Söz konusu iddia, bildiğiniz gibi, ifadesi hemen hemen aynı olan iki ayete, 2/el-Bakara, 62 ve 5/el-Mâide, 69. ayetlerine dayandırılıyor temel olarak.
“Şüphe yok ki iman edenler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiiler’den her kim Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve salih amel işlerse, elbette bunların Rabb’leri yanında ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur ve bunlar mahzun olacak değillerdir.” (2/el-Bakara, 62)
“Şübhe yok ki iman edenler, Yahudiler, Sâbiiler ve Hristiyanlar’dan her kim Allaha ve ahiret gününe iman eder ve salih amel işlerse, artık onlara korku yoktur ve onlar mahzun olacak değillerdir.” (5/el-Mâide, 69)
Bu iki ayet günümüzde Yahudi ve Hristiyanlar‘ın da cennete gireceği fikrini desteklemek amacıyla gündeme getiriliyor ise de, onları bu maksatla gündeme getirenlerin dikkate almadığı veya dikkatten kaçırdığı önemli noktalar mevcut. Bu noktaları maddeler halinde sıralayacağım.
Ancak daha önce bir hususa açıklık getireyim: Burada, mezkûr ayetlerin, anılan grupların Müslüman olanlarını/İslam‘a geçenlerini anlattığını söyleyen müfessirlerin görüşlerinden sarf-ı nazar edeceğim. Bu görüşler, sahipleri ve dayanakları için tefsirlere bakılabilir.
Bunu yapmaktan maksadım, bu ayetleri malum iddiayı temellendirmek için kullananları, kendi anlayış biçimleriyle ilzam etmektir. Kur’an‘ı kendi kişisel görüşleri doğrultusunda tefsir edenlerin, daha doğrusu “yorumlayanların” kendilerini ne tür çıkmazlara mahkûm ettiklerini bir kere de bu vesileyle görmüş olacağız.
Gelelim sadede:
1.Ayette zikredilen 4 zümrenin, yani Mü’minler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiiler‘in belirtilen 3 şartı (Allah Teala‘ya iman, ahirete iman ve salih amel) yerine getirmesi halinde kurtuluşa erdiğini söylemek, şayet bu zümrelerin dışında kalıp da aynı şartları yerine getirenleri kurtuluş şansından mahrum bırakmak anlamında bir “tahsis” içeriyorsa doğru olmamalıdır. Zira şüphe yok ki kurtuluşun şartı Yahudi, Hristiyan… vs. ismini taşımak değil, anılan 3 hususu yerine getirmektir. Öyleyse kurtuluş niçin bu 4 zümreye tahsis edilmiştir?
2.Her iki ayette de kitaplara, peygamberlere, meleklere… imanın zikredilmediği görülüyor. Özellikle ilahî kitaplara (aslî hallerine) ve peygamberlere iman olmadan, onların verdiği haberler temel kılınmadan Allah‘a ve ahirete iman konusunda makbul/sahih çizgi nasıl tutturulacaktır?
Eğer Kitap ve Peygamber‘e gerek olmadan insanların makbul/sahih bir “Allah ve ahiret inancı” oluşturması teorik olarak mümkün ise, Kur’an‘ın Kitap ve Peygamber‘e yaptığı onca vurgu anlamsız kalacak; bunun doğal sonucu olarak da Allah Teala‘ya –haşa– “abesle iştigal” nakisası yöneltilmiş olacaktır!
2.
Sahih bir “Allah ve ahiret inancı“nın, Kitap ve Peygamber inancı olmadan da mümkün olabileceği varsayımının pratiği yoktur! Yahudiler ve Hristiyanlar Kitap ve Peygamber çağrısına muhatap oldukları halde Allah ve ahiret konusunda bir dizi temel sapma yaşamış ve bunları “din” haline getirmişse, Kitap ve Peygamber çağrısından haberdar olmamış kitlelerin makbul/sahih bir “Allah ve ahiret inancı“nı hangi yöntemle keşf edeceği sorusu yabana atılmamalıdır…
Esasen, Kitap ve Peygamber inancı olmadan, 2/el-Bakara, 62 ve 5/el-Mâide, 69. ayetlerinde zikredilen 4 zümrenin kimler olduğunu tesbit etmek de mümkün değildir.
İsbat mı istiyorsunuz?
Sorarım size: Kur’an‘ın “İman edenler” yani “Mü’minler” olarak andığı zümre hangi temel vasfıyla diğerlerinden ayrılır? Bu soruya “Allah‘a ve ahiret gününe iman etmeleriyle” diye mi, yoksa “Kur’an‘a ve Hz. Peygamber (s.a.v)’e iman etmeleriyle” diye mi cevap verilir?
Keza Kur’an‘ın kimlerden “Yahudi” ve “Hristiyan” diye bahsettiği sorusunun doğru cevabı da, inandıklarını söyledikleri Kitap ve Peygamberlerle verilecektir.
Kur’an‘a ve Hz. Peygamber (s.a.v)’e inanmayan bir “mü’min” tasavvur etmek ne kadar mümkün (!) ise, Kur’an‘ı ve Hz. Peygamber (s.a.v)’i red/inkâr ettiği halde kurtuluşa erecek Yahudi, Hristiyan ve Sabii tasavvur etmek de o kadar mümkündür!!
3.Mezkûr ayetlerde kurtuluşa ermenin şartları arasında “Allah’a ve ahiret gününe iman” yanında “salih amel” de zikredilmektedir. “Amel imanın bir parçası mıdır, değil midir” tarzındaki meşhur tartışmaya girmeden soralım: Yahudi ve Hristiyanlar‘ı cennete buyur edenler arasında, temel ibadetlerini aksatan bir mü’minin ebedi olarak cehennemde kalacağını söyleyen kimse var mı? Olmadığına göre bu “şart”ın şartlığının anlamı nedir?
4.Söz konusu iki ayet bağlamında gözden kaçırılan belki de en önemli nokta, biraz yukarıda da işaret edildiği gibi, ilgili ayetlerde anılan 4 zümrenin içinde “iman edenler“in, yani Müslümanlar‘ın da bulunuyor olmasıdır. Bunun anlamı şudur: Peygamberler‘e, meleklere ve kitaplara iman söz konusu olmaksızın, sadece Allah Teala‘ya ve ahirete imanla yetinerek de Müslüman olunabilir!!
Bu çıkarsamanın doğru olmadığı, ayrıca delillendirilmeye ihtiyaç göstermeyecek kadar açık ve bedihidir. Hiçbir aklı başında Müslüman, Kur’an‘a ve Hz. Peygamber (s.a.v)’e iman olmadan “Müslüman” olunabileceğini söylemez, düşünmez. Aksini iddia etmek, Kur’an‘ın yarıdan fazlasını inkâr olur!
5.“İman edenler” kategorisine giren hangi kişi Allah‘a ve ahiret gününe iman etmez? Ya da şöyle soralım: Allah’a ve ahiret gününe iman etmediği halde “iman edenler” kategorisine giren kimse var mıdır?
Bu soru da nereden çıktı demeyin. Zira ayetin orijinal ifadesi, (gramatik tahlillere girmeden, kestirmeden söyleyelim) anılan 4 zümre içinde Allah‘a ve ahiret gününe inanmayanlar da bulunduğunu ihsas etmektedir. Ayetleri meallendirirken bu anlamı ifade etmeye çalışmıştım: “Şüphe yok ki iman edenler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiiler’den her kim …”
Demek ki “İman eden” (mü’min), “Yahudi“, “Hristiyan” ve “Sabii” isimlerini aldıkları halde Allah‘a ve ahiret gününe inanmayan, salih amel de işlemeyen kesim/ler var ki ayet, “bu zümrelerden her kim Allah‘a ve ahiret gününe inanırsa…” diyerek kurtuluşu, bu isimleri alan zümrelerin belli bir kesimine tahsis ediyor… Yahudi ve Hristiyanlar‘a cennet teşrifatçılığı yapanlar işin bu yönüne ne derler acaba?!
Burada “Amentü‘nün diğer maddelerine iman, imanın erkânından/olmazsa olmazlarından değil, kemalindendir” diyerek mugalata yapmanın iddia sahiplerine hiçbir fayda sağlamayacağı, yukarıdan beri söylenenlerden anlaşılmış olmalıdır…
Ebubekir Sifil
Milli Gazete – 8-9 Ekim 2015