Türkçemizde “şeriatın kestiği parmak acımaz” diye bir söz var. El kesme cezasının hırsızlık karşısında uygulanan bir had olduğunu biliyoruz. Yine biliyoruz ki Osmanlı tarihi boyunca 600 yılı aşkın bir fıkhî tatbikatta recm ve el kesme cezalarının pek ender uygulandığı, çünkü tevbenin cezayı ıskat etmesi ilkesine/ “şüpheler sebebiyle hadleri düşürün” gibi hadislere uymanın bu dönemlerde dikkate alındığı kitaplarda yazılıdır. Beni asıl düşündüren “atasözü” nün, niçin “şeriatın kestiği el acımaz” olarak değil de “şeriatın kestiği parmak acımaz” ibaresiyle şekillendiğidir. Yoksa ceddimiz el kesmeyi pek uygulamadığı yetmezmiş gibi, uygulandığı kadarını da “parmak kesmeğe” mi indirgemiş? Tetkike değer.
Geleneksel toplumlarda hukukî normlar, o toplumu oluşturan insanların tabiatı uyarınca yeniden biçimlendiği gibi, iklim, beslenme şartları ve başka kavimlerle ilişkiler sebebiyle içine düşülen zaruretlere cevap vermeyi gözardı etmeksizin oluşur. Geleneksel toplumlarda hukuk düzenini gerektirecek temel motif “din” muhafaza edilerek, hayat içînde bir esneklik ve seyyaliyat sağlanabilir. Bu yüzden “şeriat” bir bakıma bütün topluluğun içten içe katıldığı, hatta onu kendi içinde bulduğu bir yapıya kavuşur. Bu yüzden şeriatın kestiği parmağın acımayacağına, çünkü bunun bir bakıma tedavi olduğuna inanılmıştır.
Toplumun geleneksel yapısı bozulduktan sonra yani inanç ve bu inancın gerekli kıldığı yapılar sarsıldıktan, insan ilişkileri temel dinî motiflere uyularak düzenlenmekten uzaklaşıldıktan sonra hâlâ geleneksel hukuk normlarının uygulanması toplumlarda zulmü doğurmaya başlamıştır. Çünkü bu şartlarda toplumun işleyen tarafı ile bu işleyişi mümkün kılan tarafı arasında bir kopukluk doğmuştur. Böyle bir kopukluk hukuk alanında bir keyifliği de ister istemez getirebilmiştir. Zira yasaları anlamak ve onlara uymak bir bilmece haline gelmiş sayılır. Gücü elinde bulunduran, fiilî hakimiyetine mesnet olacak hukukî mazeretleri geleneksel normlardan rahatlıkta çıkarabildiği gibi, güçsüz olan, geleneksel normların (artık akıl dışı hale gelmiş) yaptırımları altında ezilebilir.
Bu karmaşıklığı gidermek için modern hukuk anlayışlarına geçilmiş veya demokratik temayüllerin tesciline başlanmıştır. Modern toplumların şeriatleri artık “din” kaynaklı değil, “akıl” kaynaklıdır ve bazı insanların isimlerini taşır “Code Napoleon” gibi. Aradaki zaman farkına ve getirdikleri kuralların kendilerine seçtikleri konular arasındaki uzaklığa rağmen “Napolyon kanunu” ile Cengiz yasasını” aynı ruh içinde görebiliriz.
Modern toplum artık geleneksel hukuk normlarına hiç yüz vermiyor. Fakat gariptir ki, insanların yine kolu, eli, kellesi kopuyor. ‘İş kazaları” diyoruz bunlara. Acaba kadılarin verdikleri parmak kesme, kol kesme, kelle koparma hükümlerinin sayısını modern endüstriye geçildikten sonra iş kazalarında kopan kafalar, bacaklar ve kollarla oranlarsak ağırlık hangi tarafta kalır dersiniz?
Geleneksel hukuk normlarına dönme heveslerinin dünyada zaman zaman kabardığı bir gerçek. İlk bakışta bunun clumlu olduğu söylenebilir. Ama yanlıştır. Çünkü dönülmesi gereken geleneksel hukuk normlarını ortaya çıkaran dayanak, yani inançtır. Bu inançla birlikte yaşama biçiminin yeniden canlanması, hayat bulması gereklidir. İnsan ilişkilerinin, üretimin, tüketimin, felsefî yaklaşımın “modern” kaldığı ortamda, suni bir “geleneksel hukuk aşısı” uygulamak, zulümden başka bir sonuç doğurmaz. Bu şeriatin başka bir şeraite “monte” edilebileğini düşünmek saçmadır. Şeriatin kestiği parmağın acımaması için o parmağın zaten önceden de şeriate ait olması gereklidir. Her insanın faydayı beklediği yapı da, zarar gördüğü yapı da “kendinin” olmalıdır”.
İsmet Özel, Zor Zamanda Konuşmak
0 Yorumlar