Herkesin Sevabı ve Günahı Kendine mi ?

1401426169_cumagunununhurmetiokunacakdualar_364560603 Herkesin Sevabı ve Günahı Kendine mi ?

 

1-İbn Mes’ûd anlatıyor: “Resûlullâh (s.a.v.) buyurdular ki: “Yeryüzünde haksız yere öldürülen bir insan yoktur ki kâtilin günahın­dan bir misli, Hz. Âdem’in ilk oğluna (Kabil’e) gitmemiş olsun. Çün­kü o, öldürmeyi sünnet kılan (haksız öldürme yolunu ilk açan)dır.’ (Buhârî, Diyât 2, Enbiyâ, 1, İ’tisam 15; Müslim, Kasâme, 27; Tirmizî, İlm, 14.)

2-“Her kim İslâm’da güzel bir çığır açarsa, o çığırın ecri ile ken­disinden sonra o çığırla amel edenlerin ecirlerinden hiçbir şey noksan edilmemek şartıyla sevapları kendine aittir. Ve her kim İslâm’da kötü bir çığır açarsa, o çığırın vebali ile kendisinden sonra onunla amel edenlerin vebali hiç bir noksanları olmamak üzere ona aittir.”

3-“Bir hayra öncülük yapana, onu yapan gibi ecir vardır.”

4-Buhârî’nin naklettiği rivâyete göre Hz. Peygamber, Bizans kralı Heraklius’a bir davet mektubu göndermiştir. Bu mektupta şun­lar ifade edilmiştir: “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Allâh’ın Resûlu Muhammed’den Rumların büyüğü Herakl’e. Hi­dâyete uyanlara selâm olsun. Ben seni İslâm’a davet ediyorum.

Müslüman ol, selâmete erersin, Allâh sana iki kat mükafaat ve­rir. Eğer dönersen halkının vebali senin boynunadır. ‘Ey Kitâb Ehli! Bizimle sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin, Allâh’tan başkasına tapmayalım, O’na hiçbir şey ortak koşmayalım…”. ”(Buhari,Be’dül Vahy,6)

Bütün bu hadîslerin şu âyete aykırı olduğu ileri sürülmektedir: hiçbir günahkâr, başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. ”(isra,15)

Oysa başka âyetlerde dalâlet önderlerinin kendi günahlarını ve baş­kalarının günahlarım yüklendikleri yer almaktadır. Şu âyetler buna ör­nektir:

“İnkâr edenler îmân edenlere‘Yolumuza uyun da sizin günahları­nızı yüklenelim.” derler. Hâlbuki onların günahlarından hiçbir şey yük­lenecek değillerdir. Şüphesiz onlar kesinlikle yalancılardır. And olsun, onlar mutlaka kendi yüklerini ve kendi yükleriyle beraber nice ağır yük­leri yükleneceklerdir. Uydurmakta oldukları şeylerden de kıyâmet günü şüphesiz, sorguya çekileceklerdir.”(Ankebut,12-13)

İbn Kesîr’e göre, “Onlar mutlaka kendi yüklerini ve kendi yükleriy­le beraber nice ağtr yükleri yükleneceklerdir” ifadesi, küfür ve dalâlete çağıranların kıyâmet günü hem kendi günahlarını hem de saptırdıkları insanlar sebebiyle başkalarının günahlarını yükleneceklerini haber ver­mektedir. Nitekim, şu âyet de bu duruma işaret etmektedir: “Böylece kıyâmet gününde kendi günahlarını tam olarak, bilgisizce saptırdıkları kimselerin günahlarının da bir kısmını yüklenirler. Dikkat et, yüklen­dikleri ne kötüdür.” (Nahl, 25)

İbn Kesîr’in bu görüşünü te’yid eden âyetler de vardır. Mesela: “İnkâr edip de (insanları) Allâh yolundan alıkoyanlar var ya, işte on­lara, yapmakta oldukları bozgunculuklar sebebiyle, azaplarını kat kat artıracağız” (Nahl, 88).

Nahl Sûresindeki âyette azabın kat kat artırılmasının hikmeti, on­ların işledikleri iki ayrı isyanlarına karşılıktır. Bunların birinci suçları; Allah’ın indirdiği İlâhî vahyi inkâr edip küfre sapmalarıdır. İkincisi ise,başka insanları Allâh yolundan alıkoymalarıdır. Bu her iki suça karşı ayrı bir azap söz konusudur. Bu azaplardan birinin dünyada, diğerinin ise âhirette verilen cezalar olduğunu söyleyenler de vardır.

Dolayısıyla, yukarıda geçen “Hiçbir günahkâr, başka bir günahkâ­rın günah yükünü yüklenmez. ” âyetini başka türlü anlamamız gerekir. Buna göre, âyette, günah işleyenin başkasına sebebiyet vermediği, kötü örnek olmadığı sürece sadece kendi günahından sorumlu olduğu vurgu­lanmaktadır. Şöyle de denilebilir: Bir kişi bir suç işlemişse, suçun şah­siliği prensibi gereğince, sadece suçlu cezayı çeker. Baba, kardeş, akra­ba vs. bir başka kimse o suçtan dolayı ceza çekmez.

İnceleyin:  Hadîslerin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Geçmiş'in İhmali Söz Konusu mudur ?

Bu noktada, ilginç bir âyetin üzerinde durmak istiyoruz. Bu âyet, Pey­gamberin hanımlarıyla ilgilidir. Allâh şöyle buyurur: “Ey Peygamberin hanımları! İçinizden kim apaçık bir çirkinlik yaparsa, onun cezası iki kat verilir. Bu, Allâh*a göre kolaydır.” (Ahzab, 30) Kötü örnek oluştan dola­yı azap iki kat artırılmaktadır. Aslında burada bir espri vardır. Aynı suçu bir başkası yapıp örnek olursa iki kat cezası vardır. Aynı suçu Peygam­ber eşi yaparsa, cezasının katmerleştiği söylenebilir. Diğer bir ifadeyle, üç katı ceza görür. Burada haşa, Allâh’ın iki kat dediğine, üç kat demek istemiyoruz. Ama aynı suçu işleyenden daha fazla ceza çekeceğini belirt­mek istiyoruz. Bu suçu -olmaz ya- Peygamber işlerse dört katı ceza gö­rür. Kişinin konumuna göre, ceza da artar. Bir günahı âlimin işlemesiyle câhilin işlemesi bir değildir. Kamuya açık, kötü örnek oluşturacak tarz­da, âlimin işlemesi durumunda cezanın katmerleşeceği açıktır. Tersi du­rumda, bunların yapacağı hayırda sevabın da katmerleşeceği bir vakıadır.

Burada son olarak bir âyet üzerinde daha durmak istiyoruz. Bu âyet, zahiriyle herkese aynı azabın verileceğini ima etmektedir: Allâh şöyle buyurur: “Allâh, şöyle der: ‘Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları ile birlikte ateşe girin’ Her topluluk (arkasından gidip sa­pıklığa düştüğü) yoldaşına lânet eder. Nihayet hepsi orada toplandığı zaman peşlerinden gidenler, kendilerine öncülük edenler için, ‘Ey Rabbimiz! Şunlar bizi sapttrdılar. Onlara bir kat daha ateş azabı ver’ derler. Allâh, der ki: fHer biriniz için bir kat daha fazla azap vardtr. Fakat bilmiyorsunuz.” (A’râf, 38)

Bu âyetten, zahiren saptıranlarla, sapanların aynı azabı hak ettikle­ri sonucu çıkar. Ancak, sapanların özelliklerine dikkat edilmelidir. Sapanlar  sadece saptıranlara kanıp inkârla yetinmemişler, saptıranları övmüşler, yüreklendirmişler, desteklemişler, onlar için mücadele vermiş­tir. Bu açıdan, tapanların da azapları iki kat olmaktadır: Bir, saptık­ları,.iki, saptıranları yüreklendirdikleri için. İnsanlık tarihi boyunca Allahın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlayıp sapık inançlar ve ideo­lojiler türetenlerle, bunları benimseyip yaşatanlar âhirette bir araya ge­lince, artık inkarcıların kendi kendilerinin aleyhlerinde şâhidlik edecek­leri ölçüde hak ve bâtıl, iyi ve kötü apaçık ortaya çıktığı için sonraki­ler öncekilere veya inkârları ve kötülükleri yaşatanlar bunları türeten­lere, kendilerini ayartıp saptırdıkları gerekçesiyle lanet okuyup suçları­nın iki katıyla cezalandırılmalarını isterler; diğerleri de onların kendi­lerinden farklı yanlarının bulunmadığını yani onların da kendileri ka­dar suçlu olduklarım belirtirler.

Mutlak hâkim olan Allâh da buyurur ki: “Zaten hepiniz için bir kat daha azap vardır.” Çünkü iki kat suç iş­lemişlerdir; yani öncekiler ve önderler hem kötü oldukları hem de kö­tülük yollarını açtıkları için, diğerleri ise onlara uymaları yanında, fi­kirleri, malları, güçleri, mevkileri, tutum ve davranışlarıyla onları des­tekleyip yüreklendirdikleri, güçlerine güç kattıkları, bâtıl ideolojilerini yaşatıp yaydıkları ve sonrakilere kötü örnek oldukları için iki kat suç­ludurlar ve iki kat ceza göreceklerdir. Sadece saptıranlara kanıp sapan­lar, şayet inkârlarının propogandasını yapmaz, saptıranları yüreklen­dirmez ve inkârlarıyla baş başa kalıp bir hayat sürerlerse onların azabı AJlâhu a’lem diğerleri gibi iki kat olmayacaktır.

İnceleyin:  Buharî, Müslim'in; Müslim Buharî'nin hadislerine güvenmemiş midir?

Kabil olayına gelince, şunları söylemek mümkündür: Geçmiş ulemânın ortak kanaati, Kabil’in öldürme günahından pay alacağı şek­lindedir. Onun pişman olması tevbe pişmanlığı değil, karşılığını gör­mediği ve katlanmak zorunda kaldığı vicdanî eziyettir.

Günümüzde ise bu hadîs, “Hiç kimse bir başkasının günahını yük­lenemez” ilkesince “Allâh’ın adaleti”ne aykırı görülerek tenkîd edilmiş­tir. Oysa hayra veya şerre vesile olan, bizzat o fiili yapmasa da ondan sevap veya günah alır. Burada adalete aykırı bir şey de yoktur. Ancak, yine de Kabil meselesinde izahı zor noktalar vardır. Bugün, “Kabil, öl­dürme güzel bir şey demedi, kıskançlığına mani olamadı, çığır açmak için böyle yapmadı, günah işlemiş oldu, katil olmakla insanlara katli öğretmiş değil, dolayısıyla bütün lcatl olaylarından günah alır diyeme­yiz” denilerek meseleye ihtiyatlı yaklaşanlar da vardır.

Bununla birlikte -iyi veya kötü olsun- ortada bir eylem yokken onu ilk ortaya koymanın, o eylemi deşifre etmenin bir sorumluluğu olsa gerektir. O eylemi görenler ondan esinlenir veya cesaret alır, onu yaparlar. Kabil’in öldürme olayı da böyle olmalıdır. Burada mesele, onu  öldürme olayını gören veya duyanların olup olmadığıdır. Yani Kabil Habil’i öldürmüş, onu hiç kimse görmemiş veya duymamış ise sonra- ki öldürme olaylarıyla hiçbir bağlantısı yok demektir. Bu durumda, öldürme olayı kendiyle sınırlı kalır, bir başkasından da sorumlu olmazdı. Ama tüm kutsal kitaplar, bu öldürme olayını anlatmaktadır. Dola­yısıyla, olay çok meşhurdur. Herkes bunu bilmektedir.

Burada akla şöyle bir soru gelmektedir: Kabil, tüm öldürme olay­larından mı yoksa sadece içinde kıskançlık olan öldürme olaylarından mı pay alır? Burada niyet devreye girmektedir. Öldürme olayı çeşitli niyetlerle gerçekleşebilir. Kişinin, o olaydan bir pay alması için baa­sının şekilsel olarak o olayı gerçekleştirmesi yeterli midir? Mesela ada­mın biri yaylada Allâh rızası için bir çeşşkme yaptırır. Onu gören biri “ne kadar güzel!” deyip “ben de yaptırayım, gelip geçene buradan satıp pa­ra kazanayım” dese ilk çeşme yaptırana buradan bir pay var mıdır? Ka­naatimce, çeşme ay m amaca hizmet etmedikten sonra bir pay yoktur.

Kabil’in öldürme olayına gelince; onu kıskançlığından dolayı yap­tığı açıktır. Mesela, toprak meselesinden veya ülke işgal ederek ya da haksız yere başka amaçlarla bir adam öldürüldüğünde bu öldürmeler­den Kabil pay alır mı? En doğrusunu Allâh bilir; bu öldürmelerden pay almaz. Onun pay alacağı öldürmeler, kıskançlık sebebiyle işlenen cina­yetlerdir. Bunun yanında, teorik olarak şunu da söyleyebiliriz: Kabil, öldürme olayında, ondan bir şekilde cesaret alanların, onun kötü ör­nekliğinden etkilenenlerin yaptıklarından pay alır. Zaman dilimi içe­risinde, “etkilenme”de bir kopukluk meydana gelip Kabil’in kötü ör­nekliği ortadan kalkmışsa, yine sonrakilerden pay almaz. Bu söyledik­lerimizi hadîste geçen | l*o y Jis- ” ifadesi de te’yid eder. İfadedeki ¡f teb’iz içindir, yani ba’ziyet anlamına gelir. Bu, Kabil’in tüm öldürme­lerden değil, bazılarından pay alalacağı anlamına gelir. Allâhu a’lem, yukarıda ifade ettiğimiz durumlar bu ba’ziyete dahildir.

 

Yavuz Köktaş-Kurana Aykırı Görülen Hadisler

 

 

 

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir