İnsanın şerefi kendisi için çizilmiş sınırları aşabileceği halde bunu yaratılmış olan her şeyin selâmeti uğruna yapmayışıdır. Kâinatın ahengini bozma gücü yaratıklar arasında yalnızca insandadır. Ademoğlu bu gücü şuurlu bir tutumla kullanmayarak kâinatın ahengine katılır. Kâfirler, münkirler şöyle düşünür: İnsan madem nizam harici olabiliyor, kâinatta kurulmuş düzene menfî yönde tesirlerde bulunabiliyor, yani yasakları çiğneyebiliyor; öyleyse kendi mantık mekanizması içinde bir İnsanî düzen kurulabilir, kendi özlem ve istekleri doğrultusunda bir nizam ihdas edebilir. İşte bu yaklaşım insanı şerefinden mahrum edecektir.
İnsanın şerefi gururda, tekebbürde, iktidar hevesinde değil takvada yatar. Takva ise sakınmadır. Ama nasıl sakınma? Gücü yetmediği için, beceremediği için, üstesinden gelemediği için sakınma değil; güçlü olduğu halde, başarabildiği halde, elinden geldiği halde Allah’ın kendi hayırlarına olsun diye insanlar için koyduğu yasaklara uzanmaktan sakınmadır. Hadımları zina yapmıyorlar diye, dilsiz insanları küfretmiyorlar diye şerefli sayamayız. İnsanın şerefi kâfir olmamayı seçebilecek şuuru göstermedeki dirayetidir.
Bununla birlikte, insanın yeryüzündeki konumunu, haddinden fazla idealize etmemek daha doğrudur. Çünkü günahlar da insan için. Esasen müslim ve mü’min olmanın değeri insanın hiç ayağının sürçmemesi, hataya düşmemesi değil, ayağının sürçtüğünü anlayabilmesi, hataya düştüğünü görebilmesinde saklıdır. Yani insanın kulluğu aklını kullanabildiği bir alanda gerçekleşebilen canlı, hayatiyete sahip bir durumdur. Bu canlılık, bu hayatiyet içinde insan kendisine verilen emanete yaraşan bir tavrı ortaya koyar.
İsmet Özel, Taşları Yemek Yasak
0 Yorumlar