Batı düşüncesi, insanı yaşadığımız çağın ruhuna uygun bir biçimde tanımlama veya adlandırma gayretine girişmiştir. Yığın insanı (Ortega y Gasset), organizasyon insanı (William Whyte), dışa dönük, kantitatif insan (Bernard Ronze), teknik insan, ötekine yönelimli insan (W. Miles) (Ellul, 2004: 264) gibi tanımlamalar, referans gösterilen sistemler temelinde esasında insanın yeniden üretimidir. Bu tanımlamalara, tüketen, anı yaşayan, sekülerleşen, gören, gösteren, dikizleyen, sergileyen, ifşa eden gibi anahtar kavramların toplamı ve terkibi olarak teşhir eden insan da eklenebilir.
Sosyal psikolog George Herbert Mead geçmişten bugüne Batı toplumlarında gerçek “ben” ile başkalarının gördüğü “ben” arasında ayrım olduğunu ve bunun bir insanlık durumu olduğunu ifade etmektedir. Çünkü benliğin topluma sunumu, her zaman bir sahneleme faaliyetiyle birlikte gerçekleşir. Bu faaliyette oyuncu olan insan, diğerlerine bir yüz ya da cephe gösterirken, benliğin önemli bir kısmını ise kendine saklamaktadır(Rojek, 2003:13-14). Zira yaşadığımız çağda bu denge, yüz ve cephe lehine sürekli genişlemiş, fotoğraf makinesi ve sonrasında kameranın icadıyla da, sahnelemenin dur durak bilmez mecralarına ve maceralarına yelken açmıştır. Bu teknik geliş, meyle birlikte toplumlar, büyük oranda kültür değişmelerine sahne olmuş ve bu süreç, sosyolojik imgeleme yön veren bilimsel bir sermayeye dönüşmüştür.
John Berger, 1839 yılında kamera icat edildiği sıralarda Au- gust Comte’un Pozitif Felsefeye Giriş kitabını tamamlamak üzere olduğundan bahseder, öyle ki pozitivizm ile kameranın birlikte büyümesi, bilim adamları ve uzmanlar tarafından kaydedilen, gözlemlenebilir ve sayılabilir gerçekliklerin epistemik iktidarını başlatmıştır. Ayrıca doğayı ve toplumu denetleme düşüncesi ve inancı da, pozitivizm ve kamera iş- birliğiyle beraber giderek güçlenmiştir (Robins, 2013: 251- 252). Kaldı ki “pozitivistlere göre dünyayla, dünyanın doğası ve içeriğiyle ilgili ‘doğruları’ anlamada fotoğraf ayrıcalıklı bir amaç demekti. Dünyayla ilgili görsel bilgiler hiç kuşkusuz, uygulamada dünyayı kullanma ve dünyadan yararlanma projesiyle de yakından bağlantılıydı. Bu açıdan kamera, iktidar ve denetim aracıydı” (Robins, 2013: 252).
Sosyoloji literatüründe teşhir toplumu (society of exhibition) olarak adlandırılan, sınırları ve kapsamı belirlenmiş ve herhangi bir sosyal teoriyle temellendirilen bir çalışma konusu veya alanı bulunmamaktadır. Yabancı literatürde yer alan, çoğunlukla psikoloji ve psikiyatrinin cinsel sapkın davranış, cinsel suçlar ekseninde yaptığı çalışmalar ve araştırmalar, teşhirciliği sadece klinik psikoloji düzeyine indirgemiştir. Gerek teşhir konusunun cinsellikle sınırlı kalması, gerekse toplumla etkileşiminin ve toplumsal etkilerinin sosyolojik düşüncenin referanslarından hareketle bir muhayyileye dönüştürüleme- mesi, teşhircilik konusunda bütünsel bir okuma yapılmasını engellemiştir. Zira teşhircilik, sadece genital exhibitionı kapsamamakla birlikte neredeyse gündelik yaşamın tum bölmelerinde görülen pratiklerdir. Bu anlamda teşhir, bir kişinin sadece bir yönünün sapkınca ya da kriminal vaka oluştururcası- na sergilediği bir eylem olarak değil, aksine bir toplumu oluşturan çok sayıda üyenin din, ekonomi, siyaset, kültür, sağlık gibi toplumsal kuramlarıyla; tüketim, giyinme, moda, ibadet, diyet, estetik, protesto, seçmen davranışı, internet kullanımı, sosyal medya gibi birçok eylemleriyle; ev, araba, eş, arkadaş, sınıf, statü, meslek gibi sahip veya ait olunan tüm nesne ya da sosyal rolleriyle büsbütün bir toplumdur.
Teşhir toplumuna yönelik her ne kadar müstakil bir çalışma alanı olmasa da teşhir toplumunun yapı taşlarını oluşturan birçok teorik izlek mevcuttur, özellikle sosyolojinin postmo- dern düşünürleri içerisinde, teşhir toplumunu inşa edebilecek pek çok teorik malzeme bulunmaktadır. Ayrıca teşhir toplumu kavramsallaştırmasının soy kütüğünde modern döneme yani sosyolojinin bir disiplin olarak ortaya çıktığı dönemlere kadar uzanan köklere de rastlanılmaktadır. Dolayısıyla yüz yılı aşkındır süregelen sosyolojik düşünce geleneğinden beslenerek ve çağımızın yeni insanlık durumlarını analiz ederek teşhir toplumunun teorik inşası gerçekleştirilebilir. Kuşkusuz bu çalışma kapsamında teşhir toplumu ile doğrudan bağlamı olan tüm teorilere ve yaklaşımlara yer vermek mümkün değildir. Bu nedenle bu çalışmada teşhir toplumu iddiasına ilham veren teorilere, düşüncelere ve yaklaşımlara ayrıca yer verilmektedir. Bu bağlamda Thorstein Veblen’in aylık sınıfın teorisine ve gösterişçi tüketim kavramına; Jean Baudrillard’ın tüketim toplumu, look, simülakr ve simülasyon kavramlarına; Guy Debord’un gösteri toplumu teorisine, Byung-Chul Han’ın şeffaflık toplumu, dijitalpanoptikon söylemine; Jacqu- es Ellul’ün sözün düşüşü, imajların yükselişi retoriğine, Erving Goffman’ın benliğin sunumu ve vitrin kavramlarına ve kitabın alt başlığında da kullanılan Zygmunt Bauman’ın sinoptikon ve ayrıca akışkanlık kavramına, çalışmanın sınırları içerisinde yer verilecek ve bu kavramlar teşhir toplumu bağlamında örneklendirilecektir. Bu sosyal bilimcilerin burada ifade edilenlerin dışında başka kavramları ve retorikleri de, bağlamları temellendirildiğinde teşhir toplumu için elbette bir dayanak sağlayabilir. Ayrıca bu isimlere pek çok isim daha eklenebilir: Michel Foucault, Manuel Castells, Georg Simmel, Richard Sennett, John Berger, Werner Sombart vd. Ancak çalışmanın sınırları içerisinde bu mümkün olmadığı için, bu isimlerin kavram ve teorilerinin yer alabileceği daha kapsamlı bir çalışma da pekâlâ düşünülebilir.
Teşhir toplumunun ilk izleği Baudrillard’ın “gerçeklik, gösterge, look, tüketim, simulakr ve simülasyon” kavramlarında aranabilir. Baudrillard’a (2008:89) göre modern gösterge, doğalın yerini alabildiği yani doğalın simülakrı olabildiği ölçüde bir değere sahip olabilmektedir (Baudrillard, 2008:89). Simu- lakrlar, gerçekliklerin yerine geçebilen, hatta bir süre sonra gerçeklik atfedilebilen bir nitelik kazanmaktadır. Kaldı ki bir müddet sonra gerçekliğin kendisine dahi ihtiyaç duyulmayan bir simülasyonlar dünyası kurulabilmektedir. Hipergerçek ya da simülasyon bir köken yahut gerçeklikten yoksun gerçeğin modeller aracılığıyla türetilmesiyle var olmaktadır (Baudrillard, 2011: 14). Teşhir toplumunun üyeleri ise bir yönüyle hipergerçekliklerin ürettiği mekânlarda gerçeklik arayışında olan bireylerdir.
Baudrillard’a göre çağımızın temel hastalığı, gerçeğin üretimi ve yeniden üretimi denilen şeydir (2011:44). “Göstergenin en yüce işlevinin gerçekliği oradan kaldırmak ve aynı zamanda bu kayboluşu perdelemek olduğu bir dünyada” (1998: 16) yaşadığımızı belirten Baudrillard, insanların esasında kendi görünümünü (look) aradığını ifade eder. Bu arayış, tarihsel ve kültürel geleneğin temel anlayışlarından birini oluşturan be- den-ruh dengesini olabildiğince tersine çevirmiştir. Baudrillard’a göre geçmiş dönemlerde ruh, bedeni sarmalamaktaydı. Günümüzde ise beden, ruhu sarmalamaktadır. Fakat ruhun bu şekilde sarmalanması sadece çıplaklığın ve arzunun patlaması olarak ten değil, prestij giysisi, gösterge ve moda gönder- gesi olarak sunulan tendir (2004: 165). Look, prestij giysilerinde ve moda göstergelerinde kendi görünümünü aramanın gayretidir aslında. Tüketim ise birçok sosyal ve ekonomik bağlamının yanı sıra bir şekliyle de kendi görünümlerinin, dolayısıyla gerçekliklerinin izhar edilmesinin çabasıdır.
Moda ve görünüş terimleriyle söylenirse, aranan şey güzellik ya da cazibe değil artık; look [görünüm]… Her kişi kendi görünümünü arıyor. Kendi varoluşunu ileri sürmek artık olanaklı olmadığından ne var olmayı ne de bakılıyor olmayı dert etmeksizin boy göstermekten başka yapılacak bir şey kalmıyor geriye. Varım, buradayım değil; görülüyorum, bir imajım; bak bana, bak! Narsisizm bile değil bu; sığ bir dı- şadönüklük, herkesin kendi görünüşünün menajeri haline geldiği bir tür reklamcı saflığı… Look, şimdiden moda olmaktan çıkmış, modayı aşmış bir biçimdir. Artık bir fark mantığına bile gönderme yapmaz bu, bir farklılıklar oyunu değildir, farklılığa inanmaksızın farklılık süsü verir. Farksızlıktır bu. Kendi olmak, geçici ve yarını olmayan bir başarıdır (Baudrillard, 1995: 30).
Teşhir toplumu inşasında ikinci durağı, Thorstein Veblen ve onun aylak sınıfı ile gösterişçi tüketimi oluşturmaktadır. Veblen, aylak sınıfını ele aldığı kitabında, nesnelerin, eşyaların akla gelen ilk işlevlerinin dışında, gösterişçi tüketimi sübvan- se eden ve sosyal statü üretimini önceleyen işlevlerini ortaya çıkarmıştır (Veblen, 1995). Veblen, egemenlik altına alınmış sınıfların asıl görevlerinin üretmek ya da çalışmak olduğunu, ancak aylaklık yapılmasına müsaade edildiği zamanlarda da bu zamanı, sahip olduğu statüyü ya da yaşam standartlarını herkese sergileyerek adeta fırsata dönüştürdüklerini ifade eder (Baudrillard, 2009: 3). Veblen’deki aylaklık, tembellik, dinginlik ya da asudeliği ifade etmez. Aylak, zamanı üretken olarak kullanmayandır. Kaldı ki aylaklar için zaman, üretken çalışmanın değersiz olduğu duygusundan dolayı ve maddiolarak işsiz bir hayatı tedarik edebilecek güçte olunduğunu sergilemek için» üretken olmayan bir biçimde harcanmaktadır (Veblen, 1995: 53). Giyime, diyete, güzelliğe, makyaja, potlaçlara, kokteyllere, evcil hayvan bakımlarına, yemeğe ve yüksek statü göstergesi olan tüm etkinliklere ve gündelik yaşam pratiklerine bolca zaman ayıran sınıftır aylak sınıfı. Ayrıca aylaklık, tümüyle aristokrat ya da burjuva sınıfına özgü bir durum da değildir. Aylaklık, Veblen’in uyarladığı görece bir hiyerarşiyle, diğer sınıfları da içerisine alabilir.
Kültürel değişim zemininde düşünüldüğünde, aylak sınıfının ortaya çıkışı ile mülkiyetin başlangıcının eş zamanlı olduğu söylenebilir. Çünkü bu sınıf, çalışmayı ihmal etmekle değil bizatihi mülkiyetin üretimiyle ortaya çıkmıştır (Veblen, 1995: 40). Gösterişçi tüketim davranışı, mülkiyetin üretimiyle daha fazla yaygınlık kazanmıştır. İnsanın doğal ihtiyaçları, bir vitrin ya da gösteriş seremonisiyle sergilenmektedir. Teşhir edilmeye endeksli giyim, yiyecek, ev ve diğer tüketim eşyaları, statü hiyerarşisinin muzaffer hâkimiyetine dönüşmektedir. Veblen’in de kitabında geniş bir yer ayırdığı kadınlar, bu gösterişçi tüketimin gönüllü kulları olmayı üstlenmiştir. Çünkü Veblen e (1995) göre kadınların gösterişli giysilere sahip olmasının nedeni sadece güzel görünmesini sağlamak değil, bu ihtişamlı giysiler aracılığıyla efendisinin/erkeğinin sahip olduğu toplumsal iktidarı, statüyü ya da ayrıcalığı da sergilemesidir.
Teşhir toplumunun köken arayışında diğer bir durak Guy Debord ve onun gösteri toplumudur. Debord’a göre modern üretim koşullarının hâkim olduğu toplumlarda yaşam, her şeyin yerini temsillere bırakarak adeta gösteriler cennetine dönüşmüştür (2006: 35). Debord gösteriyi, kendi bütünselliği içerisinde mevcut üretim biçiminin hem sonucu hem de tasarısı olarak betimlemekte, böylelikle gösterinin bir eklenti ya da bu eklentiye ilave edilen bir süs olmadığını, gerçek toplumun gerçek dişiliğinin can alıcı noktası olduğunu vurgulamaktadır (2006: 37). Yine Debord’a göre günümüzde üretilen nesnelerin kaçınılmaz süsü olarak gösteri, “sistemin rasyonelliğinin genel açıklaması olarak sayıları giderek artan imaj-nesnelerini doğrudan doğruya biçimlendiren ileri bir iktisadi sektör olarak güncel toplumun esas üretimidir” (Debord, 2006: 40).
Gösteriyi görme kategorilerinin hâkimiyetinde bulunan bir etkinlik anlayışı olarak değerlendiren Debord, aynı zamanda gösteriyi Batılı felsefe projesinin tüm zayıflığının mirasçısı olarak da nitelendirmektedir (2006: 41). Bu proje, bugünün toplamlarının tümüne sirayet etmiş ve bir sistem olarak toplumun temel taşlarını yerinden oynatmıştır. Toplumlar, kültürden eylemlere kadar bütün sosyal araçlarıyla, birbirine benzeyen insanlar kalabalığı formunu almıştır. Debord’un da (2006: 37) tespitiyle gösteri, gerek enformasyon veya propagandanın, gerekse de reklam veya doğrudan eğlence tüketiminin bütün özel biçimleriyle, toplumsal olarak hâkim olan yaşamın mevcut modelini oluşturmaktadır.
Kendini tartışılmaz ve erişilmez bir olumluluk paradigması üzerine kuran gösterinin temel mottosu şudur: “görünen şey iyidir, iyi olan şey görünür” (Debord, 2006: 39). Görünmeyi, kendinden menkul bir ahlaka bürüyen gösterinin totolojik karakteri, araçları amaç haline getiren basit bir olgu üzerine kuruludur (Debord, 2006: 39). Böylelikle gösteri, sadece bir imajlar toplamı olarak değil kişiler arasında kurulu ve imajların kurgusallığıyla gelişen bir toplumsal ilişki biçimi (Debord, 2006: 36) olarak tesis edilir.
Teşhir toplumu kurgusunda Erving Goffman ve onun performans ile vitrin kavramları da önem arz etmektedir. Goffman, yaşadığımız çağda gerçek benlik ile sunumu yapılan benlik arasında bir tutarsızlık olduğunu, ayrıca insanların idealize ettiği ya da sahip olmayı arzu ettiği benliğin gösteriler üzerinden inşa edilmeye çalışıldığını belirtir. Benlik artık teşhir edilen ve teşhir edildikçe gerçekliğinden ya da otantisitesin- den (sahihlik) farklılaşarak kamuya arz edilmiş yeni benliklere dönüşmektedir. Goffman (2016: 33) benliğin kâr amacı güden bu sunumunun, gündelik yaşamda birtakım araçlarla gerçekleştirildiğini belirtir. Bu araçları belirli kavramsallaştır- malarla ya da metaforlarla ifaden eden Goffman, iki kavramı ön plana çıkartır: performans ve vitrin.
Goffman performans kavramını, “bir kimsenin belirli bir gözlemci kümesi önünde sürekli bulunduğu bir süre boyunca gerçekleştirdiği ve gözlemciler üzerinde biraz da olsa etkisi olan tüm faaliyetleri anlatmak için” kullanmaktadır (2016: 33). Müzikolojide ve teatral eylemler için de kullanılan bir terim olan performans, gündelik yaşamın görülmeye ve gösterilmeye değer bütün pratiklerinde kullanılmaya başlanmıştır. Esasında performans, göstericilerin sergilediği ve izleyenler üzerinde bir etki oluşturmak için gösterilen çabadır. Ayrıca performans, vitrine çıkabilmek için ifşa edilmesi gereken bir zorunluluktur.
Goffman vitrin kavramım ise, “kişinin performansının, gözlemcilere durumu tanımlamak için genel ve değişmez bir şekilde işleyen kısmı’nın (2016: 33) sahnelenmesi olarak tasvir etmektedir. Yaşadığımız çağ, dünyanın bir sahne olduğu varsayımım olabildiğince içselleştirmiştir. Sokaklar, caddeler, evler, odalar, ekranlar, dijital platformlar bir sahne gibi telakki edilmeye başlanmıştır. Sahnelerden kaçabilecek bir mekân bulmak kuşkusuz oldukça zordur. Kaldı ki insanların sahne arkasında olmak gibi bir düşüncesi de yoktur. Hatta sahne arkasında olmak, bir korkuya dönüşmüştür, çünkü insanlar, hayatı bir sahne, içinde bulunulan tüm mekânları ise bir podyum gerçekliğiyle yaşamaktadır artık.
Goffman, vitrin kavramının bir cüzü olarak kişisel vitrin kavramını öne çıkarmaktadır. Kişisel vitrin, Goffman’ın yine bir kavram olarak metaforlaştırdığı, ifade araçlarının görselliğini betimlemek için kullandığı seti, kişinin gittiği her yerde kendine has durumuyla sergilemesidir. Kişisel vitrin; cinsiyet, yaş, ırksal özellikler, boy ve görünüş, duruş şekli, konuşma kalıpları, yüz ifadeleri ve vücut dili gibi parçalardan oluşmaktadır (Goffman, 2016:34-35). Dolayısıyla kişisel vitrin, kişinin sahip ya da ait olduğu biyolojik, sosyal ve kültürel niteliklerinin bedende veya benlikte gösterime girmesidir.
Teşhir toplumu düşüncesinin ortaya çıkışında, çalışmada önemli görülmesi hasebiyle sıkça bahsedilen, Jacques Ellul ve onun sözün düşüşü ve imajların yükselişi söylemleri de önemli bir yere sahiptir. Modern dönem hakikati gerçekliğe indirgeyerek hakikat ile gerçekliği birbirine eşitlemiştir (Sözen, 1997: 78). Jacques Ellul, Sözün Düşüşü adlı kitabında gerçeklik ile hakikati farklı ontolojik zeminlerde ele alır. Gerçekliği, göze ve görme duyusuna; hakikati ise kulağa ve işitme duyusuna bağlayan Ellul, göze gelen şeyin imaj, kulağa gelen şeyin ise söz olduğunu belirtir. Öyleyse çağımız göz ile gerçekliği inşa etme telaşında olan bir imaj çağıdır (Ellul, 2004: 55). Esasında Ellul’ün görme ve işitme üzerinden kurguladığı bu diyalojik ilişki, aynı zamanda modern veya postmodern düşüncenin gerçeklik ve hakikat eksenli giriştiği epistemolojik tartışmalardan da beslenmektedir. Zira bu kadim tartışmada teşhir toplumu, kökenini hakikatte değil gerçeklikte bulur. Çünkü hakikat, bir yönüyle varlığı metafizik boyutlarıyla ele almaktır. Hakikatin görünür olma gibi bir kaygısı olmamıştır. Ancak gerçeklik, kendini ispat etme ihtiyacı duyar, bu onun ontolojik zorunluluğudur. Başka bir deyişle teşhir toplumu, gerçeklikte ve hatta Baudrillard’ın kavramsallaştırmasıyla gerçekliğin yerini dolduran hipergerçeklikte mevzilenir.
Ellul’e göre “görülen şey, inşa edilen şeydir” (2004: 36). Manzaraya yönelimli olan toplum her şeyi manzaraya, görüntüye dönüştürerek bu sayede her şeyi kaskatı hale getirir. Görselleştirme araçlarıyla ve görselleştirme görevi için oluşturulan bu toplumda her şey, görselleştirmeye tabi tutulur ve onun dışında hiçbir şeyin anlamı yoktur (Ellul, 2004:156). Görülerek veya gösterilerek inşa edilen varoluş, pozitivist düşünceyi modern bilimlerin tasarrufundan ahr ve tahsilli olandan cahil olana, burjuva sınıfından proletaryaya, dindar olandan dindar olmayana, gencinden yaşlısına, kadınından erkeğine, kısacası yediden yetmişine toplumun her üyesine bir kültür olarak yerleşir. Görülene/gösterilene atfedilen bu kutsallıkla beraber mahremiyet, hikmet, aşk, bereket, kanaat, irfan, edep, saygı, ahlak ve sayılabilir olmayan diğer tüm kültürün ve inancın temel dinamikleri, istatiksel bir gerçeklikle yok sayılır. Teşhir toplumu, bu görülemeyen/gösterilemeyen dinamikler olma- dığmda/görmezden gelindiğinde/varlığma inanılmadığında, iktidarını ilan eder. Sayılabilir olmayanları göstermek kay- dıyla bu dinamiklere sahip olduğunu iddia edenler, aslında hakikati değil, fantasmalarını teşhir etmektedir.
Son olarak günümüzde kitapları ve ele aldığı meselelerle dikkat çeken Byung-Chul Han ve onun şeffaflık toplumu kavram- sallaştırmasına değinmek gerekir (Han, 2017). Şeffaflık modem toplumun işlevsel bir söylemine dönüşmüştür. Objektif olma, adil olma, eşitlikçi olma, demokrat olma gibi olumlama sözcükleriyle birlikte kullanılan şeffaflık, esasında bir kontrol ve altına alma teşebbüsüdür. Han’a göre şeffaflık toplumu, bir güven toplumu değil bir kontrol toplumudur (2017: 11). Çünkü güvenin tesis edildiği toplum, tüm sermayelerin vitrinde olduğu veya ifşa edildiği bir toplum olmamıştır. Bireyin, kurumların ve tüm örgütlü yapıların sosyal bağlamlarını halka arz etmek, güveni oluşturmanın aksine teşhiri dolaşıma sokar. Zira güven, varlığını ifşaya veya gözetlemeye borçlu değildir. Gündelik yaşamda toplumsal bir değere karşılık gelen güven» bireye, kuruma veya herhangi bir tüzel kişiliğe yönelik inanmaları da oluşturur. Çan’a (2015: 17) göre güven, toplumsal ilişkilerin temelinde bulunan temel bir rezerv, sosyal ilişkileri düzenleyen belirleyici bir güç, bireyler arasındaki yazılı olmayan bir sözleşmedir.
Modern toplumlarda, açık olma ya da gizli işlerin içerisinde olmama anlamlarıyla bir tür güven telkin etme işlevini pazarlayan şeffaflık, esasında sırrın ifşasını, mahremiyetin teşhirini, özel yaşamın kamuya açılmasını tesis etmektedir. Han’ın da belirttiği üzere “şeffaflık (transparan), aşkınlığa (transandantal) karşıttır” (2017: 26). Çünkü aşkın olma; derinliği, metafiziği, aklı, sözü, düşünceyi, varoluşu ve hakikat arayışını uhdesinde taşır. Ancak şeffaf olma; gözü, görmeyi, göstermeyi, fiziği, hazzı ve ifşayı ilke olarak içselleştirir. Han, kapitalist ekonominin şeffaflaştırma ve ifşa tutkusunu körüklediğini belirtir. Zira “kapitalist ekonomi her şeyi sergilenme mecburiyetine tabi kılar. Sadece sergilemeye yarayan sahnelemedir değer yaratan, şeylerin her türlü kendine özgülüğü feda edilmiştir. Şeyler, karanlığın içinde değil aşırı ışık altında ortadan kaybolmaktadır” (Han, 2017: 28).
Şeffaflık insanı camlaştırır. Görsel teknoloji, bu camlaştırma faaliyetinin değirmenine sürekli su taşımaktadır. İnsanlar kendini ne kadar çok camda veya ekranda gösterirse, kontrol ve denetime de bir o kadar açık hale gelmektedir. Örneğin bu yönüyle sosyal medya, giderek toplumu disiplin altına alan ve sömüren dijital panoptikonlara dönüşmüştür (Han, 2017: 12). Aslında bu gözetleme tarzı, yukarıda ifade edildiği gibi, panoptikondan, Bauman’ın dikkat çektiği, sinoptikon ve omniptikon tarzı bir gözetlemeye doğru evrilmiştir. Bauman’a (2017: 135) göre azınlığın çoğunluğu gözetlediği panoptikon tarzı bir gözetlemeden, rollerin değişmesiyle, çoğunluğun azınlığı gözetlediği sinoptikon tarzı bir gözetlemeye geçiş yaşanmıştır. Gözaltına almanın, gözaltında tutmanın temel ilke olduğu panoptikondan, disiplin sağlayıcı işlevi aynen koruyan seyirlik gösterilere yani sinoptikona geçişte insanlar, baskı ve zorlamayla değil ikna ve baştan çıkarma yoluyla standartlara riayet ettirilmektedir. Boyun eğme dışarıdan gelen zorlayıcı bir güç aracılığıyla değil, özgür iradenin bir tezahürü gibi, bir şenlik gibi sunulmaktadır.
Teşhir toplumu, olumlama retoriği üzerinden tesis edilir. Olumluluk sıfatını kendine peçe edinen toplumun genel yargısı like (beğenmek) olarak tecelli etmektedir. Facebook’un dislike (beğenmeme) seçeneğini sunmaması da, olumlamanın görmezden geldiği bir sürekliliği ifade etmektedir (Han, 2017: 23). Teşhir toplumunu çepeçevre kuşatan şeffaflık tutkusuna karşı Han, mesafe tutkusunu hayata geçirmeyi öğrenmemizi tavsiye eder. Çünkü mesafe ve utanç; doğası gereği sermayenin, enformasyonun ve iletişimin hızlandırılmış dolaşımına dâhil edilemez. Sermaye, enformasyon ve iletişimin oluşturduğu bu dolaşım, insanın çekilebileceği mahrem alanların şeffaflık adına ortadan kaldırılmasına neden olmuştur (2017: 18). Bu şeffaflık ya da teşhir tutkusu, bir yöntem olarak mesafe ve utanç ilkeleriyle karşılanmadığında, dolaşımın bu alanları ışıklandırılır ve tüketilir. Böylelikle dünya, daha utanmasız, daha çıplak bir hal alır (Han, 2017: 18).
Bugünün toplumlarında teşhir, adeta sosyal bir eyleme dönüşmüştür. Gündelik yaşamda teşhir eylemi, tüketilen nesnelerin gösterişçiliği, bedenin vitrin düzeninde sergilenimi, her türlü modanın popülerliği, televizyon programlarının şöhret avcılıkları, internet ve sosyal medyanın teşhir mekânlarına dönüşmesi gibi birçok alanda kendini göstermektedir. Bundan dolayı teşhir toplumu kurgusunu örneklendirmek amacıyla ilerleyen başlıklarda, gündelik yaşamda karşılaşılan teşhir alanları ve bu alanlardaki toplumsal ilişkiler ve örün- tüler ele alınarak teşhir toplumunun sakinlerine yönelik çözümlemelerde bulunulmaktadır. Böylelikle tüketim, beden, moda, televizyon, şöhret, internet ve sosyal medya konulan bu bağlamda değerlendirilmiştir.
İslam Can – Teşhir Toplumu,syf:65-76
0 Yorumlar