Vahdet-i Vücud Nedir ? ve Bununla Vücudiyye Mezhebi Arasında Ne Fark Vardır ?

546_317_9ef3aa9f Vahdet-i Vücud Nedir ? ve Bununla Vücudiyye Mezhebi Arasında Ne Fark Vardır ?

Teessüf olunur ki, âlimlerimizin bir takımı mutasavvıfların kabul ettikleri vahdet i vücudu «vücûdiyye» mezheb-i batılı ile ayni şey addederek mutasavvıflara karşı ta’n ve teşnide bulu­nuyorlar.(1) Biz şer’î delillere müstenid olan vahdet-i vücu­dun hakikatini, delillerini, bir felsefi mezheb olan vücudiyye (Panthéisme) den farklarını ve aleyhinde irad edilen, itirazları «Vahdet-i Vücut ve Muhyiddîni Ârabî» adiyle yazdığı­mız eserde beyan ve izah ederek bu babdaki sûitefehhümün izâlesine çalıştık. Zannımıza göre, bunda münderiç olan iza­hat ve tafsilât her türlü şek ve tereddütlerin define kâfidir. Şimdi bu eser-i âcizânemezi mütalea etmeyen zevata şunu ihtar edelim ki; mütusavvıfenin vahdet-i vücûdiyle asıl merdud olan vücûdiye mezhebi arasında pek büyük bir fark vardır.

Vücudiye mezhebine kail olanlar, Cenab-ı Allah bu âlemin hey’et-i mecmuasından ibarettir, diyerek hâlik ile mahlûku, müessir ile eseri bişleştirirlcr. Panteistlerin ileri gelenlerinden Spinoza’ya göre, lizatihi mevcud ve gayr-i mahlûk cevherin yani Allahın bir çok sıfatları varsa da, biz bunların birisi fikir (pensée) ve ötekisi imtidad (espace) olmak üzere, yalnız iki­sini bilebiliriz diyor. Halbuki bunlar mahlûk sıfatıdır. Cenab-ı Allah bunlardan münezzehtir. Sıfat-ı ilahiyi bize Kur’an-ı Kerim bildirmiştir.

Panteistler mükevvenatta zuhur-u  zarurî addederek, Ce-nab-ı Allahın irade sıfatını inkâr ediyorlar; ilel-i gâiye yoktur diyorlar.Dini merasime de hiç hacet görmüyorlar. Halbuki mutasavıflar âlem, alâmetten me’huz olup, lûgatta kendisiyle bi-linen şeyden ve ıstılahta rnâsivâullahın cümlesinden ibarettir diyorlar. Onlara göre âlem, her an tebeddül ve tegayyür ede­rek, fena bulmakta olan bir takım sûret ve şekillerden müte­şekkildir Vücud, birdir ve o da Cenab-ı Allahın vücudu, zatı­dır. Eşyanın başkaca vücûdu yoktur. Vücud, Cenab-ı Hakka nısbetle, kadim ve eşyada onda zahir olan suret ve şekiller­den ibarettir. Bu bunlarda ne kadar kemal varsa Cenab-ı Al­laha ve ne kadar uyub ve nevakıs var ise kendilerine atfolu nur. Böyle Kur an ayetlerine ve peygamberin hadislerine müstenid olan bir mezhebi büsbütün aklî olan bir felsefe mezheb ile aynı şey addetmenin pek büyük bir hata olduğu meydandadır.

İnceleyin:  "Tasavvuf; dînin derûnî ciheti, özü ve kalbî derinliğidir"

Alimlerin bazıları da Muhyiddîni Arabi’yi, «Eşyayı icad eden ve onların gaybı olana teşbih ederim» dediği için, tekfir ediyorlar. Lâkin burada «aynıdır» demek -hoca efendilerin ta­biri veçhile- amen haysû hu, hu…» aynıdır; yani Allah eşyanın kendisidir, bunlar bir şeydir demek olmayıp, eşyanın büsbü­tün gayrı değil, vücud itibariyle aynıdır demektir. Çünkü müşârün-ileyh İdris faslında: «O, vücud haysiyetiyle mevcudatın aynıdır» dediği gibi «Fütuhatı Mekkiyyenin 205’inci ba­bında dahi “O, zuhurda her şeyin aynıdır. Eşyanın zevatında onların aynı değildir. Cenab-ı Allah bundan münezzeh ve âlidir. Belki Allah, Allahtır ve eşya, eşyadır» demiştir.

Şunu da ihtar edelim ki; vahdet-i vücud itikadını havsala­larına sığdıramayanlar onu kabul etmiyebilirler. Lâkin kabul edenler hakkında ta’n ve teşnide bulunmak evliyaullahtan olan tarikat pirlerini, bütün meşâyih-i kiramı, hüccetülislâm unva­nını hâiz olan İmam Gazâlî’yi, İmam Şa’rani’yi, Celâleddini Süyûti’yi ve Muhyiddi’ni Arabi’nin bir mücehhidi kâmil ve mürşidi nâhil olduğu hakkında fetva vermiş ve allâme-i rum ve ins ve cinnin müftüsü ünvanını ihraz etmiş olan İbni Kemal Paşa gibi bir takım ecille-i ülema-yi arifini fesad itikad ile itham demek olduğundan pek tehlikeli bir cürettir. Çünkü Hadis-i Kudside: «Benim bir velime ezâ eden kimseye şüphe­siz ben ilân-ı harb etmişimdir» buyurulduğu malûmdur.

Zamanımızda, ruhî hâdiseler hakkında, yapılmış olan tecrübelerden alınan neticeler de ruh-u âzâmın her yerde icra etmekte olduğu esrarlı ve hayret verici faaliyeti göster­mektedir. Tahteşşuur (şubconscience) hâdisesinden «Küçük Kitapta Büyük Mevzular» adındaki eserimizde biraz bahsetmiştik. Burada da ona dair izahat vermeğe lüzum görü­yoruz.

Dipnot:

(1)-Biz, avam-ı nas, vücud dediğimiz vakitte bundan, muhtelif un­surlardan mürekkep olan cismi, şekil ve heyetini murad ederiz. Bunun hadis, fâni ve Allahın gayrı olduğunda şüphe yoktur. Lâkin mutasavvıfların vücuttan muradı, kendi lizatihî kaim ve bilcümle eşyanın medar-ı kıyam ve devamı olan zat-ı İlâhî ve nur-u mahazdır. Bu vücud birdir, vâcib ve ka­dimdir, bunda taaddüd yoktur.

İnceleyin:  Bedîüzzaman Said Nursi'nin Tasavvuf Anlayışı

Vahdet-i vücudu kabul etmiyen âlimler iki kısımdır: Bir takımının bundan imtinaları hüsnüniyete, yani nâsın bunu yanlış anlıyarak dalâlete düşme­lerine mahal bırakmamak maksadına mebnidir; diğer takımının reddetmeleri ise mücerredi taannüd ve taassuba ve ilmin sofiye-i kirama bir derecesine mâlik olduklarını göstererek temeyyüz ve kesb-i şöhret etmek dâiyesine müstenittir. İşte makruh yani makbul olmıyan meslek budur.

 

İsmail Fenni Ertuğrul – Hakikat Nurları

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir