Kültür, maddesi ve biçimi ile, bir toplumun gerçekleştirdiği hayattır. Bu oluşumun iki unsuru vardır, toplumun inanç yapısı ve hayatın maddesi yani malzemeleri. Toplum sahip olduğu inançların belirlediği ölçülerle hayatın malzemelerini kavrar, değerlendirir, sıralar ve belli bir biçimle hayatına katar. Böylece o malzeme kültürel bir olgu haline gelir.
Teknoloji, doğuşu itibariyle kültürün inanç yapısı ile yakından ilgilidir; büyük ölçüde onun tarafından biçimlendirilir, yönlendirilir. Ancak, sonuçları itibariyle teknoloji hayatın maddesindendir; hayat malzemeleri üretir. Bu bakımdan, teknolojik değişmeler hayatın maddesini değiştirirler; bununla birlikte üslûp değişir yani kültür değişir.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur; hayat yani kültür değişir, ama kültürün mukaddesleri, iman yapısı değişmez. Yine ayni imandan doğan değer ve ölçülerle değişen malzemeler kavranır, değerlendirilir, işlevi belirlenir ve kültürün içindeki yerine konulur. Kültürün mukaddesleri dediğimiz, insanın bağlandığı, dünyaya bakışını ve kendi yerini belirleyen inançları ve gerçekleştirmekle yükümlü olduğuna inandığı gaye değerlerdir; bunlar hayatı değiştirirler biçimlendirirler ama kendileri değişmezler. Hayatın maddesinin değişmesi ile değişecek olan, ikincil ve vasıta değerlerdir.
Kültürün ateşli, yaratıcı dönemlerinde kültürel olgular böyle gerçekleşir. Bunu bir iki örnekle açıklayalım: Bizim imanımızın belirlediği temel değerlerden biri, insana saygıdır. Bu temel değerin tezahür ettiği ikincil değerlerden biri misafirperverliktir. Yüz yıl önceki hayatımızda konukseverliğin olağanüstü diri ve çok önemli bir değer olarak yaşadığını görüyoruz. Bunun bir temeli, imanımızın bize emrettiği insana saygı değerine bağlı oluşumuzdur. İkinci temeli, hayatın maddesinin bunu gerektirmesidir. O zamanki şehir, köy ve kasabalarımıza baktığımızda, yolcuların konaklayabilecekleri yer sayısının yok veya çok sınırlı olduğunu görürüz. Tanrı misafiri, kaideten, başka çaresi olmadığı için kapımızı çalan insandır. Hayatın bize sunduğu malzeme budur: yoldan gelmiş, yorgun, belki karnı aç insan. Bizim imanımızın temellendirdiği insana saygı tutumumuz, bu insanı aç ve açıkta bırakamaz; ona, baş üstünde yer göstererek ağırlamaya koyulur. Yolculuk imkânları benzer olan toplumların konukseverlikleri hep ayni değildir; çünkü insana saygıyı temellendiren iman sistemleri farklı farklıdır. (Bu açıklamaları yaparken tiplemeler yaptığımızı ve etkili olan diğer bazı faktörleri dikkate almadığımızı bilmeliyiz. Böylece oluşumun ilkesi daha açık ortaya çıkmakta ve kolay kavranabilmektedir.)
Zamanla ve teknolojik değişmenin katkılarıyle hayatın maddesi değişmiş, ekonomik ve sosyal hareketlilik artmış, konaklama işi önemli bir hizmet sektörü olarak teşekkül etmiştir. Şimdi artık, şehirlere yahut kasabalara giden insanlar kimsenin kapısını çalmak gereğini duymadan, kimseyi rahatsız etmeden konaklama imkânı bulabilmektedirler. Hayatın maddesindeki, malzemelerindeki bu değişme tabii olarak, insana saygı hassasiyeti devam ettiği halde, misafirperverlik değerini ve onun çevresinde oluşan bir takım kültürel olguları daha geri planlara çekmiştir. Ancak köy gibi, konaklama hizmetlerinin ticari bir sektör olarak gelişmediği yörelerde konukseverlik yine benzeri bir dikkat ve hassasiyetle devam etmektedir.
Bu gelişmeler içinde kültürün verdiği insana saygı inancı, başka hayat alanlarında tezahür etmeye ve yeni ikincil değerler yaratmaya başlamıştır. Bunu, yabancılara karşı hoşgörülü ve sıcak davranmaktan, sosyal adalet kavramının yerleşmesine ve vakıf çalışmalarına kadar çeşitli alanlarda görebiliriz.
Kültürün yaratıcılığını kaybettiği soğuma dönemlerinde ise teknolojik değişme ve kültür ilişkilerinin değişik tezahürleri olur. Bir kere, kültür yaratıcılığını kaybetmiş olduğundan kendi teknolojisini üretemez, değiştiremez; yabancı kültürlerde oluşan teknolojik değişmeleri almak zorundadır. Ancak, yabancı kültürlerin ürünü olan teknolojiyi kabullenmekte zorluk çeker. Aldıktan sonra, kendi kültüründeki hayatındaki yerini belirlemede, işlevini düzenlemede zorluk çeker. Bu zorlukların yarattığı çelişkiler kültürün iman yapısını, mukaddeslerini zedeler, zayıflatır. Diğer bir ifade ile değişmemesi gerekenleri değişmeye zorlar. Yani, yaratıcı dönemlerde teknolojik değişmeler daha çok üslûp değişmelerine yol açtığı halde, soğuma dönemlerinde inanç yapısını, bakış, kavrayış biçimlerini de değiştirebilir.
Nevzat Kösoğlu – Türk Kimliği ve Türk Dünyası
0 Yorumlar