ASLOLAN NİTELİKTİR. Bir milyon yalanın, tek bir doğru kadar değeri yoktur. En küçük baki hakikat, en büyük fani gerçeldikten sonsuz derece daha büyüktür. Niceliğin, niteliğe nisbetle hiçbir önemi yoktur.
Bu gerçekleri bize öğreten o kadar âyete, onca hadise ve o kadar çok hadiseye rağmen, yine de ‘niceliğin egemenliği’ne maruz halde yaşıyor insanoğlu. Aile, sülâle, şehir, şirket, toplum, millet; insanların birarada olduğu hangi ortama bakarsak bakalım, nice hayatları neredeyse sadece sayılar belirliyor.
Aylık geliriyle, haftalık harcama miktarıyla, arabasına verdiği parayla, evinin kaç para ettiğiyle, kaç evinin olduğuyla, gömleğini kaç liraya aldığıyla, kaç elbisesi olduğuyla, hangi dereceyle mezun olduğuyla, çocuğunun sınıfta kaçıncı olduğuyla, sınavda kaç puan aldığıyla… övünen insanlar dolaşıyor etrafımızda. Nice insanın aklını ve gönlünü, gözünü asla doyuramayan sayılar dolduruyor.
Hele postmodern zamanlarda, bu sayılara yepyeni unsurferin daha eklendiğini görüyoruz: Facebook’ta kaç beğeneni, twitter da kaç takipçisi var? Duvara yazdığı son yazı kaç beğeni aldı, son twıti kaç rt ye ulaştı? Kitabının baskı sayısı, programının reytingi ne? Kimi geçmiş, kimlerden geri kalmış?
Aynı şekilde, nice aile, sayılar üzerinden birbiriyle yarışıyor. Sayılara bakarak kendini değerli veya değersiz, önemli veya önemsiz, güçlü veya zayıf buluyor aileler.
Şirketlerin kalitesi de sayılarla ölçülüyor. Hak yiyip yemediği, sözünde durup durmadığı, harama bulaşıp bulaşmadığı, sattığı ürünün insanların hayrına olup olmadığı dikkate alınmadan; ne kadar ciro yaptığı, ne kâr ettiği, cirosunu ve kârını arttırıp arttırmadığı üzerinden ‘değerlendirmeler yapılıyor.
Benzer şekilde, toplumların ve milletlerin, kendilerini ‘sayı’larla tarif ettiğini görüyoruz. Ne kadar nüfus barındırdığı, tarihte kaç devlet kurduğu, kişi başına düşen millî gelirinin ne olduğu, kaç turist çektiği… derken, yine sayılar çıkıyor karşımıza.
Sonuç?
Sonuçta, niceliğin egemenliğine maruz halde, herkes elindeki rakamı arttırmak istiyor. Birden bine, binden milyona, milyondan milyara derken, fertlerden toplumlara, ailelerden milletlere, insanın olduğu her alanda bitmek bilmez bir çokluk yarışı var. Bir şarkının sözlerine yansıdığı üzere, ‘fakir adam zengin, zengin adam kral olmak istiyor.’ Ama yine bu şarkıda söylendiği üzere, bütün dünyayı ele geçirene kadar, kral da mutlu olamıyor. Dünyayı ele geçirmeye muktedir olanı da mutluluk bekliyor değil; ya henüz hayattayken yahut ölümüyle, o dünya muhakkak kayıp gidiyor ellerinden…
Sözün kısası, insanların, ailelerin, şirketlerin, toplumların ve milletlerin bütün mesailerini dolduran sayılar,’ son tahlilde i sıfır çarpanlı bir ‘ölüm’le yüzyüze gelip sıfıra iniveriyor! Bu, apaçık bir gerçek. Ama bu dünyaya endeksli bütün sayıları sıfırlayan ölüm gerçeğine rağmen, sonu sıfırla bitecek rakam yarışma her gün birileri daha ekleniyor. Kendisini çokluk üzerinden gerçekleştireceği vehmi o kâdar güçlü ve çokluk üzerinden ürettiği övünme o kadar cazıbeli ki, yüzünu bu çokluk yarışından Hakikate döndürmek için, Kur’ân, âyetleriyle insanı tekrar tekrar uyarıyor:
“Mallar ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Bakileşecek fay dalı işler ise, en iyi şekilde mükâfatlandırılacak şeyler onlar dır ve kendilerinden birşey umulma bakımından en hayırlısı da onlardır” (Bkz. Kehf sûresi, 17:46)
“Dünya hayatı, eğlence ve oyundan başka birşey değildir. Ve şüphesiz ahiret yurdu ise, gerçek canlı orasıdır. Keşke bilmiş olsalardı.” (Ankebût sûresi, 29:64)
“Dünya hayatı bir oyun, bir oyalanma, bir süs, aranızda bir övünme ve mal ve evlatta bir çokluk yarışından ibarettir. Bir yağmur misali gibi ki, otu rençberleri imrendirir; sonra heyecana gelir, sonra bir de görürsün ki sararmıştır, sonra da çer-çöp oluverir!” (Bkz. Hadîd sûresi, 57:20)
Böylesi nice âyetin yanısıra, insanı bu gerçeğe uyandırmak üzere, ‘çoklukla oyalanmaya adanmış müstakil bir sûre de indirmiştir âlemler Rabbi:
“Çoklukla övünmeniz, sizi alıkoydu. Nihayet kabirlere vardınız. Hayır! İleride bileceksiniz. Hayır, sonra yine bileceksiniz. Gerçekten, kesin bir bilgi ile bilmiş olsaydınız, cehennemi görmüş olurdunuz. Sonra onu aynelyakîn göreceksiniz. Sonra o gün, nimetlerden sorguya çekileceksiniz. (Bkz. Tekâsür sûresi, 102:1-8)
Kuranın kısa sûreleri, insanın her daim hâfızasında, dolayısıyla hatırında, dolayısıyla hatırında tutması gereken hakikatlerin bir fihristesi niteliğinde ise eğer, bu kısa sûrelerden birinin ‘tekâsür adını taşıması, yani çoklukla övünmeye dair olması elbette manidardır. Çokluk ki, bir, iki, üç, dört, bin, binbir, bir milyon, bir milyon bir derken, uzar gider gibi görünür; ama muhakkak bir sayıda bitiverir. Sonu sonsuzluğa ulaşmaz hiçbir sayının. Ama o birbiri ardınca diziliş, biri bitince bir sonrakinin gelişi akıp giden hayatın içinde insanı aldatır ve yaşadığı hayatın hem sayılan aşan bir amacı, hem de bir limiti olduğunu unutturur. Kurân ı Hakim, bu aldanış ve unutuşa karşı Tekâsür süresiyle her daim akılda tutmak üzere bizi uyarır işte. Ve bu sûrenin» insanların ve toplumların hayatını dolduran o sayıların aslında ne kadar da kısa olduğunu gösteren şu iki âyeti, ne kadar da beliğdir:
“Çoklukla övünmeniz, sizi alıkoydu, Nihayet kabirlere vardınız.”
Bütün o sayılar, o kadar küçük, o kadar kısadır işte. Sekiz, seksen, bin, milyon, milyar, katrilyon… hangi alanda hangi sayıyla oyalandığınız farketmez; sekiz de ölüme varır, seksen de, seksen katrilyon da. Hayatın, çoklukla oyalanmaktan öte bir anlamı olduğunu farkeden, bu ‘limit’li hayatı Sözü sayıya boğdurmadan yaşar. Ne Elest Bezminde âlemler Rabbine verdiği sözü çiğner, ne Rabbinin insanı hakikatle buluşturan Ezeli Kelâmını. Hayatı çoklukla anlamlandıran ise apaçık bir hüsrandadır: Doğar, sayar ve ölür!
Saygınlığı sayıda arayan her insanın vazgeçilmez akıbetidir bu: Doğar, sayar ve ölür!
Bu belagat incisi sûre, o kadar çok oyalayan sayılann akıbetini bu kadar az ve bu kadar kısa iki cümleye sığdırmakla, çoğaltmadan, dersini verir:
“Çoklukla övünmeniz, sizi alıkoydu. Nihayet kabirlere vardınız’’
Hepi topu, işte budur. Hakikate dayanmıyorsa, bu dünyada edinilmiş en bütün sayılar bile sıfırla çarpılacaktır. Bu dünyada övünülen bütün rakamlar, nihayet kabirlere varıldığında, anlamsızlaşacaktır.
Metin Karabaşoğlu – Kısa Surelerin Sınırsız Dünyaları
0 Yorumlar