Dijital Gidişata Dair Kişisel Bir Serüven

neden-dijital-dunya-7a3d39f6d1f97e3a8c9a Dijital Gidişata Dair Kişisel Bir Serüven

Manolya Gürocak

 

İmgelerin, kelimelerin ve nesnelerin üzerimize yığın hâlinde çullandığı bir tünelden geçiyoruz. Sanayi devriminin insan ruhuna ve ilişkilerine etki­sini henüz tanımlayamamışken dijital devrimi hayatlarımıza buyur ettik. Yahut dijital devrim kendini pek tanıtmadığı için ne olduğunu anlayama­dığımız teklifsiz bir misafir gibi evimize ansızın, elinde birkaç kese alfan, pek çok hediye ve konfor olanaklarıyla çıkageldi. Niyetini ve masumiyetim yeterince sorgulamaya lüzum görmedik, o da kendine bir yer açtı ve iyiden iyiye evimize yerleşti.

Nasıl ki selin kıyısında durulmaz ise içinden geçmekte olduğumuz çağ da çoğumuzu kendi akış hızına uydurdu ve akış yönüne bir şekilde dahil etti. Yeniçağın baş döndürücü hızı bir girdap gibi içine çektiği insanları sersemletti, dışında kalan azınlık ise girdabı izlerken âdeta hipnotize oldu. Niyetim akademik yahut sosyolojik bir yazı kaleme almak değil, dijital dev­rimi kötülemek yahut aklamak değil; kaldı ki ne titrim buna müsait ne de birikimim buna izin verebilir. Ancak kendi kişisel serüvenimden bahsederek bu meselenin anlaşılmasına bir katkıda bulunmayı ümit ediyorum.

Geçtiğimiz birkaç yıl bu girdabın dışına çıkmayı becerebildiğim (akıllı telefon, bilgisayar, sosyal medya ve televizyon gibi dijital nesne ve kelime yığınlardan uzak durabildiğim) bir süreçte gidişatın mahiyeti üzerine etraflı­ca düşünme fırsatı buldum. Bu genişlikte kelimeler üst üste yığılmaktan biraz olsun kurtularak serbest kaldılar ve daha rahat nefes aldılar. Kelimelerin üzerine binen kir, pas ve araz bir nebze olsun sıyrıldı. Diyebilirim ki hakikat ortaya çıkmadıysa bile bir parça daha berraklaştı ve sezilebilecek bir mahi­yete büründü.

Dijital devrime yönelik tüm sorgulamaları tek bir soru ekseninde yap­maya gayret ettim. Dijital devrimin üzerimdeki etkisini anlamayı asıl denk­lemi çözmek için çözmem gereken parantez içindeki bir ara denklem gibi görüp ele aldım. Asıl soru: Ben kimim? Bu sorunun etrafında dönerek bir çukur açan öteki sorular: Dünyada ne işim var? Neden varım? Ne işe yara­rım? Sorgulamaları derinleştirdiğimde bu soruların etken çatısı yıkıldı, edil- gen bir zemine oturdu ve sorular şu hâli aldı: Rab kim? Neden yaratıldım? Ne işe yararım? Zemine bu soruları oturttuktan sonra artık evin duvarlarını pencerelerini, çatısını, havalandırmasını, bacasını kurmaya girişilebilirdi.

Sanayi devrimini müteakip gerçekleşen teknolojik devrim insana iş yükü­nü azaltması ve işleri hızlandırması bakımından büyük imkânlar tanıdı. Kol çevirmeyle başlayan süreç düğmeye basma külfetine bile son verdi, işler par­mak ucuyla bir dokunmaya kaldı. Sosyalist sistem, insanı kusursuz kabul ede­rek bencillik ve aç gözlülük gibi kusurlarını yok saymakla çuvalladı. Kapitalist sistem, henüz çuvallamasa da insanın zaaflarından nemalanarak kurgulandığı için vurulan neşterler ömrünü uzatsa da er geç çuvallamaya mahkûm. Niyetim sistemlerin eleştirilerine girişmek değil, meselenin künhünü izah etmek için sistemlerin handikabına kısaca değinmekten başka bir olanak ne yazık ki yok ve meselesi olan biri için bağlamda kalmaktan güç bir şey de yok sanırım.

İdeal bir dünyada ve normal koşullar altında insandan umut edilen şey; arta kalan zamanı değindiğim temel sorularla meşgul olarak varlığına bir anlam aramak ile değerlendirmesidir. Fakat insanların kahir ekseriyetinin bu artık zamanı anlam değil, haz arayışı ile geçirdiği malum. Süreç aksine nasıl işledi layıkıyla anlamak için, “Hız arttıkça özgürlük azalır”1 diyen Fransız düşünür Paul Virilio okumak fayda edebilir. Şimdilik süreci kısaca şöyle özetleyelim: insani zaaflardan palazlanan mevcut sistemi kurgulayanlar, bu artık zamanın sermaye sahiplerinin kişisel faydalarını çoğaltmak için kullanıl­masını uygun gördüler. Elde edilen bu artık zamanı insan, var olma ve ken­dini gerçekleştirme sürecine ayırmamalıydı. Sistemin içinde bulunan insanın sistem yararına verimli bir birey olması için fiziksel tahakkümden daha etkin telkinler görsel ve işitsel araçlar ile insanın direnç gösteremeyeceği bir usta­lıkla yönetildi. Seçkin bir kitlenin konforunun devamı için lümpen bir kitle bilinçli olarak yaratıldı. İnsanın doğasını, tutum ve tavırlarını oldukça iyi etüt eden modern psikiyatri, telkin işinin yöntemleriyle alakalı oldukça başarılı gelişmeler kaydetti. İnsanın sistemden bağımsız var olmayı düşünmeye dahi kalkışmaması için tüm medya araçları seferber edildi.

İnceleyin:  İmgeler Bize Ne Söyler?

İnsanın zaafları göze­tilerek başta eğlence sektörü olmak üzere insanları meşgul edecek nesneler dünyası bu vazifeyi üstlendi. Hedonizm kullanılarak insanın boş zamanları da böylece işgal edilmişti. Sistem kurucuları bu hakikatleri fark edip dile getiren insanlar için başka yeni silahlar üretti: Kendi eleştirisini yapmaya müsaade ederek mevcut sistemi masum göstermek ve kitlelerin gazını almak. Pek yakın zamanda memleketin sayılı zenginlerinden olan bir iş adamı çıkıp kapitalizmin ortadan kalkması gerektiğini beyan etti. İfade ederken, dile getirirken Özgür olduğunu hissettiren bu yeni sistem, bariyerleri dilden çok geriye, zihne koymuştu. Bu eleştirmeyi ve sorgulamayı neredeyse imkânsız hâle getiren telkin ve şartlandırılmalarla başarılmıştı. Sistem şüphe yok ki toplum için gerçekten tehdit olan insanları tecrit ederek çare bulmuştu, ancak kendi zaaflarına yönelik eleştiri ve sorgulamalara giri­şen insanları da aynı bahaneyle deli olarak yaftalayıp sindirmeyi iş edinmişti. Bir dilim ile dokuz kişinin doyduğu ve dokuz dilimi de bir kişinin yedip bu çivisi çıkmış düzenin sürmesini başka nasıl izah edebiliriz. Bu işleyişi hatırlat­madan dijital devrim meselesini ele almanın hata olacağını düşündüğüm için lafı bunca uzattım. Dertli olduğum da muhakkak, lâkin ümitsiz de değilim. Bizlere kaosmuş gibi görünen bu İlahî senaryoda olup biten her şeyin bir izin dâhilinde ve bir gerekçe ile var olduğuna inanmak, insanı bitap düşmekten alıkoyuyor. Ümitliyim; çünkü üretilme ve kullanılma niyetinde bencilce ve art niyetli bir istikamet olsa da bu araçların iyiliğin hizmeti için kullanımı da kontrol edilemiyor, hesap edilemeyen bir biçimde kendi mezarını da kazıyor.

Başa dönüp toparlamak kaydıyla konuyu biraz daha dağıtmak ve boş­luk korkusundan (horror vacui) bahsetmek istiyorum. Maddenin boşluğu doldurma eğilimi bir fizik kuralıdır. Kuşku yok ki insan boşluktan bu denli korkmasaydı boş zamanı da suiistimal edilmeye bu denli müsait olmazdı. Bu fizik kuralını akılda tutarak bilmeliyiz ki boş zamanımız için bize faydası dokunacak uğraşlar edinmezsek muhakkak faydasız meşguliyetler ediniriz. İnsan binlerce yıllık serüveni içinde düşünüldüğü vakit Kur an da geçen Hz. Musa ve Maide sofrası boşluğun insan için sakıncalarını kanımca etkili biçimde izah eder. Bu Kur’an kıssasında; dilediklerinde kendilerine gökyü­zünden sofra inen bir kavim kendilerine kalan zamanı doğru değerlendirme­dikleri için Allah onlara tarla ekme, hayvan yetiştirme külfetim verir. Güncel hayattan bir misal daha verelim. Bir iş olmadığı zaman askerlik yapan erlere çukur açıp kapama vazifesi vermek; bahse konu faydasız işlere meyyal kimseleri işle meşgul etmek ve boşluğun sakıncalarım izah etmek açısından leziz bir örnektir. Açıkçası bu hakikatleri fark ettiğimden beri eskiden olduk­ça lüzumsuz bulduğum bir takım hobi ve uğraşlara ait olumsuz bakışımın erozyona uğradığım söyleyebilirimnı

İnceleyin:  Şarkiyatçı Bakış ve 'Üretilen' Şark

Meseleyi söz verdiğim gibi toparlamak gerekirse; dijital devrimin beni en çok ilgilendiren yanı, insan ilişkileri üzerindeki etkisidir. Bu bağlamda bir devrim yarattığı muhakkak… Bu gelişmenin hayır mı şer mi olduğunu insanın ondan faydalanma biçimi belirleyecek ve boşlukla imtihanını nasıl verdiği nihai hükmü tanımlayacak.

Dijital devrimin insan ilişkileri üzerindeki etkisini bilhassa sosyal medya bahsini bir Twitter kullanıcısı olarak biraz daha açmak ve yine kişisel gözlemlerimden bahsetmek istiyorum.

Dijital devrimin bir çıktısı olan sosyal medya ve türevi araçlar; düşünce­leri, fikirleri âdeta bir mikser gibi çırparken yoğrulup maya tutacak kıvama gelmesine de olanak tanıyor; diğer yandan (sosyal medya jargonuyla) trol­lerin bitmeyen (yine aynı jargona ait bir söylemle) goygoylarının cazibesine en ciddi insanlar bile kapılıyor. Bu mecra insanı kimlik ve kişilik baskısın­dan kurtararak apayrı bir insan gibi konuşma/davranma fırsatı sunuyor, insanların kimi zaman bilinçdışını boşalttığı bir çöp konteyneri olma işlevi ile tıpkı insanların bağırıp çağırıp deşarj olduğu bir futbol tribünün vazifesi gibi iş görüyor. Bu sayede dijital olmayan ilişki alanlarının stabil ve denge­de tutulması sağlanıyor. Lâkin göz ardı edilen hakikatlere Jean Baudrillard büyük bir isabetle değiniyor: “Birileri incindiği zaman simulasyon derhâl sona eriyor.” ve iletişim sorumlulukları tıpkı reelde olduğu gibi başlıyor. Ancak bu gerçeklik dijital deneyimde idrak edilmediği ve ihmal edildiği için sakıncaları henüz tespit edilemiyor. Malzemesi sırf harfler ve “chat emoji”leri olan; mimiklerin, ses tonunun yok olduğu, dokunsal boyutun yitirildiği bu yeni iletişim biçimi, fiziksel görünüş, sosyal statü gibi önyargı yaratan etmenleri devre dışı bırakarak insanların birbirlerini salt bir düşünce olarak görüp duru değerlendirmesine olanak tanıdığı gibi ses tonu, yüzün fizyonomisi ve mimikler olmadığı için anlamın manipüle edilme riskini ve suiistimal edilme ihtimalini de çoğaltıyor. Dijital platform anlam akışını erozyona uğratan bir dezavantaj da olabiliyor yahut anlam akışını kolaylaş­tırıp hızlandıran bir avantaj da… Miskin Yunus Emre’nin deyişiyle:

“Söz doğrudur sen doğru isen, doğruluk bulunmaz sen eğri isen.”

Son zamanlarda işittiğim ve çok sevdiğim bir söz daha var. “Dili kont­rol eden, kontrolü de kontrol eder.” Dijital devrim öncesinde Arabistanlı Lawrence ve benzerlerinin katkısıyla toprak bütünlüğümüze varıncaya dek yapılan müdahaleler bugün Twitter, Facebook ve türevi araçlarla sözcüklerin gücünden yararlanılarak yapılmak isteniyor. Orta Doğu’da sosyal medya araç­ları kullanılarak halklar örgütlenmek isteniyor. Dijital devrimin bu tehdidine karşı uyanık olarak bize doğrulan silahların yönünü değiştirmek zorundayız.

Sözünde doğruluk olan kimse; nerede, ne vakit, hangi kimlik ile konuşur­sa konuşsun on sekiz bin âlemde aynı şeyi söyleyecek, imgelerin, kelimelerin ve nesnelerin üzerimize yığın hâlinde çullandığı bu tünelden yalnızca özü ve sözü doğru olanlar geçebilecek. Bu bilgi yığınından tüm insanlığın yararına olan hikmetler süzülüp kalp vasıtasıyla irfana dönüştüğü takdirde meyus gidişatın mahiyeti de değişecek. Bizlere düşen ışık huzmesini takip etmek, cevherimizde gizli olan hâzineye doğru bir yol olduğuna inanmak ve o kandil ışığını takıp etmezsek bu karanlık tünelde kaybolmak ihtimalinden korkup kaçınmak. Bu uğurda muhtaç olduğumuz metotları bulmak temennisi ile…

Hece Dergisi – Dijital Kültür Özel Sayısı,syf.425-429

Dipnot:

Hız ve Politika, Metis Yayınları, s. 134.

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir