Kınalızade Ahmed Efendi:Ahlak-ı Ala’i -2
Paylaş:

kinalizade_ali_efendi_kimdir-1 Kınalızade Ahmed Efendi:Ahlak-ı Ala'i -2

3.3.3.4. Ahlakî ve Ahlakî Olmayan Eylemler

Ahlâkın insanın doğasında olan özelliklerle ilişkili olduğuna işaret eden Kı- nalızade, huy teriminden hareketle insanın ne türden özelliklere sahip olduğunu açıklamıştır. Temel kaygı, insanın ahlâklı olabilmesi için, insan doğasında engel­leyici ve destekleyici unsurları sergilemektir. İslam düşüncesinin temel sorunla­rından biri olan kader sorununu huy terimi çerçevesinde ele alıp inceleyerek, hu­yun özellikleriyle eylemler arasındaki bağlantıyı çeşitli açılardan tartışmıştır. Te­mel sorun huyun değişip değişmemesidir. Çünkü huy değişirse ahlâk öğretilebilir olmaktadır.

Kınalızade’ye göre, ahlâk ilmi çeşitli konulardan oluşmuştur:

Sözkonusu ilmin en önemli uğraşı alanı huyun (hulk) nasıl bir yapıya sahip oldu­ğunun açıklanmasıdır. Huyun kısımları, fazilet ve rezilliklerin cinslerinin ne ol­duklarını ortaya koyar. Hulk* (huy), bir melekedir ki, onun sebebiyle nefisten fi­iller kolaylıkla meydana gelirler ve fiillerin oluşmasında fikir ve düşünceye ihti­yaç duyulmaz (Kınalızade 1,91). İnsanın olumsuz özelliklerinin temel dayanağı olan bu fiilleri tanımak için fiillerle huy arasındaki ilişkinin açıklanması gerekir.

Öncelikli sorun huyun değişip değinmemesidir.

Kınalızade’nin belirttiğine göre, bu konuda esas olarak iki görüş vardır:

1– Değişmez diyenler.

2– Huyu iki kısma ayırıp bir yanın değişebilir diğer yanın değişmez olduğunu ileri sürenler.

Kınalızade, huyun değiştiğini kabul ettiğinden, ahlâkın değişmesini kabul etmek­tedir. Bilginler ve filozofların çoğuna göre huy, tabii değil, haricî sebeplerden ha­sıl olduğunu kabul ettiklerinden, huyun değişkenliği ve ona bağlı olarak da ahla­kın değişmesi yargısı doğrudur. Ayrıca Peygamberlerin insanları din üzerine da­vetleri ve tarikat şeyhleri ile bilginlerin terbiye çalışmaları da değişkenliği esas al­maktadır (Kınalızade 1, 36-37).

Öne çıkardığı argüman oldukça önemlidir. Çün­kü, huyun değişmemesi kabul olduğunda, dinin temel değerleri zarar görecektir ve iyi ya da kötü insanın bütün eylemleri meşru hale gelecektir. Huyun değişme sorunu, en önemli problemlerden biri olan insanın doğuştan iyi olup olmadığı so­rusunu öne çıkarmaktadır.

Bu konuda üç görüş ortaya çıkmıştır.

1-Yaratılıştan iyi olduğunu kabul edenler,

2-Yaratılıştan iyi fakat şer unsurları da içinde barındırdı­ğı görüşünü savunanlar,

3-Filozofların çoğunluğunun görüşü ise, ne iyi ne kötü ol­duğudur (Kınalızade 1, 37-38).

Kınalızade’ye göre, eski İslam ahlâkçılarının ço­ğu, araştırmacılarının hepsi, “her huyun değişmesi mümkündür” görüşündedirler. Kınalızade de bu görüşü paylaşır. Temel argümanı, peygamberin huyları değiştir­meyi esas alan görevleridir ve peygamberler ilk terbiye edicilerdir. İkinci terbiye­ciler, selim akıl sahibi olanlardır (Kınalızade 1, 41-42). İnsanın temel niteliklerin­den biri kabul edilen huy ve insan eylemleriyle doğrudan ilişkili olan ahlâk ara­sındaki bağlantı, ahlâkın nasıl bir temele oturtulmak istendiğini göstermektedir.

Huyu, nefsin sabit bir melekesi kabul eden Kınalızade’ye göre, nefsin key­fiyeti iki kısımdır:

1 – Utanmak ve gülmek gibi geçici sürelerde beliren durumlar için kullanılan hal.

2-Kişiliğe yerleşmiş, yavaş kaybolan cesaret ve cömertlik gi­bi özellikler anlamında meleke. (Kınalızade 1,91 -92).

Melekenin gelip geçici ol­mayan ve kişinin temel nitelikleri arasında sayılan unsurlar için kullanılması, ahlâkî eylemler açısından önemlidir. Çünkü melekedeki süreklilik gibi ahlâkî ey­lemlerin tanımlarında da süreklilik esastır (Kınalızade 1, 92).

Ahlâk ile huy ara­sındaki köklü bağlar nedeniyle Kınalızade, huyun neden olduğu eylem türlerini şöyle sıralamıştır:

1- Cömertlik, cesurluk ve yumuşaklık (hilm) gibi, fazilet ve iyi huy olarak kabul edilen unsurlar.

2- Korkaklık, hafiflik gibi eylemlere neden olan şekli, rezillik ve çirkinlik olarak adlandırılır.

3- Fazilet ve rezillik olarak nitelen­meyecek unsurlar (Kınalızade 1, 92-93). îlk iki eylem türünün adlandırılmaları ve içerikleri, ahlâki eylemleri belirlemektedirler.

İnsan ruhunda bulunan müdrike ile muharrike kuvvetleri, fazileti tanımla­mak için kullanılmışlardır. Müdrike, aklî idrakleri meydana getirmekte ve naza­rî ve amali olmak üzere iki alt dala bölünmektedir. Muharrike, beden hareketle­rinin oluşmasını sağlar ve istekleri harekete geçiren kuvvet ile “kuvvet-i muhar- rike-i seb’i belirleyici unsurlardır (Kınalızade 1, 93). Kınalızade’ye göre, bu dört kuvvet aracılığıyla meydana gelen eylemler, sahih, akla uygun ve güzel bir vecih üzere bir itidal sınırında oluşmuşsa, fazilettir. İtidalden çıkarak ifrat ve tefrite yö­nelen eylemler rezillik olarak tanımlanmışlardır (Kınalızade 1, 94).

Fazilet, dört huy tipinde kendini gösterir:

1- Hikmet, nazari kuvvet güzel huyla bezenmiş ve iti­dal üzere işler meydana getirmektir.

2– Adalet, amali kuvvetin itidalli eylemde bu­lunmasıdır.

3- İffet.

4- Şecaat, istekleri harekete geçiren kuvvet, güzel ahlâk ile süs­lenip terbiye edilmesi ve mutedil işlerin gerçekleştirilmesidir (Kınalızade 1, 94).

Bu dört faziletin ifrat ve tefriti de rezillik olarak tanımlanırlar. Kınalızade, ahlâksızlığın kaynağı olan rezillikleri, faziletlerin zıttı olarak tanımlayıp sınıflan­dırmıştır. Hikmetin zıddı, cahilliktir; şecaatin zıddı, korkaklıktır; iffetin zıttı, iffet­sizliktir; adaletin zıddı, zulümdür (Kınalızade 1, 123). Ona göre faziletlerde itida­li kaybedip ifrat ve tefrite gidildiğinde kötülükler ortaya çıkmaktadır. Rezilliklerin (kötülüklerin) çokluğunu doğru çizgi tanımından hareket ederek açıklamıştır. Bu­na göre, nasıl iki nokta arasındaki en kısa çizgi doğru olarak kabul edildiği gibi, hak yol hak din birdir ve doğru olan odur. Delalet çeşitleri, iki nokta arasındaki sa­yısız yollar gibi sayısızdır (Kınalızade 1, 123-124).

Adaletin zıddı olan zulüm, bir kimsenin hakkına tecavüz etmek, ırzına, mal ve nefsine zarar vermektir. Tefriti ınzılam, bir kimsenin kendisi hakkında vaki olan her çeşit zulme boyun eğip onu ka­bul etmesi suretiyle nefsine reziletin bulaşması, himmet ve gayretinin azalması, se­falete razı olmasıdır. Ahlâk üzerine düşünen ulema, adaletin ifrat ve tefritini “cevr” (eziyet) olarak tanımlamışlar ve boyun eğenlerin de eziyet (cevr) altında oldukla­rını kabul etmişlerdir. Allah’ın emirlerine uymayarak her şeyi yapanlar, hem ken­di nefislerine hem de başkalarına zulmetmiş sayılırlar (Kınalızade 1,. 126).

Kınalızade, fazilet ve rezillikleri tanımlama yanında, fazilete benzeyen rezil­likleri de açıklamıştır (Kınalızade 1,129). Hikmet faziletine benzeyen rezillik ör­neği olarak, tam yetkili ve yeterince bilgi sahibi olmadan, bazı kişileri yücelten­leri vermiştir. Olumsuz izlenim yaratıp yayanlar, cahil ve rezillik hastasıdırlar (Kınalızade 1, 130). İffet faziletinin benzeri olarak, ihlas sahiplerinin kıyafetine bürünüp çirkin amellerle zahitlerin mertebelerinde görünmek isteyenler verilmiş­tir. Sahip olmadıkları şeye, sahipmiş gibi gözükenler bu öbeği oluştururlar (Kınalızade 1,131). Sefa faziletinin benzeri, zenginmiş gibi görünüp mirasları tüke­tenler ve kötü yerlerde sefil işlerle meşgul olanlardır (Kınalızade 1, 131).

Şecaat faziletinin benzeri, mal biriktirmek, zengin olmak ve makam sahibi olmak için çalışanlardır (Kınalızade 1,132). Kınalı zade’nin yaptığı bu ayrım, her faziletli görünen kişinin, gerçekte öyle olmadıklarına dikkat çekmektedir.

Kınalızade, if­fetin nevilerinden olan hürriyeti şöyle açıklamıştır:

Hürriyet, nefsin güzel bir yoldan kazanılmış olan mal ve mülkü iyi yollarda sarfetmeye kadir olup, pis yol­lardan kazanıp kötü yallarda harcamaktan kaçınmaktır. Buna güç yetiren insan hürriyete sahiptir. Bunun aksi olan, yani nefsini heva ve hevesinin peşine takıp, bunları gerçek hayra kullanmaya kadir olamadığı için gerçek hürriyetine de sa­hip olamaz (Kınalızade 1, 108).

Kınalızade’ye göre adalet, en şerefli fazilet ve en büyük haslettir. Zira ada­let, eşitlikten ibarettir. Eşitlik de beraberliktir (Kınalızade 1, 135). Bununla bir­likte insanlar, ilahi takdirin eseri olarak zenginlik ve fakirlikte eşit değillerdir. Şayet bütün insanlar zengin ya da fakir olsalardı, birbirlerine yardım etmezlerdi (Kınalızade 2, 131). Ayrıca toplum, beden organlarındaki hiyerarşi gibi, idare edenler ve edilenler olarak ikiye ayrılır (Kınalızade 2, 136). Bununla birlikte, ahirette hükümdar ile uşak arasında fark yoktur (Kınalızade 2, 215). Bir bakıma Kınalızade, toplumsal yapıda içkin olan eşitsizliği adaletle gidermek kaygısı güt­mektedir. Hakikatte bir şeyin diğer bir şeyle sayı ve özellikte yahut da bir başka sıfatla birlikte olmasıdır. O halde eşitliğin temeli birliktir. Birlik ise sıfatların en şereflisi, hallerin en mükemmelidir. Zira birlik, birliğin aslına dönüp Allah’a bağ­lanmak ve yakınlıktır.

Alemdeki çokluk arasında hasıl olan her birlik, hakiki bir­liğin bir nur ve gölgesidir. Nispetler içinde bile müsavat nispetinden daha şeref­lisi yoktur. Bunun için de adalet faziletinden daha üstün bir haslet yoktur (Kınalızade 1, 135). Herhangi bir konuda adalet, ifrat ve tefrite kaçmadan, orta yolu iz­lemektir.

Kınalızade, adaletin öncelikli olduğu üç alanı şöyle sıralamıştır:

1– Malların taksimi. Hakların korunması için mal taksiminin eşit yapılması.

2– Muamelatda adalet. Alışveriş, icare ve rehin gibi konular.

3- Tedibata müteallik hu­suslarda adalet. Hadler, siyasetler, kısaslar. Bunların her birinde tenasübe riayet olunca, adalet hasıl olur. Bir kimsenin hakkını çiğneyerek zulüm yapana misliy­le muamele gerekir. Adalette vasat derecesi fazilet olup, icrasında hiçbir tarafa meyletmeden vasatı korumak gerekir. Buna Allah’ın terazisi derler. Her işte akıl yoluyla bir mertebeye ulaşmak mümkün olmadığından, Allah kullarına bir mizan inzal buyurdu. Bu ilahi yoldur. Bu mizan en mükemmel ölçüdür. Bundan sonra ikinci mizan sözü geçerli olan hakimdir (Kınalızade 1, 136).

İnceleyin:  1/b Otoriter Yorum ya da Otoritelerin Yorumu

Adaletin korunması için toplumda bulunması gereken üç şey:

1- Namus-u Rabbani

2– Hâkim-i İnsani.

3-Dinar-i Nizami.

Bu üç maddeye Yunan filozofları namus (nomos) demişlerdir. Filozoflara göre namus, ilk ve en yüce olarak şer’i ilahidir. İkincisi, otoriter hükümdar ve adaletli hakimin fermanıdır. Üçüncü na­mus, paradır. Para ikinci namusun yani adaletli hakimin fermanıdır. İkinci namu­sun hidayete ermesi için birinciye uyması gerekir. Bu konuyla ilgili ayet: “İnsan­ların adaleti ayakta tutmaları için, beraberlerinde de Kitab’ı ve mizanı indir- dik”(Hadid /25). Bu ayet adaleti tahakkuk ettirecek otoriter devlet başkanına işa­ret eder. Namus-u evvele yani şer’i ilahiye uymayanlar, kâfir ve münafıktır. Na­mus-u saniye yani adaletli devlet başkanı ile hakime itaatkâr olmayanlar isyan kardır. Namus-u salise itaatkar olmayanlar hain ve hırsızdır (Kınalızade 1, 138).

Adalet, evvela şahsın zatına, sıfatına, kuvvet ve uzuvlarına taalluk eder. İkinci olarak ehline (çoluk çocuk, aile) kendi mahiyetinde bulunanlara, ortaklarına, ak­rabalarına, gözetimi altında bulunanlara taalluk eder (Kınalızade1, 139).

Kınalızade’ye göre, insanın fazilet ve saadeti kazanması için takip edilmesi ge­reken yol doğadır. Ona göre insanı kemale ulaştıran iki yol, doğa ve sanattır. (Kınalızade 1, 150). Doğada her şey, kendi içkin nedenleri çerçevesinde gerçekleşir ve çocuğun olması örneğinde olduğu gibi, onlarda sanatın etkisi olmaz. Ancak ağaç­tan sandalye yapmak sanat işidir. Sandalyenin gerçekleşmesi zanaatkâr vasıtasıyla olur. Dolayısıyla doğa sanattan öncedir ve sanat doğaya bağlı işler (Kınalızade 1, 151). Sanat tabiat ilişkisi ahlâk alanında da geçerlidir.

Kınalızade’ye göre ahlâkı güzelleştirmek ve fazilet kazanmak sanat işi olmakla birlikte üstat ve muallim olan tabiata da uymak gerekir (Kınalızade 1, 151). Bu ilişki, bebeğin beslenerek aşama­lı büyümesi ve her aşamada yeni değerleri öğrenerek onlara göre davranmasıyla açıklanmıştır.Bedenin büyümesi doğanın bir yapısı olarak görülürken, kazandığı değerler sanat ile açıklanmıştır. İnsanda bulunan doğal kuvvetlerle kültürel değer­ler arasında sürekli bir ilişki vardır. Düşünce açısından önemli aşamalardan biri, hayvan ve bitkiler ile insanın farklı olduğunun bilincine varılmasıdır. İlk akıl etme seviyesi budur. Bundan öncekiler akıl etmek değil ihsasdır.

Bireyin en son kazan­dığı akıl etme yeteneğiyle, insana tabiattan sadır olan kemale ermeyle son bulur. Bundan sonra sıra tedbir ve sanat sebebiyle olan kemale ulaşmaya gelmiştir. Fazi­let isteyen kimsenin, sanatla yöneldiği kemale ulaşmak hususunda tabiata uyması lazımdır (Kınalızade 1, 151-153). Hiçbir insan iyiyi, doğruyu ve ahlâk güzelliğini elde etmek için çalışmanın dışında kalamaz. İnsanlar farklı yeteneklere sahip ol­dukları için, herkesin kendi kabiliyetine göre ahlâk yönünde çalışması gerekir az ya da çok zaman içinde hedeflerine ulaşırlar (Kınalızade 1, 154).

Ahlâkı güzelleştirmede en önemli vasıta ahlâk ilmidir. Bu ilme tıbb-i ruhanî de denir. Ahlâk ilmi, insan ruhundaki mevcut faziletleri bâki kılmak, elde edil­memiş faziletleri kazanmak için çalışır (Kınalızade 1, 154-156).

Ruhunda sıhhat isteyen kişi, ruhun şu üç kuvvetine bakmalıdır:

1 – Şehvet kuvvetinin fazileti olan iffetin,

2- Gazap kuvvetinin fazileti olan şecaatin,

3- Temyiz ve idrak kuvvetinin fazileti olan hikmetin ne durumda olduklarını görmelidir. Bunlara sahipse şükretmeli sürekli sahip olmanın yollarını aramalıdır. Eğer bunlar eksikse bunları ka­zanmak için çalışır (Kınalızade 1, 154-155).

Şehvet sorunlarını itidalli ve ölçülü hayatla giderir. Gazapla ilgili olarak korkaklığı yenip bundaki orta yola ulaşmak amaçlanır. İffet ve şecaat faziletlerini kazandıktan sonra hikmete yönelir ve cer­beze ve beladetten uzaklaşır. Bunun için de kâinata bakışın ölçülerini kazandıran ilme koşar. Düşünme ve isabeti sağlamlaştıran mantık ilmini elde eder. Sonra meselelerin sebep ve sonuçlarını, delilleriyle yakînen ispatlayan riyaziye (mate­matik) ilimlerini kazanır. Bu insana her meselede zan ve ihtimale razı olmayıp katiyet ve yakın mertebesine alışmayı sağlar. Böylece bundan sonra eşyanın ha­kikatlerinin, dış varlıkların hallerinin keşfi ile varlığını süsler. Bu sahada cehil ve noksandan kaçar. Tabiat ve ilahiyat ilimlerini tahsil eyleyerek meseleleri yeterin­ce idrak kabiliyetine ulaşır. Bu noktaya Allah’ın yardımıyla ulaşılır.

Bu üç fazile­tin (şecaat, iffet ve hikmet) sonucu, en büyük fazilet olan adalet ortaya çıkar. Böy­lece faziletleri kazandıktan sonra yaşayışını, şahsî ve toplumsal vazifelerini ada­let üzere yapan kişi, hakiki olgunluğa ebedî saadete ulaşır. “İşiyle beliren kâmil insan”, “sağlam hakim”, “kâmil filozof’ gibi isimler verilir. Bu mertebeye çıkan kişiler, bundan sonra isterlerse bu temel faziletlerin süsü olabilecek diğer fazilet­leri de kazanabilirler.

Diğer faziletler iki kısımdır:

1 – Bedeni faziletler. Hastalığı gidermek, sıhhati korumak.

2– Medenî faziletler. Din ve devlet nizamıyla ilgilen­mek (Kınalızade 1, 155-156).

Medenî faziletler, din ve devlet ahvalinin nizama konması, mülk ve millet işlerinin sevk ve idaresini belirleyen ilimlerdir. Dinî, ede­bî ve riyazî ilimler, toplumun yönetilmesine yönelik kullanılırlar (Kınalızade 1, 156). Faziletlerin sürekliliği, ruhun sıhhatini korumasıyla ilgilidir. Ruhun bir me­leke olarak kazandığı faziletleri korumak için çalışmak, en önemli vazife oldu­ğundan, her an saadet veren faziletler için çalışılmalıdır. Ruhun sağlığım koru­mak, bedenin sıhhatini korumaktan daha önemlidir (Kınalızade 1, 157). Faziletli bir kişi, kendi gibi kişilerle ilişki içinde faziletlerini koruyabilir. Rezil kişilerle ilişkiler fazileti öldürdüğünden, rezil kişilerin eylem ve düşüncelerine katılmama­lı, onlardan uzak durulmalıdır. Başkaları hakkında dedikodu yapan kişiler, başka­larının utanç verici eylemlerini anlatanlar, kötü kişilerdir (Kınalızade 1, 157).

3.3.3.5. Ahlâkî Hastalıkların İlaçları

Kınalızade, faziletlere sahip olmama durumunu ve olumsuz davranışları hastalık olarak görmüş ve hastalıkların nasıl tedavi edilmesi gerektiği üzerinde de uzun boylu durmuştur. Diğer yandan, faziletlerden yoksun olan insanın hay­van aşamasında yer aldığı anlayışı gözönünde bulundurulduğunda, eksiklik soru­nu ortaya çıkmaktadır. Bu eksiklik, bir tür sahip olunan faziletlerin kaybı ya da onlardan sapmadır.

Kınalızade’ye göre, aslında hastalık, mizacın sapmış olmasından doğar. Mi­zacı saptığı noktadan itidale döndürmek onun ilacıdır.

İtidale dönüş kendiliğin­den olmadığından, nefsin şu üç kuvvetini kullanmak gerekir:

1 – Temyiz kuvveti, bununla düşünür ve bakışını belirler.

2- Şehvanî kuvvet, faydayı elde etmek için kullanılır.

3- Gazap kuvveti, zarar verici şeyleri giderir (Kınalızade 1, 167). Has­talık olarak tanımlanan olumsuz düşünce ve eylem türlerinin tedavisinin müm­kün olduğu ve tedavide kullanılacak güçlerin insanlarda içkin olduğu görüşü ha­kimdir.

Mizaç iki türlü sapar:

1 – Kemiyet cihetinden sapma.

2- Keyfiyet cihetin­den sapma. Keyfiyette bir sapma gerçekleşirken, kemiyet, fazlalığı ve noksanlı­ğına bağlı olarak iki sapmayı barındırır. (Kınalızade 1, 168).

Kınalızade, temyiz kuvvetinden kaynaklanan ifrat ve tefritin özelliklerini çeşitli yönleriyle açıkla­mıştır (Kınalızade 1, 169).

Temyiz kuvvetiyle ilgili hastalıklar çok olmakla bir­likte üç tanesi çok tehlikelidir:

1- Hayret (kararsızlık).

2- Cehl-i basit (bilir gö­rünmek).

3– Cehl-i mürekkep (bilmediğini bilmemek).

Hayret, bir konuda birbi­rine yakın anlamlar taşıyan iki yargıdan hangisini hakikate daha yakın olduğunu bilememek ve şüpheye düşmektir. Bunun için aklın en basit olandan başlayarak süreci iyi düşünüp kurması gerekir. Cehl-i basit hastalığından kurtulmak için bil­gi sahibi olunmalıdır. Bu öbekte yer alanların hayvanlarla karşılaştırarak onlar­dan da aşağı olduklarını belirtmiştir (Kınalızade 1, 174-175).

Cehl-i mürekkep, bilmediğini bilmemektir. Bunlar sürekli cahil kalmaya mahkumdur. Bu hastalı­ğın tedavisinde ruh doktorları acze düşmüşlerdir. Çünkü nefis, kendi cahilliğine ihtimal vermeyip, âlim olduğuna inanırsa, ilim öğrenmesi ve cehaletten uzaklaş­ması mümkün müdür? Bu tür insanların matematik gibi kesin ilimlerle uğraşma­ları onların tedavisi için gereklidir. Matematiğin kesinliğine alışınca kendi zanlarını yeniden gözden geçirme imkanı bulur ve doğru tavra yaklaşır (Kınalızade 1, 176-177).

Kınalızade gazap kuvvetinden kaynaklanan hastalıkların çok olduğu­nu ve bunların üçünün, gazap, korkaklık ve korkunun çok tehlikeli olduğunu be­lirtmiştir. İlki, gazap kuvvetinin ifratıdır, yani kemiyet çokluğudur. İkincisi, tef­riti yani kemiyet noksanlığıdır. Üçüncüsü, keyfiyet yönünden kötülüktür (Kınalızade 1, 177-178).

Kendini beğenme, övünmek, kavgacılık, mizah, büyüklenme, alay etmek, eza ve cefa etmek, çaresizlere eziyet etmek, egoistlik, gazabın neden­leri olarak sıralanmıştır. Ayrıca bunların ilaçlarının neler olduğu üzerinde de dur­muştur (Kınalızade 1, 181-197).

Korkaklık ve ilacı; ölüm korkusu ve ilacı (Kınalızade 1, 201- 204) ele alınan diğer konular arasındadır.

İnsanın temel kuvvetle­rinden biri olan şehvet kuvvetinden kaynaklanan hastalıkların çok olduğu, ancak dört tanesinin çok zararlı olduğu belirtilmiştir:

1– Şehvetin ifratı.

2- Betalet (??tembellik?? ).

3– Hüzün.

4– Haset. En zararlı olan bu dört tane üzerinde dur­muş ve her birini ilaçlarıyla birlikte açıklamıştır (Kınalızade 1, 211-244).

İnceleyin:  Erdemlerin Zıddı Olan Erdemsizlikler

Kınalızade, dilden kaynaklanan afetlerin olduğunu ve bu afetlerin diğerle­rinden daha çok zarar verdiğini belirtmiştir (Kınalızade 1, 244).

Dilden kaynak­lanan hastalıklar şunlardır:

1- Malayani. Yani din ile dünya için faydası olmayan sözü söylemektir. Bunlar, yalan, gıybet ve fuhuş gibi haram şeylerdir.

2- Lüzum­suz söz. Bir konuyu anlatırken lafı uzatmak ya da tekrar etmek.

3– Bâtıla dalmak.

4- Mira ve cidal, şer’an yasaklanmış ve hikmet açısından da çirkindir.

Mira ve ci­dal, başkasının sözüne müdahale ve itiraz ile “öyle değildir diyerek reddetmek­tir. Mira, kişiler arasında nefreti doğurur. Bunun da sebebi büyüklenmedir; üstün­lüğünü açığa vurarak başkasını cebretmektir. Olması gereken şudur. Bir insan bir söz söylese, hak ise tasdik ve kabul edilmeli. Söz bâtıl ve dünyayı ilgilendiren ko­nularda ise, sükût edilmelidir. Dinî konularda ise yumuşaklıkla nasihat verilmeli, mücadele ve ihtilafa düşülmemelidir. Bilginler demişlerdi ki: Bir kimse bir toplu­lukta hatalı bir söz söylese, ya lafız ya da mana cihetinden o toplantıda onun ha­tasını yakalayıp açıklamak suretiyle doğrusunu söyleme. Çünkü senden minnetsiz öğrenir, hem de sana düşman olur. Bu afetin sebebi, büyüklenmek ve yüksek gö­rünmektir.

5– Husumet. 6– Süslü anlatım. Söz sanatlı anlatım. 7– Kötü söz söyle­mek, argo kullanmak. 8– İnsana, hayvana ve cansız varlıklara lanet etmek. 9- Şar­kı ve şiir söylemek. 10– Mizah. 11- Tasahhur ve istihsa, başkalarının söz ve fiille­rini taklit etmek. 12- Başkalarının sırrını yaymak. 13– Sözünde durmamak. 14- Yalan söylemek. 15- Gıybet. 16- Kovuculuk. 17– İki yüzlü, iki dilli olmak. 18- Övgü. 19- Sözde meydana gelen ince hata ve kusurlar. 20– Avamın, İlmî incelik­leri, Kur’an’daki müteşabihleri, kader ve kazanın sırrını, şeriat ve hikmetin sırla­rının müşküllerini sorması (Kınalızade 1, 248-296).

Bütün bu unsurlar bireyin davranış şeklini belirleme ve ahlaklı birey olmasını sağlamak için sıralanmıştır.

Kınalızade’ye göre ruhsal hastalıklara uygulanacak tedavi yöntemleri dört çeşittir.

1- Güzel amel ve faydalı davranışlarla ruhu kuvvetlendirmek. Çirkin davranışlardan uzak durmak.

2– Kötü huy ve çirkin ahlâk sebebiyle ruha gelen hastalığın ıstırabını şuurlu bir şekilde düşünüp kendisini azarlamak, pişman ol­mak.

3- Ruha köklü bir şekilde yerleşmiş adi huyları gidermek için, onun zıddını yapmak. Cimrilik hastalığını tedavi için israf yolu benimsenmelidir. Zamanla orta yola ulaşılır.

4- Çirkin huy, ruh ülkesinde uzun zaman kalmış ve yıkılmaz bir kale gibi olup, diğer üç tedavi şekliyle sonuç alınamamışsa, nefse zor ibadetler ve güç ameller yüklenmelidir. Altından kalkamayacağı adaklar ve bozamayaca­ğı akitler yapmalıdır (Kınalızade 1, 172-173). Tedavi ahlâkî terbiyedir.

3.3.3.6. Aile Ahlâkı

Kınalızade, ahlâkın temel sorunlarını ele aldıktan sonra, toplumun temel bi­rimlerinden biri olan ailenin ahlâk yapısını incelemeye geçmiştir. İnsanın toplum­sal varlık olarak tanımlanması ve ihtiyaçlarının toplum içinde gerçekleştirilebilir olması, toplumla birey arasındaki ilişkinin temel boyutudur. İnsanın temel ihtiyaç­ları olan beslenme, barınma, giyinme, üreme ve güvenlik toplum içinde sağlan­maktadır (Kınalızade 2, 13-14).

Kınalızade’ye göre aile; baba, anne, çocuklar, hiz­metçiler ve beslenmeyi temin eden yiyeceklerden (gıda) oluşur (Kınalızade 2,15). Her çokluğun bir birliği vardır. Ailede de çokluğun birliği nizam kurmakla ger­çekleşir. Nizamın kurulması idareyi, idare de idareciyi gerektirir. Ailenin idareci­si babadır. Baba, ev halkının kötü şeylerden uzak durmasını sağladığı gibi, ev hal­kı da faziletlerini babanın sağladığı nizam içinde kazanır (Kınalızade 2, 15). Baba çoban gibidir. Sürüsünü iyi besler ve onun başına gelebilecek zararlardan ko­rur. Bunun yanında ev halkının her birinin ihtiyaç duyduğu olgunluğa ulaştırması gerekir. Ayrıca baba, doktor gibidir. Ev halkından hasta olanları tedavi etmeli ve tedavi için acı reçetelerden kaçınmamalıdır (Kınalızade 2, 17-18).

Kınalızade’ye göre para, ihtiyaçları karşılamak için en gerekli şeylerden biridir. Buna küçük namus da denir. Adaleti koruyan paradır ve lazımdır. Kolay elde edilemez ve onun az olması değerlilik nedenidir (Kınalızade 2, 23).

İhtiyaç duyulan mallar üç açıdan incelenirler:

1- Kazanılması ve elde edilmesi.

2– Ko­runması.

3– Harcanması.

Malların kazanılması üç şekilde olur:

1- Ticaret.

2– Za­naat.

3- Ziraat.

Malların kazanma yollarından hangisinin daha üstün olduğu ihti­laflıdır. İmam Şafi, ticaretin üstün olduğunu söylerken, sonraki âlimler, akitler- deki hileler nedeniyle ziraatı üstün görmüşlerdir. Mal kazanmada adil yol tercih edilmeli ve hileler ve zulümden kaçınılmalıdır (Kınalızade 2, 24-25). Mal, artı­rarak korunmalıdır. Çünkü mal artmazsa, aile düzeni bozulur, anlaşmazlıklar or­taya çıkar.

Malın artması için üç şartı gözetmek lazımdır:

1 – Aile halkını sıkıntı­ya düşürecek şekilde kısmamalıdır.

2- Din ve diyanete zarar vermeyip şer’an farz olan zekâtı ve sadakayı terk ve ihmal etmemek.

3- İnsanlar arasındaki ırza ve in­sanlığa zarar vermemek, hasislik ve cimrilik yapmamak (Kınalızade 2, 27-28).

Malın korunmasında da üç şart vardır:

1- Harcama kazançtan çok olmamalıdır. Kazanç, masraflardan fazla olmalıdır.

2- Korumak ve biriktirmek istenen malı kazanacak güçte olmak ve biriktirmeye çalışmak.

3- Her zaman değerli ve her zaman aranan şeye rağbet göstermek (Kınalızade 2, 28-31).

Malın harcanmasın­da dikkat edilecek hususlar:

1- Cimrilikle biriktirme, aileye zarar verir.

2- İsraf­tan kaçınmak, özellikle de haram şeyler için harcamaktan kaçınmak gerekir.

3– Hayır için harcanmalıdır.

4- Malı harcadığı için hiçbir minnet ve sitemde bulun­mamak (Kınalızade 2, 31-34).

Mallar üç şekilde harcanmalıdır:

1 – Allah rızası is­temek ve dinin icrasının tahakkuk etmesidir.

2– Cömertlik. Hayır için yapılanlar.

3-Kendi zaruri işleri ve yaşama imkanları için harcamak (Kınalızade 2, 34-35).

Neslin devamı için evlilik şarttır. Evlenmek için iyi huylu bir kadın bulma­lıdır. Kadınla erkek arasındaki ilişkiler, erkeğin üstünlüğü çerçevesinde ve kadı­nın eksiklikleri bağlamında incelenmiştir (Kınalızade 2, 39-59). Doğan çocukla­rın rızklarının Tanrı tarafından verileceği, doğan çocuklarla ilgili olarak isteksiz­lik gösterilmemesi gerektiği üzerinde durulmuştur. Çocuğun ismi, doğum zama­nın isimlerine uygun olmalıdır. Uygun olmayan isimlerin, hayat boyu insanı ra­hatsız edeceği belirtilmiştir (Kınalızade 2, 61).

Çocukların zihinleri taze ve temiz olduklarından her tarafa meyil ederler. Kötü şeyler gösterilir ve bunlardan men edilmezse çocuk kötüye yönelir. Kötü şeylerden men etmek, çocuk eğitiminin te­melleri arasındadır. Terbiyede esas unsur çocuğun ar sahibi olmasıdır. Bu terbi­ye şekli çocuğun huyunun iyi olmasını sağlar. Terbiyenin esasını din oluşturur (Kınalızade 2, 63-64). Azla yetinmeyi öğrenmeleri gerekir (Kınalızade 2,65). Öğretmen, iyi ve dindar, akıllı ve ahlâklı olmalıdır. Büyüklerin yanında edep ve terbi­yeli olmalı ve çok yumuşak olmamalıdır. Yumuşak olursa terbiyede zayıf kalır; çok öfkeli ve kızgın da olmamalıdır. Öğretmenin tutumu, çocuğun öğrenme karşısın­daki tutumunu belirler, öğretmen az dövmelidir. Çocuk cömert yetiştirilmeli, arka­daşlarına yardım etmeyi öğrenmelidir. Kibirlenmek, böbürlenmek ve alaycılıktan tamamen men edilmelidir (Kınalızade 2, 66-67).

Çocuğa, mal ve dünyanın değer­siz olduğu, altın ve gümüş biriktirmenin iyi olmadığı öğretilmelidir. Her gün tem­bellik ve oyuna müsaade edilmelidir. Büyüklerine saygılı yetiştirilmelidir. Aşın sevgi çocuğu öğrenmekten alıkoyar (Kınalızade 2, 67-68). İlim tahsilinde, anne ve babadan taklit yoluyla öğrendikleri delil ve akıl yoluyla verilmelidir. Çocuklar, hangi ilim ve fenne istidatlıysa ona yönlendirilmelidir (Kınaİızade 2, 68). Çocuk­lar uğraştıkları işten para ve mal kazanırlarsa, o işi şevkle yaparlar (Kınalızade 2, 71).

Çocuklara öğretilmesi gereken adaplar: Konuşma adabı (Kınalızade 2, 75), oturma ve yürüme adabı (Kınalızade 2, 81), yeme içme adabı (Kınalızade 2, 85), ana-babaya karşı vazifeler (Kınalızade 2, 89) gibi şeylerin ahlâk ilkeleri çerçeve­sinde öğretilmesi, çocuğu faziletli olmaya götürür.

Ailenin üyelerinden sayılan uşak ve hizmetçilerin terbiyesi (Kınalızade 2, 95) ile köle ve cariyelerin (Kınalızade 2, 101) terbiyesi de önemli konular arasında sayılmıştır. Çünkü baba onlardan da sorumlu olduğundan ailenin sağlıklı olması, aile üyelerinin tümünün terbiyesi­nin tam olmasına bağlıdır. Ayrıca köle, cariye, hizmetçiler ve hizmetliler, insanın eli, ayağı, gözü ve kulağı gibi kabul edildiklerinden (Kınaİızade 2, 95), onların ter­biyesi önemsenmiştir. Hizmet elemanları farklı milletlerden olduklarından, onları eğitirken kavmî olarak ne türden özelliklere sahip olduklarının bilinmesi gerekir. Bu gerekliliği ortaya çıkaran şey, her milletin farklı özelliklere sahip olmalarıdır (Kınalızade 2, 107). Bu kaygılar doğrultusunda Kınalızade, Arap, Acem, Rum, Türk, Moğol, Kürt, Arnavut, Rus, Çerkez, Gürcü, Abaza, Hint, Zenci ve Avrupalı­lar hakkında kısa bilgiler vermiştir (Kınalızade 2, 108-117).

* Ahlâk, ‘seciye’, tabiat’, ‘huy’ anlamına gelen hulk veya huluk teriminin çoğuludur, insanın fizik ya­pısı için halk, manevî yapısı için hulk terimleri kullanılmıştır (Çağrıcı 1989, 1).

Ayhan Bçıak-Türk Düşüncesi,syf:367-384