Hazm, el-Ahlak ve’s-siyer]
————–
Biliyorum, sizleri pek ilgilendirmiyor anlattıklarım. Fakat benim bunları anlatmaya ihtiyacım var.” Jean-Jacques Rousseau
————–
Ka————–panan senin idrakindir. Ölen senin kalbindir. Kalk ey şakirt! Fani göğsünü fecrin erguvan renkleriyle yıka(ve işe koyul).
Geothe-Faust
————–
Düşüncelerin ne gelecek ne de geçmiş günlere yönelik olsun; düşüncen hep seninle olsun.
Şibli
————–
Gözünü açıp kendini ulu bir hengâme içinde buldun.Buradaki çokluğa(kesrete)aldanıp hakikatin izini kaybetme.
Hz.Niyazi Mısrî
————–
Evin kıyıcığında çiçeklenmiş kestaneyi görmeden geçiyorlar bu dünyanın insanları
Haiko
————–
Bugün yalnız biz değil bütün dünya, aile anlayışını bir kara mangır gibi harcamış olmanın ıztırab ve çilesi içinde kendi kendisiyle boğuşmaktadır. Gene hem biz hem bütün dünya, işlediğimiz bu manevi cinayetin cezasını çekmekte olduğumuzu anlamış bulunuyorsak, aile denen o medeniyet yuvasına, kıyamete kadar buyruğu yürüyecek klasik nizam ve disiplini temin etmek yoluna gitmeyi düşünmekten gayrı ne yapabiliriz?”
Samiha Ayverdi
————–
Her malum (bilinen), kendisine ilişkin bilgi kapsamında mevcuttur ve kendisini bilen açısından zahirdir. Bilen onu görmekte ve işitmektedir; yok olsa da.
İbn Arabi
————–
Her kavmin kültür ve medeniyeti o devletin büyüklüğü ile mütenasip olur. Çünkü medeniyet servet ve nimete tabi olan bolluk ve genişliğin bir sonucudur. Servet ile nimet ise, devlete tabidir.
İbn Haldun
————–
Hak öyle bir şeydir ki onun karşısında kimse direnip dayanamaz. O kendi hükmünü icra eder.”
İbn Haldun
————–
Varım, ey kaygılı. Duymaz mısın, koşarım bütün duyularımla sana, bak? Yüzünün çevresinde uçarlar apak duygularım, kanatlanır da ansızın. …
Rainer Maria Rılke
————–
Önünü alamıyorum bu kör gidişlerin yollarda
Herkes bir yere gidiyor önünü alamıyorum
Çaresiz direniyorum bu dönüm noktalarında kimse elini uzatmıyor
Bir gürültülü yaşamağa gidiyor dünya boşalan bir deniz gibi
Bu sesler ormanında kaybolan bir çağ bu.
Nereye gitsem hep apartmanlar çıkıyor önüme
Alıp başımı duvarlara çarpıyor bu yollar
Gidip gelmelerim bu dar sokaklarda
İnsanların koşup dolduğu bu dar yapılarda
Bir kısır döngüye girmek için bütün çabalar
Biz bunun için mi geldik.
Erdem Bayazıt
————–
Asıl konu kendimi anlamak, Tanrı’nın benden gerçekte ne yapmamı istediğini görmektir.”
Soren Kierkegaard
————–
acı ve haz doğal olarak fışkıran iki pınar gibidir; bunlardan gerektiği yerde, gerektiği zaman, gerektiği kadar alan …. her canlı varlık mutlu olur; buna karşılık bilinçsizce ve zamansız alan mutsuz yaşar. ”
Eflatun; Yasalar I, s. 43
————–
“insan acı ve ıstırap dolu bir yere gönderildi. Bunun sebebi ise bir ceza olarak değil, şeytanın kötü irade ve emellerini başarısızlığa uğratmak içindir.
M.İkbal
————–
Hayattan iki büyük konu çıkar: Ölüm ve aşk. Ölümden kaçmak, aşka koşmak. Her şeyde bu böyledir. Aslında bu konuyu iki saymak da hatadır, aşka koşmak neslin devamından kaçmaktır. Ağaçları, çiçekleri evlendiren rüzgârlar, belirli mevsimlerde büyük ormanların içinden evlerimizin damlarına kadar her tarafta kulaklarımıza çarpan feryatlar ve nihayet hayatımızı dolduran küçük olaylardan, gazetelere yansıyan büyük, küçük aşk ve cinayet olaylarına kadar her olay bu büyük tutkunun ne kadar baskın olduğunu bize anlatır. Güya yaradılış, yeryüzünün kulağından tutmuş bütün yaratılmışları bu büyük gayesine zorla sürüklüyor. Fakat yanlış anlamayalım. Zorla değil. Bu zorlama; bizi daima harekete geçiren zevktir. Ali Nihad Tarlan Elâzığ Üçüncü Üniversite Haftası (İstanbul 1943, s. 246-254.)
————–
ışığın ve gölgenin dilini öğrendim, rüzgârın dilini, yağmurun dilini; kuşları, çiçekleri, ağaçları anlayabiliyorum ve tanrının onlarla ne demek istediğini bana… “
Cahit Koytak
————–
sakın hâ bu âlemdeki imtihanlardan birini kazandım diye kendini kemâle ermiş zannetme! mesela kibirden imtihan ederler; tevazû’un sabit olursa, hasedden imtihan ederler; sıdkın sabit olursa gazab ve şehvetten imtihan ederler… velhâsıl imtihanların nihâyeti gelmez!
Ahmed Avni Bey
————–
İnsana yaraşan gerekeni yapmasıdır, arzu ettiğini değil.
Pisagor