Mezheplerin teşekkülünden sonra bir mezhebe müntesip kişinin, kendi mezhebinde esas alınan görüşe aykırı hadisle amel edip edemeyeceği önemli bir sorun olmuştur. Dört mezhebin kurucu imamlarının hepsine “hadis sahih ise benim mezhebim odur” sözü isnad edilmiştir.
Bununla birlikte bu sözün nasıl anlaşılacağı ve uygulanacağı öteden beri bir problem olmuştur. (Bu sözün Şâfiî tarafından nasıl kullanıldığı ve Şâfiî mezhebinde nasıl anlaşıldığı ile ilgili olarak Doç. Dr. İshak Emin Aktepe ‘nin mutlaka okunması gereken bir makalesi var.)
Ehl-i hadis – ehl-i rey ayrımında “ehl-i rey” grubunda yer aldığı konusunda ittifak olan Hanefî mezhebinin bu meselede ne düşündüğü ise son derece önemlidir. Zira diğer üç mezhep açısından çok da sorunlu görünmeyen söz konusu prensip, “sahih hadislere aykırı pek çok görüş ileri sürdüğü” şeklinde ithamlara maruz kalan Ebu Hanife ve Hanefî mezhebi açısından önemli bir sorun teşkil etmektedir.
Bu konuda Hanefî mezhebinin son dönem âlimlerinden İbn Âbidîn’in Reddü’l-muhtar adlı eserinde son derece önemli bir bilgi buluyoruz.
Ibn Âbidîn bu meselede İbn Şıhne’nin şu görüşünü aktarır:
“Hadis sahih olur ve mezhebin görüşüne aykırı olursa hadise göre hareket edilir. Hadisin ifade ettiği hüküm mezhebin hükmü olur. Bu durumda Ebu Hanife’yi taklid eden kişi o hadisle amel etmekle Hanefî olmaktan çıkmaz. Ebu Hanife’nin “Hadis sahihse mezhebim odur” dediği sahih olarak nakledilmiştir. İbn Abdilberr bu sözü Ebu Hanife ve diğer imamlardan nakletmiştir.”
İbn Âbidîn, bu alıntıdan sonra kendi görüşünü şu şekilde ortaya koyar:
“Açıktır ki bu, nassları araştırma, muhkemini mensûhundan ayırt etme ehliyetine sahip olan için söz konusudur. Mezhep ehli delile bakıp da onunla amel ettiklerinde bunu İmamın izniyle yapmış oldukları için mezhebe nispet etmek sahih olur. Çünkü şüphesiz ki İmam, kendi delilinin zayıf olduğunu görseydi onu bırakıp güçlü olan delili alırdı.”
(İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr ale’d-Dürri’l-muhtâr, Dâru âlemi’l-kütüb, Riyad, 2003, I, 167)
Kanaatimce son derece önemli olan bu açıklamalar, şu konularda bize ışık tutmaktadır:
1. Hadisler konusunda yeterli donanım ve alt yapısı olmayan kimselerin, kendilerince mezhebin görüşüne aykırı gördükleri rivayetle amel etmeleri caiz değildir. Günümüzde kimi “selefi” çevrelerce, mezhep görüşünü bırakıp “sahih hadisle amel edilmesi” yönündeki çağrılar kesinlikle “mutlak” anlamda esas alınamaz. Bu, düzen ve istikrarı zedeler. Dört mezhebe mukabil, kişi sayısınca mezhebin ortaya çıkmasına kapı aralar.
2. Bir hadisin “sahih” olduğu ve bunun mezhebin görüşüne aykırı olduğunu tespit etmek hadisin hem sübutu hem de delaleti üzerinde içtihadı gerektirir. Bu ise mezhebe bağlı “avam tabaka / ehl-i taklid”in işi değildir. Ancak ve ancak nassları bilen, hadisler konusunda yeterli donanıma sahip olanlar, kendi mezhebinin görüşüne aykırı bir hadis görür, bunun sıhhatine kail olur, imamın bu hadisi görmediğine veya imamın bu konudaki delilinin zayıf olduğuna kanaat getirirse muhalif hadisle amel edebilir. Bu durum onu “Hanefî” olmaktan çıkarmaz.
3. Muhalif hadiste yer alan hüküm, sadece bir iki kişinin değil mezhep içinde görüşleri dikkate alınan “ehl-i mezhebin” onunla amel etmesi halinde mezhebe nispet edilebilir, aksi taktirde mezhebe nispet edilemez. Vallahu a’lem.
(Not: Kerhî’nin konuya ilişkin görüşü ile bunun nasıl uzlaştırılabileceği meselesini -inşaallah- bilahare ele alacağım.)
Doç.Dr.Soner Duman
0 Yorumlar