Ateizm Mezbahasında Akıl

atheism_black_passend3-300x114 Ateizm Mezbahasında Akıl

İşte biz, insanlara bu misalleri anlatıyoruz ama bunların hik­metini gerçek bilgi sahibi olanlardan başkası akledemez.” (Anke- bût, 29:43)

“Bütün evrendeki her şeyi açıklayan bir teori. Ancak sağlık­lı düşünebildiğimize inanmayı imkânsız hâle getirdiği gibi şahit­liklerimizin de kabulüne alan tanımamaktadır.”

C.S. Lewis

Nizam-ı İslam’da aklın konumu nedir?

İslam’da akıl, şerefe mazhar olmanın kaynağı; mükellefiyetin temeli, övgü ile yerginin menşeidir.

İslam’da akıl, Allah Teâlâ’nın engin hükümranlığında insa­nı müşerref kılan amillerden birisidir. Zira Allah Teâlâ, bahşettiği akıl yürütme, anlama ve muhakeme yetileriyle inşam hayvanlardan üst bir mertebeye yüceltmiştir. Böylelikle o, hakkı batıldan, fayda­yı zarardan ayırabilir ve emellerine nail olmak için dilediği yönde hareket eder. Aynı zamanda kendisini sapkınlığa ve haddi aşmaya itebilecek içgüdülerine bu akıl ile karşı koyabilir.

Akıl, ibadet konularında bile farklı bir konuma yüceltilmiş, müşerref kılınmıştır. Nitekim aklıselim insanlar, imamın tam ar­kasında namaza dururlar. Hz. Peygamber’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu husustaki hadisi şöyledir: “Namazdayken benim ar­kamda akıllı olanlarınız dursun.”[20]

İslam’da akıl, mükellefiyetin temelini oluşturur. Nitekim ak­lı başında olmayan deliler, vahyin buyruklarına uymakla yüküm­lü değildir. O nedenle bir fiil ortaya koysa veya kendisinden yanlış bir davranış sadır olsa herhangi bir vebale girmiş olmaz. Çün­kü mükellef olmanın şartlarından birisi de anlama yetisine sahip olmaktır. Dolayısıyla anlayamayan kişinin hiçbir sorumluluğu bu­lunmaz, günaha girmesi de mümkün değildir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Yanılarak yaptıklarınızda size vebal yoktur, fa­kat bilinçli ve kasıtlı olarak yaptıklarınızdan sorumlusunuz. Al­lah’ın merhameti ve affediciliği sınırsızdır .”[21]

İslam’da akıl, övgü ve yerginin sebebidir. Şöyle ki akıllı kimse övülür, hakikati anlamayan kimse ise yerilir. Nitekim Kur’an-ı Ke­rimde şöyle buyurulmaktadır: “.. .Bunu ancak akıl sahipleri anlar.”[22]

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “…İşte onlar akıl sahiple­rinin ta kendileridir.”[23]

Allah azze ve celle diğer bir ayette şöyle buyurur: “Bu bir mü­barek kitaptır ki onu sana, insanlar ayetleri üzerinde iyice düşün­sünler, akıl sahipleri ondan dersler, öğütler alsınlar diye indirdik.”[24]

Yüce Allah yine aynı minvalde şöyle buyurur: “Yeryüzünde hiç dolaşmıyorlar mı ki akletmiş kalplere yahut işitmiş kulakla­ra sahip olsunlar!”[25]

Yine başka bir ayette şöyle geçer: “Şüphesiz bunda akıl sahip­leri için ibretler vardır.”[26]

O hâlde bilinçli akıl, hakikati idrak etme vasıtasıdır. Bunun­la beraber hakikate tabi olmaya sevk eden itici güçtür. Bu nedenle akıl yolunda adilane bir şekilde yürüyen kişi, vahyin aydınlıklarına nail olacaktır. Ona sırtını dönenler ise elbet yanılacaktır.

Ateistler, varoluşun Tanrısız olduğunu açıkladıkları bağlamda, yöntemlerini rasyonel gördükleri bir bakış açısına dayandırdıkla­rını düşünürler. Avam ateistler, kendilerinin akılcıların en akıllıları olduğuna, eğer akıllı olmasalardı ateistlerin bu yolu seçmeyece­ğine şeksiz şüphesiz kani durumdadırlar. Ancak ya maddeci ate­izm, akıl diye bir şeyin yok olduğu anlamına geliyorsa? Bu durum­da ateist, akılcılık iddiasında sebat ederek ateizmi mi terk edecek yoksa ateizm dairesinde kalmak için akılcılığı mı? Ya da her za­manki gibi iki zıddı birleştirdiğini mi göreceğiz?

Burada akıl ile kastım beyin değil. Zaten kimse, ateistle­rin de beyni ve kalbi olduğu hususunda tartışmıyor. Benim akıl ifadesiyle kastettiğim husus, evrene ilişkin bilinçli farkındalık- tır. Bu şekliyle akü, beyin yahut da diğer araçlar üzerinden, in­sanın eşyayı hakikatleri üzere idrak etmesini, hakla batılı ayıra­bilmesini sağlar.

DOĞA YAPIMI HAYVAN AKLI

Hakikati veya hakikatin bir parçasını potansiyel olarak bile­medikçe insanın, herhangi bir iddiayı bilimsel sahada kanıtlaması ve savunması mümkün değildir. Hakikati arama vasıtasına sahip olmadan da asla hakikat bilgisine ulaşamaz. Burada Müslüman- lar ve ateistler, aklın[27] hakikati aramanın kesbî bir vasıtası olduğu hususunda hemfikirdir. Hakikati bulabilecek güce sahip bir aklın bulunmaması durumunda ise ateistin inkârından emin olması ve kendi görüşüne çağırması mümkün değildir.

Ateist, canlılar âlemindeki tasarım delilini zorunlu olarak red- detmektdir. Zira biyolojik sistemin kabulü ve rastgeleliğin reddi, Allah’ın varlığı için apaçık bir argümandır. O nedenle ilahi düzen savının aksini iddia eden biyolojik evrimin taraftarı olmaya bir nevi mecburdur. Evrimin rastgele bir süreç olduğunu, basit doğal mekanizmalar ile en basitten en karmaşığa doğru gerçekleştiği­ni düşünmektedir. Nitekim Dawkins, Darvin’den önce yaşasaydı büyük ihtimalle inanan bir kişi olacağını itiraf etmiş ve Darwin’in bilgiye sadık bir ateistin varlığını mümkün kıldığını ifade ettiği o meşhur sözünü dile getirmiştir.’

Geçmişte bütün insanlar, Aristoteles ile beraber şöyle derdi: “însan doğası gereği bilmek ister.” (*)[10Ancak biz ateizm dünyasında, Aristoteles’in sözüne katılamayız. Çünkü ateizmine sadık bir ateist, aklı olma­dığından mütevellit dünyayı anlamak adına çaba sarf etmez. Ate­istin beyni ise varoluşu anlama aracı değildir. Nitekim ateizmin fi­lozofları bize, doğruluğuna ve su götürmez gerçekliğine inandığı­mız şeylerin, esasında gördüğümüz hususları bize hakikatmiş gi­bi sunan beynin yapısal etkisinden ibaret olduğunu söylemekte­dir. Onlara göre hakikat, zihnin dışındaki olgunun keşfi değil, bi­yolojik bir üründür. Diğer bir deyişle, hayatta kalmak için uygun koşullan daha iyi arayabilmek üzere evrimleşmiş beyin yapısının kişisel ve zorunlu bir etkisidir.

Çevrenin gelişimiyle beraber, insanın mevcut hayat mücadele­sine daha iyi adapte olmasını sağlamak adına beyin de evrimleşme­ye devam edecektir. Beynin evrimleşmesiyle de hakikatler değişir. Başka bir ifadeyle, bugünün istisnasız her hakikati, yerini bir baş­ka hakikate bırakmaya açıktır. Çünkü beynin işlevini yöneten un­sur, zihnin dışındaki evrenin değil bizzat zihnin olgularıdır. Ken­di kimyası ve mevcut olgunun gölgesini çizen bu zihin de evren ile zihindeki resim arasında bir mutabakat sağlamaya asla dikkat etmez. Çünkü kimya, kördür.

Darvinizmin bize bilinçli bir akla sahip olmamızı garanti eden bir beyin bahşetmesi muhaldir. Bunun birçok nedeni var: En önemlisi, hak ile batılı ayırt etmenin, yaşamın ortaya çıktığı hücre çağından bu yana, ilk evrim sürecini harekete geçiren yaşam mücadelesinin gereksinimleri arasında olmamasıdır. Zira hayat mücade­lesinde başarılı olmak, gıda teminine, üremeye, doğal çevrenin acı­masızlığından ve düşman canlılardan kaçabilmeye bağlıdır. Bu tür gereksinimler ise hakikat arayışıyla uyuşmamaktadır. Zira hakikat arayışı, bundan çok daha büyük boyuttadır. Ayrıca hayatta kalmak, hakikatten bağımsız bir şekilde, yanlışlıkla da başarılabilmektedir.

Bu satırlarda bahsettiğim hususlar, muhaliflerini yapmadık­ları şeyler ile itham etme ihtimalleri bulunan ateizm karşıtlarının iddiaları değildir. Bilakis söz konusu söylemleri, ateizmin ileri ge­len isimleri de kendi elit kesimleri için yazdıkları kitaplarda kay­detmektedirler. Ayrıca yer yer avam ateistler için kaleme aldıkları kitaplarda da bahsi geçer. Özellikle de samimi bir ateist bakış açı­sından, insanın mahiyeti ve bilişsel becerileri hakkındaki söylem­lerinde bu durumu bariz bir şekilde görürsünüz.

Size bu noktada, ateizmin başat isimlerinden bolca nakil­ler sunacağım. Zira o isimleri kendisi de dahil olmak üzere hiç kimse ateizme karşı önyargılı olmakla itham edemez. Aslında bu alıntıların sonu gelmez ancak okuru sıkmamak adına çoğu­nu nakletmedim. Zaten hepsi özü itibariyle tek bir yere çıkıyor: Ateistlerin, ateizmin hakikati ifade ettiği bilgisine ulaşmaları­nı sağlayan yegâne kaynak olarak gördükleri ve bilincimiz dı­şındaki varlığı gerçekliği üzere görmemizi sağlayan beyinleri­miz, herhangi bir şeyi anlamak ve anlamlandırmak için güveni­lir bir araç değildir.

Nobel ödül sahibi biyolog ve mutaassıp ateist Francis Crick, son derece net ifadeleriyle şöyle söyler: “işin nihayetinde beyinle­rimiz, bilimsel hakikatleri keşfetme ihtiyacının baskısı altında de­ğil, sadece bizim hayatta kalmamız için yeterince zeki olmamızı sağlamak için evrimleşmiştir.”[30]

Meşhur ateist filozof Thomas Nagel, ateist zihnin içinde bulunduğu çıkmazın esas sebebinin, insanın meydana gelişini Darvinci tarzda açıklamak olduğunu itiraf etmiştir. Bu durumu açıkça belirtiyor: “Matematik ve bilimin sonuçlarına güven­mek için hiçbir neden yok. Evrimsel hipotez de akla dayalı de­ğildi. Dolayısıyla bu durum, zorunlu olarak kendi kendini çü­rütmektedir.”[31]

Diğer bir ateist John N. Gray ise şöyle söylüyor: “Modern hü­manizm, bilim sayesinde insanlığın hakikati bilebileceğine ve do­layısıyla da özgür olabileceğine inanmaktır. Ancak eğer Darvin in doğal seçilim hususundaki teorisi doğruysa bu inanç tamamen im­kansızdır. Zira insan aklı, hakikate değil, evrimsel başarıya hiz­met eder.”[32]

Ateist filozof Richard Rorty, cehaletleri yahut da hamasetle­rinden ötürü mektum hareket eden Darvinci ateistleri şu şekilde kınıyor: “Canlılardan sadece bir türün -diğer bütün türlerin aksi­ne- safi refahını artırmaya değil, aynı zamanda hakikate de yönel­diği düşüncesi; Darvinizmle bağdaşmayan bir kanaattir.”[33]

Ateist sinir bilimci Sam Harris’e kulak verelim: “Mantıksal, matematiksel ve bedensel sezgilerimiz, doğal seçilim tarafından hakikati aramak için tasarlanmamıştır.”[34]

Yeni ateizmin peygamberi Dawkins şunları söyler: “Biz, may­munlardan evrimleşmiş varlıklarız. Beyinlerimiz yalnızca, taş dev­rinin Afrika savanasında hayatta kalmanın mücadelesini verebil­mek adına sıradan ayrıntıları anlamak üzere tasarlanmıştır.”[35]

Su götürmez bir gerçeklikle karşı karşıya olduğumuzu bil­meniz için yukarıdaki tanıklıklar yeterli gelecektir. Şöyle ki, beyin evriminin yolculuğu, hakikati aramak için değildi. Bilakis amacı mahza hayat mücadelesi idi. Bu hakikati[36] Darvin, çok erken za­manlarda fark etti. Nitekim söz konusu vaziyeti şöyle ifade etmiş­tir: “En aşağılık hayvanlardan evrimleşmiş insan aklının kanaat­lerinin herhangi bir kıymeti, hatta ve hatta inanılmaya değer bir şey mi olduğuna dair ciddi şüphelerim var. Bizden kim maymun aklının kanaatlerine inanabilir ki? Tabii böylesi bir akılda kanaat­ten söz edilebilirse.”[37]

İnceleyin:  Aklın İnsan Hayatındaki Yeri

Darvinin bu “hakikati” her hakikatten şüphelenmek için bir argüman görmediğini fark edince şaşkınlığınız daha da artacak­tır. Zira söz konusu durum nedense yalnızca Allah’ın varlığı ko­nusunda şüphe etmek için yeterli geliyor. (!)

Darvin, aklın referans değerine ilişkin şüphelerini farklı bir münasebetle de dile getirmiştir: “…ama sonra şüphe doğar: Bu­nun gibi büyük çıkarımlarda bulunduğu takdirde insan aklına gü­venmek mümkün mü? Ki bu akıl benim inancıma göre en aşağı­lık hayvanın sahip olduğu, en aşağı bir akıldan evrimleşmiştir.”[38]

Kendisi bir eski konuşmasının akabinde bunları dillendirmış- ti. O konuşmasında, her insanda olduğu gibi kendisinde de eski­den, bu muazzam kâinatın ve insanın fevkalade yeteneklerinin te­sadüf sonucu olmadığına dair kuvvetli hisleri bulunduğunu söyle­mişti. İşte materyalist akıldaki seçmeci şüphecilik böyle bir şeydir. Çelişkiler yumağıyla yaşamak zorunda kalmak pahasına, şüpheler demetinden yalnızca kendi şüphesini ayakta tutacak olanları seçer.

Ateistlerin nizam delilinden kaçıp rastgele Darwinizme sı­ğınmalarının bir bilançosu vardır. Bu bilanço beyinlerimizin id­rak ettiği hususların, olguyu doğru anlamanın sonucu olmadığını, bundan daha ziyade, insanı ademe ve inkıraza mahkûm kılan durumlarla mücadele etmesini sağlamak amacıyla evrimleşen bey­nin adaptasyon sürecinin bir ürünü olduğunu söylemek zorunda kalmaktır. Nitekim doğal seçilim, insanın değerini yüceltme gi­bi bir fonksiyon üstlenmez. Yalnızca canlı organizmaların hayatta kalmasını ve çoğalmasını engelleyen unsurların ilgasıyla ilgilenir. Dolayısıyla doğal seçilimde, hakikate ulaşmak istediğimiz takdir­de bunu başarabileceğimizin bir garantisi bulunmaz. Çünkü uyum süreci olguya mutabık kalmayı gereksinim olarak addetmemekte, bilakis yalnızca doğanın sert saldırılarını uzaklaştırmayı kendine görev bilmektedir. Zira yan etkilerinden ve muhtemel zararların­dan kurtulabilmek adına yanılgıları hakikat olarak algılaması, ba­zen canlının çıkarına olabilir.

Eric Baum bu hususa şu sözleriyle dikkat çeker: “Bazen ha­kikat yerine yanlış bir şeye inanırsanız, hayatta kalmak ve üremek için daha nitelikli olursunuz?[39] Aynı ifadeler Alexander Rosen- berg tarafından da tekrarlanıyor: “Doğal seçilim doğru inançları seçme hususunda pek başardı değildir. Doğal seçilimin yanlış ve faydalı birçok inanç ürettiğine dair güçlü argümanlar da vardır.”[40]

Son otuz yılını Darwinci nazarla bilinci incelemeye adayan Donald D. Hoffinan, evrimin, ihtiyacımız olmayan hakikatleri va- roluşsal düzlemde devre dışı bırakıp gizleyerek bilincimizi şekil­lendirdiğini söylüyor. Çalışmalarının neticesinde, bilincimiz aracı­lığı ile bize sunulan evrenin olguyu temsil etmediği sonucuna ula­şıyor. Bilakis olguyu idrakimiz sahteymiş. Çünkü evrim, insanın adaptif evrimsel kapasitesini artırdığı için hakikati çöküşe iterek idrakimize istenilen şekli vermiştir![41]

Ateist düşünceye göre beynin görevi, hakikatin hizmetinde olmamak, tam aksine insanın bayatta kalma talebinin hâdimi olmaktır. Hayatta kalma olgusu da hem hakikat hem de yanılsama ile elde edilebilmektedir.

Ateist paradigmada beynin inanılmaya değer olmadığını -çünkü akılsızdan akıl doğmaz, zira rastgelelik doğal seçilimin etkilerini her ne kadar yansıtsa da varoluşu olduğu gibi anlamlan­dıran ve akleden bir araç üretme gücüne sahip değildir- gördüğü­müze göre, ateistlere şu soruları sormamız icap eder:

Kendi görüşlerinin hakikat olduğunu nereden biliyorsun?

Kasımlarının yanlış bir düşünceye inandığını nereden çıkar­dın?

Nasıl oluyor da kendini aydınlanma ile nitelendiriyorsun?

Neden senin düşündüğün şeyler de adaptasyon için faydalı bir yanılsamadan ibaret olmasın?

Ateizmi imkânsız bir olasılıktır. Başka bir deyişle:

Ateist olabilmeniz için canlılar evreninde bulunan nizamın ha­kikatini[42] inkâr etmeniz gerekir.

Ateistlere göre ilahi nizamın yegâne alternatifi evrim ve tesadüfiligi kabul etmektir.

Rastgele evrime inanmak ise zorunlu olarak, beynin nesnel haki­katleri keşfetme kabiliyetine güvenmemeyi gerektirir. Çünkü be­yin, hakikatin idraki için evrimleşmemiştir.

Allahın varlığım inkâr etmenin biricik yolu akıl ise, ateizm de evrenin hakikatlerini akleden bir “aklın” varlığını reddetmeyi ge­rektiriyorsa, ateist olmak, ateizmi de inkâr etmeyi zorunlu kılıyor ki ateistler Allah’ı reddedebilsin.

Bu doğrultuda ateizm, kendi kendini çürüten bir iddiadır (self-refu~ ting daim). Dilerseniz şöyle de diyebilirsiniz: Ateizm imkânsız bir olasılıktır.

SAĞIR MAKİNA… BEYİN

Varoluşta atom dışında bir şeyden söz edilemez. Zira onun dı­şındakiler modern bilimin desteklemediği efsanelerden ibarettir. Artık ikilikler devri bitti ve insan doğanın bir paçası hâline gel­di. Oysa daha öncesinde insan, cevheri itibariyle maddeden daha narin olduğu için fizik kanunlarına boyun eğmeyi reddeden ben­liğin dikkate değer bir portresi idi.

Bahsi geçen söylem, ateistlerin mottosu hâline gelmiştir. Bi­lim, satır aralarından kibir kokuları yükselen bu ifadelerle, hiç­bir delile dayanılmaksızın biricik mihenk taşı kabul edilmekte­dir. Bundan daha da tehlikelisi, evrenin hareket eden bir atom olduğunu ve başka bir şeyin bulunmadığının söylemenin, ev­renin yalnızca atom olduğu bilgimizi de zedelediğini iddia et­mektir. Söz konusu trajediyi idrak etmek adına, büyük patla­manın ilk saniyelerine dönmemiz ve şu soruyu sormamız ge­rekir: “O sırada ne oldu ve orada olan şey daha sonra neye yol . açtı?

Hiçlikten varlık fişkırdı, bunun akabinde maddi ve genişle­yen evrenin hızlı hareketleri her yönde müteselsilen devam etti. Bir Tanrı tarafindan yoktan var edilmemiş, ameliyesi hikmet ve kudretle yaratılmış bir kanun ile tanzim edilmemiş bu maddi ev­rende beyinlerimizin, evreni ve diğer varlıkları anlamaya elverişli sağlam akıl yürütmeler yapabilmek adına yaratıldığını söylemek için bir argümanımız yoktur. Beyin, bir araya gelmiş atom parça­cıkları ve birikmiş hücrelerden başka bir şey değildir. Bunun öte­sinde, bahsi geçen hususlar dışında hiçbir şey yoktur. Nitekim atomların, hücrelerin ve sinirlerin birleşimiyle doğa, bize evreni hakikati üzere anlama aracı mı bahşedecek?! Bu atomları, hücre­leri ve sinirleri evreni doğru anlama hususuna duyarsız kılan şey nedir? Böylesi bir isteğe sahipsiniz diyelim, onlara bunu yapma yeteneğini kim verdi ki? Zira sahip olmadığınız bir şeyi başkası­na bahşedemezsiniz.

C.S. Lewis, bu paradoksu açıklarken şu hususa dikkat çek­mektedir: “Eğer akıllar, tamamıyla beyinlere, beyinler de biyokim­yaya, biyokimya da (uzun vadede) atomların anlamsız bir şekil­de fışkırmasına bağlı ise; bu akılların ürettiği düşüncelerin ağaç­lar arasında esen rüzgârın sesinden nasıl daha önemli olduğunu anlayamıyorum.”[43]

Burada Darwinizmin ortaya koyduğu rastgelelikten ve buna bağlı olarak zorunlu bir şekilde beyne itimadın heder olmasından bahsetmiyoruz. Aksine, eğer madde atomlarıyla beraber her şey ve beynin ameliyesi de kafatasına hapsolmuş bu maddedeki iç etki­leşimden ibaret ise, “akledebilen” bir aklın var olma imkânı hak­kında konuşuyoruz.

Birçok ateist, son derece açık sözlerle şahitlik etmişlerdir ki yalnızca fiziğe inanan, Allah’ın varlığını inkâr eden ve yalnızca ha­reket ve maddi değişim yasasını bilen bir evrenin olması, zorun­lu olarak evreni hakikati üzere anlayabilecek bir beynin varlığına inanmaktan mahrum bırakıyor. Bu konudaki tanıklıkları ve mu- vafakatları burada zikredilemeyecek kadar büyük bir yekun tutar. Yine söz konusu ifadelerinde atom ve nöronlardan ibaret olan bey­nin bir çıkmazda olduğunu ikrar etmektedirler.

Evrimsel biyoloji uzmanı ateist J. B. S. Haldane şöyle diyor: “Zihinsel faaliyetlerim tamamen beynimdeki atomların hareketleriyle belirleniyorsa, inançlarımın doğru olduğunu varsaymak için hiçbir sebebim yok. Bu durumda aklımın atomlardan müteşekkil olduğunu varsaymam için de bir neden kalmıyor.”[44]

Ateist filozof Patricia Churchland ise şöyle söyler: “Sinir sis­temi, organizmanın şu dört işlevi yerine getirmesini sağlar: Bes­lenme, tehlikelerden kaçma, savaşma ve üreme. Sinir sisteminin asıl görevi ise, organizmanın hayatta kalabilmesi için vücudun bö­lümlerine olması gerektiği yeri bildirmektir. Hakikat ise şüphesiz en son sırada yer alır.”[45]

Ateist filozof Rosenberg, beynin fiziksel yapısına değinirken, beynin bir nöronlar topluluğu olduğunu dile getirmiş ve her nöro­nun diğer nöronlarla iş birliği içerisinde ayrı ayrı çalıştığı gerçeği­ne de dikkat çekmiştir. Ona göre, her bir nöronun işini ayrı ayrı analiz edersek, içlerinde asla bir fikir hatta fikir kırıntısı bile bu­lamayacağız. Dolayısıyla beyin, temel itibariyle tamamen fiziksel bir üründür. Ancak resmin tamamını birlikte değerlendirirseniz, bir şey düşünebiliyor gibi gelir. Oysa beynimizin dışında bulunan hiçbir şeyi düşünmüyoruz.[46]

Biz burada bir çıkmazla karşı karşıyayız. Özede materyalist ateizmin öncülü, iddia edilen sonucu hepten geçersiz kılmaktadır. Şöyle ki; atomların arazları tarafından yönetilen fiziksel akıl, tama­men fiziksel bir ürün olduğunun farkında olan bir zihin fikir üre­temez. Bu nedenle Rosenberg, beynin, evrendeki herhangi bir şey hakkında doğru ve güvenilir bir düşünce üretebileceğini kanıtla- maya yönelik bütün girişimlerin başarısız olduğunu ilan etmiştir.[47]

Materyalizm, evreni anlayabilen rasyonel bir beynin varlığım izah edemez. Çünkü eğer düşüncelerimiz ve duygularımız, arazlarının ta­biatındaki kusurları bildiğimiz bu maddenin mahza fiziksel etkisi ise elbette dış dünyayı değil kendi iç etkileşimini yansıtacaktır.

Esasında materyalist ateist düşünce, hem Tanrı inancını hem de ateizmi inkâr etmemize yol açar. Özetle:

Evren; madde, enerji ve rastgele hareketlerden ibarettir.

Madde ve enerjinin kimyasal reaksiyonları, hak ve batıl değerleri ile ilgilenmez.

Öyleyse beyin, hakikati aramaz. Bilakis hakikati bulmak için değil, yalnızca içsel olarak etkileşime giren kör bir araçtır.

Önermeyi şu şekilde de kurabilirsiniz:

Açıklaması irrasyonel yollarla yapılabilen hiçbir inancın rasyonel olduğu kabul edilemez.

Evrenimizde atomlar ve onların hareketlerinden başka bir şey olmadığına göre, bütün inançları irrasyonel yollarla açıklamak mümkündür.

Eğer evrenimiz sadece atomlardan ibaretse, o hâlde ras­yonel bir çıkarım yaparak ulaşabileceğimiz hiçbir inanç yoktur.

ATEİZM, ATEİZMİ ÇÜRÜTÜYOR: BU ÇIKMAZDAN
BİR KURTULUŞ VAR MIDIR?

İnceleyin:  Seküler Psikolojide İnsan Doğası: İslami Bir Eleştiri

2011 yılında Dawkins tarafından verilen bir konferansın so­nunda, Amerikan filozof Paul Copan ayağa kalktı ve ona şu iddi­asına dair bir soru yöneltti: “Natüralist anlayışa göre, ateisti bir te- istten daha rasyonel yapan şey nedir?” Zira Dawkins’in Cennetten Akan Irmak adlı eserine göre hepimiz, şahsi DNA’larımızın mü­ziği ile dans etmekteyiz. O hâlde bir ateist, herkes gibi kendi bey­ni de kör fiziğin tutsağı olduğuna göre nasıl diğer insanlardan da­ha rasyonel oluyor?

Dawkins, Copanın söz konusu sorusuna, aynı maddenin muhtelif görüşler üretebileceğini söyleyerek cevap verdi! Akabin­de de Copan’a şu soruyu iletti: “Senin problemin, beyinlerimiz ay­nı güçlerden oluşmasına rağmen farklı sonuçlara ulaşıyor olma­mız mı?”

Copen sorusunu şu sözleri ile tekrarladı: “Her ikisinin beyni de aynı güçler doğrultusunda çalışıyorsa -ki bunlar bizim bilinci­mizin dışında bulunan güçlerdir- ateist biri neden teistten daha rasyonel olduğuna inanmak zorunda?”

Dawkins ise soruya soruyla cevap verdi: “Eğer bana, bilimsel rasyonalitemin doğru cevap olduğundan niçin emin olduğumu so­rarsan, cevabım ‘Çünkü işe yarıyor.’ olurdu.”[48]

Ne yazık ki Dawkins, ateist rasyonalizme karşı yöneltilen en önemli itirazı anlayamadı. Bu durum, ateizm müdafaası uğruna yarım yüzyıl boyunca sınırsız tartışmaya girmiş bir adam hakkın­da oldukça utanç verici bir tablodur. Ayrıca hayatta kalmak için düşünme eyleminden yararlanmak, aldın zorunlu olarak hakika­te götürdüğü anlamına gelmez. Çünkü “işe yaraması” ve etkili ol­ması için adaptasyon sürecine uyum sağlama kudreti yeterli gel­mektedir. Hakikati bulma kudreti ise söz konusu süreçten farklı bir şeydir. Zira adaptasyon yanılsama ile de gerçekleşebilmektedir.

Ateistler, geçmiş milletlerin tamamının Tanrı’ya iman hususunda mutabık olmasını dillerine pelesenk etmiyorlar mı? Nitekim ate­istlere göre bu, onları korkutan ve dehşete düşüren doğal tezahür­lerin kaynağı olan Tanrıdan korumaktadır, ibadetler de Tanrının rızasını kazanarak doğal afetlerden korunma amacına matuftur.

Aslında Dawkins’in, Outgrovring God:A Beginners Guide {Bü­yüyen Tanrı: Başlangıç Kılavuzu) adlı eserinde daha önce ortaya koyduğu tespiti söyleyerek mezkûr soruya cevap vermesi yeterliy- di. Şöyle ki; beyin, hakikatle örtüşmese bile etkili ve pratik olanı dikkate alır. Zira organizmanın ihtiyacı olan şey hayatta kalmak­tır.[49] Öyleyse etkili ve rasyonel bir ateist yoktur. Çünkü ateist pa­radigmada akıl yalnızca etkili bir adaptasyon için donatılmıştır.

Diğer ateistler ise şu sözlere sığınarak söz konusu sonuçlardan kaçmışlardır. Onlara göre beyin, her ne kadar akledemeyen biyo­lojik bir makine olsa da hakikati idrak etmeyi garanti edebilmek­tedir. Buna bilgisayarları örnek göstermektedirler.

Böylesi bir iddia da kendiyle çelişmektedir. Zira bilgisayar sa­dece bir donanım {hardvoare) kutusu şeklinde bir araya getirilmiş bir dizi parçadan ibaret değildir. Çok daha büyük bir arka planı vardır. Zira daha öncesinde planlanmış maddeden ibaret olmayan birtakım yazılımlar {softvjare) ve metallerden meydana gelir. Yani donanım ve yazılımdan oluşur.

Böylelikle bilgisayar, düşünmesini sağlayacak özgür irade­den yoksun olsa da doğruya ulaşma yolundaki işini, arka planın­daki akıllı yazılımlara borçludur. Oysa ateist paradigmada beyin, atomları hikmetsiz bir şekilde bir araya gelmiş makineden ibaret­tir ve onun her türlü evrimine, hakikati arama isteği değil, rast- gelelik ile doğal seçilim rehberlik etmiştir. Sonuç itibariyle be­yin, özgür iradeden yoksun, hikmetsiz ve rastgeleliğe mahkûm bir şekilde ortaya çıkmış olduğuna göre akletme vasfinı da as­la kazanamamıştır.

Bu nedenle ateist filozof Thomas Nagel, sorunun kaynağın­dan, uzak ve farklı bir yoldan kaçmaya çalışmıştır. İlk başta evrim sürecinin özü itibariyle tepeden tırnağa rasyonel olmadığını, rast- gelelikle hedefsizlik doğrultusunda gerçekleştiğini ve yalnızca or­ganizmanın hayatta kalabilmesi amacı taşıdığına işaret ederek na- türalist bakış açısıyla bir ateistin, olguyu hakikati üzere anlayabi­len mantıklı bir beynin nasıl var olduğu sorununa cevap verilme­sinin imkânsız olduğunu itiraf etmiştir. Zira hakikati aramak, do­ğanın bu eyleminin zorunlu bir parçası değildir.

Nagel bu sözlerinin akabinde insanda bilinçli bir aklın varlı­ğına cevap vermenin mümkün olmadığını söylemiştir. Çünkü aklı içeriden ya da dışarıdan sınamaya yönelik her girişim, aklı dene­mek için yine aklın kendisinin kullanılabileceğini farz etmek de­mektir. O nedenle bu soru manasızdır.

Nagel’in yaptığı, söz konusu problemin natüralist düşünce­de var olduğunu itiraf ettikten sonra yüzleşmekten kaçmak dışın­da bir şey değildir, içeriden yahut da dışarıdan akim güvenilirli­ğini ispat etmenin hiçbir yolunun olmadığı su götürmez bir ger­çektir. Çünkü aklın herhangi bir eleştirel okumaya tabi tutulma­sı, içeriğinde örtük bir biçimde aldın referans niteliğini ikrarı ba­rındırmaktadır. Nitekim akla iman, her düşüncenin burhanî ol­mayan ilk öncülüdür.

Bundan daha ziyade asıl sorun, natüralizmin kendi iç tutar- lılığındadır. Zira Nagel ve yeni ateizmin öncü isimleri, iç tutarlı­lığın bir fikrin geçerlilik şartlarından olduğunu kabul etmektedir. Eğer bunu kabul etmeseler, kendi paradigmalarını temellendirme- ye veya muhaliflerinin görüşlerini çürütmeye dair bütün ümitleri boşa çıkar. O senaryoda da muhaliflerin doktrinlerini çürütmeleri imkânsız hâle gelir. Şöyle ki hakikatlerin çelişebileceği baştan ka­bul edilmiştir. Bu yüzden hem kendilerinin hem de basımlarının doktrini aynı anda doğru olabilir. Hatta taban tabana zıt olsalar da!

Ateist düşünce açısından, akla inanmadaki sorun, bu paradig­manın akla inanmaya set çeken birtakım öncüller barındırmasıdır. Söz konusu öncüller şunlardır:

Evrendeki aşkın hikmeti külliyen inkâr etmek

îşi bütünüyle rastgeleliğe ve daha sonrasında doğal seçi­lime bağlamak.

Bilindiği üzere öncül, eğer sonuçla çelişiyorsa dayanması gere­ken temeli yitirdiğinden dolayı sonuç zorunlu olarak düşmektedir.

Düşünceyi, dili yahut iradeyi natüralist bir şekilde açıklamaya yöne­lik yeni bir girişim gördüğümüzde, birisi kare bir daire çizdiğini söyle­miş gibi tepki vermeliyiz!”[50]

Ateizm, İslam’a muhalif görüşler arasında yıkılması en kolay akımdır. Çünkü evrene dair farkındalığın ve doğru bilgi edinme imkânının bu­lunmadığını iddia etmektedir.

Sami Amiri – Ateizm Kendi Paradigmasıyla Yüzleşiyor,syf:60-77

Dipnotlar:

[20]     Müslim, Kitâbü’s-salâh, Bâbü Tesviyetü’s-Sufuf ve İkâmetühâ 432. ha­

dis

[21] Ahzâb, 33:5.

[22] Ra’d, 13:19.

[23] Zümer, 39:18.

[24]     Sâd, 38:29.

[25]      Hac, 22:46.

[26] Taha, 20:128.

[27] Kur an ayetleri akletmenin hem kalp hem de beyin ile gerçekleştiğini göstermektedir: Şu bir gerçek ki gözler körleşmez, fakat göğüslerdeki kaipler körleşir.’(Hac,22:46) “O yalancı, günahkâr perçeminden’ (Alak, 96H6). Dolayısıyla islami anlayışta akıl, mücerret beyin hareketlerinden daha, fazlasını ifade eder.

Richard Dawkins, The Blind Watchmaker {Kör Saatçi), (New York: W. W. Norton and Company, 1986), s. 6.

[29] Aristotle, Metaphysics {Metafizik), Book 1.1.

[30] Francis Crick, TheAstonishingHypothesis: The Scientific Searchfor the Soul {Şaşırtıcı Hipotez: Ruhun BilimselArayışı), (Simon & Schuster, 1994), s. 262.

[31] Thomas Nagel, The Last Word (Son Dünya), (Oxford: Oxford Univer- sity Press, 2009), s. 135.

[32] John N. Gray, Strau) Dogs (London: Granta Books, 2002), s. 26.

[33] Richard Rorty, “Untruth and Consequences”, The New Republic, July 31,1995, s. 32-36.

[34] Sam Harris, The Moral Landscape: How Science Can Determine Humarı Values (Ahlaki Manzara: Bilim İnsani Değerleri Nasıl Belirleyebilir?), (New York: Simon and Schuster, 2011), s. 66.

[35] Richard Dawkins, Sunday Telegraph, 18 Ekim 1998.

[36] Evrimin rastgele yaşanan bir süreç olduğunu düşünürsek hakikattir.

[37] “To William Graham”, 3 Temmuz 1881.

Danvin’in mektubuna şuradan ulaşılabilir: https.7/www.darwinproiectac.uk/letter/DCP-LETT-13230xm1                                                                                                                        J

19‘ SharleS DafWİnthe Ori8in ofSpecies (Türlerin Kökeni), (Ontario- BroadvıewPress>2003)AppendixA>s.433.

[39] Baum, What is Thoughtâ {DüşünceNedir?), (Cambridge, Mass.; London: MIT, 2006), s. 226.

[40] AIexander Rosenberg, The Atheist’s Guide to Reality: EnjoyingLife Wit- hout Illusions {Ateistin Gerçeklik Rehberi: Yanılsamalar Olmadan Hayatın Tadını Çıkarma#), (New York: W.W. Norton, 2011), s. 110-111.

[41] Amanda Gefter, “The Evolutionary Argument Against Reality”, Quan~ ta Magazine, Nisan 21,2016 .<https://www.quantamagazine.org/the-e- volutionary-argument-against-reality-20160421>

[42] Ateistler zahiren bir nizam bulunduğunu kabul ediyorlar. Ancak haki­katini reddediyorlar. Çünkü nizam, bilinçli bir arka plana ve hikmete delalet eder. Oysa ateistlerin zahiren kabul ettiği nizam kör bir rastge- leliğin etkisinden başka bir şey değildir.

[43]      C. S Xewis, TheWeight of Glory (Zaferin Ağırlığı}, (New York: Zonder-

[44] J.B.S. Haldane, Possible Worlds (Mümkün Dünyalar), (NJ: Transaction

Publishers, 2009), s. 209.

[45] Patricia Churchland. Cited in: Alvin Plantinga, Where the Conflict Re- allyLies: Science, Religion, and Naturalism (Çatışmanın Gerçekte Olduğu Yer: Bilim, Din ve Natüralizm), (OUP, 2011), s. 315.

[46] Alcxander Rosenberg, The Atheist’s Guide to Reality (Ateistin Gerçeklik Rehberi),*. 190-191.

[47] A.g.e. s. 325-326.

[48] Peter S. Williams, C. S. Lewis vs the New Atheists (C. S. Levris, Yeni Ate­istlere Karşı), (London: Paternoster, 2013), s. 112-113.

3°. DawkinS, Outgroving God (Büyüyen Tanri), (New York: Random Hou- se,2019), s. 226.

[50] Peter Geach, The Virtues (Erdemler), (CUP, 1977), s. 52.

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir