Hâkim et-Tirmizî – Kur’an ve Sünnetteki Misaller Adlı Kitabından Alıntılar

EFKCHHqX4AE9aY_-300x158 Hâkim et-Tirmizî - Kur'an ve Sünnetteki Misaller Adlı Kitabından AlıntılarKulun Tevbesinden Dolayı Allah’ın Sevinci:
Işin başlangıcında Allah’ın kullarına olan sevgisi ve sevinci vardır. Allah Resulü’nün (s.a.) şu sözünü duymadın mı?

“Herhangi birinizin tevbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ’nın duyduğu hoşnutluk, ıssız çölde giderken üzerindeki yiyecek ve içeceğiyle birlikte devesini elinden kaçıran, onu arayıp tarayan ancak netice alamayınca deveyi bulma ümidini tamamen kaybederek bir ağacın gölgesine uzanıp yatan, derken yanına devesinin geldiğini görerek yularına yapışan ve aşın derecedeki sevincinden dolayı ne söylediğini bilmeyerek: “Allah’ım! Sen benim kulumsun; ben de Senin Rabb’inim’ diyen kimsenin sevincinden çok daha fazladır.”(Müslim,Tevbe 7)

Müminin bu hâlinin başlangıcı, Allah Teâlâ’nın ondan hoşnut olması ve onu sevmesidir. İş daha başlangıçta böyle bir şekil alır. Bu, Allah ile kulu arasındaki sırdır. Allah bu sırrı marifetinin batınına koyar ve bu sır, kişiye Allah’ı sevdirir ve O’ndan korkutur; Allah’a karşı ümitvar kılar ve O’ndan ürpertir. İnsanların çoğuna göre hepsi tek bir biçimdir. Ancak muvahhidlere mahsus kılınan rahmete mazhar olanlar tevhide nail oldular. Allah Teâlâ bu has kullarını rahmet kapısına getirdi ve onlar da içeri girdiler. Böylece onlar en büyük rahmete vasıl oldular.

Bu en büyük rahmet, Allah’ın kulları için kendi nefsine yazmış olduğu yüz rahmetten çıkmıştır. Bu rahmette O’nun sevgisi vardır. O kullar bu kapıdan girip de büyük rahmete vasıl olunca o rahmette boğuldular. O rahmette Allah’ın muradı ve muhabbeti vardır. Onlara murad kapısı açılır ve bu kapı onları Allah’ın muhabbetine mazhar kılar. Onların kalbleri açılan bu muhabbet kapısındaki muhabbete takılı kalır, Allah’ın dışındaki her şeyle ilgili üzüntü ve sevinç kaybolup gider, nefıs aldığı bu tattan kopamaz hâle gelir. Böyle bir durumda artık sebepler ve vesilelerden kopulur, nefıs kirlerden arınarak kurbiyet mertebesine vasıl olur. O insanlar, Kuddüs’ün133 kurbiyeti ile tertemiz olurlar. Tertemiz hâle gelince de sadece O’nunla meşgul olurlar. Bu durumda onların, “Ey Yegânem! ” demeleri caiz olur. Eğer Allah Teâlâ, “Doğru söyledi ve Ben de icabet ediyorum.’ derse bu kişiler, Kabz134 ehlinden olurlar.

————————————
“Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak kimse gibi olur mu? İşte kâfirlere, yapmış oldukları böyle süslü gösterilmiştir.“ (En’am,122)

Cenab-ı Hak kendisinden gafil olan ölü bir kalbe akıl ve ilim nurunu verirse o kişi Rabb’ini tanır. Böylece ilmi, hayat nuru ile akleder. Kişi Rabb’ini tanıdığında O’nunla mutmain olur, kul olarak nefsini O’na teslim eder. Bu durumda ona iki isim gerekir: Bunların birisi Mümin, diğeri ise Müslimdir. İman ismi, kalbin istikrarı (yakîn ile inanması) nedeniyle İslâm ismi ise emir ve yasaklar hususunda kul olarak nefsini teslim etmesi nedeniyle verilir. İkisi de tek bir çerçevede bulunur: Kişi Allah’ı Rabb olarak tanır ve O’nunla mutmain olur; nefsini Allah’ın yanında hisseder ve O’na teslim eder. Bu ikisi de tek bir marifettir. Rabb’ine baktığı zaman O’nu Rabbi olarak tanır, nefsine baktığı zaman nefsinin de O’nun kulu olduğunu bilir. Bunlar ancak kalbin diri olması koşuluyla bilinebilir ve bu marifet diri kalble elde edilebilir. Emir ve yasaklar o kulu, kulluğa çağırır. Ancak nefsine yerleştirilmiş olan şehvetler gelir ve kişiye ağırlık verip onu yasaklar hususunda serkeş yapar. Eğer kişi Allah’ın Zat’ı için gerektiği şekilde cihad ederse Allah o kişiyi takdir eder; emirlerinin daha hafıf gelmesi ve yasaklarda kendisini daha iyi frenleyebilmesi için onun kalbindeki diriliği artırır.

————————————
Sürekli Senin Yanına Gelerek Kendisini Belli Eden Kişinin Misali:
Darb-ı mesel olmuş şöyle bir söz vardır: “Sürekli senin yanına gelip giden kişi kendisini sana belli eder.”

Bu kişinin gelişi, gidişi, tekrar gelip gitmesi onun nasıl biri olduğunu sana tarif eder. Hatta o, senin kalbinde, yüzlerinden tanınan insanların kategorisine girer. O kişi senin yanına sürekli gelip gitmekle, sana selam vermekle, senin hâl ve hatirinı, ihtiyacının olup olmadığını içinden gelerek sormakla kendisinin nasıl biri olduğunu sana belli eder. Böylece bu kişi senin kalbinde; seninle ilgilenen, sana ve işlerine önem veren biri olarak yer eder. Sonra bu kişi söylediklerini filiyata geçirerek senin sevincine ve üzüntüne, hoşlandığın ve hoşlanmadığın şeylere de ortak olur. Hatta senin sevincin onu sevindirir, başına gelen musibetler ise onu üzer. Sen acı çektiğinde o da acı çeker. İşte o, bu ihlası ile nasıl biri olduğunu belli eder ve senin kalbindeki muhlis insanların konumuna oturur. O kişi sonra bu derecelerin de ötesine geçerek malını ve canını sana feda eder, zor anlarda nefsini senin için harcar. O, senin yanında olmaktan dolayı malının eksilmesini veya canına bir şey olmasını umursamaz ve bunların hepsini senin uğrunda harcar. O kişi böyle yaparak senin kalbinde taht kurar ve senin için insanlar arasında biricik olur. Böylece sen sırlarını onunla paylaşır, hayatının her safhasında ona yer verir, onun isteklerini ve kararlarını her işine dahil edersin. İşte Allah da bu kulun davrandığı gibi sana muamele eder.

————————————
Sevginin Misali:
Sevgi, kalbi ve kollari olan bir ağaç gibidir. Bu ağacın kalbi gövdesi, kolları ise meyve veren dallarıdır. Ancak meyvenin tohumu, gövdeden gelir. İşte marifet o ağaçtır; sevgi ise marifetin kalbidir. Korku, ümit, hayâ, haşyet, rıza, kanaat ve benzeri şeyler de onun dallarıdır. Semere onlardan oluşur ki; o da taatlerdir. Allah Teâlâ sana marifeti vererek cömert davranmış, sevgisinden bir parça olan marifetini sana vererek lütufta bulunmuş, senin için muhabbetini, şefkat ve merhamet kapısından çıkartmıştır. Sen de bunlarla muhabbete, şefkate ve merhamete nail olup marifete ulaştın. Sen O’nu tanıdığında; O’ndan korkar ve ürperir, O’nu ümit eder ve O’nunla mutmain olursun. Tüm kalbinle O’na kul olduğuna, emir ve nehiylerinde nefsini O’na teslim ettiğine inanırsın. İşte bunların tümü marifet kompleksinin içinde yer alır. Marifet de ağacın dalı gibidir. Eğer sana bu ağaç, dalları ile beraber verildiyse bundan sonraki semere, taati kazanmandır.
————————————
İnsanoğlundaki Hevânın Misali:
Ademoğlunun hevâsını misali, yeryüzünü tüm ufuklarıyla kaplayan bulutlar gibidir. Bu bulutun arkasında Güneş vardır. Güneş tutulduğu zaman gündüz geceye dönüşür. Güneş tutulması geçtiği zaman gündüz vakti, buluttaki boşluklardan toz ve topraklı bir şekilde açığa çıkar. Güneş, bulutlardaki bu boşluk oranında yeryüzünü aydınlatır. Bulutlar tamamen geçip gittiğinde ise Güneş, ışığı ile yeryüzünü aydınlatır ve nuru bütün ufku kaplar. Böylece sema apaçık hâle gelir. Güneş de ışığı ile tepe ve dağları, vadileri ve şehirleri, köyleri, evleri ve karanlıktaki bütün bölgeleri aydınlatır. Bulut çekildiği oranda yeryüzü Güneş’in ışığı ile aydınlanır. Ancak bulut tamamen dağılmamışsa gökyüzünde mevcut olduğu oranda yeryüzü gölgede kalacaktır.

İnsandaki hevâ da bu bulut gibi kalbi gölgeler. Kalbteki nur, bulutun arkasında kalan Güneş gibidir. Bu durumda Güneş’in ışığı da sıcaklığı da fayda vermez. Düşmanı da (yani şeytan) onu aldatırsa insan şirke düşer ve kalbini aydınlatan nur tutulur, marifeti küfre dönüşür. Perdeleyen küfür nedeniyle insanın kalbi kapkaranlık gece gibi olur. Oysa o kişi Allah’ın yaratıcısı olduğunu, rızık verdiğini, maliki olduğunu ve kendisini öldüreceğini biliyordu. Ancak onun ilmi bu karanlığın gölgesinde kalmıştır ve kalb gözünü aydınlatamaz. “Rabb’im Allah’tır.” der ancak dosdoğru davranmaz. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Andolsun ki sen onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye sorsan, şüphesiz ki onları güçlü olan, her şeyi bilen Allah yarattı.’ derler.”(Zuhruf,9)

Yine, kâinattaki işleri düzenleyen kim, sana rızık veren kim, kulak ve gözün sahibi kim, her şeyin melekütu kimin elinde, diye sorsa onlar, “ Allah” cevabını verirler; ancak arkasından da Allah’ a şirk koşarlar.

————————————
Mü’min Kalblerin ve Amellerinin Misali
“Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. 0 lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki doğuya da batıya da nispet edilemeyen mübarek bir ağaçtan yani zeytinden ( çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.”“(Nur,35)

Allah Teâlâ müminin kalbindeki kendi nurunun misalini, o mümine değerinin ve mertebesinin ne düzeyde olduğunu bildirmek amacıyla vermiştir. Yine Allah Teâlâ o mümine mevcut bir şeyi işaret ederek, ahirette ne hazırladığını da haber vermektedir. Müminin nefsi ev gibi, kalbi de kandil gibidir. Onun ağzı kapı misali, dili ise kilit misalidir. Kandil o evde asılıdır ve kandilin yağı yakîndir. O kandilin fitili zühd, camı rıza, askısı da akıldır. Mümin, kalbinde olanı ikrar etmek amacıyla ağzını açarsa o kandil duvardaki deliğinden Allah’ın arşına kadar aydınlanır. Onun kelamı, ameli, zahiri, batını, amellere girişi ve amellerden çıkışı nurdur. Kıyamet günü de onun varacağı yer yine nur olur.

————————————
“Kim bir iyilik kazanırsa Biz onun iyiliğini daha da artırırız.(Şura,23)

Güzel kelimeler, güzel yerlerden çıkar. Güzel kelimelerin çıkış yeri, marifet, ilim, yakîn ve akıl madenleridir. Tüm bunların oran ve niteliğine göre kişiye cennette güzel evler ve eşler, giyecekler, yiyecekler ve bahçeler, sevinç, beden, yüz ve hizmetçiler artırılacaktır. Allah Teâlâ cennetteki güzellikleri insanların amelleri ve kulluklarına göre derece derece taksim etmiştir. İlim, marifet ve akla göre söz ve fıiller güzelleşecek, nefse göre de hoş ve devamlı olacaktır.

————————————
Kalb Allah’a, Nefis Şehvetlere Davet Eder:

Içinde marifet hazineleri olan kalb, Allah’a ve O’nun rızasını talep etmeye; hevâ bulunan nefis ise şehvetlere ve fâni olan dünya lezzetlerine davette bulunur. Bundan dolayı yarın ağır bir hesap, uzun bir bekleyiş, ürkütücü sorular olacaktır. Kimin kalbinde marifet hazinesi az olursa nefis onun kalbine hükmeder, kontrolünü zayıflatır ve yuları ele geçirerek o kişiyi esir alır. Böylece o, bir yönetici iken harici etkenlerin esiri oluverir. Tedbir elden bırakıldığı zaman bina harap olur, teba zayi olur, ilim de uzaklaşıp gider.

İnceleyin:  Hakîm et-Tirmîzî'de Öğrenme ve Algılama

Nefıs bu hâlde ve kalbte de marifet hazinesi az ise nefis muhtaç hâle gelir. Hazine azalınca ordular da azalır; muhafızlar dağılır, kontrol zayi olup gider. Nefsin fesada uğramaması için onun yorucu amellerle meşgul edilmeye ihtiyacı vardır.

————————————
“Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak kimse gibi olur mu? İşte kâfirlere, yapmış oldukları böyle süslü gösterilmiştir.“ (En’am,122)

Cenab-ı Hak kendisinden gafil olan ölü bir kalbe akıl ve ilim nurunu verirse o kişi Rabb’ini tanır. Böylece ilmi, hayat nuru ile akleder. Kişi Rabb’ini tanıdığında O’nunla mutmain olur, kul olarak nefsini O’na teslim eder. Bu durumda ona iki isim gerekir: Bunların birisi Mümin, diğeri ise Müslimdir. İman ismi, kalbin istikrarı (yakîn ile inanması) nedeniyle İslâm ismi ise emir ve yasaklar hususunda kul olarak nefsini teslim etmesi nedeniyle verilir. İkisi de tek bir çerçevede bulunur: Kişi Allah’ı Rabb olarak tanır ve O’nunla mutmain olur; nefsini Allah’ın yanında hisseder ve O’na teslim eder. Bu ikisi de tek bir marifettir. Rabb’ine baktığı zaman O’nu Rabbi olarak tanır, nefsine baktığı zaman nefsinin de O’nun kulu olduğunu bilir. Bunlar ancak kalbin diri olması koşuluyla bilinebilir ve bu marifet diri kalble elde edilebilir. Emir ve yasaklar o kulu, kulluğa çağırır. Ancak nefsine yerleştirilmiş olan şehvetler gelir ve kişiye ağırlık verip onu yasaklar hususunda serkeş yapar. Eğer kişi Allah’ın Zat’ı için gerektiği şekilde cihad ederse Allah o kişiyi takdir eder; emirlerinin daha hafıf gelmesi ve yasaklarda kendisini daha iyi frenleyebilmesi için onun kalbindeki diriliği artırır.

————————————
Aklı İşletmek:
Bir kimseye akıl nimeti verilir de kendisi için açılan kapı karşısında aklını kullanırsa, kalbini doğruyu nasihat edene karşı itaat etmeye bağlarsa –ki bu akıl, Allah’a ve ahvâlini düzeltmeye çağırır- o zaman akıl, o kişi için yollardaki engebeleri kaldırır, hayatı ona süslü kılar ve güzel ahlâklı olması, salih işler yapması, yüce mertebelere ulaşması için onu eğitir. Ta ki onu emanet sınırına ulaştırır. Böylece o kişi Allah’ın yeryüzünde, O’nun güvencesi altında olur. O’nun sırlarına vakıf olup münacat ve hikmet makamına ulaşır. O kişi içinde bulunan cevherle ulvi derecelere nail olur; gece-gündüz Allah’ın kapısında durur ve orayı hiç terk etmez.

Böylece o, Allah’m nezdinde çok değerli, istediği zaman O’nun huzuruna girip çıkan asil bir insan olur. O kişi kurbiyet meclislerinde istediği zaman dilediği yere oturur. Allah Teâlâ da o kişiye bazı sırlar verir. Bu, o kulun dünyadaki ahvâlidir. Ahirette Allah’ın huzuruna geldiğinde ise Allah’a kavuşmanın süruru, yüksek derecelere nail olması, Firdevs cennetine girmesi ve perde olmadan Allah’m cemalini müşahede etmesi vuku bulacaktır. Bu nedenledir ki Allah Resulü (s.a.) şöyle buyurmuştur:

“Kişinin akıl kapasitesi ve azmini bilinceye kadar Müslümanlığı sizi şaşırtmasın!”253

————————————
Misaller, bahsedilen şeyin aynası olur. Nur, kalbin aynasıdır. Allah Teâlâ insanların kafasında gözler ve kulaklar yarattığı gibi kalblerinde de gözler ve kulaklar yaratmıştır. Kafada bulunan gözler ve kulaklar kalbtekiler kadar yakinen idrak edemez. Kalbteki gözler ve kulaklarla nefis istikrar bulur, bilgi konusunda genişler ve böylece gönül inşiraha kavuşur. Gayp olan şeylerin haberleri Allah’tan bu şekilde gelir ve kalb bunu yakinen bilir. Ancak nefis bu konuda bocalar ve şaşkınlık yaşar.

Nefsin mekânı boşluktur; kalbin mekânı ise nefsin fevkinde olan gönüldür. Kalb, gönülde damarlar ve gizli bağlarla asılmış bir’kova gibidir. Onun altında nefis vardır. Nefiste ise şehvetler vardır. Hevâ, ateşin solumasından çıkan bir rüzgârdır. Bu rüzgâr, ateş kapısından şehvet mahalline gider. Giderken esintisini de neşesini de yüklenir ve bunları nefse ulaştırır.

Hevâ rüzgârı bir işle birlikte eser ve bu rüzgâr nefse, neşe ve esinti getirirse nefis tahrik olup galeyana gelir; damarlardan o işin boşluğunu ve lezzetini en süratli şekilde yürüterek nefsi istila eder. Nefis istilaya uğrayınca gönüle gelen tasavvur ve örnekler karşısında bocalayıp yalpalar. Bu durumu hafıf bulursa kalb harekete geçer; şu veya bu lezzete ulaşmak için eğilim gösterir. Eğer kalb bunu ağır bulur veya teskin edecek bir malzeme bulamazsa nefse yönelir. Bu defa da ikisi (Kalb ve nefis) ittifak kurarak şehvetlere yönelirler. Bu şehvetler yasaklanmış şehvetler ise o zaman da onları gerçekleştirmenin yollarını ararlar. Bunun sonucu da günah ve masiyet olur.

Kalb ancak Allah Teâlâ’yı bilirse. bu durumdan rahatsız olur Çünkü Allah Teâlâyı bilmek, haşyeti doğurur. Eğer bu haşyet nefse sirayet ederse nefis solgunlaşır, tereddüt etmeyi bırakır ve kalb de istikrara kavuşur.

————————————
Allah Resulü (s.a.): “Hiç kimseyi işlediği amel kurtaramaz.” buyurunca sahabeler: “Ya Resulullah! Seni de mi?” diye sordular. Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.): “Evet, Beni de işlediğim amel kurtaramaz. Ancak Allah’ın rahmeti Beni kuşatırsa kurtulurum.” buyurdu.(bkz.Buhari,5673,6463)

Akıllı ve uyanık kişi olaylara bu pencereden bakar; hayırlı amelleri işleyerek sırtına yüklenir, tazarruda bulunurken dua etmekten usanmaz. Kalb gözleri ile Allah’a bakar, kalbini rahmet suyu ile yıkar ve böylece kalbi mağfirete hazır hâle gelir. Böyle bir durumda kul, “Beni bağışla! Günahları Senden başka bağışlayan kimse yoktur.” deyince Allah Teâlâ tebessüm eder(hoşnut olma anlamındadir) ve sanki şöyle ferman buyurur:

“Kulum Benim huzurumdaydı. Makamı terk edip günahlara daldı. Sonra gezdi, dolaştı ve Benden başka kimsede çıkış bulamadı. Herkesten ümidini kesti ve Bana döndü. Bildi ki Benden başka yarasını tedavi edecek kimse yoktur. Çünkü Ben mağfıreti sadece kendime has kıldım.”

Allah Teâlâ bir kula tebessüm ettiyse o kulu hesaba çekmez.

————————————
Kur’an Okuyan ve Okumayan Münafığin Misali
“Kur’an okuyan münafığın durumu kokusu güzel, tadı acı olan reyhan çiçeği gibidir . Kur’ an okumayan münafığın durumu ise kokusu olmayan tadı da acı olan Ebu Cehil karpuzu gibidir.
————————————
Örümcek Yuvasi Misali
“Allah’tan başka dostlar edinenlerin misali, örümceğin misali gibidir. Örümcek bir yuva edinir; hâlbuki yuvaların en çürüğü muhakkak ki örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi.”(Ankebut,41)

Ayette geçen “Edindiler” lafzından maksad şudur: Onlar Allah’ın dışındaki kişilere taptılar yani Rabb edindiler. Oysa taptıkları kimseler kendilerine ahirette hiçbir fayda veremeyecektir. Aynen örümcek yuvasının sıcakta ve soğukta bir fayda vermediği gibi. Onların taptıklan da örümceğin yuvası gibi zayıftır. Sonra Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Yuvaların en zayıfı örümcek yuvasıdır.” Yani 0 ev bir şeyi örtemez, bir şeye fayda veremez, sıcak ve soğuğu önleyemez. Allah’ın dışinda tapılan her şey de aynen böyledir. Kâfır kişi de Allah’ın setrinden (örtmesinden) çıplaktır ve Allah’a üzerinde elbise olmadan çıplak bir şekilde gelecektir. Allah Teâlâ da onun işlediği rezillikleri ve çirkinlikleri huzuru mahşerde herkesin gözü önünde ifşa edecektir.

————————————
Kur’an Verildiği Hâlde İman Verilmeyen Kişilerin Misali:
Hz. Ali (r.a.) şöyle der: “Ben size Kur’an verildiği hâlde iman verilmeyen ve iman verilip de Kur’an verilmeyen kişilerin misalini de; hem Kur’an hem de iman verilen kişilerin misalini de; ne Kur’an ne de iman verilmeyen kişilerin misalini de haber vereyim:

Iman verilip de Kur’an verilmeyen kişi, tadı güzel olup da kokusu olmayan bir meyve gibidir.

Kur’an verilen ancak iman verilmeyen kişinin misali, kokusu güzel ancak tadı kötü olan Mersin ağacına benzer.

Hem Kur’an hem de iman verilen kişinin misali, Turunç ağacı gibidir. Hem kokusu hem de tadı hoştur.

Ne Kur’an ne de iman verilmeyen kişinin misali ise Ebu Cehil Karpuzu gibidir. Onun kokusu da tadı da kötüdür.

————————————
Kasım b. Muhammed anlatır: “Eşim vefat etmişti. Muhammed b, Kâ’b el-Kurazi bana taziyeye geldi ve şöyle anlattı:

“İsrailoğulları zamanında eşini çok seven bir âlim vardı. Ancak o kadın vefat etti. Alim eşini kaybettiği için çok üzüldü, eve kapandı ve kendini insanlardan soyutladı. Kimse de onun yanına gitmedi. Bir müddet sonra kadının biri bu durumu duydu ve onun evine gelerek, ‘Benim ona danışmam gereken bir mesele var! Mutlaka onunla yüz yüze görüşmem lazım!’ dedi. Bir kişi bu durumu 0 âlime haber verdi. Alim, “İzin verin.’ dedi. Kadın onun yanına girdi ve: ‘Ben size bir şey danışmak için geldim.’ dedi. Alim: ‘Nedir?’ diye sorunca ‘Ben komşumdan ipek bir elbise almıştım ve o elbiseyi bir müddet giydim. Şimdi o komşum elbiseyi iade etmem için bana haber gönderdi. Ben bu elbiseyi geri göndermeli miyim?’ dedi. Alim, <Evet, göndermelisin’ dedi. Kadın, ‘Ancak 0 elbise bende bir müddet kalmıştı.’ diye ısrar edince âlim: “Ödünç aldığın her şeyi zamanı geldiğinde geri vermen senin üzerine düşen bir görevdir.’ diye cevap verdi. Kadın: ‘Ey Allah merhamet edesi insan! Allah’ın sana ödünç olarak verdiği ve sonra da senden aldığı bir şey için mi bu kadar üzülüyorsun? O’nun, verdiği bu emanet üzerinde senden daha fazla hakkı yok mu?’ dedi. O âlim içinde bulunduğu durumun farkına vardı ve Allah Teâlâ o kadının sözüyle bu âlimi istifade ettirdi.”

————————————
Vadilerde Akan Suyun Misali
Allah Teala hakkı batıldan ayırarak açiklamak için misaller vermiştir.Örneğin:

“O, gökten su indirdi de vadiler kendi hacimlerince sel olup aktı. Bu sel, üste çıkan bir köpüğü yüklenip götürdü. Süs veya (diğer) eşya yapmak isteyerek ateşte erittikleri şeylerden de buna benzer köpük olur. İşte Allah hak ile bâtıla böyle misal verir. Köpük atılıp gider. İnsanlara fayda veren şeye gelince, o yeryüzünde kalır. İşte Allah böyle misaller getirir. ”(Rad,17)

Hak, vadiden akan su gibidir. Vadi suya karışan çöp gibi kendi hacmine göre akıp gider; hak da bâtıla karışır. Nefis, bâtıl olan fani şeyleri, kuruntuları ve şehvetleri sürekli şekilde akla getirir. Kalb de nefsin bu kuruntularına aldanır. Oysa hak, ne eskir ne de fani olur.

İnceleyin:  Sevgi,Muhabbet'in Manası ve Sevenlerin Halleri

“Gökten su indirdi.” demek, Kur’an’ı indirdi demektir. Allah Teâlâ Kur’an’ı suya benzetmiştir. Yağmurda dünya için faydalar olması gibi Kur’an’da da ahkâm ve şeriata dair dinî faydalar vardır. Allah Teâlâ kalbleri ise vadilere benzetmiştir. Suyun vadilerde nasıl giriş ve çıkışları varsa nurun da kalblerde o şekilde giriş ve çıkışları vardır. Sonra Allah Teâlâ kalbleri sele; bâtılı da suyun üzerindeki çer-çöpe benzetmektedir. Tefekkür etmeyen, ibret almayan, hakka rağbet etmeyen her kalbi. Allah Teâlâ yüzüstü bırakır. Böylece de zulmet o kalbte giriş ve çıkış yerleri bulur. Aynen selin bir vadide giriş ve çıkış yerleri bulması gibi. Yüzüstü bırakılan kalb, bâtılı yüklenir. Aynen selin çer-çöpü yüklenmesi gibi. Eğer kalb muvaffakiyet bulursa tefekkür eder, ibret alır, hakkı yüklenir. Aynen insanların saf ve temiz sudan faydalanması gibi.

Sonrasında Allah Teâlâ hak ve bâtılı, hak ve bâtıl ehli için tavsif ediyor: Öz olan şey çer-çöp oluyor. Yani bâtıl olan şey, sahibi için dünya ve ahirette faydalı olacak şeyleri yok ediyor. İnsanlara faydalı olan suya gelince o, yeryüzünde kalıyor ve insanlar için saf ve temiz kalmaya devam ediyor. Hak da bunun gibidir. Allah Teâlâ hakkı saf suya benzetiyor, çünkü hak, sahibine dünya ve ahirette fayda sağlar. Aynen temiz suyun, kendisi ne ulaşana fayda sağlaması gibi.

————————————
Vadilerde Akan Suyun Misali
Allah Teala hakkı batıldan ayırarak açiklamak için misaller vermiştir.Örneğin:

“O, gökten su indirdi de vadiler kendi hacimlerince sel olup aktı. Bu sel, üste çıkan bir köpüğü yüklenip götürdü. Süs veya (diğer) eşya yapmak isteyerek ateşte erittikleri şeylerden de buna benzer köpük olur. İşte Allah hak ile bâtıla böyle misal verir. Köpük atılıp gider. İnsanlara fayda veren şeye gelince, o yeryüzünde kalır. İşte Allah böyle misaller getirir. ”(Rad,17)

Hak, vadiden akan su gibidir. Vadi suya karışan çöp gibi kendi hacmine göre akıp gider; hak da bâtıla karışır. Nefis, bâtıl olan fani şeyleri, kuruntuları ve şehvetleri sürekli şekilde akla getirir. Kalb de nefsin bu kuruntularına aldanır. Oysa hak, ne eskir ne de fani olur.

“Gökten su indirdi.” demek, Kur’an’ı indirdi demektir. Allah Teâlâ Kur’an’ı suya benzetmiştir. Yağmurda dünya için faydalar olması gibi Kur’an’da da ahkâm ve şeriata dair dinî faydalar vardır. Allah Teâlâ kalbleri ise vadilere benzetmiştir. Suyun vadilerde nasıl giriş ve çıkışları varsa nurun da kalblerde o şekilde giriş ve çıkışları vardır. Sonra Allah Teâlâ kalbleri sele; bâtılı da suyun üzerindeki çer-çöpe benzetmektedir. Tefekkür etmeyen, ibret almayan, hakka rağbet etmeyen her kalbi. Allah Teâlâ yüzüstü bırakır. Böylece de zulmet o kalbte giriş ve çıkış yerleri bulur. Aynen selin bir vadide giriş ve çıkış yerleri bulması gibi. Yüzüstü bırakılan kalb, bâtılı yüklenir. Aynen selin çer-çöpü yüklenmesi gibi. Eğer kalb muvaffakiyet bulursa tefekkür eder, ibret alır, hakkı yüklenir. Aynen insanların saf ve temiz sudan faydalanması gibi.

Sonrasında Allah Teâlâ hak ve bâtılı, hak ve bâtıl ehli için tavsif ediyor: Öz olan şey çer-çöp oluyor. Yani bâtıl olan şey, sahibi için dünya ve ahirette faydalı olacak şeyleri yok ediyor. İnsanlara faydalı olan suya gelince o, yeryüzünde kalıyor ve insanlar için saf ve temiz kalmaya devam ediyor. Hak da bunun gibidir. Allah Teâlâ hakkı saf suya benzetiyor, çünkü hak, sahibine dünya ve ahirette fayda sağlar. Aynen temiz suyun, kendisi ne ulaşana fayda sağlaması gibi.

————————————
İman ve Salih Amelin Misali:
İman ve salih amelin misali, içine gül, yasemin ve zambak fıdanı koyulmuş, bundan dolayı da güzel kokan bir evin misali gibidir. Bu fidanlar sulandığı ve onlara bakıldığı sürece ev güzel kokar. Ancak ev sıcak olursa ve rüzgârdan muhafaza edilmezse fidanlar solgunlaşır, tazeliği gider ve güzel koku da kaybolur.

Çirkinliklerden temizlenmiş olan kalbteki iman da böyledir. Bu kalbe şehvetin sıcaklığı, hırs ateşi, böbürlenme, gurur ve mevki-makam arzusu girerse bu şeyler o kalbi kuşatır; iman fidanı solgunlaşır, temizlik ve tazelik gider.

————————————
Gafil Şekilde Namaz Kılanın Misali:
Kalbi gafil olarak namaz kılan kişinin misali, bir sultanın hukuku ile ilgili suç işleyip sonra pişman olan kişinin misali gibidir. Bu kişi hizmetçilerini ve ırgatlarını toplayıp özür dilemek için sultanın kapısına gidiyor ancak kapıya vardığında hemen huzura koşmadığı gibi özür dilemeleri için yanında getirdiği hizmetçi ve ırgatlarını da bekletiyor. Böylece o kişi de hizmetçileri de edepsizlik etmiş oluyorlar. Buna rağmen sultan, bu kişinin edepsizliğini bağışlamış, ona ikramda bulunmuş ve onu hoş karşılamıştır. Kim sultanın huzuruna kabul edilmek için davet edilir de yoldan saparsa veya hizmetçi ve ırgatlarını özür dilemek için gönderip sultan da onu affetmek ve ihsanda bulunmak için hazır olduğu hâlde özür dilemekten imtina ederse, başka ihtiyaçları ile ilgilenip ırgatlarını ve hizmetçilerini özür dilesinler diye başıboş bırakırsa sultanın bu adama şöyle demesi uygun olmaz mı?:

“Sen benim hukukum ile ilgili suç işledin, emrimi terk edip zayi ettin. Sen bizzat özür dileyeceğine hizmetçilerini vekil tayin edip o esnada kendi ihtiyaçlarınla meşgul oldun. Bu tavır iğrenç bir tavır değil mi?”

Böyle bir kişinin kendi özrü de hizmetçilerinin özrü de bir önem arz etmez.

————————————
Allah’ın Bilinmesi Gereken Vasıfları:
O’nun celali, cemali, azameti, ihtişamı, nuru, rahmeti, otoritesi, şan ve şerefi, zenginliği, gücü, cömertliği ve merhametidir. Kim Rabb’ini bu vasıflarla tanırsa kalbi sevinçle dolar, nefsi müstağni olur, uzuvları kuvvet bulur, emeli uzun olur ve ümidi fazlalaşır. Allah’in katındaki zenginliklerle gönlü de zengin olur. Allah’ın engin kudreti altında kalbi genişler, gayreti artar, imanı kuvvetlenir, yolunda istikamet bulur, dayandığı payandalar sabit ve sağlam olur; imanı kemale erer, kulluğu sadık olur, ismi yüce mertebelerde değerli bir hâle gelir, asaleti artar ve bu kişi Allah’ın merhametine nail olan has kullardan olur. Allah’ın dostluğunu kazanarak hidayete ulaşır.

Bahsettiğimiz tüm bu vasıflar, nefsin nasibi ile ilgilidir. Nefis, Rabb’ini bu vasıflarla tanımazsa şaşkın, fakir, cansız, aldanmış ve solmuş bir nefis olur.

————————————
Kur’an-ı Kerim’i Yalanlayan Mûnafıklarin Misali
Kur’an’da şöyle geçer:

“Yahut (anlamı durumu), gökten sağanak hâlinde boşalan yağmur gibidir.”(Bakara,19)

Yani münafıkların Kur’an’a karşı olan münasebetlerinin misali, ıssız ve susuz bir çölde konaklayan ve üzerlerine şiddetli yağmur yağan bir taifenin misali gibidir. Kur’an’ın yağmura benzetilmesinin sebebi şudur: Yağmurun insanlar için hayat kaynağı olması gibi Kur’an da inananlar için hayat kaynağı ve faydadır.

Kur’an’ı yalanlayan münafıklarm misali, soğuk havada gece vakti gökten şimşek ve fırtınalarla yağan yağmur gibidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Onda karanlıklar vardır.”(Bakara,19)

Yani bu yağmurda karanlıklar, yıldırımlar ve şimşekler vardır. Yağmurun misali, Kur’an’ın misalidir. Yıldırımın misali, onların tehdit edildiği azabın misalidir. Yağmurdaki şimşeğin misali ise imanın misalidir. Kur’an’da yer alan ve insanların hidayete ulaştığı o beyanatların misali, bu gecedeki şimşek parıltısıyla insanların yolunu bulması gibidir. Allah Teâlâ Kur’an’ı yağmura benzetmiş; Kur’an’ın tehditlerini de yıldırıma benzetmiştir.

————————————
Kâfirlerin Misali
Kâfirlerin kalblerinin katılığının misali, bir taşın katılığı gibidir; hatta daha serttir. Allah Teâlâ taşları vasfederek bazı taşlardan su çıktığını. bazı taşların Allah korkusundan yuvarlandığını, bazılarının da Allah’a secde ettiğini ifade buyurmuştur. Ancak taşlaşmış olan kalblerde yumuşaklık olmadığı gibi manevi fuyuzat ve haşyet de olmaz, o kalb secdeye de kapanmaz.

“(Hidayet çağrısına kulak vermeyen) Kâfirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler.”(Bakara,17)

Onlar öğüt alınacak olan Allah kelamının manalarını anlamazlar. Onlara göre Kur’an’ın manaları ve hayırlı sözler, ortada dolaşan sözler gibidir.

————————————
Küfürbaz Olan Bir Kadının Durumu:
Bize ulaştığına göre bir kadının ağzı çok bozuktu. Bu kadın Allah Resulü’nün (s.a.) huzuruna geldiğinde Hz. Peygamber (s.a.) bir et parçasını çiğniyordu. 0 kadın, “Onunla beni de doyur ya Resulullah!” dedi. Allah Resulü (s.a.) de elinde olanı 0 kadına uzattı. O: “Hayır, ben ağzında olanı istiyorum.” dedi. Hz. Peygamber (s.a.) de ağzında olanı çıkartıp
ona verdi. O kadın bu et parçasını yuttu ve bundan sonra küfürbazlığı gitti, ona iffet, hayâ ve tevazu hâkim oldu.

Allah’ın ikramda bulunduğu ve temiz kıldığı bir beşerin ağzından bile böyle oluyorsa bizatihi izzet sahibi olan Rabb’in kelamını konuşan kişinin hâli nasıl olur? Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ey İnsanlar! Size Rabb’inizden bir öğüt, gönüllerdekine bir şifa, müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir.”(Yunus,57)

Allah Teâlâ arı ile ilgili de şöyle buyurmuştur:

“Onların karınlarından çeşit çeşit renklerde bir şerbet ( bal ) çıkar ki onda insanlar için şifa vardır.”(Nahl,69)

Bah yalayıp yutmak kişiye şifa verir. Çünkü bu, Allah’in vahyine boyun eğen, Allah’m gösterdiği yolu takip eden arının içinden gelen bir sıvıdır. İşte bu sıvı, bedenlere şifa ve damakta tattır. Bir balın yutulmasında bile durum böyleyse Allah’ın kelamının yutulması ile ilgili düşüncen ne olur? Kalbi Allah’tan gafil olan, nefsi ve arzuları seven kişiler bu durum karşısında bocalayıp dururlar. Ancak gaflet sarhoşluğundan uyanan, kalbi Allah ile dirilen ve kendine gelen kişiler bu tadı ve lezzeti hisseder.

İçki içip sarhoş olan kişi bal yerse onun tadını ve lezzetini alamaz. Aynı şekilde şehvetlere olan sevgisinden dolayı sarhoş olmuş kişi de Allah’ı kelamının tadını ve lezzetini alamaz; onun ağzında, midesinde ve kalbinde şifa bulunmaz. O kişi efendisinden kaçan bir köle gibidir ve kaçışından dolayı da cezalandırılacaktır.

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir