(İnsanın bilme yetisi hakkında) vardığımız görüşü, insanın bütün bildiklerini beş gücünden birisiyle algılaması destekler: Birincisi, duyu gücüdür ki, beş kısma ayrılır: Koklamak, tatmak, dokunmak, işitmek ve görmek. Göz, belirli bir yakınlık ve uzaklıktaki renkleri, değişmeleri ve şahısları algılar. Gözün bir mil uzaklıktan algıladığı şey, iki mil uzaktan algıladığından farklı olduğu gibi yirmi kulaç uzaktan algıladığı şey bir mil uzaktan algıladığı şeyden farklıdır. Gözün karşısında durup eli elinin içindeyken algıladığı şey, yirmi arşın öteden algıladığı şey değildir.
Ya da insan mıdır, ağaç mıdır bilmeden, iki mil öteden somut olarak bir şeyi algılamak, onun insan ve belli bir boyda olduğunu bilerek bir mü uzaktan algılamak ya da beyaz veya siyah olduğunu bilerek yirmi arşın öteden algılamak ya da karşısında bulunduğunda onun sürmeli veya mavi gözlü olduğunu bilerek algılamak gibi değildir. Bütün duyular, algıladıkları şeylerde bu tarz bir yakınlık ve uzaklık ilişkisine sahiptir.
el-Bâri (Allah), duyulur bir şey değildir. Başka bir ifadeyle, O’nu bilmek istediğimizde, duyu vasıtasıyla algılanan bir şey değildir. O halde Allah’ı duyu yoluyla öğrenemeyiz.
Bu meyanda hayal gücüne gelince, hayal gücü, sadece duyunun verilerini ya verdiği tarzda ya da bazı duyulurları diğerlerine yükleyerek düşünce gücünün verdiği tarzda zapt eder. İşte, fikir ehlinin Allah’ı bilme yöntemleri burada sona erer. Dolayısıyla bu, onların dilidir, bizim dilimiz değil. Gerçi onların yöntemi de doğru olsa bile, biz o yöntemi kendilerine nispet ediyoruz. Çünkü bu yöntem onlardan aktarılmıştır. Binaenaleyh hayal gücü, her nasıl idrak ederse etsin, duyudan asla ayrılamaz. Hâlbuki bize göre duyunun Allah’a ilişemeyeceği kesin olarak sabittir. Dolayısıyla hayalin O’na ilişmesi geçersizdir.
Allah’ı bilmede müfekkire gücüne gelince, insan her zaman kendi nezdinde bulunan şeyler hakkında düşünebilir. Kendi nezdinde bulunan şeyleri ise duyulardan ve akün ilkelerinden öğrenmiştir. Düşünce gücünün hayal hâzinesinde bu veriler üzerindeki çalışmasından ise bu şeyler ile arasında münasebet bulunan başka bir şey hakkında bilgi gerçekleşir. Allah ile yarattıkları arasında bir münasebet yoktur. O halde, fikir yönünden Allah’ı bilmek mümkün değildir. Bu nedenle âlimler Allah’ın zatı hakkında düşünmekten men edilmiştir.
Akıl kuvvetinin de Allah’ı algılaması mümkün değildir. Çünkü akıl, sadece bedîhi olarak bildiği ya da fikrin verdiği şeyi kabul edebilir. Daha önce, fikir gücünün Allah’ı algılayamayacağı belli olmuştu, dolayısıyla akim fikir yönünden Allah’ı algılaması da geçersizdir. Fakat akıl ol-ması itibarıyla onun sının, kendi nezdinde meydana gelen şeyi akletmek ve zapt etmektir.
Allah akla kendisini bilmeyi ihsan etmiştir. Böylelikle akıl, ihsan edilen bilgiyi fikir gücü bakımından değil, akıl olması bakımından akleder. Bu imkânsız görmediğimiz bir durumdur. Çünkü Allah’ın dilediği kullarına ihsan ettiği bu bilgiyi akıl, kendi başına algılayamaz. Fakat onu kabul edebilir. Dolayısıyla söz konusu bilgiye delil veya kanıt getiremez. Çünkü o bilgi, aklın algıladığı şeylerin ötesindedir.
Sonra, (Allah’a ait) bu zatî niteliklerin ifadesi de mümkün değildir. Çünkü onlar, örnekleme ve kıyasın dışındadır. Binaenaleyh Allah ‘benzeri olmayandır.’ Şu halde bu bilgiden kendisine her hangi bir şey açılmamış her akıl, bu bilginin açıldığı başka bir akla sorar (sormalıdır). Fakat kendisine sorulan bu akıl, o bilgiyi ifade edemez ve ona güç yeti-remez. Bu nedenle Hz. Ebû Bekir ‘idraki idrakten acizlik, idraktir’ demiş. Bu sözün iki yorumu vardır. Anla!
Şu halde Allah’ı düşünce ve teorik araştırma yönünden aklıyla bilmek isteyen, şaşırmıştır. Yapması gereken, Allah’ın bu konuda ihsan edeceği şey için hazırlanmak olmalıdır.
Hatırlama gücüne gelince, bu gücün de Allah’ın bilgisine ulaşması mümkün değildir. Çünkü hatırlama gücü, sadece akim önceden bilip unuttuğu ya da ihmal ettiği şeyi hatırlayabilir. Kendisi, onu bilmez. O halde hatırlama gücü Allah’ın bilgisine ulaşamaz.
İnsanın insan oluşu yönünden ve zatının kendisine verip içinde kendisinin bir tür çabasının bulunması itibarıyla algılayabileceği şeyler bunlardır. Geride, akim Hakkın kendisini bilmekten ihsan edeceği şeyi kabul için hazırlanması kalmıştır. O halde insan, varlığın bilgisi ve O’nun bir ve ibadet edilen olduğundan başka, delil yönünden Allah’ı asla bilemez. Çünkü idrak eden insan, bir şeyi ancak o şeyin benzeri kendisinde bulunduğunda idrak edebilir. İdrak ettiği şeyin benzeri kendisinde yok ise onu asla idrak edemez ve bilemez. Herhangi bir şeyi o şeyin benzeri kendisinde bulunmadan bilemediğine göre, insan ancak kendisine benzer ve aynı şekle sahip bir şeyi bilebilir. Allah ise hiçbir şeye benzemez ve hiçbir şeyde O’nun benzeri bulunmaz. Dolayısıyla Allah, hiçbir zaman bilinemez.
İbn Arabi,Futuhat-ı Mekkiyye,cild:1
Litera Yay. Çev:Ekrem Demirli
0 Yorumlar