Batı Dışı Toplumlarda Self Oryantalizm ve İslamofobi

ORYANTALİZM-NEDİR-KÖKENİ-VE-TARİHSEL-GELİŞİMİ-300x232 Batı Dışı Toplumlarda Self Oryantalizm ve İslamofobi

 

Müşerref YARDIM[3]

Betül KARAKOYUNLU[4]

Giriş

Batı’nın neredeyse İslam’ın doğuşu ile başlatılabilecek Doğu husumeti, öteki olarak koordinatlandırma süreci ve Modernleşmenin tüm dünya tarafından takip edilmesi gere­ken bir izlek olarak sunulması oryantalist paradigmanın bi­leşenlerini meydana getirmektedir. Öte yandan Modernleş­menin ilerleme mesabesinde görülmesi ve salt Batılı değerle­rin bir güzergah olarak sunulması Doğu-Batı polarizasyo­nunu üretmiştir. Bu dikotomide Batı evrensel ve üstün bir kimlik sahibi olarak sunulurken Doğu geri kalmış bir mede­niyeti imlemektedir. Ancak oryantalizm artık Doğu-Batı iki­liğinden daha fazlasına gönderme yapmaktadır. Bu bağ­lamda self-oryantalizm, oryantalizmin içselleştirilmiş, haz­medilmiş ve kabul edilmiş bir formu olarak önümüze çık­maktadır. Oryantalizmde Doğu’nun Batı tarafından nesneleştirilmesi söz konusu iken, self-oryantalizmde Doğu’nun bizzat kendi kendini nesneleştirmesi söz konusudur. Bu bağ­lamda Doğu, Batı’nın ekmeğine yağ sürmekte, Batının öteki olarak Doğu’yu inşasına tuğla taşımaktadır.

Self-oryantalizm Batı ile temas eden Doğulu toplumsal aktörlerin, kendi kültürleri ile Batı kültürünü kıyas etmeleri­nin bir sonucu mahiyetindedir. Örneğin Osmanlı’da Tanzi­mat Devrinde yoğun bir şekilde Batı ile temas kuran Mustafa Reşit Paşa, Ali Paşa, ve Fuad Paşa gibi devlet adamları Batı­lılaşma hareketlerinin yürütücüsü olmuşlardır. Dahası self- oryantalizm modernleşme bakımından ilerleme kat edebil­mek için elverişli bir söylem olarak görülmüştür. Bu bağ­lamda self-oryantalizm Batıya maruz kalmış Doğulu elitlerin rıza gösterdiği ve gönüllü olarak içselleştirdiği bir Batılı­laşma bilincidir. Bu bilince erişen temas elitlerinin kendi toplumlarının neden geri kaldığını sorgulamaya başlaması ile birlikte “batılılaşma” bir cevap olarak ortaya çıkmış ve iler­leme programlarının karakteristiğini belirlemiştir.

Batılılaşma bilincinin Osmanlı’da Rusya yenilgisinin ar­dından ortaya çıkması başlangıçta Batılılaşma hareketlerinin askeri ve teknik alanda gerçekleşmesine neden olmuş, aktar­macı bir politika uygulanmıştır. Öte yandan Osmanlı mo­dernleşmesi kurum bazlı iken erken Cumhuriyet modernleş­mesi gündelik olanı da hedefleyen, kurumlardan yaşam bi­çimlerine, dinlenecek müziklerden giyim tarzına kadar bir çerçeve çizen daha bütüncül bir projedir. Batılılaşma hareket­leri ilerleme mesabesinde tutulmuş ve gelişmenin yegane yolu olarak görülmüştür. İster Osmanlı ister Cumhuriyet modernleşmesi olsun her ikisinin de temel karakteristiği Batı’nın üstünlüğü ve Doğu’nun geri kalmışlığı düşüncesine dayanmaktadır. Bu bağlamda modernleşme pratiklerimiz evvela Batı’ya maruz kalan elitlerin, daha sonraki süreçte ise toplumun daha geniş kesimlerine yayılan kendi kendini Do- ğulaştırma pratiklerinin menşeini meydana getirmiştir. Daha yalın bir ifade ile Doğulu toplumlarda ortaya çıkan self-isla- mofobik ve self-oryantalist eğilimler modernleşme deneyimi ile yakından ilgilidir.

Oryantalist paradigmada Doğu’nun dini olarak tanım­lanması İslam’la paraleldir ve İslam doğunun geri kalmışlı­ğının temel sebebi olarak gösterilmektedir. Diğer bir deyişle Batı ile Doğu hem coğrafi olarak hem de dini bakımdan ay- nştınlmakta, Hristiyanlık ilerleme, İslam ise geri kalmışlıkla ilişkilendirilmektedir. Bu söyleme göre, Doğu’nun tüm has­talıklarının kökeninde din bulunduğu gibi, insanlığın inkişa­fına katkı sunması da imkan dışıdır.

Self-oryantalist düşünce de oryantalist paradigma ile fi­kir birliği içindedir. İslam’la ilerlemenin ve dolayısı ile batılı­laşmanın uyumunu sorgulayan self-oryantalistlerin çözüm önerisi bu aşamada dinin kamusal alandaki görünürlüğünün kısıtlanmasına yönelik olmuştur. Bu bağlamda içeriden isla- mofobik üretim emareleri ortaya çıkmaktadır. Müslüman unsurların kısıtlanması, ötekileştirilmesi ya da sembolik bir şiddete maruz kalması self-oryantalizmin ve self-islamofobi- nin toplumsal alana yansımaları arasındadır. Özellikle kadın bedeni Türk modernleşmesi bakımından kat edilen yolun gö­rünen yüzü olarak belirlenmiş ve din ya da geleneği çağrıştı­ran giyim tarzlarına müdahale edilmiştir. Bu müdahale meş­ruiyetini özgürlük söyleminden alırken, kadının çizilen çer­çeveye uygun giyinmesi ile çağdaşlaşmanın başarıya ulaşa­bileceği telkin edilmiştir.

Bu makalede genelde Doğu toplumlarında self-oryanta­list paradigmanın ortaya çıkışı ile modernleşme hareketleri­nin ilgisi kurularak, self-oryantalist düşüncenin üretilme bi­çimleri ve self-oryantalizmin self-İslamaofobiye dönüşümü tartışılacaktır. Daha özelde ise Türk modernleşmesinin self-oryantalizmin doğuşuna katkıları ile gündelik pratiklere ve özellikle kadın imgesine yansıması konu edilmektedir.

1.Tarihsel Arka Plan: Modernleşme Hareketleri

Modernleşmeyi Batı Avrupa’da ortaya çıkan siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel değişimleri tüm toplum- ların takip etmesi gerektiğine yönelik düşünce olarak ta­nımlamak mümkündür. Tönnies’de “gemeinschaff’tan “gesellschaft”a, Durkheim’de mekanikten organiğe, We- ber’de gelenekselden rasyonele, Marx’da feodalden kapi­tale ve Simmel’de kırsaldan kentsele doğru evrimci bir çiz­gide ilerletilen tarih, gelenekselden gelip moderne doğru yol almaktadır. Sosyolojik olarak modernleşme, siyasal, toplumsal, ekonomik ve bilimsel anlamda geleneksel top- lumların modern toplumlara evirilmesini ifade etmektedir. Modernleşme teorileri ise batı dışı toplumların ilerleyebil­mesi ve hastalıklarını tedavi edebilmesi için yegane yolun batının çizmiş olduğu güzergahtan geçtiğini vurgulamak­tadır.

İstanbul’un Fethi, Orta Çağın kapanarak Yeni Çağın başlaması, coğrafi keşifler ve feodalizmin çözülmeye başla­ması nedeni ile 15. yüzyıl modernleşme hareketlerinin baş­langıcı için iyi bir teklif gibi görünmektedir. Yine 15. ve 16. yüzyıllarda ortaya çıkan Rönesans ve Reform Hareketleri ile kutsalın karşısına insan aklı konularak, dünyanın bilim ve rasyonel araçlarla açıklanması gerektiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda Rönesans ve Reform o güne kadar dogma ve mistik olanla kuşatılmış birey için gelenek ve geçmişten ko­puşu ifade etmektedir. Reform hareketleri ise Martin Lut- her öncülüğünde ortaya çıkan bir itiraz mahiyetindedir. Reform hareketlerinin en belirgin sonucu Katolikliğin dini anlamda tekel vazifesi gören konumunun zayıflatılarak Protestanlığın ortaya çıkmış olmasıdır. Bu bağlamda gerek feodal düzene karşı yapılan itiraz gerekse Rönesans ve Re­form hareketleri, modernitenin murat ettiği eskiden kopuş, geleneğin ve geçmişin reddi için elverişli bir zemin hazırla­mıştır. Bu sürecin en önemli sonucu feodal düzenin ürettiği egemenlik ilişkilerindeki değişim, Ortaçağdaki kilisenin ro­lünün azalması ve sekülerleşmedeki artıştır.

Modernleşme hareketlerinin asıl ivme kazanmasında Aydınlanma düşüncesinin etkisi tartışılmazdır. David Hume, Adam Smith ve Adam Ferguson’un başını çektiği Iskoç Aydınlanması, Montesquieu, Voltaire ve Rousseau gibi düşünürler öncülüğündeki Fransız Aydınlanması ve Kant ile özdeşleşen Alman aydınlanması birbirinden farklı argümanlar üretmişlerse de Aydınlanma pratiklerinin or­tak vurgusu aklın merkeze alınmasıdır. Referansları akli­leştiren bu argümanlar eşitlik, özgürlük, kardeşlik ve birey şeklinde kendini üretmiş ve Fransız Devrimi ile pekişmiş­tir.

18 yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’de ortaya çıkan ve Batı Avrupa ülkelerine yayılan Sanayi Devrimi ile modern­leşmenin farklı bir sürece girdiğini söylemek mümkündür. Sanayi Devrimi kapitalist üretim tarzının başlangıcı kabul edilmekte, fabrikaların modernleşme serüvenine dâhil ol­ması anlamına gelmektedir. Kapitalist üretim endüstri­leşme ve kentleşmeyi beraberinde getirmiş, fabrikaların bu­lunduğu şehirlere yoğun bir göç dalgası baş göstermiş ve buralarda yeni bir toplum tipi meydana gelmiştir. Bu tip aynı zamanda kırsal ile kentsel olan arasındaki ibreyi kent­sele doğru kaydırarak, modern bir toplumun habercisi ol­muştur. Öte yandan bu süreç yeni bir toplumsal örgütlen­meyi ve sınıfsal ayrımları da beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda burjuvazi ile proletarya arasında baş gösteren ça­tışma aynı zamanda uzlaşma meselesini gündeme getirmiş, sivil toplum ve sendikalaşma gibi olguların doğuşuna ne­den olmuştur. Şu halde Modernleşmenin tarihsel arka pla­nının kabaca bilimsel gelişmelerin bireyin düşünme şekline yaptığı katkı, Aydınlanmanın vurguladığı insan aklının merkeze alınması, Fransız Devrimi ile geleneksel yapıların erozyona uğraması ve Sanayi Devrimi ile beraber değişen toplumsal yapı ve kentleşme gibi unsurlardan teşekkül et­tiğini söylemek mümkündür.

Bu sürecin toplumsal alanda pek çok yansıması ortaya çıkmıştır. Abercrombie ve arkadaşları (1988: 158-160); mo­dernleşmenin toplumsal, siyasi, ekonomik ve kültürel ola­rak dört boyutu olduğunu vurgulamaktadır. Toplumsal modernleşme kentleşme, geleneksel otoritenin zayıflaması ya da okuma yazma oranlarının artması gibi kimi sosyal ilişkileri ön görürken, siyasi modernleşme parlamento, si­yasi partiler ve oy kullanma hakkı gibi katılımcı ve karar almayı teşvik eden kavramlara gönderme yapmaktadır. Ekonomik modernleşme ekonomik dönüşüm, işbölümü, gelişen yönetim teknikleri ve teknoloji bileşenlerinden meydana gelmektedir. Kültürel modernleşme ise ulusalcı ideolojilerin benimsenmesi yanında sekülerleşme ile rabıta içindedir.

1.1.Üstün Batı Versus Geri Doğu

Modernleşme hareketlerinin, II. Dünya Savaşının ar­dından Batı dışı toplumlara doğru yayılması ile birlikte sos­yal bilimlerin temel odağı haline gelmiş, Batı ve Doğu mo­dernleşmesinin kıyas edilmesini beraberinde getirmiştir. Batıda yaşanan bu gelişmelerin Doğu açısından en önemli sonucunun Batı’nm kendine yönelik üstün bir kimlik belir­leme politikası olduğunu söylememiz gerekmektedir. Bu bağlamda modernleşme teorileri Batı toplumunu ulaşılması gereken bir hedef olarak sunma eğilimindedir. Ba­tının icat ettiği bu teoriler doğulu toplumların tek ilacının batıda olduğu ve doğunun kendi başının çaresine bakabi­lecek erişkinlikte olmadığı fikrinden hareketle imar edil­mektedir.

Çoğu yazara göre Batı’nın kendi dışında kalan toplam­lara karşı bakışı bugüne has bir durum olmayıp Antik Yu- nan’a kadar götürülmektedir. Örneğin Yunanlıların ve Yu­nan olmayanların tarihini anlatan eserlerde Yunanlılar dı­şında kalan toplumlar Barbar olarak nitelenmiştir. Benzer bir durum Roma döneminde de varlığını sürdürmektedir. Bu bağlamda Roma uygarlıkla ilişkilendirilirken Doğu’nun savaşçı gücü olan İran barbardır. İslamiyet’in Yakın Doğu’da hakimiyetini kurmasının ardından da Batı ve di­ğerlerine yönelik tutum değişmemiştir. Dönemin Batılı ta­rihçileri Müslümanları yağmacı, talancı ve şehirleri yakıp yıkan olarak nitelemektedir. Yine İspanya’yı fetheden Müs­lüman Araplar Batı için bir baş belası olarak tanımlanmış­tır. Ortaçağ süresince de Müslümanların imajı benzer çizgi­lerle varlığını korumuştur. Osmanh İmparatorluğu’nun Yakın Doğu’da güçlü bir devlet olarak ortaya çıkması bu imajı pekiştirme görevi görmüştür. Nitekim Batılı tarihçi­ler için Osmanlılar İskit asıllı yabanilerdir (Coşkun, 1989: 289-290). Bu bağlamda oryantalist bakış açısının ürettiği ta­rihsel dikotomiler evvela öteki Doğu’yu, ardından kötü Doğuyu inşa etmektedir.

Doğu-Batı ayrımında Sovyetler Birliğinin dağılması ile çift kutuplu dünya düzeninin sona ermesinin ardından Batı’nın kimliğini öteki üzerinden yeniden inşa etmek iste­mesinin etkisi tartışılmazdır. Öte yandan Batı’nın sömürge­leştirdiği ülkelerden ve 20. yüzyılda Türkiye gibi ülkeler­den Avrupa ya yoğun bir göç dalgası yaşanması ile birlikte Batı, dışarıdaki düşmanı içeri almış olmaktadır. Bu bağ­lamda göçmenler, özellikle de Müslüman göçmenler Batı­nın kültür ve kimliğine karşı bir tehdit olarak algılanmak­tadır. Batının bu tutumunun ardında yatan asıl neden din, ideoloji, kültür ve medeniyet bakımından kendisine atfet­tiği evrensellik iddiasından kaynaklanmaktadır. Batının kendisine biçmiş olduğu bu evrensel kimlik Avrupamer- kezci ve Oryantalist bakış açısının üzerine bina edilmiştir. Bu bağlamda modernleşme projesi Batı medeniyetinin merkez ve üstün medeniyet olduğu iddiasına kendini yas­lamışlar. Modernleşme sürecinin Batıdan başlaması pek çok yazara göre icat edilmiş bir düşüncedir. Edward Said ise bu tutumu oryantalist zihniyet olarak tanımlama yoluna git­mektedir. Bu düşünceye göre Batı bir pergel görevi görür­ken dünyanın diğer bölgeleri bu pergel ekseninde değer kazanmaktadır. Öte yandan bir talep olarak modernleşme­nin Doğu için sübuta ermesi de mümkün görünmemekte­dir. Nitekim oryantalist düşünceye göre birbirinden ideo­loji, teknoloji, medeniyet, din ya da kültür bakımından ta­mamen ayrı olan Doğu ile Batı arasındaki aralığın kapatıl­ması olası değildir.

1.2.Modernleşme ve Batılılaşma

Modernleşme sürecinin tarihsel arka planında bilimsel gelişmeler, Aydınlanma düşüncesi, Sanayi Devrimi ve Fransız İhtilali gibi Batılı değerlerin olması Batı dışı top- lumların bu güzergahta kalması gerekliliğini ortaya çıkar­mıştır. Modernleşme bir yandan talep ve çabayi içinde ba­rındırırken diğer yandan Batılı bir dayatmaya gönderme yapmaktadır. Göle’ye göre ilerlemeci Batı görüşleri ile iş­levsellik kazanan modernleşme deneyimlerini merkezi ko­numdan sıyırarak ikili bir bakış açısı ile düşünmek, modernleşmenin sınırlarını genişletmek anlamına gelmekte­dir. Bu bağlamda batı dışı toplumların modernleşmesi gün­deme gelmekte ve her toplum için farklı deneyimler ortaya çıkmaktadır. Modernlik evrenselliği içerdiği halde mo­dernleşme farklı ülkelerin kendi tarih ve kültürlerinden yola çıkarak çizdikleri bir güzergâhtır (2011: 34, 162). Batı dışı modernleşme örneği olarak Osmanlı İmparatorlu­ğunda 19. yüzyıldan itibaren modernleşme hareketleri ivme kazanmıştır. Şu halde Osmanlı modernleşmesi geç kalmış bir modernleşme olup, devleti yıkımdan kurtaracak bir çare olarak görülmüştür.

İnceleyin:  İslam ve Batı - Kelimelerin Büyüsü

İmparatorluk evvela sorunun çözümüne iç dinamikleri ile bakmış, 18. Yüzyılda ise bu durumun çözüm olmayaca­ğım anlayarak Batıdan kurum aktarma yolu ile yenileşme politikaları izlemiştir. Osmanlı ve Cumhuriyet modernleş­mesi bakımından batılılaşma çoğu zaman modernleşme ile aynı anlamda kullanılmaktadır (Deren, 2004: 382). Bu bağ­lamda İmparatorluk, Lale Devri (1718-1730) ile birlikte yön- temsiz de olsa batılılaşmayı başat bir devlet politikası ola­rak benimsemiştir. III. Selim (1789-1807) dönemi ıslahatlar için şuurlu ve planlı yenileşme hareketlerinin başlangıcı ol­muş ve bu dönem tohumları atılan ıslahat hareketlerini sı­rasıyla Tanzimat Fermanı (1839), Islahat Fermanı (1856), I. Meşrutiyet (1876) ve II. Meşrutiyet (1908) takip etmiştir. Ni­tekim bu yenileşme hareketlerinin İmparatorluk nezdinde son durağı, bir ihtilal mahiyetinde olan Cumhuriyettir. Os­manlI modernleşmesi kurumlan dönüştürmeyi amaçlar­ken, erken cumhuriyet modernleşmesi gündelik olanı da hedef alan daha bütüncül bir projedir. Öte yandan İmpara­torluğun baskın adem-i merkeziyetçi yapısı nedeni ile mer- keze tesir edebilecek bir burjuvanın olmaması, Osmanlı modernleşmesini bürokratik bir görünüme bürümüştür (Karakoyunlu, 2021: 45-46).

Erken Cumhuriyet modernleşmesi ulus devlet temelli, yukarıdan aşağıya, otoriter ve militer bir karakterdedir. Bu durumun kaynağı ve kökleri Geç Osmanlı İmparatorluğu deneyimi ile yakından ilgilidir (Keyman, 2010: 317). Öte yandan Cumhuriyet modernleşmesi modern batılı ulus devlet olma amacı ile halkı mobilize etmiş, siyasal ve top­lumsal reformları içinde barındıran bir projedir. Bu yönü ile Osmanlı modernleşme hareketlerinin kurum bazlı anla­yışından ayrılmaktadır. Nitekim devletin kuruluşu salt yö­netsel bir değişim olmayıp, devletin üzerine bina edildiği yeni bir kimlik yaratma sürecidir (Deren, 2004: 382). Bu bağlamda Cumhuriyet, milli ve modern bir ulus yaratma projesi olup aynı zamanda yeni bir kimlik inşası öngörmüş­tür. Modernleşme Osmanlı’da olduğu gibi salt aktarmacı bir kurum dönüşümü değil, aynı zamanda modern bir top­lum yaratma talebini içermektedir.

Türk modernleşmesinin en belirgin özelliği millet adına yapılmış olması ve batılışmanın ilerleme mesabesinde gö­rülmesidir. Bu bağlamda akılcı ve laik değerler üzerine bina edilen modernleşme tasavvurumuz pozitivizmden mülhemdir. Öte yandan ani ve tepeden inmeci doğası ne­deni ile Türk modernleşmesi travmatik kodları içinde taşı­maktadır. Dellaloğlu modernleşmenin modernleştirici bir sınıfa ya da sınıf bilinci olan bir kadroya ihtiyaç duydu­ğuna işaret eder (2016: 167-169). Nitekim Batı’da modern­leşme hareketleri aşağıdan yukarı, sınıflar aracılığı ile hare­ket halindedir. Buna karşın Türk modernleşmesi talebi ol­mayan bir arzdır. Kadıoğlu bu durumu “araba atın önüne bağlanmıştı” şeklinde tasvir etmektedir (1999:16). Türk modernleşmesi bürokratik bir modernleşme olup modernleş­tirici sınıfın rollerini bürokrasi üstlenmiştir. Modernleşme sürecinin bürokrasi eli ile yürütülmesi bir nevi memur mo­dernleşmesi olmasına neden olmuş ve yaratıcı boyutunu törpülemiştir. Cumhuriyetle başlayan modernleşme dene­yimimiz tek parti dönemi ile katı, ulusçu ve seküler kodla­rını sürdürmüş ve toplumun bir kesimi ile etkisi bugüne değin süren bir yarılmanın başlangıcını meydana getirmiş­tir. Bu yarılmanın bir yanında İttihat ve Terakki’den bu yana ilerlemenin mottosu haline gelen “halka rağmen halk için” söylemine yaslanmış yönetici bir elit, diğer yanında ise henüz erginliğine karar verilmemiş bir toplum bulun­maktadır. İnsel, Türk toplumunun hala yaşamakta olduğu yılgınlık, bunalım ve şaşkınlığından söz ederken bu du­rumu kendini toplumun dışında ve üstünde gören bir elitin varlığına bağlamaktadır (1990:10-11). Öte yandan bu ayrım devlet-toplum dikotomisinde çağdaşlaşmanın yanında ya­hut karşısında olmak şeklinde konumlanmayı beraberinde getirmektedir. Bir kişi ya da grubun Batılışmaya olan bakışı onun devlet-toplum dikotomisindeki tarafını belirleme özelliği taşımaktadır (İnsel, 1990: 20). Nitekim Türk siyasal hayatı halen Türk modernleşmesi bakımından dişlanmış bir kesimin ürettiği partiler ile modernleşmenin sahibi par­tiler arasındaki bir mücadele alanıdır.

Modernleşme öykümüzün diğer bir boyutu militer bir karakterde oluşudur. Bu özelliği ilerleyen yıllarda toplum­sal travmayı artırıcı mahiyete bürünmüştür. Nitekim He- ady (2001: 346); Türkiye’yi modernleşmeci askerlerin kur­duğunu ve gerekli gördükleri durumlarda müdahale ede- bilme hakkını kendilerinde gördüklerini ifade etmektedir. Hal böyle iken Türk demokrasi tarihi her on yılda bir askeri 36 Batı Dışı Toplamlarda Oryantalist Pratikler darbelerle kesintiye uğramış ve modernleşmeci askerler saklı olan haklarını kullanmışlardır.

Bu süreç hem yönetici elit ile toplum arasındaki yaban­cılaşmayı artırmış hem de toplumsal düşünme ve eyleme pratiklerimizi derinden etkilemiştir. Türk modernleşmesi­nin travmatik yansımalarını self oryantalizm bağlamında da değerlendirmek mümkündür. Nitekim bu travmanın toplumsal bir kompleksi ve yerliliğe veya Doğulu olmaya karşı içeriden bir yadsımayı üretmesi kaçınılmazdır. Daha yalın bir ifade ile modernleşme öykümüz, içselleştirilmiş oryantalizmin ortaya çıkışında en etkili unsurlardan biri ol­muştur.

2.İçselleştirilmiş Oryantalizmden İçselleştirilmiş İslamofobiye

2.1.Kendi Kendini Doğululaştırma

Medeniyetler arasındaki hiyerarşiyi ve güç ilişkisini ifade eden Doğu-Batı ikiliği yüzyıllardır tartışılagelmiştir. Edward Said’in kaleme aldığı Oryantalizm başlıklı eseri Doğu-Batı ilişkileri ve Batı’nm Doğu üzerine kurduğu “orantısız ve asi­metrik” gücün yorumlanması açısından bir paradigma deği­şikliğine işaret etmektedir. Her ne kadar Doğu-Batı ayrımı söylemi Anuoar Abdel-Malek’in (1963) Orientalism in Crisis isimli çalışmasında dile getirilmiş olsa da Said’in Oryantalizm başlıklı çalışması anahtar metin olarak etkisini bugün de de­vam ettirmektedir. Kültürel çalışmalar, madun çalışmalar ve postkolonyal teorinin ortaya çıkmasında Said’in çalışması “paradigma kurucu bir eser” (Bulut, 2012:2) olarak tanımlan­maktadır. Ayrıca bu çalışmanın Doğu’nun, kendini temsil gücünü egemen kültürden geri almada önemli katkıları olmuştur. Bu bağlamda unutulan, dikkate alınmayan veya değersizleştirilen 3. Dünya toplumların tarihleri gündeme gel­mektedir.

Öteki olarak görülen dünyaya, Arap ve Müslüman dün­yaya ilişkin çalışmaların zayıflaması, kimlik iddialarının şid­detlenmeye başlaması, sömürge sonrası dönemde ortaya çı­kan “ulusal hayal kırıklığı” (Beji’den akt. Abdelkefi, 2009), Petrol Krizi ve Iran Devrimi gibi gelişmelerle birlikte Doğu- Batı ilişkileri yeni bir evreye girmiştir. Batı’nın Doğu ile kur­duğu politik ve kültürel hegemonik ilişkiler tartışmaya açıl­mıştır. Bu bağlamda Said’in çalışması bir toplumun diğeri hakkında sahip olduğu söylemi analize tabi tutarken Batı’nın Doğu hakkında ürettiği bilginin gözden geçirilmesi imkanını sunmuştur. Oryantalizmin medeniyet, kültür ve kimlik fark­lılığına dayanan “Öteki yaratma sürecini” şiddetle eleştiren Said, Batılıların Öteki Doğu’yu düşünme ve anlamada geliş­tirdiği yöntemin büyüsünü ortadan kaldırmıştır. Bilgi ve kurguya dayalı oryantalist söylem Batılılar tarafından yüz­yıllardır kurumsallaşarak günümüzde de varlığını sürdür­mektedir. Farklı olanın öteki olarak inşasında önemli rol oy­nayan oryantalizmin tarihi eskilere dayanmaktadır. Batı’nın, Doğu’nun egzotik olarak tanımladığı kültüre hem hayranlığı hem de ötekileştirici tutumunun kökleri Haçlı Seferleri, hatta İslam’ın ortaya çıktığı döneme kadar uzanmaktadır.

Oryantalizmin içselleştirilmiş versiyonunu ifade eden self-oryantalizm kavramı, ilk olarak Antonio Chuffat Latour tarafından 1927 yılında Apuste historico de las chinas en Cuba başlıklı çalışmasında kullanılmışsa da Said’in oryantalizm kavramından yola çıkarak kavramsallaştırılmıştır. Gizli or­yantalizm, öz oryantalizm, ideolojik oryantalizm, oto oryantalizm, oryantalizmin ters yüzü, resmi oryantalizm, stratejik oryantalizm, neo oryantalizm, dâhili oryantalizm, modern oryantalizm, suça dâhil olan oryantalizm, çoğalan oryantalizmler, iç oryantalizm, iradi oryantalizm, yerel oryantalizm, içselleştirilmiş oryantalizm, Osmanlı oryantalizmi ve küçük oryantalizm olarak da ifade edi­len self-oryantalizm, Said’in kavramsallaştırmasının ötesine geçerek daha içe dönük, entelektüel ve hegemonik bir olguyu ortaya koymaktadır (Bezci & Çiftçi, 2012:143).

Oryantalizm, Batı tarafından Doğu’nun ötekileştirmesini vurgularken self-oryantalizm Doğu tarafından Doğu’nun ötekileştirmesini ifade etmektedir. Oryantalizmde olduğu gibi self-oryantalizmde de kullanılan ötekileştirme yöntem­leri ve ötekileştirilen hedef aynıdır. Self-oryantalizm, Doğu­luların kendilerini Batılı oryantalistlerin dayattığı terimler içinde tasavvur etmeleri ve kendilerini oryantalizmin onları temsil ettiği şekilde etmelerini istemektedir (Dirlik, 1997). Bir başka ifadeyle self-oryantalizm, Doğu’nun Batı’nın fikirleri ve değerlendirmeleri üzerinden kendini yorumladığı, yaban­cılaştırdığı ve kendi kendini ötekileştirdiği bir süreçtir. Key- man’dan (1996) yola çıkarak doğululaştırılan Doğu’nun olu­şumunda Doğu’nun katkısı dikkat çekmektedir. Golden’e göre (2009) self-oryantalizm, Batı’nın değerler sistemi içinde Batıya göre kendini anlayarak ve açıklayarak kendi kültürü­nün temsilini çarpıtmaktadır. Ontolojik anlamda Doğulu iken epistemolojik açıdan kendini Batı’ya ait (Martinez, 2008:14) gören Doğulu taşıyıcı elitlerin Doğulu kültürel ta­savvurunu yorumlaması ve Batı hermeneutik çemberi üze­rinden yaptığı göndermeler self-oryantalizmi ortaya çıkar­maktadır. Çifçi (2013), siyasi-sosyal-kültürel ve gündelik ha­yatın Doğu-Batı karşılaştırmasının, ilk hayranlığın ve ilk özentinin başladığı yer olarak temas bölgelerinden bahsetmek­tedir. Temas bölgelerinde, oryantalist paradigmanın içselleş- tirildiği ve moderniteye ulaşmada bir retorik olarak kullanıldığı görülmektedir. İçselleştirilmiş oryantalizm, Batıklaştırıl­mış Doğulu inteligentsia ve seçkinler gibi toplumsal ve poli­tik kesimin önde gelenlerinin “temasın eşiğinde” (Chiang, 2004: 40) kendi içinde gönüllü yaşadığı Batı canlanmasına vurgu yapmaktadır (Bezci & Çifçi, 2012:147-148). Self-oryantalizm, toplumun önde gelenlerinin Batı’yı ve batılı değerleri referans alarak kendi değerlerine mesafe koyarak, küçümse­yerek ve ötekileştirerek kendi kendilerini Doğululaştırdıkları bir süreci ifade etmektedir. Bir başka ifadeyle Batı hegemon­yasının içselleştirilmesi durumunun yansımasıdır.

Batılılaşma olarak da algılanan modernleşme, Batı dışı toplumlarda oryantalizmin temelini oluşturan ötekiliğin olu­şumunda önemli bir rol oynamaktadır. Modernleşme tartış­maları ile birlikte gelişen entelektüel canlanma, self-oryanta- list paradigmayı şekillendirmiştir. Batı ile karşılaştırıldığında Doğu olarak neden geri kaldık ve bu durumdan nasıl çıkarız? so­rusuna verilen cevapta Batı referans olarak sunulmuştur. İlk aşamada askeri ve teknik boyutta Batı’ya yönelme söz ko­nusu olmuşsa da daha sonra Batılılaşma hareketleri farklı alanlara kaymıştır. Her halükarda modernleşme ve batılı­laşma hareketlerinin Batı’nın üstünlüğü ve Doğu’nun geri kalmışlığı dikotomisi üzerine kurulduğu görülmektedir. Ha- nioğlu (1992), Batı dışı toplumlarda batılılaşma hareketleri­nin Batı’nın gelişmişlik seviyesine ulaşmak için farklı alan­larda atılan adımlar olduğuna dikkat çekmektedir. Kahra­man (2002) bu durumu Oryantalistleştirdiklerimizden misiniz? başlıklı çalışmasında “modernleşme hareketleri ile Doğu, Batılı oryantalistin kendisi hakkında inandığı masallara inanmaya başla­mış, kendisini başkasının gözünden görmeye başlamıştır… Cum­huriyetin kurucu iradesi bir ulusal onur ve bilince dayanmıştır, evet, ama bu, aynı dönemin ‘self-oryantalizasyon’ (kendi kendini oryantalistleştirme) mantığını aşmasına yetmemiştir” ifadele­riyle açıklamaktadır. Çiftçi’nin (2013) altını çizdiği gibi Batı’nın modernite rüzgarına yakalanan Doğulu elit ve ay­dınların Batılı normları kendilerinkileriyle karşılaştırarak daha üstün oldukları görüşünü benimselemeleri, kendi ken­dini Doğululaştırma anlamına gelenself-oryantalizmi ortaya çıkarmaktadır. Modernleşme hareketleriyle birlikte ortaya çı­kan entelektüel canlanma, oryantalizmin Doğu hakkında or­taya koyduğu olumsuz söylemin kabulü ve içselleştirilmesi ile ön plana çıkarak self-oryantalizmin temelini oluşturmak­tadır. Batı dışı toplumlarda var olan içselleştirilmiş oryanta­lizm ve islamofobi modernleşme hareketleri ile yakından iliş­kilidir.

2.2.İçselleştirilen Öteki ve Ötekileştirilen Din

Oryantalist söylemde Doğu ve İslam eş anlam taşımakta­dır. Doğu’nun dini olarak görülen İslam, oryantalizmin te­mel unsurlarından biri haline gelmiştir. Doğu’nun geri kal­mışlığı düşüncesi İslam medeniyetinin geri kalmışlığından kaynaklanmaktadır. Bir başka ifadeyle Doğu-Batı ikiliğinde, Hristiyanlığm üstünlüğü-İslam’ın geri kalmışlığı hatırlatıl­makta, Doğu’ya atfedilen bütün olumsuzlukların kaynağı olarak din gösterilmektedir. Batı’nın İslam hakkındaki gö­rüşlerinin temeli oryantalizmin derinliklerinde bulunmakta­dır. Maneviyatı ve itikadi boyutu göz ardı edilerek İslam, çoğu zaman iktidarların, siyasi akımların, devrimlerin ya da medeniyetler çatışması ideolojisinin çıkarları doğrultusunda “araçsallaştırılmış” bir din olarak sunulmaktadır. İslam’ın entelektüel üretimleri de nadiren dile getirilmektedir. Ba- tı’nın İslam ve Müslümanlar hakkında kurguladığı imaj, ye­nilenemeyen, ilerleme kat edememiş, dünyanın yeni varoluş koşullarına uyum sağlamaktan aciz, büyük ölçüde karanlıkçı yekpare bir gerçeklik olduğu yönündedir. Modernleşme sü­reçlerinde dinin mahiyeti, yeri ve oynadığı rol tartışma ko­nusu olurken dinin modern dönemde geçerliliği olmayan ar­kaik bir yapıda olduğu savunulmaktadır.

İnceleyin:  Yaratıcılık 'Özelliğimizi' Kaybettik

İslam’ın terakki önünde engel teşkil ettiği ve dolayısıyla da Müslümanların gerici oldukları görüşü Türkiye gibi Batı dışı toplumlarda da benimsenmeye başlamıştır. Böylelikle Batılı oryantalist geleneği benimseyen self-oryantalistler ta­rafından türlü olumsuzlukları ve gerici unsurları içinde ba­rındıran İslam’ın moderniteyle uyumu sorunsallaştırılarak dinin toplumsal hayatta sınırlandırılması gündeme getiril­miştir. Türkiye gibi ülkelerde islamofobi, modern Batı mede­niyeti ile bütünleşmek için İslam medeniyetinin ve Müslü­manların siyasi varlığının reddedilmesi prensibi üzerine ku­rulmaktadır. İslam, taşralı ve tikelci bir konuma indirgendi­ğinden toplumda dini hassasiyetleri olan bireylerin asimilas­yon ve ötekileştirme yöntemlerine maruz kaldıkları görül­mektedir.

Modernleşme ve batılılaşma hareketleri tarihsel ve kültü­rel süreçten kopuşu ifade etmektedir. Başka bir deyişle, İs­lam’ın kültürel olarak geri olduğu, modern bilimle çeliştiği, stratejik olarak yetersiz olduğu ve ilerlemeye engel olduğu iddia edilmektedir (Aslan, 2019: 74). Çoğunluğu Müslüman olan toplumlarda İslam dininin “kurucu dışarı” olarak de­ğerlendirilmesi, içselleştirilmiş islamofobinin varlığını or­taya koymuştur. Dinin ötekileştirilmesi self-oryantalizme da­yalı self-islamofobiyi ortaya çıkarmıştır. Bir başka ifadeyle Türkiye gibi Batı dışı toplumlarda islamofobinin şekillen­mesi 19. yüzyılda modernleşme hareketleri ile gerçekleşmiş- tir. Türk modernleşmesinin, oryantalist ve islamofobik dina­miklerin hayat bulduğu, geliştiği ve günümüze kadar yaşatı­larak getirilen bir süreç olduğu söylenebilir. İslam ve Müslü- manlara yönelik nefret söylemi ve suçu, ayrımcılık ve öteki- leştirmeye dayalı içselleştirilmiş oryantalizm ve içselleştiril­miş islamofobide iki ana unsur öne çıkmaktadır: İslam’ın modern bilimle çatışması ve İslam’ın özgürlükleri kısıtlaya­rak kadına yönelik baskı ve şiddet kurması.

Aydınlama ve pozitivizmle birlikte su yüzüne çıkan din- bilim çatışması tartışmaları özellikle İslam üzerine odaklan­maktadır. İslam-bilim uyumsuzluğu ve İslam’ın bilimin önünde engel olduğu iddiası oryantalist söylemde yerini al­maktadır. Müslümanların yetersizliği ve acizliği 19. yüzyılda İslam ve bilim ilişkisini gündeme getiren Ernest Renan (1823- 1892) tarafından L ‘islamisme et la Science (1884) başlıklı konuş­masında dile getirilmektedir. Renan, bilime düşmanlığın İs­lam’dan kaynaklı olduğu, Müslümanların da öğrenme ve düşünme becerileri olmayan, ilerleme düşüncesine kapalı ve bilimi reddeden fanatikler olduğu- görüşünü benimsemekte­dir. Ayrıca Renan konuşmasında Avrupa Ortaçağ döne­minde Arap-İslam medeniyetinin bilim ve felsefeye katkısı konusunda da Müslümanların özellikle Yunan medeniyetin­den uyarladıkları bilimden bahsetmektedir. Ona göre bu kat­kının ne Arap ne de İslam medeniyetiyle bir bağlantısı olma­makla birlikte İslam’dan dolayı değil, İslam’a rağmen ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Sömürge yönetiminde görev alan Lord Cromer (1909) de Müslümanların, dini inanç prensipleri ba­kımından bilim ve ilerlemenin dışında ve karşısında olduk­larını ifade etmektedir. Yazara göre “İslâm’da reform yoktur, eğer varsa İslam olarak nitelenmesi mümkün değildir. Müs- lümanlar inançlarına sımsıkı bağlı oldukları için onlardan ne medeniyet ne de kalkınma sürecine katkıda bulunmalarını beklemek saflık olur”.

İslam ve Müslümanların tarih boyunca rasyonel düşün­ceyle savaşmış olduğu düşüncesi oryantalist geleneğe da­yanmaktadır. Aynı şekilde batılılaşma hareketi öncüleri ve savunucuları, İslam’ı bilimin ve ilerlemenin önünde engel olarak görmüş, İslam dinini dışlama ve ötekileştirme yönte­mine başvurmuşlardır. Abdullah Cevdet gibi birçok Osmanlı düşünürü Batı medeniyetinin üstünlüğünü vurgularken (Hanioğulu, 1981) modern uygarlığın din ve geleneğin dı­şında geliştiğini (Ülken, 1998) savunmaktadır. Cevdet’in dine yaklaşımı ilerlemenin önünde engel olduğu üzerine ku­ruludur. Bu bağlamda Batı dışı toplumlarda modernleşme tartışmaları din dışı bir perspektiften ele alınmıştır.

Modernleşme ve batılılaşma hareketlerinin en can alıcı diğer konusu kadın olmuştur. Türk modernleşmesinde dinin toplumsal yansıması ve görünürlüğü kadın üzerinden kur­gulanmıştır. Bu sebeple modernleşmenin kamuya yansıması açısından kadının toplumsal hayattaki konumuna odaklanıl­mışlar. Çaha (1996) Tanzimat’la birlikte aydın ve düşünürler­den, modernleşme tartışnialan içinde kadın konusunu ele al­mayanların sayısının çok az olduğunu belirtmektedir. Kadın, Osmanlı modernleşmesinin önemli bir ayağını teşkil etmek­tedir. Cumhuriyet reformlarıyla birlikte kadın, Osmanlı ve İslam’a dair, yani eskiye dair ne varsa, kopuşu simgelemek için kullanılmıştır. Bu bağlamda ilk sırada İslami olanı ve es­kiyi temsil eden giyim tarzına müdahale edilmiştir. Göle’nin (1998) ifadesiyle kadının kılık-kıyafetindeki değişim arzusu, dini ve manevi olanla bağlantılı olmasından kaynaklanmak­tadır. Nitekim kadınlardan, dini otoritenin reddi adına peçe ve çarşaflarını çıkarmaları istenmiştir.

Batı tasavvurunda İslami ataerkilliğe bağlılıklarını sem­bolize eden Müslüman kadının örtüsü ulusal kimlik, sekülerleşme ve modernite tartışmalarına dahil edilmeye modern­leşme hareketleriye başlanmıştır. Geri kalmışlığı, İslam’ı ve Osmanlı geçmişini temsil ettiği düşünülen Türk kadının ör­tüsünün reddi, Türk modernleşmesinin sine qua non şartı ha­line gelmiştir. Kamusal alanda cinsiyetlendirilmiş bedenlere dayanan Türk modernleşmesi, dini kamusal alanda zayıflat­mak amacıyla kamusal kıyafetlerin düzenlenmesi ve yeni modern kimlikler oluşturmayı amaçlamaktadır. İslami giyim tarzından kurtulmayı hedefleyen Türk modernleşmesi, mo­dernleşme ölçüsü olarak (Çınar, 2008: 898) kadın bedenini kullanmıştır. Kadınları, “İslami ataerkil rejimin zincirlerin­den” kurtarma ve özgürleştirme fikri (Saktanber, 2002) uy­gulamalarla hayata geçirilmiştir. Kadın için modernleşme öncesi ve sonrası olarak iki dönem kurgulanmıştır: bütün olumsuzlukları içinde barındıran “eski döneme” ait baskı al­tında olan örtülü kadın ile modern döneme ait örtüsüz ve öz­gür kadm. Özgürleştirme söylemi kadının bedenine moder­nite adına bir müdahaleyi ifade etmektedir. Bir başka ifa­deyle kadın bedeni modernitenin belirleyicisi olarak dün ol­duğu gibi bugün de gündemde tutulmaya devam edilmekte­dir. Şu halde kadın halen Türk modernleşmesinin vitrinini (Tekeli, 1991: 97) oluşturmaktadır.

Sonuç

Batı dışı toplumlarda self-oraynatilizmin kaynağını oluş­turan modernleşme, sosyolojik anlamda geleneksel olandan moderne doğru geçişi ifade ederken, bunun sadece Batılı de­ğerleri benimsemekle mümkün olduğu belirtilmektedir. Mo­dernleşme, oryantalizmin temelini oluşturan “üstün Batı me­deniyetine karşın geri kalmış Doğu medeniyeti” söylemi üzerine kurulmuştur. 19. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti tarafından hayata geçirilen reformlar, oryantalist söylemin kurguladığı Batı medeniyeti ile Osmanh, yani Doğu medeni­yeti arasındaki uçurumu ortaya koymaktadır. Modernleşme çabalarında model olarak Batı’nın üstünlüğü vurgulanırken, geleneksel ve dini olanı temsil eden “eski ile” bağlarını kopa­rarak batılılaşmanın gerekliliği, bazen de zorunluluğu dile getirilmektedir. Türk modernleşmesi, “devleti kurtarma” mo­tivasyonunu ile başlamışsa da ilerleyen zamanlarda entelek­tüel canlanma ile birlikte Batılılaşma tartışmalarının her alana yayıldığı görülmektedir.

Türkiye gibi Batı dışı toplumlarda başlatılan modern­leşme hareketleri self-oryantalizmle bağlantılıdır. Kendi ken­dini doğululaştırma olarak da ifade edilen self-oryantalizmin kavramsallaştırılmasının arkasında Said’in oryantalizm kav­ramına atıf bulunmaktadır. Oryantalizmde olduğu gibi self- oryantalizmde de Doğu’ya yönelik bir ötekileştirme söz ko­nusu olmaktadır. Ancak bu ötekileştirme Batılılar tarafından değil, oryantalist yaklaşımı benimseyen Doğulular tarafın­dan uygulamaya konmaktadır. Kısacası self-oryantalizm, Doğu’nun, oryantalizmin kendi hakkında kurguladığı olum­suz değerleri içselleştirmesini ifade etmektedir. Batı dışı top­lumlarda ve özellikle çoğunluğu Müslüman olan toplum­larda içselleştirilmiş oryantalizmle birlikte içselleştirilmiş is- lamofobi de görülmektedir. Doğulu aydın ve elitlerin self- oryantalist yaklaşımlarında din önemli bir yer tutmaktadır. Zira Doğu’nun içinde bulunduğu sıkıntılı durumun sorum­lusu olarak İslam zikredilmekte, geri kalmışlığın İslam kay­naklı olduğu savunulmaktadır. Bu sebepten İslami referans­ların şiddetle eleştirildiği ve reddedildiği bir süreç ortaya çık­mıştır. İslam’ın ilerlemenin önünde bir engel olduğu düşün­cesi Batılı oryantalistler tarafından dile getirilirken, Doğulu aydınlar da benzer görüşleri zikretmektedir. İslam’ın gerici unsurlar barındırdığı ve moderniteyle uyumsuzluğunun altı çizilmektedir. Oryantalistlerde olduğu gibi self-oryantalis- terde de İslam’ın baskıcı olduğu kadın üzerinden dile getiril­mektedir. Kadının özgürleştirilmesi söylemi modernleşme ve batılılaşma hareketlerinin merkezine oturtulmuştur. Ka­dın için örtüsüz bir özgürlük talep edilirken örtülü kadın dış­lanmış ve ötekileştirilmiştir. Bu bağlamda kadının özgürleş­tirilmesi dini giyim tarzının kamusal alanda görünmemesi şartına bağlanmıştır.

Editor: Müşerref Yardım
Editor: Dr. Betül Karakoyunlu – Batı Dışı Toplumlarda Oryantalist Pratikler,SYF:25-48

Kaynakça

Abdelkefi, Rabia « La representation de l’Occident dans L’Orientalisme d’Edward Said : theorie ou discours ideologique ? », in Loxias, Loxias, http://re- vel.unice.fr/loxias/index.html?id=2700.

Abercrombie, Nicolas, Hill, Stephen, Bryan, S. Turner (1988). Dictionary Of Sociology (2. Baskı), Londra: Penguin Books,

Bezci, Bünyamin & Çiftçi Yusuf (2013). Self oryantalizm: İçi­mizdeki modernite ve/veya içselleştirdiğimiz modern­leşme, Akademik İncelemeler Joumakl, 139-199. Ac­cess:              https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/17765

Bulut.Yücel (2012). “Oryantalizmin Ardından”, Sosyoloji Dergisi, 3:1-57.

Çınar, Alev (2008), “Subversion and Subjugation in the Pub­lic Sphere: Secularism and the Islamic Headscarf,” Signs: Journal of Women in Culture & Society, 33(4), 891-913.

Çifçi, Yusuf (2013). Self oryantalizm ve Türkiye’de Kürtler. Ankara: Orient Inc

Coşkun, İsmail. (1989). Modernleşme Kuramı Üzerine. İs­tanbul University Journal Of Sociology, 3(1), 289-314.

Cromer, Lord (1909), Modern Egypl, 2 cilt, Macmillan, New York.

Çaha, Ömer(1996) Sivil Kadın, Ankara: Vadi Yayınları.

Deren, Seçil (2004) “Kültürel Batılılaşma”, İçinde T. Bora Ve M. Gültekingil (Der.), Modern Türkiye’de Siyasi Dü­şünce Cilt 3: Modernleşme Ve Batıcılık, İstanbul: İle­tişim, 382-401.

Dellaloğlu, Besim. (2016). Bir Tanpınar Fetişizmi, Ankara: Kadim Yayınları.

Dirlik, Arif (1996) ’Looking Backward in the Age of Global Capital: Thoughts on History in Third World Cultural Criticism’, in In Pursuit of Contemporary East Asian Culture, Xiaobing Tang and Stephen Snyder, (eds.) pp. 183-216. Oxford: Westview Press.

Göle, Nilüfer (1998), Modern Mahrem, Metis Yayınları İstan­bul.

Göle, Nilüfer. (1999). The Forbidden Modern: Civilization And Veiling, The University Of Michigan Press, Ann Arbor.

Göle, Nilüfer. (2011). Melez Desenler: İslam Ve Modernlik Üzerine, İstanbul: Metis Yayınları.

Hanioğlu Şükrü (1981). Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi. İstanbul.

Hanioğlu. Şükrü (1992). Batılılaşma. İslam Ansiklopedisi. Cilt: 5. İstanbul: TDV Yayınları.

Heady, Ferrel. (2001). Public Administration, A Comparative Perspective. Crc Press.

İnsel, Ahmet. (1990). Türkiye Toplumun Bunalımı, İstanbul: Birikim Yayınları.

Kadıoğlu, Ayşe. (1999). Cumhuriyet İradesi, Demokrasi Mu­hakemesi: Türkiye’de Demokratik Açılım Arayışları, İstanbul: Metis Yayınları.

Karakoyunlu, Betül. (2021). Türkiye’de Bürokrasi ve Üç Kuşak Memur Vatandaş Etkileşimi. Necmettin Erba- kan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Yayınlan­mamış Doktora Tezi.

Kahraman, Bülent (2002), “Oryantalistleştirdiklerimizden misiniz?”, Radikal Gazetesi.

Keyman, Fuat Mutman Mahmut, Yeğenoğlu, Meyda (1996), Oryantalizm, Hegemonya ve Kültürel Fark. İstanbul: İletişim.

Keyman, Fuat (2010). Modernization, Globalization And Democratizationin Turkey:The Akp Experience And İts Limits. Constellations Volüme 17, No 2.

Saktanber, Ayşe (2002), Living İslam, Women, Religion and Politicization of Culture in Turkey. London: I.B. Tau- ris Publishers.

Tekeli, Şirin (1991). “Tek Parti Döneminde Kadın Hareketi de Bastırıldı.” Sol Kemalizm’e Bakıyor. Ruşen Çakır ve Levent Cinemre (der.) içinde. İstanbul: Metis Ya­yınları.

Ülken, Hilmi Ziya (1998). Türkiye’de Çağdaş Düşünce Ta­rihi. İstanbul.

[2] Bu çalışma ULİSA 12 dergisinin 13.sayısında yayınlanan yazının düzel­tilmiş ve gözden geçirilmiş halidir.

[3] Doç.Dr., Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal ve Beşeri Bilimler Fa kültesi, Sosyoloji Bölümü, myardim@erbakan.edu.tr

[4] Dr., Gençlik ve Spor Bakanlığı, sosyologkarakoyunlu@gmail.com

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir