Af, Mağfiret ve Rahmet Arasındaki Fark
Bizi affet, bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen Mevlâmızsın bizim. Kafir toplumlara karşı da bize yardım et” (Bakara, 286).
……
Af, Mağfiret ve Rahmet Arasındaki Fark
İkinci soru: “Afv”, “mağfiret” ve “rahmet” kelimeleri arasında ne fark vardır?
Cevap: Afv, kuldan cezanın düşmesidir; mağfiret, kulu utandırmak ve rezil-rüsvay etmek azabından koruyarak, onun suçunu örtmektir.
Buna göre kul sanki şöyle demektedir: “Senden afv diliyorum. Beni affettiğin zaman, günahımı ört! Çünkü, kabir azabından halâs olmak, ancak onun peşinden utanç azabından da halâs olunduğunda, kurtulunduğunda hoş olur..”
Birincisi cismanî, ikincisi ise ruhanî bir azâbtır. Kul her ikisinden de kurtulunca, mükâfaat istemeye yönelir.
Bu da iki kısımdır: Cismânî mükâfaat ki bu cennet nimetleri, onun lezzetleri ve oradaki hoş ve güzel şeylerdir. Diğeri ise, ruhanî bir mükâafattır ki bunun da zirvesi, Allah’ın celâl nurlarının o kimseye tecelli etmesi ve, takati nisbetinde Allah’ın kibriyâsının, yüceliğinin o kimseye inkişâf etmesi, zuhur etmesidir. Bu da, o kimsenin Allah’ın dışında bulunan herşeyden sıyrılarak, tamamiyle Allah’ın celâlinin nuruna boğulmasıyla, istiğrakıyla mükmün olur.
Buna göre Cenâb-ı Hakk’ın “Bize merhamet et!” buyruğu cismanî mükâfaatı; O’nun bundan sonra demesi de, “ruhanî mükâfaatı” ve kulun bütün benliğiyle Allah’a yönelmek istediğini gösterir. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın”Sen Mevlâmızsın bizim” buyruğu, o anda bulunan kimselerin (hâzirûn) yaptığı bir hitâbtır. Belki de kelâmcılardan pek çoğu, bu açıklamaları tuhaf görür ve bunların tâat kabilinden söylenilmiş şeyler olduğunu söylerler.
Yemin ederim ki, onlar söyledikleri şeylerde doğru söylemektedirler, zira onların ilimdeki dereceleri budur. “Şüphesiz ki Rabb’in, yolundan sapan kimseleri çok iyi bilenin ta kendisidir. O, hidâyete ulaşmış olan kimseleri de pek İyi bilendir” (Necm, 30).
Cenâb-ı Hakk’ın”Sen Mevlâmızsın bizim” buyruğunda bir başka anlam daha vardır. O da şudur: Bu kelime, kulun son derece huşu ve inkiyâd içinde bulunduğunu; kendisine ulaşan her nimetin sahibinin Allah olduğunu ve elde ettiği her türlü ikramı ve ihsanı O’nun lütfettiğini itiraf ettiğini gösterir. Hiç şüphesiz işte bu sebeple, kullar duâ ederken, Allah’ın lütfü ve ihsanına dair söz ederlerken kendilerinin, ancak Cenâb-ı Hakk’ın tedbiriyle işlerinin tamamlanacağı bir çocuk ve, ancak Mevtasının ıslâhıyla işlerinin yoluna gireceği bir kul durumunda olduklarını; Allahu Teâlâ’nın, gökler ve yerin Kayyûm’u olduğunu, bütün işleri yoluna koyan olduğunu, “Ne güzel Mevlâ, ne güzel yardımcı” (Enam. 40) âyetinde de belirttiği gibi, hakikatte her şeyin müdebbiri (yöneticisi) O olduğunu izhar etmişlerdir.
Bu âyetin bir benzeri de, “Allah, imân edenlerin dostudur” (Bakara, 257); yani, “yardım edenidir”, “Muhakkak ki Allah, onun dostudur” (Tahrim, 4) ve “Bunun sebebi şudur: Çünkü Allah muhakkak ki imân edenlerin dostudur. Kâfirlerinse dostu yoktur” (Muhammed, 11) âyetleridir.
Daha sonra Cenâb-t Hak Kâfir toplumlara karşı da bize yardım et” buyurmuştur. Yani, “Onlarla savaşırken, onlarla hüccetleşirken ve, Hak Teâlâ’nın, “Onu diğer bütün dinlerden üstün kılmak için” (Saf,9)âyetinde de buyurduğu gibi, İslâm devletinin onların devletlerinin üzerine çıkması hususunda, onlara karşı bize yardım et.” demektir.
Muhakkik ulemâdan, “Kâfir toplumlara karşı da bize yardım et” duasından maksadın, “Ruhanî- melekî kuvvetlerle, mâsivâullah’tan başkasına çağıran cismanî güçleri kahretme konusunda Allah’tan yardım istemek olduğunu” söyleyenler de bulunmaktadır. Bakara sûresi bu ifâdelerle sona ermektedir.
Vahidî (r.h), Mukâtil İbn Süleyman’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Hz. Peygamber Miraca çıktığında, ona Bakara sûresinin son âyetleri verilmiştir. Bunun üzerine melekler, “Hiç şüphesiz Allahu Teâlâ”Peygamber “imân etti” diyerek, sana güzel bir övgüyle ikramda bulundu. Binâenaleyh, sen O’ndan iste, ve O’na yalvar yakar..” dediler. Bunun üzerine Cebrail (a.s), Hz. Peygamber’e nasıl duâ edeceğini öğretir.. Hz. Peygamber (s.a.s) de “Ey Rabb’imiz, bağışlamanı dileriz.. Dönüş ancak sanadır” deyince de, Allahu Teâlâ, “Şüphesiz ben sizi bağışladım!” der.
Hz. Peygamber, “Bizi muâhaze etme!., “deyince, Allah(c.c), “Ben sizi muâhaze etmeyeceğim!” buyurur. Hz. Peygamber “Üstümüze ağır bir yük yükleme” deyince Cenâb-ı Hak, “Ben size katı davran m ayacağım” buyurur. Hz. Peygamber (s.a.s), “Takat getiremeyeceğimiz şeyi bize yükleme” deyince, Cenâb-ı Hak, “Bunu size yüklemiyeceğim” buyurur. Hz. Muhammed: “Bizi atfet bizi bağışla ve bize merhamet et” deyince, Allahu Teâlâ da, “Muhakkak ki sizi affettim, sizi bağışladım, size merhamet ettim ve, kâfir toplumlara karşı da size yardım ettim” buyurur.
Bazı rivayetlerde Hz. Muhammed (s.a.s) bu şekilde duâ ederken, meleklerin “Amîn” (= kabul buyur) dedikleri de yer almıştır.
Bu kelimelerin yazarı şu yoksul, fakir, muhtaç kimse de şöyle der: “Ey Allah’ım, ey efendim! Araştırdığım ve yazdığım her şey ile, sadece senin rızanı ve yüce cemâlini gözettim. Eğer isabet ettiysem, senin muvaffak kılmanla isabet etmişimdir. Sen bunları, lütfün ve ihsanınla, bu yoksul ve muhtaç kimseden kabul et!.. Eğer hata ettiysem, ey ısrar edenlerin ısrarının canını asla sıkmadığı ve isteyenlerin isteklerinin de kendisini meşgul etmediği Allahım! Sen lütfü kereminle, benim günahlarımı bağışla…” Bunlar, bu sûrenin tefsiri hakkında söylediğim son sözlerdir. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’adır. Salât ü selâm ise, efendimiz, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s) ile O’nun âline ve ashabına olsun..
Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 6/114-116.