1. “Allah’ın kadın kullarını Allah’ın mescidlerinden menetmeyiniz. Ancak onlar süslenmemiş ve koku sürünmemiş olarak camiye gelsinler.”(Ebu Davud,Salat,52) Nevevî, “Hadisin zahirinden anlaşıldığına göre kadınlar mescide çıkmaktan men edilmezler, ancak bunun bazı şartları vardır” der. Nevevî’nin zikrettiği ve hadislerden çıkartılan şartlar şunlardır:
a.Kadın, süslenmemiş olmalıdır.
b.Kibir alameti olan bir elbise giymiş olmamalıdır.
c.Yolda korkulacak bir fitne bulunmamalıdır.
Yine Nevevî’nin bildirdiğine göre kadın evli ise ve bu şartlar bulunursa, onu camiden menetmek tenzihen mekruh, evli değilse haramdır. Bu Şafiî, Malikî ve Hanbelîlerin görüşüdür. Hanefî mezhebinde mesele ihtilaflıdır: İmam-ı Azam’a göre sadece ihtiyarlar, öğlen ve ikindi dışındaki namazlara çıkabilirler. Çünkü bu vakitler fasıkların yaygın olduğu vakitlerdir, bu vakitlerde fitne ihtimali daha fazladır. Akşam, yemek zamanı, yatsı ve sabah da uyku zamanı olduğu için fitne yönünden daha emniyetli vakitlerdir, denmekte ise de günümüzde bu fitnenin ekseriyetle akşam, yatsı ve sabah namazları zamanında olması sebebiyle emniyette olunmadıkça gidilmemesi gerekir.
Ebû Yûsuf ve Muhammed’e göre ihtiyar kadınlar bütün vakitlerde mescide gidebilirler. Buhârî şârihi Aynî, “fesadın yayıldığından dolayı bu zamanda fetva, kadınların hiç bir vakitte mescide çıkmaması şeklindedir” der. Zaten gençlerin mescide gitmelerinin kerahetinde Hanefî imamları arasında ihtilâf yoktur. Hidâye’de, mutlak olarak “kadınların cemaate gitmeleri mekruhtur” denilir. Şarihler bu sözlerden maksadın gençler olduğunu söylerler. Aynî’nin yaşadığı zamanla bu günü mukayese edersek, bu günün fitne yönünden o devirleri fersah fersah geçtiğini görürüz.
“Kadınlarınızı mescidlerden men etmeyiniz. Bununla birlikte evlerinde namaz kendileri için daha hayırlıdır.”(Ebu Davud,Salat,52)
Resûlullah (s.a.)’ın zevcesi âişe (r.anhâ) şöyle demiştir: Eğer Resûlullah (s.a.) kadınların (süslenme, giyinme ve koku sürünmeden yana) ihdas ettiklerini görseydi, İsrail oğullarının kadınlarının men edildiği gibi onları mescide çıkmaktan men ederdi.(Ebu Davud,Salat,52) Abdullah b. Mes’ud’dan Resûlullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Kadının özel odasında kıldığı namaz evin salonunda kıldığı namazından, (eşyalarının gizlendiği) daha özel odada kıldığı namaz da, özel odasında kıldığı namazdan daha efdaldir.”(Ebu Davud,Salat,52)
Bütün bu hadîsler kadının evinde namaz kılmasının daha hayırlı olduğunu, camiye gitmek istediğinde buna mani olunamayacağını, bununla birlikte bir takım şartlara uyması gerektiğini, bu şartların da zaman ve zemine göre değişebileceğini göstermektedir.
2-. “Kişiye, hanımını neden dövdüğü sorulmaz!”(Ebu Davud,Nikah,42) Bu haliyle oldukça kapalı, yanlış anlamaya müsait bir hadîstir. Herhangi bir sebebi de zikredilmemiştir. Günümüzde bazı ilahiyatçıların bile kafasını karıştıracak bir anlatıma sahiptir. Onlar ‘Kocaya nasıl sorulmaz! Kadın haklarını ayaklar altına alıyor bu hadis’ diyerek hemen hadisi reddetmeye kalkışmaktadır.
Şuradan düşünmeye başlayalım: Karı-koca mahkemelik oldu, hakim kocasına karısını niçin dövdüğünü sormak istiyor, şimdi bu hadise dayanarak soramaz mı diyeceğiz? Elbetteki hayır. Sorması lazım. Hadis buna engel değildir. Çünkü hadis bununla ilgili değildir. Peki, koca karısını sokak ortasında dövüyor, biri müdahale etmek istiyor, “bırak kadıncağızı, neden böyle yapıyorsun?” dese,koca “bak kardeşim hadis var, bunu bana nasıl sorabilirsin” dese, “doğru uâı Haklısın” mı diyeceğiz? Yoksa “hayır kardeşim, sokak ortasında kadını döve-mezsin” mi demeliyiz? Elbette ki dövemezsin demeliyiz. Neden? Üçüncü kişilerin bulunduğu yerde, kamuda koca karısını ne sebeple döverse dövsün ona müdahale yapma hakkımız vardır. Zira bu emr-i bi’l-ma’rufun da gereğidir.
Peki koca bizim muttali olamadığımız bir sebeple evin içinde karısını dövüyor, yani aile ortamında, mahrem bir alanda, belki mahrem bir konuyla alakalı olarak, bu durumda ne yapmalıyız? İşte hadisin “sorulmaz” dediği nokta burası olsa gerektir. Zira buraya müdahale edildiğinde daha kötü sonuçlar ortaya çıkabilir. Bu noktaya kol kırılır yen içinde kalır, kirli çamaşırlar sokakta yıkanmaz, mantığıyla yaklaşmak gerekir.”
Bununla birlikte yine de o karı-kocayla bizim aramızdaki ilişkilerin seviyesine göre müdahale edilebilir diye düşünüyorum. Bu noktada çok iyi karar vermeliyiz. Onun için bir takım bilgilerin bizde olması gerekir. Aksi halde aileye karışmak olur ki, gerçekten yanlış sonuçlar ortaya çıkabilir. Bir de mesela onların yakınlarına haber vererek olaya müdahil olabiliriz. Biz bir şey yapamıyoruz, ama yakınlarını arayarak olayların büyümesine engel olabiliriz. Bu da bir tür müdahaledir.
Bu kadar açıklamayı “Koca karısını döverse, ne yapacağız?” sorusuna cevap aramak için yaptık. Yani dövme anında müdahale edebilir miyiz, buna göre hadisi anlamaya çalıştık. Ama aslında hadisi başka türlü de anlayabiliriz, bu bana daha makul geliyor, dövme anında müdahale etmeyi izahtan bizi alıkoyar.
Hadiste dövme olayı mazî, geçmiş fiille naklediliyor, yani dövme olayı geçmiştir. Bu durumdayken kişiye karısını niçin dövdüğü sorulmaz. Kişi şu veya bu sebepten karısını dün ya da iki saat önce dövmüştür. Olay mahkemeye intikal etmemiştir. Aile içi bir mesele olduğu anlaşılıyor. Ama dedikodu ile veya başka bir yolla biz bunu öğreniyoruz, gidip adama “sen dün karını dövmüşsün, neden?” diye sorguluyoruz. Ne kadar abes değil mi?! İşte kanaatimce Peygamberimiz bu tip olayları engellemek kastıyla bunu söylemiş olabilir.
3-“Benden sonra size kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım.”
(Buhari,Nikah,18;Müslim,Zikr,97)
Kadının zararlı bir fitnebaz olmadığı yönünde tenkitler ileri sürürek hadîsi reddenler vardır. Acaba hadîsi nasıl anlamak gerekir? Önce şunu soralım: Buradaki kadınlardan kadın varlığı veya kadınların hepsi mi kastediliyor? Tüm kadınların kastedilmesi halinde saliha kadınları, Hz. Meryem’i, Hz. Hatice’yi, Fatma’yı, Aişe’yi ‘zararlı bir fitne’nin içine katmış olmaz mı? Dindar değil ama iffetiyle yaşayan bir kadını kastetmesi düşünülebilir mi? Mümkün değildir. Çok itiraz eden, kendine ait düşünceleri olan, muhalif duruşu olan kadınları kastedebilir mi?
Mücadele suresi kadının hak arayışı neticesi nazil olmuştur. Böyle bir kadının zararlı bir fitne olduğunu hatırlatmış olabilir mi? Şayet böyle değilse o zaman akla ilk gelen mana kastedilmemiş demektir. Dolayısıyla anlam git gide daralmaktadır. Demek ki, Peygamberimiz öyle herkesi kastetmemiştir. O zaman hadisi tahsis etmeliyiz.
Öyle anlaşılıyor ki kastedilen her kadın değildir.
Kastedilen erkekleri ayartmaya ayarlı kadın olmalıdır. Erkekleri peşinden koşturan kadın, cinselliğini kullanan kadın… Yabancı erkeklerin cinsel duygularını tahrik edip içlerini gıcıklayarak şuur altına itilmiş şehvetlerini uyandıran kadınlar… Kadının çekiciliği, cezbediciliği inkâr edilebilir mi? Bu özellikleriyle kadının neler yapabileceği tarihen ve bugün yaşadıklarımız dikkate alınırsa, sabit değil mi? Peygamberimiz ‘kadınların hepsi böyledir, her zaman böyle olacaktır’ gibi bir şey söylemesi düşünülebilir mi? Ama “kadının bu özelliğine dikkat çekmesi, erkekleri ve hatta kadınları uyarması” niçin mümkün olmasın?
Bu noktada “Ama neden kadınlar?” diye bir soru akla gelebilir. Erkeklerden kadınları tuzağa düşüren yok mudur? Elbette vardır. Peygamberimiz “erkekler masumdur” buyurmamıştır. Dinimizin ahlakî ilkeleri açıktır. Herkesi bağlar bunlar. Burada artı bir duruma işaret var sadece. Bununla birlikte hiç -istisnalar dışında- erkeğin peşinden koşturan kadın görülmüş müdür? Genel olarak baktığımızda parası vs. için olması hariç erkeği elde etmeye çalışan bir kadına tesadüf edilmiş midir? Hayır, ama zengin olsun ya da olmasın güzel bir kadının peşinden koşturan çok erkek vardır. İşte bu durumlara dikkat çekmek için söylenmiş bir sözdür, diye düşünüyorum.
Kadının fitne olmasına gelince hadîste kastedileni fitnebaz diye anlamamak gerekir.
Fitnebaz halk arasında olumsuz huylar için kullanılan bir şeydir. Ancak fitne Arapça’da her zaman bu anlama gelmez. Fitne ile fitnebaz arasında çok fark var. Bugün fitnebaz falan dediğinde bölücü, yıkıcı, tahrip edici, kısaca olumsuz özellikleri olan birini anlıyoruz. Ama fitne kelimesi her zaman böyle kullanılmaz. Fitne imtihan anlamına da gelmektedir. Kur’an’da bu anlamda da kullanılmıştır. Çoluk-çocuk sizler için fitnedir. Yani imtihandır. Bu da böyle. Kadın sizin için bir imtihandır. Elbette erkek de kadın için. Fakat Peygamberimiz kadın olgusuna burada vurgu yapmıştır.
4-. “Yöneticileriniz hayırlılarınız; zenginleriniz cömertleriniz olduğu, işleriniz de aranızda danışarak görüldüğü sürece yerin üstü sizin için yerin altından daha hayırlıdır. Yöneticileriniz şerlileriniz; zenginleriniz cimriniz olduğu, işleriniz de kadınlara kaldığı zaman yerin altı sizin için yerin üstünden daha hayırlıdır.”(Tirmzi,Fiten,78) Tirmizî, bu hadîsi sadece Salih el-Merrî kanalından bildiğini söyler. Ona göre Salih’in hadîsleri garibdir. Hadîslerinde tek kalmış, onu destekleyen de olmamıştır. Bununla birlikte Salih, iyi (salih) bir zattır.
Bu hadîs şayet makbulse şöyle anlamak gerekir:
Bir kere bu hadîsten ka- dınların yönetici yapılamayacağı çıkarılamaz. Yöneticilik başta geçtiğine göre burada “işleriniz” ifadesi demek ki, daha genel anlamdadır. Sosyal, ekonomik vb. her şeyi içine alır. Bundan kadınların aşağılandığı da çıkarılamaz. Mesele burada sosyolojik bir tespittir. Ve bu tespitin altında toplumsal yapıdaki işbölümlerinin dengesizliğinin yol açabileceği tehlikelere işaret edilmektedir. Dolayısıyla Allah Resulunun vurgusu başka bir şeyedir.
Dikkat edilirse iki cümle arasında birsimetri vardır. “İşleriniz de aranızda danışarak görüldüğü sürece..” ifadesine kar şılık olarak “işleriniz de kadınlara kaldığı zaman..” ifadesi kullanılmıştır. Bundan şu anlaşılır: İşleriniz, ilgilisi olmak kaydıyla kadın-erkek, aranızda şura ile ne kadar güzel! Ama hangi sebeple olduğu belki bilinmez amma, işlerinizi aran da danışmak yerine kadınlara havale ederseniz vay halinize! Dolayısıyla burada kadınların egemen olduğu bir yapı kastediliyor. Daha doğrusu erkeklerin kendi elleriyle veya bir zihniyet sonucu yalnızlaştırıldığı, kadının her alanda on plana çıktığı bir yapı…
Dikkat edilirse işlerin birkaç kadına havalesi söz konusu değil artık gözle görülür bir şekilde neredeyse tüm işleri kadınların yürüttüğü bir toplumsal yapı söz konusu… Bunu nereden anlıyoruz? Şuradan: Zenginler içinde birkaç cimri çıksa toplumsal düzen bundan etkilenmez, ancak zenginlerin yüzde seksen-doksanı cimrilik yaparsa toplumsal yapı oldukça sıkıntıya girer. Dolayısıyla zenginlerden maksat çoğunluğudur. Aynı şekilde “işlerin kadınlara kalması” da böyledir. Birkaç (kastımız bir veya iki değil elbette) kadının bazı işlerde söz sahibi olması problemli değildir.
Ancak toplumun tüm işlerinin kadın çoğunluğuna kalması oldukça sıkıntılı bir yapı ortaya çıkarır. Zira kadının daha aslî vazifeleri vardır ki, böyle bir durumda bunların ihmal edileceği açıktır. (Mesela Avrupa’da nufüsün yaşlanması böyledir. Kadın oldukça toplumsallaşmış, ancak aslî vazifesi küçümsenmiştir. Artık kadınların kariyer uğruna yapmayacakları şey yoktur)
Bu şuna benzer: Bir ülkede öğretmene de, doktora da, mühendise de ihtiyaç vardır. Bunlar dengeli bir şekilde topluma dağılırsa işler yolunda demektir. Ama herkesin öğretmen veya doktor olduğu bir yapıyı düşünün! Toplumsal yapıda bir sıkıntının ortaya çıkacağı açıktır. Ya da öğretmen öğretmenlikten anlar, doktor doktorluktan diyelim. Öğretmene veya doktora neredeyse her türlü işin havale edildiği bir yapıyı düşünün! Sosyal yapının bunu kaldırması mümkün değildir.
Son olarak şunu ifade etmem gerekir ki, liberal felsefe açısından bakıldığında özgürlük ve fırsat eşitliği var denilebilir. Bu noktada kadın kendisi karar vericidir. O dilediği gibi yaşar. Başkasına zarar söz konusu olmadığı zaman özgürlüğünün önünde sınır yoktur. Ancak bazı zararlar vardır ki, hemen o anda ortaya çıkmaz. Fıtrata aykırı davranıldığında zarar belki de bir nesil sonra ortaya çıkar ki pişmanlık da fayda vermez…..
5-“Havva olmasıydı, kadın cinsi kocasına ihanet etmezdi.”(Müslim,Ra’da,63)
Hadîsin ne maksatla nakledildiğine dair bilgi yoktur. İlk bakışta anlaşılması zor hadîslerden biridir. Bu hadîs şu şekilde tenkide konu olmuştur: Bu ahad rivayet, mütevatir bir haber olan kendisinde en ufak bir şüphe bulunmayan Kur’an’la bağdaşması mümkün değildir. Çünkü bu rivayetler Adem-Havva olayında asıl suçlu olarak Hz. Havva’yı göstermekte ve onun Hz. Adem’i kandırıp ihanet ederek yasak meyveden yediğine ve ona da yedirdiğine işaret etmektedir. Şu haliyle bu rivayet Kur’an kaynaklı değil, Tevrat kaynaklıdır.
Şüphesiz Kur’an ile hadîs arasında kesin bir aykırılık olsa bunu kabul etmek mümkün olurdu; ancak kesin bir aykırılıktan nasıl bahsedebiliriz? Çünkü Kur’an’da şeytanın Hz. Adem ile Havva’ya birlikte vesvese verdiği zikredilmektedir.(Bakara,35;Araf,19-21) Bununla birlikte Tâhâ suresinin 120. âyetinde şeytanın “Ey Adem!” diyerek sadece ona vesvese verdiği ifade edilmektedir. Her iki ayet grubunda vesvese verilen konular da aynıdır. Yani şeytanın “Ey Adem!” dediği yerde de “Ey Adem ve Havva!” dediği yerde de vesvese konulan aynıdır.
Hangi âyetleri esas alacağız? “Ey Adem” denilen âyeti esas alırsak ikisine birlikte vesvese verildiğine dair olan âyeti nasıl anlayacağız? Daha doğrusu bu makul olur mu? Ancak ikisine birlikte vesvese verildiğini ifade eden âyeti esas alırsak “Ey Adem” şeklindeki âyeti anlamak mümkün olur. Zira Allah önce her ikisine birlikte vesvese verildiğini ifade etmiş, başka bir yerde oranın durumu gereği şeytanın sadece Adem’e vesvese verdiğini beyan buyurmuştur. Dolayısıyla şeytanın sadece Hz. Adem’e vesvese vermesi, onun da Havva’ya bunu söylemesi, en azından ayetlerin zahirinden anlaşılmaz.
Bu durumda aklıma iki ihtimal geliyor:
a- Nasıl ki Allah Teala bir yerde ikisini birlikte zikretmiş, konum gereği başka bir yerde sadece Hz. Adem’i zikretmişse aynen bu şekilde Hz. Peygamber de konum gereği (muhatapların durumu veya Havva üzerinden bir mesaja vurgu olabilir) Havva’yı zikretmiştir. Bu anma, asla Havva’nın bu işin başı olduğu anlamına gelmez. Çünkü Peygamberimizin hafızasında elbette her ikisine birlikte vesvese verildiğine dair âyet vardır. Hatta Allah’ın, konumu gereği sadece Adem’i zikrettiğine dair örnek de… Belki de Resûlullah (s.a.v.) bu örnekten yola çıkarak bizzat kendisi Havva olayına temas etmiş, mesajını onun üzerinden vermiştir. Esas itibariyle ise şeytan her ikisine birlikte vesvese vermiştir.
Şunu bir parentez olarak belirtelim ki, hadîste geçen “ihanet” cinsellik vb. hususlarla ilgili değildir. Yasak meyve ile ilgilidir.
b- Şeytan her ikisine vesvese verir. Ancak bu ara belki de Hz. Havva’nın bir ısrarı olur. Tabii bu durumda Hz. Adem “ne yapalım, yasak meyveden yiyelim mi” şeklinde kısa duraksama yaşamış olmalıdır. Bu duraksamayı Havva “ne var bunda, ebedilik bizim olacak işte, istemez misin?” şeklinde bir telkin ve ısrar ile harekete geçirmiştir belki… Peygamberimiz muhtemelen Havva’nın bu özelliğine dikkat çekmiştir. Buradan hanımların yanlış işlerde kocalarını sıkıştırmamalarına, ısrarcı olmamalarına işaret etmiştir. Havva’nın bu telkin ve ısrarı Kur’an’da geçmiyor. Hadîsi dikkate aldığımızda böyle bir artı ısrarın olabileceği akla geliyor.
Yavuz Köktaş-Günümüz Hadis Tartışmaları
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları
0 Yorumlar