Nefsini bilen Rabb’ini bilir.
İnsanın asıl özü, melektir ve emr âlemlerinden kaynaklanmaktadır.“ Insanın özü, dogru bir şekilde kendisine yöneldigînde imanı huzurla (es-sekîne) dolacaktır.” Taşan ilâhi huzur, art arda Allah’ı zikretmekle sükun buluncaya, ilâhî bilgiye uygun bir yaşantı sürünceye ve meleküt âleminin üst mertebelerine yükselinceye kadar insanın, özüne yayılacaktır. Kur’ân-ı Kerim nefsin bu haline ve sükun bulmasına (en-nefsü’l-mutmainne) değinmektedir.26
Nefsin kuvveleri ve güçleri, birbiri ardına gelen başarılar için sürekli savaşla meşgul olan askerler gibidir. Nefs, bazen aklî güçler doğrultusunda hareket eder, bazen makullerle çatışır ki, bu makuller ezelî hakikatleri vasıtasıyla nefsin Allah’a olan sadakatini tasdik etmesine sebep olur; bazen de hayvanî güçleri onu hayvan tabiatının en aşağı seviyelerine düşürür. Nefsin bu kararsızlık hali, onun kendi kendisini kınama halidir (en-nefsü’l-levvâme).27
Bu hal, gerçekten hayvanî güçlerle ciddi olarak mücadele etmeyi ifade eder. Insanın meleki bir tabiata sahip olması bilgi, ahlâkî kemâl ve salih ameller vasıtasıyla mümkündür. İnsan böyle bir tabiata ulaştığında, dış görünüşü dışında hemcinslerinde de müşterek olarak bulunan hayvanî tabiata artık sahip olmayacaktır. Fakat şayet insan, hayvanî tabiatın aşağılayıcı seviyelerine iner ve bu hale tutsak olursa, o zaman insanlığa ait ortak tabiattan sapmış ve sadece görünüşü itibariyle insan denilmeyi hak etmiş olur. Işte bu, nefsin kötülüğe sevk eden halidir (en-nefsü’l-emmâre bi’s-sü’)28
Belirli bir anlamda ve kalbe nispet edildiğinde ilk anlam, gögsün sol tarafında bulunan yumru ve çam kozalağı şeklinde kaslı organa delâlet eder. Bu kısım, vücüdun her yerine ve hayvanî nefsin fizikî taşıyıcısı olan latif buharın kaynağına kanı ulaştırmaktadır. Bu taşıyıcı vasıtasıyla hayvanî nefs, kalpteki kaynağından çıkarak bedendeki damarlar yardımıyla beyne ulaşır. Bu nefs, hayvanî hayatın taşıyıcısı olup her canlıda müşterektir. Bu nefsin irtihal etmesi, bir bütün olarak bedeni ihtiva eden dış duyuların ölümüne sebep olur. Akla geldiğimizde o, dış dünyadaki nesnelerin soyutlanmasında ve şeylerin hakikatlerinin araştırılmasında rol oynar. Aklın işlevleri beynin farklı kısımları içine yerleştirilmiştir. Nefs, bazen ferdî olana; bir şeyin veya bir kimsenin maddî varlığına işaret eder.29
Nefsle alakalı olarak kullanıları dört terimin anlamlarına istinaden insan nefsiyle ilişkilendirildiginde bu terimlerin hepsi, insanın hakikati ya da aslî özü olan basit, zâtî ve gayrı cismanî cevhere delâlet eder. Bu anlamıyla onlar, kemâl ya da varlığın kemâle ermesi olarak bilinen birleştirici ilkeyi ve kuvveden fıile çıkan şeyin varlık kipini gösterir.” Latif bir ruhanîliğe (el-latîfetü’r-ruhâniyye) sahip bu varlık yaratılmış. fakat ölümsüzdür; zaman ve mekân ölçüsüyle ya da nicelik bakımından ölçülememektedir; kendi kendisinin bilincindedir ve akledilirlerin ( makülât) mahallidir.
Bu varlık, ancak akıl ve kendisinden kaynaklanan etkinlikleri soruşturma vasıtasıyla bilinir; arazi durum ve haller (ahvâl) sebebiyle pek çok isme sahiptir. Bundan dolayı, idrak ve algıyla ilişkilendirildiğinde bu varlığa ‘akıl’ ; bedeni idare ettiğinde ‘nefs’; keşfi açıklamayı kabul etmekle meşgul olduğunda ‘kalp’; soyut varlıkların kendi dünyasına döndüğünde ise ‘ruh’ adı verilmektedir. Aslında bu varlık, kendisini daima tüm bu anlamlar içinde tezahür ettirmekle meşgul olmaktadır.
Nefs, bedenle ilişkisi içinde tezahür eden kuvve ya da güçlere sahiptir. Bitkilerde beslenme (el-gâdiyye), büyüme (en-nâmiyye) ve üreme (el-müvellide) güçleri vardır. Bu güçler, ayrıca genel anlamlarıyla hayvanlarda ve bedenler hayvan türüne ait olan insanda da bulunmaktadır. Ayrıca, hayvanlar ve insanlar bu güçlere ek olarak idrak (el-müdrike) ve hareket (el-muharrike) kuvvelerine de sahiptir. Bu güçlerin hepsi nefse aittir. Farklı türlerin doğalarına uygun olacak biçimde farklı özler kadar farklı bedenlerdeki ortak özleri açısından bakıldığında da nefs, bir dereceye kadar üç farklı nefse ayrılmış cinse benzemektedir. Bunlar sırasıyla: Nebâtî (en-nebâtiyye), hayvanî (el-hayâvaniyye) ve insanî (el-insâniyye) veya nâtık nefs (en-nâtıka).
Hayvanî nefse ait olan bu güçler, hareket ve idrak olarak iki tür olup bu güçlerden her biri bu iki türden birine dâhil olmaktadır. Hareket gücü, bir yönüyle bile tahrik eden (el-bâı’se ale’l-fîil) bir işleve sahipken, bir başka yönüyle bizatihi kendisi fail ya da hareket ettirici olmaktadır. Fiile tahrik etmesi bakımından hareket gücü, faydalı ya da zararlı görülen şey vasıtasıyla hareketi ilgi çekici olan yöne yönlendirir. Faydalı olarak tasavvur edilmesi sebebiyle ilgi duyuları bu faydalı şeye meyledildiğinde aşırı arzulama hali, bu faydalı şeyi elde etmesi için müteharrike gücünü harekete geçirir.
Zararlı olarak görülmesi sebebiyle ilgi duyulan bu zararlı şeye meyledildiğinde ise hoşnutsuzluk hali, bu zararlı şeyi def etmek ya da ortadan kaldırmak için müteharrike gücünü harekete geçirir. Müteharrike gücünün tahrik edici işlevi, şehevî (eş-şehevâniyye) ve gadabî (el-gadabiyye) olmak üzere iki alt kuvve tarafından yönlendirilir. Bizatihi kendisinin fail ya da hareket ettirici olması bakımından müteharrike gücü, hareketi başlattığı gibi aynı zamanda arzulanan ya da karşı çıkılan şeye uygun olarak belirlenen gayeye ulaştıracak biçimde sinirler, kaslar, lifler ve dokuların işleyişindeki iletişimi de sağlar.31 İdrak gücü ise, gelişim sırasına göre dokunma, koklama, tatma, görme ve işitme şeklinde beş dış-duyudan (el-havâss) oluşmaktadır. Dış-duyular, dış dünyadaki cüzî varlıkların idrak edilmesinde rol oynar.
Dış-duyulara ek olarak, ayrıca dış duyulardan gelen süretleri ve onların anlamlarını dâhili olarak idrak eden, onları birleştiren veya ayıran, kavramları tahayyül eden, onların muhafazasını sağlayan ve böylece onların idrak edilmesinde rol oynayan beş tane de iç-duyu bulunmaktadır.32
Iç-duyuların idrak güçlerini üçlü bir tasnif içinde ele almak mümkündür Bir kısım idrak eder, fakat nesneleri muhafaza etmez; diğer bir kısmı nesneleri muhafaza eder, fakat onlar üzerinde işlem yapmaz; bir kısmı da hem nesneleri idrak eder hem de onlar üzerinde işlem yapar. İdrak denildiğinde şunlardan birisi anlaşılmalıdır: Duyulur nesnelerin (mahsusatın) süreti ya da anlamı (yani, tahayyül veya adlandırma); ya nesnelerin süretlerini ya da anlamlarını koruyarak nesneleri muhafaza eden duyular; nesneleri üzerinde işlem yapan duyuların onların suretleri veya anlamları üzerinde işlem yapması. İdrak eden, bazen doğrudan bazen de bir başka idrak gücü vasıtasıyla dolaylı olarak idrak eder. Süret ve anlam arasındaki farka gelince süret, ilk olarak dış-duyu daha sonra ise iç-duyu tarafından algılanan şeydir; anlam ise, daha önce dış-duyu tarafından algılanmış olmaksızın iç-duyunun mahsusatı (duyulur nesneyi) idrak etmesidir.
İdrak işleminde idrak eden, bizatihi dış gerçekliğin kendisini değil haricî nesnenin süretini algılar, yani dış gerçekliğin tasavvurunu ya da temsilini idrak eder. O halde duyular tarafından idrak edilen şey dış gerçekliğin bizatihi kendisi değil, sadece bu gerçekliğin duyulardaki temsilidir. Dış gerçeklik, duyuların kendisinden süretini soyutladığı şeydir. Anlama gelince, benzer şekilde aldedilir süretler de nefste iz bırakan gerçekliklerin temsilleridir. Zira akıl onları doğalarına yabancı olan nitelik, nicelik, mekân ve hal gibi arazi unsurlardan soyutlamaktadır.33
Iç-duyuların varlığı, vicdan (el-vı’cdân) yoluyla tesis edilmektedir.”34 Iç-duyuların ilki, dış-duyulardan gelen bilgiyi alır ve iç süretleri ya da dış duyulur nesnelere ait hayalleri birleştirir veya ayrıştırır. Buna hiss-i müşterek (common sense) veya fantazya (fantâsiâ) adı verilmektedir. Hiss-i müşterek, beş dış-duyu verisini doğrudan alır. Hariçte duyulur olan nesnelerin hiss-i müşterek tarafından algılanabilmesi için, önce dış-duyulara sunulmaları gerekir. Hiss-i müşterek, duyulur nesnelerin makul (akledilir olan) küllîlerini değil, sadece ferdî ve mahsus (duyulur olan) tikellerini algılar.
Hiss-i müşterek, sevinç ve acının her ikisini birden dış duyulur nesneler kadar mütehayyilede idrak edildiği şekliyle de hissedebilmektedir. Hiss-i müşterek, idraki mümkün kılmak amacıyla duyulur süretlerle birlikte, benzer olup olmamalarına göre birleştirilmiş ve ayrıştırılmış süretleri bir araya toplar. Duyulur nesnelerin iç tahayyül ya da tasavvurları olan süretlerin idrakine, fantazya adı verilmektedir ve onun kaydedicisi hayal (el-hayâl) veya hayal kuvvesidir (el-hayâliyye). Tekrar belirtilmelidir ki hiss-i müşterek, yalmzca benzer olanları değil benzer olmayanları da toplayan dış-duyular tarafından sağlanan veriyi alır, fakat aldığı bu şeyleri muhafaza etmez.
Hiss-i müşterek tarafından ahnan dış nesnelerin imge ya da süretlerîni kaydetme ve koruma işlevi, az önce bahsettiğimiz ikinci iç-duyu olan kuvve-i hayaliyyeye aittir. Bu kuvve, nesnelerin dış duyularla ilişkisinin kalmadığı durumlarda haricî nesnelere nispet edilen süretleri koruyan bir kuvvedı’r. Bundan dolayı bu kuvve, hiss-i müştereğin dış duyulardan aldığı bilgiyi kayıt altına aldığı gibi, gerek onların süretlerini, gerekse ferdî ve müşterek anlamlarını ve de kuvve-i vahime (el-vehmiyye) denen üçüncü iç-duyuya sunmak üzere kendisinde zaten mevcut olan süretleri muhafaza eder.
Kuvve-i vahime, ferdî ve duyulur tikelleri algıladığı gibi bu tikellerin nefret ve sevgi gibi duyulur olmayanlarını da idrak eder ve ayrıca dış dünyanın duyulur nesneleriymiş gibi kendi nesneleri hakkında doğru-yanlış, iyi-kötü şeklinde hüküm verme işlevini yerine getirir. Vehim,hüküm ve fikirlerin oluşturulduğu yerdir. Akıl tarafından idare edilmedikçe, vehim ve onunla irtibatlı olan tahayyül güçleri yanlış hükümlerin kaynakları olur.35 Örneğin bu kuvve vasıtasıyla nefs, sınırlandırılmamış ve konumlandırılmamış olan aklî cevherleri reddeder; evreni kuşatan bir boşluğun varlığını kabul eder; ayrıca yine bu vasıtayla nefsin, sofistik önermelere dayanan kıyasların geçerliliğini kabul etmesi ve farklı sonuçlara varması sağlanır. Kuvve-i vahime, yargıları aklî hükümlerin ayırıcı özelliği olan analitik biçimde değil, ya geçmiş tecrübeden çağrışım yoluyla getirilen hatıralarla veyahut nefsin geçmiş tecrübeye dayanmaksızın idrak ettiği süretin içgüdüye dayalı yorumu vasıtasıyla belirlenen mütehayyileyle etkiler.36
Nasıl ki kuvve-i hayaliyye hiss-i müşterekten aldığı süretleri muhafaza ediyorsa, kuvve-i hafıza ve zâkire (el-hâfîza ve ez-zâkira) denen dördüncü iç-duyu, anlamlan muhafaza etmekte ve kuvve-i vahimenin idrak edebilmesi için onları saklamaktadır. Kuvve-i hafıza tikel anlamları muhafaza eder ve onları hafızada muhafaza edildiği kadarıyla idrak edici tarafından dikkatli bir inceleme ve değerlendirme yapılabilmesi için ona hatırlatır. Bu anlamların hafızadan uçup gitmesi ve idrak edicinin onları tekrar geri çağırmak istemesi durumunda, devreye kuvve-i zâkire girmektedir. Kuvve-i hafızanın anlamlarla olan ilişkisi, kuvve-i hayaliyyenin süretleri hiss-i müşterekte oluşan duyulur şeylerle olan ilişkisi gibidir.
Beşinci iç-duyu kuvve-i mütehayyiledir (el-mütehayyile). Bu kuvve, süretleri idrak ettikten sonra tasnif ederek onları birleştirir ve ayırır; onlara eklemelerde bulunur ya da onlardan bir şeyleri çıkarır. Böylece nefs, onların anlamlarını idrak edebileceği gibi süretleri veya temsilleriyle ilişki de kurabilir. Temyiz işlevinin düzenli ya da düzensiz bir biçimde icrâ edilmesi bu kuvvenin aslî yapısını teşkil eder. Nefs, bu kuvveyi bazen amelî akıl bazen de nazarî akıl vasıtasıyla onun nesnelerini birleştirme ve ayırma biçiminde tasnif etmek için kullanır. Mütehayyilenin aslî doğası, idrak etme değil birleştirme ve ayırma işlevini yerine getirmeyi gerekli kılar.
Nefs, kuvve-i mütehayyileyi akletme vasıtası olarak kullandığında, bu kuvve müfekkire adını alır. Bu kuvve, kendi aslî gayesine uygun olarak kullanıldığında ise mütehayyile adını almaktadır. Nefs, hiss-i müşterek ve kuvve-i vahime’nin arabuluculuguyla kuvve-i mütehayyilenin birleştirdiği ve ayırdığı süretleri idrak eder. Gelişmiş formu içinde kuvve-i mütehayyile, duyu ve duyulur süretlerin ardındaki ideleri kavrar. Insana ait olan kuvve-i nâtıka, aşağı seviyelere sahip hayvanlarda bulunmamaktadır. Kuvve-i nâtıka vasıtasıyla, zorunlu ve tümel uygulamanın ilkeleri tesis edilir.
O halde, beşinci iç duyu sırasıyla hayvan ve insan nefsiyle ilişkili olacak biçimde ikili bir işleve sahiptir. Bu anlamıyla, mütehayyilenin duyular ve akılla ilişkili olmak üzere iki yönü bulunmaktadır. Birinci durumda mütehayyile, duyulur süretleri duyunun algıladığı şekliyle, yani ya bir gerçeklik ya da temsilî bir şey olarak kabul eder. Mütehayyile, süreti bir gerçeklik olarak nasılsa o şekilde sunar; temsili olarak ise süreti -söz gelimi serap gibiolduğu şekliyle değil de kendisi tarafından öyleymiş gibi görülen bir süret olarak sunar.
İkinci durumda ise, mütehayyile aklî süretleri, bilme kuvvesinin onları kavradığı şekliyle, yani doğru ya da yanlış olarak alır. Doğru olarak alması, süretin gerçekte nasılsa o şekilde olmasıdır; yanlış olarak alması ise, süretin gerçekte nasılsa o şekilde değil de, bilme kuvvesi tarafından gerçekte öyleymiş gibi idrak edilmesidir -örneğin sihir ya da dalalet yahut olgulara dair başka yanlış hükümler gibi.37 Teknik ve sanata dair mesleklere kaynaklık teşkil eden mütehayyile kuvvesi (el-mütehayyel), hayvanî nefsle ilişkilidir. Müfekkire kuvvesi (el-müfekkire) ise insanî nefsle ilişkilidir. Insanî/nâtık nefsle ilişkisi cihetiyle, müfekkire kuvvesi nazarîdir. Müfekkire, nazarî aklın velilerini idare eder ve onları, ihbarî bilginin elde edilmesini sağlayan önermeler biçiminde birleştirir ve düzenler.
Daha sonra müfekkire, bu bilgiden hareketle sonuçlara ulaşır; böylesi iki sonuçtan hareketle bir başkasını elde eder; yeni sonuçlara Ulaşmak için bir kez daha önceki sonuçları birleştirir ve bu durum bu şekilde devam edip gider.”
M.Nakib el Attas – İslam Metafiziğine Prolegomena,syf.130-135
24 Yâ Sîn (36): 83; el-Mü’minün (23): 88.
25 el-Bakara (2): 248; et-Teube (9):
26; 40; el-Feth (48): 4. 26 el-Fecr (89): 27.
27 el-Kıyâmet (75):28
28 Yüsuf (12): 53.
29 Meâric,s.15-8.
30 Meâric, s. 21-22; 5173, 8. 9-10; Necât, s. 197.
31 Meârı’c, s. 37 vd.;
32Şifa, s.
33; Necât, 5. 197-8. l 32 Meâric,s. 41; Şı’fâ, s. 33-4; Necât, s. 198.
33 Meâric. s. 44-45; Necat. s. 200-].
34 Vicdan terimi, Meâric’te Gazzâlî tarafından kullanılmaktadır (s. 45).
Burada bu terim, genel anlamıyla deruni murâkabeye dayalı vicdan olarak anlaşılmaktadır.
35 Mişkât, s. 47. ,
36 Meârı’c. s. 46.
37 Meâric, 8. 77.
38 age., 8. 45-7.
0 Yorumlar