Avrupalı ile Sudanlıyı Eşitleyen Medeniyet
Küresel Medeniyetin yöntemleri, kadrosu, işleyişi çatışma ve savaş mantığı, enstrümanları eski medeniyetlerden, dünya sisteminin önceki dönemlerinden tamamen farklıdır.
İşgal anlayışı bile değişik.
Aradaki tek benzerlik tüm dünyanın egemenlik altına alınması aşkı, çabası, hedefi. Küresel Medeniyetin gücü ve etkisi o derece büyük ki Avrupayla bile görüş ayrılıklarına düşmüştür. Burada Küresel Medeniyetin merkez güçleri arasındaki mücadelenin, ABD ile özellikle Avrupa’nın çatışması söz konusu olsa bile esasında içinde bulunduğumuz medeniyetin dönüştürücü gücünün boyutları önemli hale gelmiştir. Çünkü Küresel Medeniyeti de meydana getiren Avrupa / Batı Medeniyetinin varolma çabası Küresel Medeniyetin işleyiş tarzını çok iyi anlatabilir. Zira Küresel Medeniyet için “dünya vatandaşlığı” önemlidir.
Küresel Medeniyetin ulusu, dünya yurttaşlarıdır.
Bu algı içinde Avrupa’nın Avrupalının yeri de rahatlıkla Sudanlıdan, Pakistanlıdan, Koreliden farksızdır. Küresel Medeniyet iş yapabilecek ve kurulan sistemi idame ettirebilecek güce ve birey portresine bakar, önemser. Avrupalının uzun dönem süren hegemonya ve sömürgeciliği, doymuşluğu ve sistemi işletmedeki uyuşukluğu Küresel Medeniyetin işini zorlaştırır. Çünkü Avrupa artık “savaşçılar kıtası değil, emekliler kıtasına dönüşmüştür.” (Tourine, 2007, 66)
Sırf dinamizmini kaybettiği için değil yönetmeleri eskidiği için de Küresel Medeniyetin ilgisinden uzakta kalmaktadır Avrupa. Küresel Medeniyetin dönüştürücü gücündeki efsun, yumuşaklığındadır. Tezleri bireyi ürkütmeden hayata geçirmeye dayalıdır. Avrupa’nın tartıştığı konu kıtanın tekrar gücü ve organizasyonu eline alması üzerinedir. Avrupa, Küresel Medeniyet karşısında varolma talep etmekte, bu bilinci yerleştirmek istemektedir.
Avrupa Birliği projesinin ‘Avrupalılık” mensubiyeti ile “dünya vatandaşlığı” alenen çarpışır. Avrupa hala geleneksel yöntemlerini kullanma taraftarı olduğu için eskiyi diriltme çabasına girişmiş, “fethi” yine temel paradigmaları haline getirmeyi mesele ve politika haline getirmiştir: “Ulusal bilincin Amerikan ve Fransız Devrimleri sırasındaki fetihçi gücünden eser kalmamıştır artık; demokratik toplumlarda ekonomik yoğunlaşmanın tehdit ettiği çıkarların tepkici bir şekilde savunulmasından başlayan yeni loncacı devletin koruması isteğine kadar giden, ama her an erktekelci bir yönetimi iktidara getirebilecek olan siyasal davranışları benimsemiş orta ulamların sığınma yerine dönüşmüştür artık.” (Tourine, 2011, 297)
Avrupa fikri, halk iradesinden ya da büyük bir düşünce hareketinden çıkmadığı için, Avrupa bir ulus olmadığına göre, bir ülkeler, kentler, fikir akımları, okullar, araştırma merkezleri bütününün oluşturduğu düşünsel, bilimsel, sanatsal ve kültürel alandan daha yaratıcı, ABD’den daha bağımsız, daha kozmopolit ve daha çok kültürlü olabilir. (Tourine, 2007. 67)
Küresel Medeniyetin söylemleri arasında ABD Başkanı Bush’un sözünü ettiği “barış dolu özgür bir dünya” (Harvey, 2008, 4) kurmak gelir.Küresel Medeniyetin “büyük savaşlar”dan kaçınmasına rağmen “bölgesel çatışmalar”a yol vermesi, yeri geldiğinde ve sık sık bunu kullanması klasik medeniyetlere yaklaştırır onu. Ama Batı Medeniyetinin ağır ve yıkıcı dünya savaşları döneminden “maksimum kar” elde edilemediği için küçük çaplı çatışma ve müdahalelerle sistemin yürümesi sağlanabilir.
Bush’un Bizden yana olmayan bize karşıdır” ifadesi medeniyet kavramını çok açık biçimde ifadelendirir. Küresel Medeniyet için önemli olan savaş ortamı oluşturmayacak denli bağlılık bildirmektir. Buradaki bağlılık bilindik manada ve siyasal olarak eklemlenmenin çok ötesindedir. Klasik medeniyetler gibi kültürler arasındaki geçişliliğin en aza indiği ve kesintisiz bir benimsemenin kendini gösterdiği aidiyettir esas olan.
Hız, Büyüme, Teknoloji ve Cazibe: Yeni Emperyalizm
Küresel Medeniyet öncekiler gibi “emperyal” hedeflerle donanmıştır. Medeniyetin kendisi zaten bu bakımdan başka milletleri ve kültürleri kendi ürettiği kültür çerçevesinde şekillendirmeye dayanır.
Küresel Medeniyetin emperyal yapısı onun geniş bir coğrafyayı kapsamasından ileri gelmez; dünyadaki kültürleri ve dinleri etkileyip onları dönüştürecek denli “iddia” sahibi olmasından kaynaklanır. Dünyanın her tarafında Küresel Medeniyetin gücünü görenler kadar cazibesine kapılanlar da bu “emperyal aşk”ın muhatabı olur.
Dünyadaki ekonomik yapıyı, siyasal teorilerle birlikte ekonomi – politiği kavramada “dünya sistemi” tezi önemli bir açılım sağlar. Dünya sistemi tezi bu bakımdan bir tez olmanın ötesinde dünyadaki ekonomik gidişatın gerçekten “bütüncül” bakılması gerektiğini gösterir. Çünkü kapitalizm de evrensel işleyişe sahiptir. Sahip olmak zorundadır. Ruhu gereği sömürmeye dayandığı için sömürenlerin, kaynaklara ulaşması yani dünyanın en ücra kesimlerine erişmesi gerekir.
Kapitalizm Küresel Medeniyetin ekonomik yapısını kavramada tek teoridir belki ama bu medeniyetin kapitalizmi götürdüğü aşama çok daha ileridir. Çünkü ekonomik verilerle birlikte kültürel irade de bu hızlı değişime ön ayak olmuş durumdadır.
Küresel Medeniyet aynen dünya sistemin mekanizmasını işletirken ona yeni boyut ekler. Hız, teknik ve teknolojik dolaşım, yenileşme Küresel Medeniyetin cazibesini ve saygınlığını da artırır: “Merkezin çevre üzerindeki öncelikli avantajı onun teknik ve örgütsel üstünlüğüne dayanır ve bu avantaj merkezin gelişmiş sanayileriyle çevrenin hammadde üreticileri ve düşük teknolojisi arasındaki işbölümünü niteler. Merkezin yeniliklerdeki yönlendiriciliği ve endüstriyel üstünlüğü sayesinde merkez, ekonomik ortaklarıyla uygun ticari şartları belirleme yetkisine sahiptir. Daha yüksek verimlilik ve sonucunda daha yüksek oranlarda kâr edinimi ve sermaye birikimi hızlı ekonomik büyümenin, servetin ve gücün merkezde odaklanmasının arkasındaki en önemli sebeplerdir.” (Gılpın, 2011,122)
Muazzam bir teknolojik yenilik, sürekli devinim, her geçen dakika yeni bir teknoloji, yeni modeller, yeni ürünler, yeni programlar… Ardı ardına çıkan ve bir öncekini diskalifiye eden teknolojik aygıtlar dünyanın her köşesindeki sisteme muhalif kesimleri bile kendisine bağlamaktadır. Gıda teknolojisinin akıl almaz derecede gelişmesi, ürünleri çeşitlendirmesi, yiyecek ve içecekleri aylarca koruyan teknikler geliştirmesi “herkes”leşmeyi beraberinde getirir.
Dünya yurttaşlığı bu akıntıdan kendini kurtaramaz. Küresel Medeniyet kadim medeniyetleri Çin, Hind, Mezopotamya’yı çoktan tarihin nostaljik kısmına gönderdi bile. Çünkü Batı Medeniyetinin 18 – 20. yüzyıllarda yaptığı doğrudan sömürü yöntemi de artık tarihin tozlu raflarına kalktı: “(İspanyollar) Encomienda denilen tüyler ürpertici bir sistemi uygulamaya başlamışlardı. Bu sisteme göre imtiyaz sahibine yalnız bir toprak değil, köle gibi dilediği biçimde kullanabileceği bir miktar da yer verilirdi. Zavallı yerliler kırbaç altında, İspanyolların Yeni Dünya’da erkenden geliştirmiş oldukları şekerkamışı, boya çıkarılan bitki ve daha sonra tütün tarlalarında, aynı zamanda da en zenginleri Darien’de bulunan birkaç altın madeninde aralıksız çalıştırılıyorlardı. Zavallı Kızılderili yerlilerin hızla yok edilmeleri öylesine korkunç boyutlara ulaşmıştı ki, sömürgeciler Afrika’dan siyah ırktan köle getirtmek zorunda kaldılar.” (Luraghı, 2000, 57 – 58)
Küresel Medeniyet uyguladığı Neoliberal programlarla klasik dönemdeki Batı Medeniyetinin sömürge mantığını daha da sertleştirdi. Dünyanın belirli bölgelerinde uygulanan sömürgecilik Küresel Medeniyette aşırılaştı. Küresel Medeniyeti diğerlerinden ayıran kendi bünyesindeki toplumları da yoğun bir sömürüye dâhil etmesidir. Bu, çalışma koşullarının ağırlığından değil çalışma mantığının aynı kalmasından kaynaklanır. Çünkü Küresel Medeniyet yurttaşına sistemi göbekten bağlar. Yurttaşın geleceği çalıştığı sektörün azami kârına bağlıdır.
Ercan Yıldırım-Zamanın Ruhuna Karşı,syf;42-46