Hanife ÖZYER
“Ne derler acaba diye kahrolası bir put vardır. ”
İsmet Özel
I.
Âlemden maksat insandır diyor Mevlana. Âlemden maksat insansa eğer insanın fıtratına ait özellikler de âlem’e yansıyacak, onda tecessüm edecektir. İnsan herkesin bildiği üzere konuşan, düşünen, yorumlayan varlıktır. Düşündüklerini yorumlayarak aktarmak da insana ait bir başka özelliktir. Bireyler düşüncelerini yorumlarken kaynak olarak başkalarını referans alabilir, onlar üzerinden yorumlarını geliştirerek yeniden üretebilirler. Nitekim başkalarıyla girilen tüm ilişkiler bireyin davranışlarını meşrulaştırma araçlarından başka bir şey değildir. Yakın sosyal ilişkilerin güçlü olduğu toplumlarda insanlar, kendileri dışındakilerin neler yaptığı, işlerinde başarılı olup olmadığı, kaç çocuğu olduğu, çocukların ne işle meşgul olduğu-kimlerle arkadaşlık ettiği hasılı mahremi ilgilendiren yahut sıradan pek çok konuları gündemlerine alabilmektedir. Bu gündem aslına bakılırsa öyle kolay değişmemekte yahut değişse bile yeni başlıklar hemen eklenebilmekte ve el/âlemi çokça meşgul edebilmektedir. Bu tür dedikodulara dâhil olanlar için kimin kiminle, ne zaman, nerede, ne yaptığı önemlidir.
El/âlem kavram olarak yabancı olan herkes manasını taşıyorsa da aslında evinizin dışında olan ve yabancı olmayan, çekinilen bazen de özenilen, kısaca yaşanılan sosyal alanın mukimleri olarak neredeyse herkesi kapsamına alan bir varlık alanı anlamındadır. Bu alanda yer alan insanların kendilerine ait, “kişisel” kimlikleri yoktur ve onları dolambaçlı bir yoldan, numuneleri oldukları kategoriler hakkında bir araya getirdiğimiz bilgi aracılığıyla biliriz (Bauman, 2011: 183). Bu gruptaki insanlar birbirleri ile iletişim ve etkileşim halindedirler. Birbirlerini etkilerler, adeta biçim verirler, birbirlerinden ayrı düşünemediğimiz insan topluluğudur. Aynı konu ile ilgilenir ve uğraşırlar. Ancak bu topluluk örgütlü bir yapı değil aksine bireyi sarmalayan sosyal çevrenin sınırları içinde var olur ve bir şekilde bireyin sosyal dünyasında anlam kazanan topluluktur. En yakın tanıdıklardan en uzak tanıdıklara kadar uzanan geniş bir topluluk.
Geleneksel yaşam tarzını sürdüren toplumlarda veya modern yaşamda da olsa el/âlem konusu mahalle/apartman sohbetlerinde özellikle de aile mahremiyeti içerisinde sıklıkla zikredilen mevzudur. Başkalarının düşüncesi bireyin eylemlerinin kritiğini içerse de sonuç olarak nelerin düşünüldüğü önem kazanır. Bu yüzden bireylerin davranışları başkalarının düşüncesine göre denetlenmiş, kontrol altına alınmış olur. Goffman’ın (2012: 18) ifadesiyle başkalarının bulunduğu ortama giren bir kimsenin seyircilerde kendi çıkarına bir izlenim bırakacak davranışlarda bulunmak için sebepleri olacaktır. Bu nedenle birey gözetildiğinin farkında olmakla beraber davranışlarına çeki düzen verecektir.
En nihayetinde bireylerin eylemlerini gerçekleştirmeden önce “el/âlem ne der?” çekincesi ile davranışlarını kısıtlaması bir nevi gizli kontrol mekanizmasının işlediğinin açık göstergesidir. Bireyin davranışlarını kısmen de olsa engelleyen çevredir. Bir baskı mekanizması değildir, bir yaşama üslubudur, o üslubun hayata geçirilme imkanıdır (Alver, 2013: 162). El/âlemin gözetim altında tuttuğu toplumlarda kurallar çok belirleyicidir ve yapılan olumlu bir davranıştan daha çok yapılan hatalar el/âlemin gündemine takılacak ve uzun süre gündemi meşgul edecektir. Gözetim ‘ahlaki bir mimari’, dünyayı yeniden kurmanın bir reçetesi olarak tasarlanmıştır (Bauman ve Lyon, 2013: 19). Bu bağlamda el/âlemi bir kontrol/ahlak mekanizması olarak da ele almak kaçınılmazdır.
Bu denli hayatimizin içine girmiş el/âlem kimdir, ya da nedir? Bir grup mu, örgüt mü yoksa orada bir yerde duran olgusal bir gerçeklik midir? El/âlem bir pusuladır aslında. Kişiye nasıl davranması gerektiğini, rolünün ne olduğunu gizlice yön yererek gösterir. Pusulanın yönünün dışına sapmak bireyi geri dönüşü olmayan kınamalara/dışlanmalara sürükleyecektir. Yaptığı hatayı fark edip pusulanın istediği yönde davranmaya çalışsa bile unutulmayacak zaman zaman hatırlatılacaktır. O halde el/âlem orada bir yerde, toplumun dışında bir gerçeklik alanında duran bir şey değil, yapısal bir unsur olarak toplumun bizatihi kendisine tekabül eder. Başım çevirdiğinde her an görülebilecek kadar yakın olandır; ancak umursanmadığında, “kime ne?” denildiğinde hiç kimse oluverir. Umur-sanmayan kişinin sosyal ilişki ağının dışında kalan, sohbetine, halleşmesine, paylaşmasına dâhil olmadığında el/âlem de etkisini, varlığını yitirir. Bir serzenişle yahut ayıplanma sözcükleriyle dile gelen el/âlemden kimi zaman ürken ama o(nlar) olmadan da neredeyse sohbetleri eksik kalan bireyler için elâlemin kimlerden teşekkül ettiği önemlidir. Kimler mi vardır el/âlem içerisinde?
Bu topluluğa baktığımızda aslında bireylere çok da yabancı olmayan simalarla karşılaşmak mümkündür. Yakın olunan, samimi ilişkiler gerçekleştirilen, hem hal olunan, sofrasına oturulandır. Bir kere sohbet sofrasına oturulan herkes vardır. Hem yakın hem uzağındadır, başkasıdır birey için, ama düşman değildir. Mahrem alanın sınırlarında, yabancıdan daha yakında olandır. “Mahrem” demek “samimi”, “içli dışlı”, “herkesçe bilinmemesi icap eden”, “söylenmeyen”, “gizli” demektir (Göle, 2011: 128). Bu nedenledir ki bireyler mahrem alanlarına sahip çıkar, ona dokunulması rahatsız edici, can sıkıcıdır. Hâlbuki mahrem alanı da bireyin bizzat içinde bulunduğu toplumda var olan kişiler/ başkaları tarafından işgal edilmekte ve başkalarının da hayatının birer parçası olabilmektedir. Birey bu gruptan şikâyet etse de nihayetinde başkası ile kurulan bağ/ilişki ağı toplumsal aidiyeti sağlamakla birlikte toplumun anlam kazanmasına da yardımcı olmaktadır. Bireylerin/üyelerin, aidiyet duygusuna sahip olma hissi, birbirlerini ve grubu önemseme hissi ve üyelerin ihtiyaçlarının birbirine bağlılıkları yoluyla karşılanabileceği inancını paylaşmalarıdır (Akt. Aydemir, 2011: 93). Mahremiyet alanında başkası ile çok şey paylaşılması da bir nevi bireyin bahsi geçen gruba ait olma zorunluluğuna sebep olmaktadır.
O halde el/âlem bizden midir ya da birey el/âleme ait midir sorusu akla gelecektir. Ne tamamen bizim içimizde ne de tamamen bizim gerimiz- de/dışımızdadır. Tanıdıklar alanının geniş ama sınırları belli olmayan yelpazesini oluşturur. Tanınmayan el/âlem değildir, tanınmayanın davranışı tanımayanı ilgilendirmez, tanımayanın ilgi alanına girmez. Tanımak, kişiler hakkında söz sahibi olmaya yeter olur. Kendini ancak mahrem alanında gerçekleştirebilen birey için el/âlem yakın olan yabancıdır, erdir. El/âlem aşina olunandır. Tekrar görülme, karşılaşma, yüzleşme ihtimali olunandır. El/âlem, kendini sürekli yeniden üretir, sınırlarını genişletir. O halde el/âlem toplumsal tiplerin var olan ama zahiri görünmeyen biraradalığıdır. İçinden aşina yüzlerin geçtiği duygu, düşünce ve eylemin aidiyet ağma takıldığı bağlamdır.
En yakındaki âlem, aile mahremiyetinin toplumsal alana açıldığı ilk kapı (Aydemir, 2013:83) olan ve evlerinin sırt sırta olduğu komşulardır. Evlerin sırt sırta olması sosyal ilişkilerde de benzer bir yakınlığa, karşı karşıya olmayı gerektirir. Komşuyu toplumun diğer kısmından ayıran yalnızca ona karşı duyulan sempati değil, her zaman potansiyel olarak görüş alanı içinde olması, mahremiyet kutbuna yakın olması, her zaman muhtemel bir ilişki ve biyografi paylaşımı partneri olmasıdır ve bu nedenle her durum için kurallar vardır; kuralların yetersiz kaldığı hemen hemen hiçbir durum yoktur (Bauman, 2011: 185). Bu kurallar yazdı olmaktan ziyade komşular arasında ve paylaşılan kültürün akışında, yar şama biçimleriyle açık edilen, kendiliğinden şekillenen, gizli ama herkesin bildiği bir duyarlılığın sonucu olarak beliren kurallardır.
Komşudur, yalandadır el/âlem ama bir o kadar da uzaktır insana. Her komşuya dert açılmaz mesela, sırların ifşa edilmesinden korkulur, her komşunun yanında rahat davranılmaz, konuşulmaz öylece. Samimiyetin dereceleri belirler âlemin kimliğini. Hele ki, yabancılar için hiçbir anlam ifade etmeyen tavır, hareket ve ifadeler komşuluk gruplarında komşular için özel anlamlar taşır (Aydemir, 2013: 89). Bu sosyal alana dâhil olan komşular, anlatmasa bile bireyin ne yaptığı ile bizzat ilgilenir, yalnızca onun değil tüm mahallenin ne yaptığı hatta gündemi belirler. Zaman zaman çözüm üretilir sorunlara, zaman zaman da sorun üretir paylaşanlara. Ama her halükarda “paylaşmanın ne kadar büyük bir erdem(!)” olduğu hissedilir komşular arasında.
Yanı sura mahallenin elâlem kategorisinde yer alan, mahallenin huysuz, kimi zaman sevilmeyen ama hürmet gösterilen, kimi zaman tonton ve sevileni, canlı kamera gibi mahalleyi gözetip kolaçan eden ihtiyarlarıdır. Mahallede neler olup bittiğini bu gözetmenlerden rahatlıkla öğrenebilirsiniz. Başkasının ne yaptığı ile ilgilenen hayatının anlamım neredeyse bu konulara adayan kişinin çocukları da aslında mükemmel değil hatta kendilerinin kınadığı/ayıpladığı tüm davranışları sergilemişlerdir; ama mutlaka bir açıklama vardır. Başkalarının kusurlarım görmekten onlarla uğraşmaktan kendilerine zaman kalmayan bu insanlar zaman zaman bulundukları ortamda kendilerini ahlak bekçisi zannederek âlemin davranışlarını değiştirmesi konusunda rehber ilan ederler.
III.
Mahalle denilince el/âleme kaynaklık eden acı/tatlı, olağan/abartılı, ger- çek/uydurma vb. farklarıyla bir nevi sohbet türü olan dedikodudan da bahsedilmesi gerekir. Dedikodu mahalle ve sokağın adeta silinmez boyasıdır; çünkü dedikodu insanın kaçınılmaz gerçeklerinden, onun hallerinden biridir (Alver, 2013: 166). Dedikodunun yapıldığı ortamda muhakkak ki başkalarının ne yaptığı fısıltı çemberi içerisinde olacaktır. Dedikodu, fütursuzca ve pervasızca konuşmadır, bu konuşma içinde lafın nereye gideceği belli olmaz (Alver, 2013: 167). Doğruluğu bile kesin olmayan dedikodunun ne anlatana ne de anlatılana faydası yoktur hatta konuşanı kısmen de olsa vicdan azabına sürükleyen içi boşalmış cümlelerden başka bir anlam ifade etmemektedir. Dedikodu el/âleme kaynaklık eder, el/âlem dedikodudan beslenir, mahalle/apartman sohbetlerinin vazgeçilmezidir. Sanki binlerinin nelerle uğraştığından bahsedilmese sohbet eksik kalacak, tamamlanmayacaktır. Oysaki dedikodunun öznelerinin, başka mahfillerde bizzat kendileri ve mahremiyetleri dedikodunun gündem konusudur, nesnesidir. Elâlemin gizli intikamı olur, dönüp sahibini bulan bir söylence olur, kulaktan kulağa bir fısıltı mahallenin içinde dolaşır.
Dedikodu yapılırken bilgi hiçbir zaman yazdı olarak kaydedilmez ve şu demektir: üçüncü kişi bu bilgiden hiçbir zaman sorumlu tutulamaz ve sonra buna dayak olarak kimse yargılanamaz; söz konusu konuşma hemen her zaman ‘aktörün arkasından’ yapılır (adam karalama safsatası) ve bu demektir ki: bu kişinin söz konusu bilgiyi tekzip etme imkânı yoktur: O orada mevcut değildir, notları görme imkânı yoktur ve çoğunlukla dedikoducunun kimliği konusunda bir bilgi onun kulağına ulaşmaz (Zijderveld, 2010: 125). Uzaktan, kavga etmeden, kimseyi incitmeden bütün âlemi sahnesinden geçirir (Alver, 2013: 167). Yabancının dedikodusu yapılmaz, bilakis en yakınının dedikodusunu yapar insan. Yabancı tanınmadığından yabancının eylemleri de dedikodunun aktörünü ilgilendir(e)mez.
IV.
En yakın komşunun el/âlem olması, doğal olarak komşu çocuğunu da bu kategorinin önemli bir aktörü haline getirir. Bu çocuklar da çoğunlukla örnek alınacak davranışlara kaynaklık ederler ya da sürekli bilileri tarafından el/âlem diye övgü sözleri ile anlatılırlar. Hayatı ve izlediği yol başkalarıyla benzer olan yönleri üzerinde değil aksine kendine özgü olan yönleri üzerinde yoğunlaşmıştır. Bunlar el/âlemin çocuklarıdır, aslına bakılırsa önemli birer kıyas unsurudurlar. El/âlemin çocuğu önemlidir. Bu çocuklar yakın tanıdıkların/akrabaları/kimi zaman kardeşlerin çocukları veya en yakınındaki komşunun çocukları olarak hayat sahnesine dâhil olurlar. Özellikle de el/âlemin çocuğu sizin evlatlarınızdan biri ile yaşıt veya aynı okula gidiyorsa, acımasız bir kıyas unsuruna dönüşür. İnsanın psikolojisini küçükten sarsan bir bilinçaltı travmasına dönüşür. Anne, söz gelimi sınav sonucunu çocuğununkinden önce öğrenir zaman zaman. Tatil zamanlarında karneler önemlidir. Çocukları birbirleri ile kıyaslayacak en iyi zamandır şubat tatilleri ve yaz tatilleri. “El/âlemin çocuğu bu sınavda şu sıralamada yer almış da sen niye gerisindesin? Ondan daha mı salaksın? Bak el/âlemin çocuğuna nasıl çalışıyor? Onun kadar çalışsan da ne fayda, senden bir şey olmaz vs vs.” cümlelerini neredeyse her çocuk işitmiştir.
Memleketin neredeyse her anne ve evladının arasında geçen olağan paylama cümleleridir. Bir milletin sosyal alanında vuku bulan ve ilk elde yurdum insanının öteki ile arasında gerilim yaratan sahneleridir aslında. Tüm çocukların kendilerine ait bu örneği geliştirmeye yönlendirmek yerine ailelerin yaptığı bu kıyaslama çocuklarda ileride kişilik bozukluğu ve başkaları gibi olma eğilimlerini artırmaktadır. Kıyaslanan çocuklar hiçbir zaman kendileri olmak istemeyecek her zaman örnek gösterildiği kişiyi ideal insan olarak benimseyeceklerdir. En yakın iki arkadaş ise,bu kıyaslanan çocuklar, neredeyse birbirlerine buğz edecek duruma gelirler bu gereksiz ama aileler için önemli(!) karşılaştırmadan. Çocuk için el/âlemin çocuğu can sıkıcı, isminin anılması dahi dayanılmaz olan hatta ailede huzursuzluğa sebep olan kişidir. Bu yüzden el/âlemin çocukları hiç sevilmezler. Mahallede sevilmeyen bu çocuk, oyunlara da dâhil edilmez ya da dâhil olsa bile pasif görevler verilir; mahalle futbolunda kaleci olmak gibi.
Adeta kendi pasifliklerini en iyi bildikleri alanda aktif olduklarını gösterecek diğer çocuğu ise pasif bırakacaklardır. Kaleci olmak istemeyen çocuk oyundan atılmama uğruna bu pasif rolü kabul eder, tek suçu başarılı olmak olan. Hele bir de maçta gol yerse vay haline, “inek işte, sen git dersine çalış ne demeye aldıysak seni maça” söylemleri ile suçu vazifesini iyi yapmaya çalışmak olan çocuğun içinde uhde, suçluluk psikolojisi ve gizli bir hınç kalır. İlerleyen yıllarda görevini bihakkın yerine getirme duygusu örselenmiş, iyi niyeti kırılmış, diğerkâmlık yerini bencilliğe bırakmış birey olarak dâhil olur toplum sahnesine. Hâlbuki örnek gösterilen bu çocuklar için de başka el/âlemin çocuğu vardır. Önemli olan “el” içinde en iyi/başarılı/çalışkan/uyumlu olma ile ölçülmektir.
Akrabalarınız hatta kimi zaman evli olan kardeşleriniz; de bu topluluk içerisinde yer alır. Hâlbuki kanınızdan olan neden el/âlem olsun ki? En nihayetinde yabancı olana sizin mahreminiz en yakın bildiğiniz insanlar tarafından aktarılır. Eğer âleme mahreminiz konu oluyorsa, size ait bilgiler sızıyorsa başkalarına ilk akla gelen en yakın çevreden sızdığı düşüncesi eşlik eder.
V.
Kentsel dönüşümle birlikte sitelerin yaygınlaşması yeni dönemde site görevlilerini de el/âlem sınırlarına dâhil etmektedir. Apartman görevlileri eskiden canlı kamera gibi etrafı gözetleyen ihtiyar nine ve dedenin genç kuşağım oluşturmakla birlikte bu görevi onlardan devralmış gibidir. Site içinde ve diğer sitelerde olup bitenleri gözler başka sitenin apartman görevlisi ile -el/âlem ağzından- dedikodusunu yapar. En çok göz önünde olan ise apartmanda yönetici ve ailesidir. “Bak gördün mü yöneticinin kızı/oğlu şu üniversiteyi kazanmış, yıllarca özel ders aldı yine kazandığı bölüme bak.”, “yöneticiyi duydun mu yeni araba almış nerden geldi acaba bunun parası?” vs. gibi söylemlerle sıklıkla karşılaşılır.
Bilgiyi işlemeye dayalı yeni gözetim pratikleri, günlük hayatımız içerisinde aldığımız roller silsilesi boyunca yalnızca vatandaşların değil hepimizin sürekli kontrol edildiği, gözetlendiği, sınandığı, incelendiği, değerlendirildiği ve yargılandığı yeni bir şeffaflığa imkân tanıyor (Bauman, Lyon, 2013: 20). Şüphesiz ki yeni dönemde gözetleme olgusu değişmemekte ancak başkası hakkında bilgi edinme araçlarının değiştiğini görmekteyiz. Artık gözetleme yalnızca mahalle aralarında değil sanal mekânlarda da her daim yapılmaktadır, gözetlenen kendisini bile isteye dedikodusunun yapılmasına ve bunun aracı olarak da sosyal paylaşım sitelerinde kendisine ait bilgileri elâlem ile paylaşmaktadır.
Mahalle aralarındaki dedikodular veya kınanmalar yerini sosyal paylaşım sitelerinde paylaşımların beğeni almaması ile kendisini göstermektedir. Sanal mekânlarda durum böyle ilen kentsel dönüşümle birlikte hayatımızın her alanına giren gözetleme araçları canlı kameraların boşluğunu doldurmamaktadır. Mobese kameraları aslında toplumsal denetimin yanı sıra toplumdaki bireylerin birbirlerine güven duygusunu yitirdiğinin, tek güvenilen nesnenin teknoloji aygıtı olduğunun açık ifadesidir.
Modernleş(tiril)en toplumlarda bireyselliğin artması kimin ne yaptığının umurunda olmamasıyla paralel ilerlemektedir. Artık günümüzde bu kavram çoğunlukla “el/âlem ne der?” den “kime ne?”ciliğe doğru bir evrilme yaşamıştır. Toplumda kimseyi umursamadan istediğini yapabilmek mutluluğun kaynağı olarak algılanmaya başlamıştır. “El/âlem ne der?” sorusunun sorulmadığı tolumlarda ahlaki yozlaşma/çözülmeden bahsetmek kaçınılmazdır. Öyle ki bireyin, el/âlem ne der düşüncesi ile otokontrol sağlaması yerine yapmak istediklerini fütursuzca yapmayı özgürlük olarak algılaması, eylemin ahlakiliğini sorgulanır hale getirir. Elbette ki böyle olması elâlemin dedikodu mekanizmasını meşru kılmayacaktır. Asıl olan bireylerdeki el/âlem düşüncesi ile hareket etmeleridir. Önemli olan kontrolsüzce davranan özgür birey değil, topluma aidiyet duyan, ahlaki eylemlerin üreticisi, denetleyicisi, paylaşanı olan birey anlayışıdır, özetle gelenekselin, kültürel ortamın, toplumcu yapının pekiştirdiği ahlaki düsturun elâlem kalıbında tedavüle sokulmasıdır. Bir nevi değer yönelimli davranışın ve düşüncenin insani var oluş düzeyinde, toplumla kurduğu iç bağı vurgulamasıdır.
Sosyoloji Divanı Dergisi – Toplumsal Tipler,sayı:3,syf.201-209
Kaynaklar
AL VER, Koksal, (2013), Mahalle, 1. Baskı, Ankara: Hece Yayınları.
AYDEMİR, Mehmet Ali, (2011), Sosyal Sermaye, Konya: Çizgi Kitabevi.
AYDEMİR, Mehmet Ali, (2013), “Komşuluk ve Sosyal Sermaye”, Sosyoloji Divanı, Sayı: 2, s.79-93, Konya.
BAUMAN, Zygmunt, (2011), Postmodern Etik, İstanbul: Ayrıntı Yayınlan.
BAUMAN, Zygmunt& LYON David, (2013), Akışkan Gözetim, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. GOFFMAN, Erving, (2012), Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu, İstanbul: Metis Yayınlan. GÖLE, Nilüfer, (2011), Modem Mahrem, İstanbul: Metis Yayınlan.
ZÎJDERVELD, Ânton C., ( 2010), Klişelerin Diktatörlüğü, İstanbul: Açılım Kitap.
0 Yorumlar