…
Gazali, Kitabu’l-Erbain Fi Usuli’d-Din adlı eserinde, “Kaza’ya Rıza” başlığı altında şunları söyler: “Sonuçlar sebeplerine en mükemmel ve en güzel şekilde bağlanmışlardır. İmkan dahilinde bundan daha güzeli ve daha mükemmeli yoktur. Eğer olsaydı bu cömertlik değil, cimrilik veya kudretin aksine acizlik olurdu.”4
O, İhyau Ulumi’d-Din adlı eserinin “Tevekkül” bahsinde de benzer şekilde şu açıklamaları yapar: “Allah’ın, rızık, ecel, sevinç, hüzün, acziyet, iman, küfür, itaat ve ma’siyetten kulları arasında paylaştırdığı her şey salt adalettir, bunlar da haksızlık yoktur ve bunlar, içersinde hiçbir zulüm bulunmayan sırf haktır. Bunlar, bilakis gerektiği şekilde gerektiği gibi ve gerektiği ölçüye uygun olarak var olan zorunlu hak düzene göredir. “5
İmkan dahilinde bundan daha güzel, daha mükemmel ve daha tam olan hiçbir şey yoktur. Eğer (Yaratıcı için böyle bir imkan) olsaydı ve bunu yaratma kudretine sahip olduğu halde esirgeyip böyle yapmaya tenezzül etmeseydi, bu, ilahi cömertliğe zıt düşen bir cimrilik ve ilahi adaletle çelişen bir haksızlık olur; ya da başaramasaydı, bu, ilahlığa ters düşen bir acizlik olurdu … Eksik yaratılmadıkça mükemmel bilinmez. Hayvanlar yaratılmasaydı, insanın şerefi ortaya çıkmazdı. Zira mükemmellik ve eksiklik görecelidir. İlahi cömertlik ve hikmet, mükemmeli ve eksiği birlikte yaratmayı gerektirir. Nasıl ki, kangrenli elin, canı muhafaza etmek için kesilmesi adalet ise -zira bu eksiği mükemmel olana feda etmeyi gerektiren bir husustur-halkın dünya ve ahiretteki paylarında farklılık olması da aynen onun gibidir. Bunların hepsi adalettir, zulüm değildir; içerisinde boş şeylerin bulunmadığı bir haktır.”6
Gazali, İhya’sına yöneltilen eleştirilere cevap olarak yazdığı bir diğer ese rinde de aynı fikri tekrarlayarak bu görüşünü teyit eder.7 Bu metinlerden rahatlıkla görülebileceği gibi, Gazali’nin iyimserliği, insan merkezli/antroposantrik değil; daha sonra Leibniz (1646-1716)’in dillendirdiği türden, Tanrı merkezli/Teosantrik bir iyimserliktir.
Burada insanın, varlığın daima iyi yönlerini görmesinden ziyade, Allah’ın evreni mümkün olan en iyi tarzda yarattığına güven duyması gerektiği telkin edilmektedir. Ancak bu telkinin hedef inin, söz konusu meşhur ifadenin “tevekkül” bahsinde geçtiğini dik kate alırsak, bir iddianın ispatının ötesinde, tasavvuf yolunun yeni saliklerine, dünyada karşılaşabilecekleri bütün olumsuzlukları hoşnutlukla karşılamalarını sağlayabilecek bir tevekkül anlayışını benimsetmek olduğunu söyleyebiliriz. Gazali’nin savunduğu bu iyimserlik anlayışının dayandığı bazı temel un surları vardır. Onun iyimserlik anlayışı, bu unsurların hepsi bir arada düşünül düğünde daha doğru ve tutarlı bir biçimde anlaşılabilir.
İYİMSERLİGİN AKLİ TEMELLERİ
Gazali, yukarıda ana hatlarıyla ifade ettiğimiz, iyimserlik anlayışını bir takım akli temeller üzerinden hareketle haklı göstermeye çalışır. Aşağıda bunların önemli olanlarını sunmaya çalışacağız. İlahi Cömertlik Gazali, en yalın biçimiyle, dünyanın ilahi cömertliğin bir gereği olarak, mümkün olan en iyi tarzda tertip edildiğini kabul eder.
Ona göre, eğer Allah daha iyi bir dünyayı yaratmaya muktedir olduğu halde yaratmamış olsaydı, cimrilik etmiş olurdu ve bu da ilahi cömertliğe ters düşerdi. Bu sebeple, “imkan dahilinde bu dünyadan daha iyisinin var olduğu” ifadesi, Allah’ın onu ya atmaktan aciz olduğunu ima eder. Çünkü Allah’ın ilahi cömertliğin gereğini yapmaktan geri durması, O’nun uluhiyetine aykırı bir durumdur. Dolayısıyla bunu yapmaktan geri durduğu iddia edilirse, o zaman zımnen, bunu gücü yet mediği için yapmadığı iddia edilmiş olur ki bu, uluhiyetle çelişir.
Gazali, bu düşünceye yöneltilebilecek muhtemel itirazlardan birisini, İmla’sında şöyle zikreder: “Kendi seçimiyle (ihtiyaran) yaratmadığı bir şeyden dolayı O’na nasıl acizlik atfedilebilir? Çünkü bu O’na alemi yaratmadan önce atfedilmemiştir. Nitekim buna göre alemin yokluktan varlık alanına getirilişini geciktirmek de acizlik olurdu. O halde, bu ikisi arasında ne fark vardır?”8
Gazali’nin buna cevabı şöyledir: “Allah’ın, alemin yaratılışından önceki yokluk halinden varlık alanına gelmesini geciktirmesi, mümkün bir seçimin kontrolü altında gerçekleşir. Nitekim özgür bir fail (el-failu’l-muhtar), yapması da yapmaması da mümkün olandır. Ancak O, bir şeyi yaparsa, şüphesiz bize tanıttığı hikmetinin gerektirdiği, imkan dahilindeki en son şeyden başkasını yapmaz. O bunu, bize sadece fiillerinin işleyiş tarzını ve işlerinin kaynağını bilmemiz; yaratıklarından ilmi, iradesi ve kudretiyle gerektirdiği ve hükmettiği her şeyin nihai hikmete, sağlamlığa ve sanat güzelliğine göre olduğunu kavramamız, dolayısıyla da yarattığı şeyleri yüce zatının yüceltilmesini gerektiren sıfatlarındaki kemaline kesin bir delil ve burhan kılması için öğretmiştir. “9
Şayet diyor Gazali, “Onun yarattığı şeylerde, yaratmaya güç yetirdiği halde ya ratmadığı diğer şeylere nisbetle bir eksiklik bulunsaydı, söz konusu bu eksiklik, tıpkı başkasına tercih ederek yarattığı şeylerde olduğu gibi, yaratmadığı bu şeylerde de ortaya çıkardı. Dolayısıyla bunların hepsi, kesinlikle O’nun yarattığı şeylerin eksikliğine ve kudretin var olandan daha mükemmeline hamledildiği şeylerin bir varsayımdan ibaret olduğuna delalet eden türden şeylerdir. “10 Çünkü bu varsayıma göre, sanki Allah, yaratıklarına kemalini bilmeleri için verdiği akıl ve anlayışı, noksanlığını göstermesi için vermiş, bu maksatla, gizlediği şeyleri bildirmiş, örtüp sakladığı şeyleri açığa çıkarmış ve hatta onlara kudretini bildirdiği halde aczini göstermiştir. Halbuki Allah, bu tür eksikliklerden münezzehtir.11
Gazali, bu argümanında, söz konusu yaklaşımların yeni sorunlar çıkardığı na işaret eder: İmkan dahilindeki “daha iyinin” sınırsız olduğunu var saymak, Allah’ın yarattığı her bir şeyin yaratmadığı daha iyi bir şeye nisbetle eksik ol duğu, sonuçta O’nun yarattığı her şeyin eksik olarak kalacağı anlamına gelir. Çünkü en azından mantıki açıdan, “daha iyinin” bir “en mükemmel”de durmadığı sonsuz “daha iyi”ler zincirlemesi; her bir “daha iyi” kendisinden sonraki “daha iyi”ye nisbetle eksik olacağından, “sonsuz eksikler” zincirini de beraberinde getirir. Bu meseleyi şöyle ifade etmemiz de mümkündür: Var olan, var olmayan herhangi bir şeye nisbetle eksik ise; Allah var olandan daha mükemmel olan bu var olmayanı yarattığında, o da var olmayan herhangi diğer bir şeye nisbetle eksik olacağından bu zincirleme sonsuza kadar gider.
Bu durumda ise Allah’ın var ettiği her şey, sürekli olarak eksik kalacaktır. Ancak bu, hikmetli bir yaratıcı için düşünülemeyecek bir husustur. Bu bakımdan, Gazali, Allah’ın mahlukatını bilenlerin, O’nun eserleri hak kında doğru düşünenlerin, dünyanın planlanmasında ve ahiretin düzenlenme sinde esas alınan ölçüyü ve O’nun özelliklerini bilenlerin ve O’nu eksiksiz görenlerin, kalp gözüyle melekutu mülahaza edenlerin ve nihayet anlayışı gözü nün ve aklının ötesine geçenlerin … bu görüşüne itiraz etmeyeceklerini düşünür.12 Çünkü böyle kimseler, bu alemdeki her şeyin yerli yerinde olduğunu, hiçbir şeyin manasız ve hikmetsiz olmadığını bilirler.
Yalnızca böyle kimseler, Allah’ın, “bu alemi bütünüyle salt olumsuzluk olan yokluktan, tam olumluluk olan varlık alanına çıkardığını, ona menziller (çeşitli yörüngeler) takdir ettiğini, diri ve ölü, hareketli ve sakin, alim ve cahil, mutlu ve mutsuz, yakın ve uzak, küçük ve büyük, şerefli ve alçak, zengin ve fakir, yöneten ve yönetilen, mü’min ve kafir, hamd ve şükreden, erkek ve dişi, yer ve gök, dünya ve ahi ret ve daha sayılamayacak pek çok şey için, belli bir zaman ve mekan tayin ettiğini görürler. Yine onlar, bunların hepsinin O’nun sayesinde ayakta durduğunu, varlığını O’nun kudretiyle devam ettirdiğini, varlıklarının devamının ve sonunun O’nun ilmine göre olduğunu ve O’nun iradesiyle evirilip çevril diklerini ve nihayet bunların hepsinin O’nun yüce hikmetine delalet ettiğini” kavrarlar.13
Gazali’ye göre var olandan daha mükemmelini, sadece kendilerini eşyadan önce var olmuş gibi farz eden kimseler tahayyül edebilir. Bu durumda da kul, Rab; mülk, malik ve Allah’ın yaratığı olan mahluk, Halık konumuna yükseltilmiş olur.14 Zira muhdes (sonradan olan) eşyanın, sonsuz kere daha iyisini tahayyül etmek, eşyayı var olmadan önce öngörmeyi gerektirir. Sonradan olan varlıkların böyle bir şansı olmadığına göre, onların eşyanın daha iyisinin varlığını öngörmeleri mümkün değildir. Bu yüzden, daha iyi dün ya tahayyül edenler, farkında olmadan kendilerini ezeli bir varlık konumuna yükseltmiş olmaktadırlar. İlahi Hikmet Hikmet, her şeyi kendisine uygun olan yere koymak, her hakkı hak sahibi ne ulaştırmak, her şeye evrende bulunduğu konuma uygun olan gerçek tabiatını vermektir.
Bu yüzden bazı filozoflar hikmeti şöyle tanımlamışlardır: “Hikmet, eşyanın kendisine uygun olan yerlere konulması hususunda bilgi sahibi olmak ve bu bilgiye göre hareket etmek; her hak sahibini hak ettiği şeye ulaştırmaktır.” Bir başka tanıma göre ise hikmet, “İşleri muhkem ve sağlam yapmaktır.” Bu, hikmetin, zıddı olan ‘sefeh’e nisbetle yapılan tanımıdır. Sefeh, “eylemlerin tutarsız, işlerin ise karışık ve düzensiz olması” halini ifade eder.15
Gazali’ye göre ilahi hikmet, var olan her şeyde ilahi kudret tarafından öylesine yüksek bir düzeyde yansıtılmıştır ki, içinde şüphe ve za’fiyet bulun mayan tam bir kesinlikle, Allah bütün insanları en akıllılarının aklında ve en alimlerinin ilminde yaratsaydı; nefislerinin kaldırabileceği bütün bilgileri ya ratıp Üzerlerine tarif edilemeyecek kadar hikmeti yağdırsaydı; sonra onlar dan her birine hepsinin sahip olduğu ilim, hikmet ve aklı verseydi; sonra, onlar için işlerin neticelerini ortaya çıkarsaydı ve onlara aşkın alemin (melekut) sırlarını öğretseydi; onlara lütfun inceliklerini ve nihai cezanın gizliliklerini, iyi ve kötünün, fayda ve zararın iyice farkına varacakları şekilde bildirseydi; sonra onlara kazanmış oldukları ilim ve hikmetle bu dünyayı ve aşkın alemi düzenlemeyi emretseydi; (o zaman bile) birbirlerine yardım ederek ve birlikte çalışarak yaptıkları bu düzenleme işinde, onların hepsinin payına, zorunlu olarak Allah’ın bu dünyada ve ahirette düzenlediği tarza bir sivrisinek kana dı kadar ne bir artış ne de bir düşüş kaydedebilirlerdi; bundan ne bir zerreyi kaldırabilirler ne de bir zerreyi alçaltabilirlerdi; (düzenlemeleriyle) ne bir hastalığa, ne bir hataya, ne bir eksikliğe, ne bir yoksulluğa ve ne de kötülüğe maruz kalan birinin derdini uzaklaştırabilecekleri gibi; kendisine sağlık, yetkinlik, zenginlik veya üstünlük bahşedilen kimseden de bunları kaldırabilirlerdi.
Ancak insanlar, bakışlarını Allah’ın gökte ve yerde yarattığı her şeye yöneltip uzun uzun düşünürlerse, orada ne bir uygunsuzluk ve ne de bir çatlak görebilirler. Allah’ın insanlara paylaştırdığı, rızık, ecel, mutluluk, keder, kudret, acizlik, iman, küfür, itaat ve isyan gibi şeylerin hepsi, katıksız bir adalettir. Bunlarda hiçbir haksızlık yoktur ve bunlar tamamen doğru olup kendilerinde hiçbir yanlışlık yoktur. Gerçekten de o, zorunlu hak düzene göredir, olması gereken şeye uygun olarak, olması gerektiği gibi ve olması geretiği ölçüdedir; imkanda ondan daha güzel, daha mükemmel ve daha tam olan herhangi bir şey yoktur. 16
Bu yaklaşım tarzında, en küçük olandaki şaşırtıcı ve hayret uyandırıcı hikmetlere işaret edilerek, daha büyük olanların ihtişam ve çarpıcılığının insanın zihin ve gönül dünyasında yankılanmasına çalışılır. Bu, Gazali’nin sıkça baş vurduğu bir yöntemdir. Onun yazılarında, rasyonellik, etkileyici bir retorikle harmanlanarak okuyucuların dikkatlerine sunulur.
Izdırabların Mümkünlerin En İyisiyle İlişkisi
Gazali düşüncesinde ızdırabların hem insanın manevi hastalıklarını iyileştirici hem de şükre vesile olmaları gibi iki önemli fonksiyonu vardır. Aşağıda bunları sırasıyla sunmaya çalışacağız.
Izdırabların Manevi Hastalıkları İyileştirici Yönü
Izdırablar, hastalığın iyileşmesi için verilen acı reçeteler gibidir. Nasıl ki ölümcül bir hastalığa yakalanmış olan birisi, kurtulma ümidi ile en acı ilaçları bile, hiç tereddüt etmeden içerse; nihai iyiliği hedefleyen birisinin de ızdırab veren hadiseleri, aynı inanç ve ümitle kabullenmesi gerekir. Hiç kimse mesleğinde yetkin olan bir tabibi, tedavi edici olduğu bilinen acı bir ilacı veriyor diye kınayamazsa; insanların ızdırab veren hadiselere maruz kalmalarını da yadsıyamaz. Çünkü onlar, bizlere ebedi mutluluğu kazanmamız için sunulmuş fırsatlardır. Gazali’nin ifadesiyle, “Nasıl ki, kangrenli elin canı kurtarmak için kesilmesi adalet ise -zira bu eksiği mükemmele feda etmeyi gerektiren bir husustur dünya ve ahirette, yaratıkların paylarında farklılık bulunması da aynen bunun gibidir. Bunların hepsi adalettir, zulüm değildir; içerisinde boş şeylerin bulunmadığı bir haktır.”17
Gazali’den önce yaşayan Ebu Talib el-Mekki ise bu mevzuu şöyle dile getirmiştir: “Allah, bunları rasyonel ilkelere, bilinen ve alışılmış olayların ruhu na, rasyonel sebeplere ve akılların ve akledilir olanların yaratıldıkları ölçülere uygun olarak yapmıştır. Sonra, O bunların sonuçlarını gizledi, sırlarını örttü ve sevapları sakladı. Bunların gizli kalmasından dolayı da tedbirin ve takdirin güzelliği kusurlu göründü. İnsanların çoğu bunlardaki hikmetleri anlayamadılar; dış görünüşe bakarak yargıda bulundular ve bu yüzden asıl dikkat edilme si gereken noktaları unuttular. Sadece alim olanlar, bunlarda alemler için ayetler bulunduğunu düşündüler. İşte tevekkül sahiplerinin ve peygamberlerin makamları budur.”18
Bu ifadelerle Gazali’nin ifadelerini karşılaştırdığımızda, onun büyük ölçüde Ebu Talib el-Mekki’den etkilenmiş olabileceğini söyleyebiliriz.19 Sonuçta Allah bütün işlerini hikmetle yapar. Hikmetle örülmüş bu sistem içerisine atılan ızdırab ilmekleri ise sadece sonunda bizi iyileştiren acı ilaçlar gibidir. Tabibin karşısında yer alan kimseler, kısmi bir kötülük sayesinde genel bir iyiliğin ortaya çıkabileceğini görememektedirler.20
lzdırabların Şükür Vesilesi Olması
Felaketlerin ibret verici bir yönü vardır. Bu felaketlere maruz kalmayan kimseler, kendileri açısından onları Allah’ın lütfunun belirtileri ve şükre teşvik eden vesileler olarak görebilirler. Belaya maruz kalan bir kimse, kendisinden daha kötü bir durumda olan başka birisinin bulunduğunu gördüğünde, bunun la teselli bulabilir ve haline şükredebilir. Bir kimsenin felaketi, diğerinin haya ta bağlanmasına katkıda bulunabilir. Tıpkı cennette bulunan kutlu kimselerin durumunda olduğu gibi … Nitekim onların mutluluğu, azaba uğrayanların kıvranışını seyretmek suretiyle daha da artar. Gazali, bu duruma şöyle işaret eder: Kafirlerin cehennemde çektikleri acı, aynı zamanda bir rahmettir, fakat kendileri açısından değil, başkaları açısından bir rahmettir, zira bir grubun felaketleri, diğerlerinin yararınadır. (Mesıiibu kavmininde kavm fevdid).21
Hatta en şiddetli belalara maruz kalan birkaç kişi bile, kafirlerin ve Allah’ı tanımayanların kötü durumunu düşündükleri takdirde müteşekkir olabilirler: Hz. İsa, kör, cüzzamlı ve her iki tarafına felç inmiş kötürüm bir adamın yanından geçti. Bedeni cüzzamın etkisiyle pul pul dökülüyordu. O şöyle dedi, “Y ratıklarından birçoğuna verdiği bu belalardan beni koruduğu için Allah’a hamd olsun!” Ardından, Hz. İsa şöyle nida etti: “Hey sen! Sana isabet etmediğini dü ünebileceğim bela nedir?” Adam şöyle cevap verdi: “Ey Allah’ın ruhu (Mesih), ben, Allah’ın benim kalbime yerleştirdiği şeyi, yani Allah bilgisini, kalplerine yerleştirmediği kimselerden daha iyiyim!”22
Kısacası, bu bakış açısına göre, her kötüden daha kötüsü vardır. Dolayısıyla bu derecelendirmenin herhangi bir basamağında bulunan birisi, kendisinden daha aşağıdaki basamakta bulunan kimsenin halini gördüğünde, kendi durumu için yaratıcısına hamd ve şükürde bulunabilir.
…
Bu Yazı Prof.Dr.Metin Özdemir’in GAZALİ DÜŞÜNCESİNDE İYİMSERLİK adlı makalesinden alınmıştır.
Kaynak:Doğudan Batıya Düşüncenin Serüvenleri – Proje Editörü.Bayram Ali Çetinkaya,cild.6,syf.633-640
Dipnotlar:
4. S. 6. Gazali, el-Erbain fi UsU/i’d-Din, Beyrut 1988, s. 202. Keza, bkz.: Gazali, İhyau UIU mi’d-Din, iV, 398; Bikai, Te hdim, Süleymaniye, Laleli, no: 3661, vr. 3a; Semhı’.’ıdi, İzah, vr. Sa; Ebu Hamid el-Kudsi, Teşdidu’l-Kalb, Süleymaniye, Laleli, no: 3661, vr. lOb,
5.Gazali, a.g.e. iV, 397. Krş.: Semhı’.’ıdi, a.g.e. vr. Sa, 6b; Bikai, a.g.e. vr. 3b; Ebu Hamid el-Kudsi, Te şdidu’l-Kalb, vr. 1 la; ez-Zebidi, İthafu’s-Sadeti’l-Müttakin bi-Şerhi Esrari İhyai Ulumi’d-Din, Kahire 1311, IX, 430.
6.Bikai, a.g.e. vr. 3a, 3b, 4a. Krş.: İhyau U/Umi’d-Din, iV, 397-398. Zıtlık ve karşıtlıkla rın öğretici ve eğitici olduğu konusundaki değerlendirmeler için, bkz.: Semhı’.’ıdi, a.g.e.vr 62b vd.; Suyüti, Teşyfdu’l-Erkan, Süleymaniye, Laleli, no: 3661, vr. 7a,7b. Bikai, bu görüşe, Allah’ın bize, tıpkı Hz. Adem’e şu anda mevcut olan eşyayı öğrettiği gibi zıtları icat etmeden de bütün şeyleri öğretmeye kadir olduğu gerekçesiyle karşı çıkar. Bkz.: Bikai, a.g.e. vr. 28a. 7.
7.Gazali, İhyau Ulumi’d-Din, (Kitabu’l-İmla fi İşkalati’l-İhya), V, 252. Gazali’ den önce yaşayan Ebü Talib el-Mekki (ö. 386/996) ise aynı düşünceyi şöyle dile getirir: “Allah, bunları rasyonel ilkelere, bilinen ve alışılmış olayların ruhuna, rasyonel sebeplere ve akılların ve akledilir olanların yaratıldıkları ölçülere ilişkin meşhur olan vasıtalara uy gun olarak yapmıştır. Sonra, O bunların sonuçlarını gizledi, sırlarını ömü ve sevapla rı sakladı. Bunların gizli kalmasından dolayı da tedbirin ve takdirin güzelliği kusurlu görüldü. İnsanların çoğu bunlardaki hikmetleri anlayamadılar; dış görünüşe bakarak yargıda bulundular ve bu yüzden asıl dikkat edilmesi gereken noktaları unuttular. Sa dece alim olanlar bunlarda alemler için ayetler bulunduğunu düşündüler. İşte tevek kül sahiplerinin ve peygamberlerin makamları budur (Bkz.: ez-Zebidi, İthaf, IX, 430).
8.Gazali, İhyau Ulumi’d-Din, (Kitabu’l-İmla fi İşkalati’l-İhya), v, 252. Krş.: Bikai, Te h dim, vr. 4a; SemhGdi, İzah, vr. 8a.
9.A.g.y.
10.Gazali, İhyau Ulumi’d-Din, (Kitabu’l-İmla fi İşkalati’l-İhya), v, 252-253; Bikai, Te h dim, vr. 4a-4b; SemhGdi, hah, var. 8a.
11.Bkz.: Gazali, a.g.e. V/253; Bikai, a.g.e. vr. 4b.
12.Bikai, a.g.e. vr. 4b, 5a.
13.Bikai, a.g.e. vr. 5a.
14.A.g.y.
15.el-Maturidi, Te ‘vflatü’l-Kur’an, Ta hkik: Ahmet Vanlıoğlu, tashih: B. Topaloğlu, İstan bul 2005, il, 188-189. Kitabü’t-Tevhid, tahkik: B. Topaloğlu, M. Aruçi, İSAM Ya yın ları, Ankara 2003, s. 152; Bekir To paloğlu, Kitabü’t-Tevhid Tercümesi, İSAM Ya yınla rı, İstanbul 2002, s. 124.
16.Gazali, İhyau UICtmi’d-Dfn, iV, 398.
17. A.g.y. Aynı düşünceyi, Suyfıti de hararetle savunur. Bkz.: Te şyfdu’l-Erkan, vr. 6b vd.).
18.Zebidi, İthafu’s-Sadeti’l-Müttakin, IX, 430; Metin Özdemir, İslam Düşüncesinde Kö tülük Problemi, İstanbul 2001, s. 73-74.
19.Özdemir, a.g.e. 74.
20.Tıbbi açıklama yaygın bir husustur. Keza bkz.: Gazali, İhyau U/Umi’d-Din, iV, 86; el-Erbain, s. 268. 21.
21.Gazali, a.g.e. iV, 111.
22.Gazali, a.g.e. iV, 298-299.
0 Yorumlar