Allah bizi bu dünyaya imtihan etmek maksadıyla göndermiştir. Bu imtihan neticesinden kimin daha güzel ameller işleyeceği ortaya çıkacaktır. Bu hayatta devam eden doğum ve ölüm şeklindeki döngünün maksadının bu olduğunu şu ayet-i celile beyan etmektedir: “O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.(Mülk,2) Bu gibi daha nice ayet bu dünyaya imtihan için gönderildiğimizi açıkça ortaya koymaktadır.
Bilenler bilir ki, imtihan edilecek olan kişinin imtihanın yerini, tarihini, zamanını tercih etme gibi bir hakkı yoktur. Bunu belirleyecek olan imtihan eden kişi veya kurumdur. İmtihan edilecek olan kimsenin işi ise vakti saati geldiğinde imtihana girmek ve orada başarılı olmaya gayret etmektir. Bu, imtihan için gönderildiğimiz bu dünyada bizler için de geçerlidir. Yani doğum tarihimizi, ne zaman öleceğimizi, kaç cm. boyunda olacağımızı biz belirleyemiyoruz. Bunlar bizi bu dünyaya imtihan için gönderen Allah-’ın takdir ettiği şeyler. Peki bize düşen şey nedir o halde?
Tam da bu noktada şunu tespit etmiş olalım: Hepimiz yaşadığımız hayattan da bilmekteyiz ki bizle alakalı işler iki kısma ayırılıyor. Birincisi, kendi elimizde olmayarak gerçekleşen işler. Mesela elimizin istemsiz şekilde titremesi, göz kapaklarımızın biz istemesek de kapanması, tırnaklarımızın, saç ve sakallarımızın periyodik olarak büyümesi vs. Bütün bu işler bizlerin tercihiyle olmamaktadır. Hastalanmamız ve vakti zamanı geldiğinde ölmemiz de bu kabildendir.
İkincisi ise, bizzat kendi tercihimizle yaptığımız işler ki benim bu yazıyı kaleme almak için bilgisayarın başına geçip yazmaya başlamam gibi. En başta ben kendi vicdanımda bu işe beni kimsenin zorlamadığını, bizzat kendi irademle bunu yaptığımı çok iyi biliyorum. Hepimiz böyle değil miyiz? Günlük hayatta yaptığımız işlerin hangisini ne olduğunu bilmediğimiz fakat üzerimizde tasallutunu hissettiğimiz bir gücün zorlamasıyla mı yapıyoruz? Aklı başında kim böyle bir iddiada bulunabilir? Hepimiz yemek saatimizi, bir yere gitme programımızı kendimiz belirlemiyor muyuz? Düştüğümüz bir günaha dahi içimizdeki dürtüye, farklı zafiyetlere esir düşerek kendi isteğimizle düşmüyor muyuz? İnsaf ve vicdan taşıyan her kişinin bu sorulara cevaben “evet” diyeceğinde hiç kuşkumuz yok.
Öyleyse, bize böyle bir irade vermiş olduğuna göre Allah’ın bizi bu irade üzerinden imtihan etmesinde şaşılacak var? İmtihana tabi tutulmak için gerekli olan şey bu irade değil midir? Allah $£>, irademizi ortaya koyamadığımız işlerde bizleri imtihan etseydi ve bunun karşılığında cehenneme atacak olsaydı bu soruyu soran kimselerin sorusunda bir makuliyet aranabilirdi. Oysa durumun böyle olmadığı bizzat kendi tanıklığımızla sabittir. Yani içki içme günahına düşmüş hiçbir insan içtiği içkiyi parasıyla satın almadığını, göremediği bir gücün zorla içki şişesini boğazına dayadığını ve böylece bu günaha düştüğünü söyleyemez.
Bu soruyu soran kimselerin ilim ile malum arasındaki münasebeti bildiklerini de ne yazık ki söyleyemeyiz. Şöyle ki, bir şeyi bilmek onun meydana gelmesinde etkili değildir. Mesela bizim olacak bir şeye dair olan bilgimiz zandır; tahminden ibarettir. Bizim ileride olacak bir şeyi önceden tahmin etmemizin o işin vakti saati geldiğinde meydana gelmesine etki etmez. Yani biz bir şeyi önceden tahmin ettiğimiz için o iş olmaz. Bilakis biz, tecrübemizle veya başka bir sebeple o işin olacağını kestirdiğimiz için onu tahmin etmişizdir. Misalen, şoförlükte çök tecrübeli olan yakın bir arkadaşımızla, ilerisinde keskin viraj bulunan bir otoyolun kenarında sohbet ettiğimizi düşünelim. O sırada önümüzden çok süratli giden bir arabanın geçtiğini hayal edelim. Arkadaşımız bize o engin tecrübesiyle “Bu araç bu süratle ilerideki virajı alamaz, şarampole yuvarlanır” dese ve bir zaman sonra gerçekten o aracın söylenen şekilde kaza yapığını görsek ne düşünürüz? Bu kazanın sebebinin tecrübeli şoför olan arkadaşımızın önceden tahmini olduğunu düşünür müyüz? Veya düşünsek bile bu tutarlı bir düşünce olur mu? Elbette olmaz. Zira her insan bilir ki, bu kazaya sebep olan şey o aracı süren şoförün aşırı hız yapması ve dengesiz araç kullanmasıdır. Yani şoför bu kazayı kendi iradesiyle yapmıştır ve kimse onu bu kadar hız yapmaya zorlamamıştır. Bu kaza bizim tecrübeli arkadaşımızın önceden onu tahmin etmesinden dolayı olmamıştır aksine tecrübesinden hareketle bu hızla giden bir aracın o virajı alamayacağını ve kaza edeceğini kestirdiği için arkadaşımız bunu tahmin etmiştir. Kısacası, kazayı meydana getiren şey tahmin değildir, kaza olacağı kestirildiği için tahmin edilmiştir.
Bir başka misal olarak bugünkü takvimleri düşünelim: Takvim yapraklarında filanca gün havaya cemre düşeceği, falan gün gecelerin uzamaya başlayacağı, filan tarihte güneş tutulmasının yaşanacağı şeklinde o yıl içerisinde yaşanacak birçok hadise yazmaktadır. O halde biz, bu hadiselerin yaşanma sebebi takvimde yazılmış olmasıdır diyebilir miyiz? Asla hayır! Bilakis o hadiselerin yazılan tarihte yaşanacağı tahmin edildiği için oraya yazılmıştır yoksa bu olaylar takvimde yazıldığı için vakti saati geldiğinde meydana gelmemektedir.
Aynı şeyi meteoroloji haberleri için de düşünebiliriz. Yağmurun yağma sebebi meteorolojinin önceden verdiği haber değildir, bilakis belli alametler ileride yağmur yağacağını gösterdiği için meteoroloji bunu haber vermektedir. Tüm bunlara biz “ilmin maluma tabi olması” diyoruz. İlim: şöforun kazayı tahmini, takvimi hazırlayanın güneş tutulmasını bilmesi, meteorolojik çalışma yapanın yağmur zamanını tahmin etmesidir. Malum ise vakti geldiğinde bu olayların olmasıdır. İlmin maluma tabi olması ise, malumun ilimden dolayı meydana gelmemiş olması demektir.
Buraya kadar verdiğimiz misaller kullarda bulunan ve sınırlı olan ‘bilgi’ ye dairdi. Hepimizin bildiği üzere biz- deki bilgi sınırlıdır ve zandan öteye geçemez. Allah ’ın ilmi ise mutlaktır, zıttına ihtimal etmeyecek derecede katidir, kesindir. Bu sorunun asıl konusu da bu ‘ilim’dir. Fakat biz meseleyi biraz daha akla yaklaştırmak amacıyla kullarda bulunan ‘ilim’den misal vermek istedik. O misallerde de gördüğümüz üzere bir olayın tahakkuku önceden tahmin edilmesine bağlı değildir bilakis o olayı olduran sebeplerin toplanmasına bağlıdır.
Şimdi, meseleyi Allah-’ın ilmi üzerinden düşündüğümüzde Allah olacak olan her şeyi ezelde bilmiştir. Bu ilim de ezelîdir yani evveli yoktur. Sonradan meydana gelmemiştir. Aynı şekilde bu ilmin de asla yanılma payı yoktur, katidir, kesindir. Buna göre Allah, benim şu an şu odada bilgisayarın başında yazı yazacağımı bilmiştir. Fakat bu konuda da ilim maluma tabidir. Yani ben Cenab-ı Hakk’ın bana verdiği iradeyi şu an; şu saatte yazı yazma yönünde kullandım. Buna göre, ben Allah bunu ezelde böyle bildiği için şu an yazı yazmıyorum bilakis benim şu vakitte tercihimi yazı yazmaktan yana kullandığımı bildiği için Allah bunu ezelde bilmiştir; takdir etmiştir, yazmıştır. Ortada bir cebir; zorlama yok. Olmadığını zaten kendi vicdanımda hissediyorum. Zira hiçbir işimde beni zorlayan bir tasallutu üzerimde hissetmiyorum. Tercihe dayalı her işimi kendi isteğimle yapıyorum. Meselenin Allah ile ilgili olan boyutu, bunu bilmesi ve benim tercihime bağlı olarak dilerse bunu yaratması. Zaten bilemeyeceğini ve yaratamayacağını farz ettiğimiz bir zat ‘ilah/Allah’ olabilir mi? Bu tamamen acziyet göstergesi değil midir? O halde Allah olduğuna göre bilecek ve yaratacak. Yazgının bu şekilde olduğunu ifade etmek için İmam Ebu Hanife ne güzel bir ifade kullanmıştır. Şöyle der İmam:
Allah (olacak olan şeyleri) vasıf ile yazmıştır hüküm ile değil.[77]
Sorumuza dönecek olursak, mesele anlattığımız şekilde kavrandığında Allah-’ın bir insanın Cennet’e veya Cehennem’e gideceğini bilmesi ilahlığının gereği olduğu anlaşılmış olacaktır. Bilmese ilah olamaz. Fakat bu ilim/ bilgi, insanın iradesini ortadan kaldırmıyor ki soruda anlatılan durum meydana gelmiş olsun! Yani Allah ’ın bir insanın iradesini kötü yöne kullanıp kendisini cehenneme götürecek ameller işleyeceğini bilmesi, ona tercih hakkı verip dünyaya göndermesine etki eden bir durum değil ki. Cenab-ı Hak ilahlığı gereği sadece neticeyi biliyor. Günahı ise insan işliyor ve azaba kendi tercihiyle müstehak oluyor. Bunu tercih edeceğini ise Allah önceden biliyor. Meselenin özeti budur. öyleyse, başlıkta yer alan soru Allah-ın ilmi ve takdirinin ne anlama geldiğini bilmemekten akla gelmektedir. Bu meseleyi gerçek yönüyle bilen birisi ise böyle bir soru sormaya ihtiyaç duymayacaktır.
Ömer Faruk Korkma – Sorun Kalmasın,syf:103-108
77.Ebu Hanife, el-Fıkhu’l-Ekber, (Minehu’r-Ravzi’l-Ezher ile..) Da- ru’l-Beşâiri’l-îslâmiyye, 1998, Baskı: I, s. 132.
0 Yorumlar