Adil olmak yasaklardan şiddetle kaçınmak demektir. “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (Hûd Sûresi, 112) âyeti adaletin zirvesi olarak kabul edilmiştir. Adil insan gidişatı düzgün, kendisinden hoşnut olunmuş kimse demektir. Adl, “doğru hüküm vermek” ve “her şeye hakkını vermektir”. Bir şey, başka bir şeye denk olduğunda onun dengidir denilir. Adl, “bir şeyin değeri ve karşılığı” anlamında da kullanılır. Bütün bu tanımlar “eşitlik” anlamından gelir. Adl haksızlığın zıddıdır. İbnu’l-Arabî, adl kavramını “benzer” ve “meyil” olarak tanımlar. Meyil istikamete meyletmek olan bir işte, istikametin ta kendisidir. Sözgelimi ağacın dalları birbirine girmiş olsa da, gerçekte eğik ve meyilli oluşlarında doğru ve düzgündür, çünkü onlar adaletin gereği olarak, doğal akışlarına göre yayılmıştır.
Adalet düşünce tarihinde büyük erdemlerden biri olarak kabul görmüştür. Çünkü o, hiçbirinin yerini tutmadan bütün erdemleri içeren bir erdemdir ve bütün erdemlerin mihenk taşı konumundadır. O diğer erdemler gibi bir erdem değil, hepsinin ufku ve diğer erdemlerin birlikte var olmalarının yasasıdır. Örneğin cesaret erdemi adaletle yerine getirilmezse o ya korkaklık, yada gözü karalık; cömertik erdemi ise israf halini alır. İnsanlık, mutluluk, sevgi gibi değerler de adalet olmadan mutlak olarak değer taşımazlar. Çünkü sevgide adaletsiz olmak insanları kayırmak ya da taraflı davranmak anlamlarına geleceğinden adaletsizliktir, insanın hem kendisi hem de diğer insanların mutluluğu konusunda adaletsizlik göstermesi bencillik ve rahat düşkünlüğü olarak ortaya çıkar. Çünkü adaletin yokluğunda değerler değer olmaktan çıkarlar.
Pascal a göre “Ben (ego) kendini her şeyin merkezi yaptığı için adaletsizdir. Kendi dışındakileri köleleştirmek istediği için “ben” düşmandır ve tüm değerlerin tiranı olmak ister. Adalet bu tiranlığın karşıtıdır, dolaysıyla bencilliğin, benmerkezciliğin ya da bunlara teslim olmanın reddidir.” Adalet gerçekte başkasını düşünmenin tek hâli ve sevgiye yakın olanıdır. Aristoteles’e göre, “Adaletin zirvesi “hakkaniyettir. Hakkaniyet sahibi insan adildir. Çünkü o bir yasanın zorunluluğu ve yükümlülüğü dolayısıyla değil, bir değer ve gereklilik olduğu için adaletle davranır. Bu da hakkaniyettir. Çünkü hakkaniyet yazılı yasadan bağımsız olarak ele alınan “Doğru’dur. Adalet erdemlerin en kusursuzudur, ne akşam yıldızı ne de sabah yıldızı böylesine harika bir şeydir.” Kant’a göre “Eğer adalet yok olursa, insanların yeryüzünde yaşıyor olmasının bir değeri yoktur.”
İbn Hazma’a göre adalet, üzerine düşeni vermek, hakkın olanı almaktır. Zulüm ise hakkın olmayanı almak, borcunu vermemektir. Lütufkârlık (kerem) ise sana ait olan bir hakkı gönüllü olarak bir başkasına vermen, yine sana ait olan bir hakkı, geri almaya gücün yettiği halde onu başkasına bağışlamandır. Bu aynı zamanda fazilettir.
Eksiksiz bir adalet, nefis terbiyesi ve her çeşit davranışta hakikate bağlılık ancak kusurları itiraf etmekle gerçekleşir. Yüce Allah’ın bir insan üzerindeki en değerli nimeti, onu, hak ve adaleti gözeten, hakkı seçen ve adaleti seven bir karakterde yaratmasıdır. Adalet, her korkulu olanın sığındığı bir kaledir. Öyle ki, zalim olan olmayan herkes, bir başkasının kendisine kötülük etmek istediğini görünce hemen adalete sığınır, zulmü kötülemeye ve kınamaya başlar. Karakterinde adalet olanlar, bu muhkem kalenin sakinleridir.
Diyarbekirli Mehmed Said Paşa’nın “İnsana Tutulan Ayna” adlı eserinden alıntıdır.
0 Yorumlar