Uçuk Fikirlerin Sosyolojisi
Paylaş:

 

Psikolojisi de var tabii… Belki de sosyolojisinden daha önemli ve öncelikli… Her açıdan araştırmaya değer. Ama nasıl ya­pılacak? Gidip adama senin böyle böyle uçuk fikirlerin var, on- ları mı sorup niyetini deşifre edeceğiz? Neyse, nasıl yapılaca­ğını bilmem, ama yapılması gerektiğine inanıyorum.

Burada benim yapacağım kısa bir deneme… Geçmeden şu hususu da hatırlatmak isterim: Uçuk fikir deyince ilk akla ge­len sorun neye göre uçuk fikir? Fikrin uçuk olduğunu kim ta­yin ediyor? Zaten insanlar buna da sığınarak, yani otorite boş­luğundan yararlanarak her türlü fikre açık hale gelmiyor mu? Evet, fikrin uçuk olduğunu kim tayin edecek? Bizde kilise yok, konsiller yok! O zaman diyanet mi, ilahiyat fakülteleri mi yoksa ehl-i sünnetim diyen cemaat veya tarikatler mi tayin edecek? Hiç biri değil. Benim vardığım kanaat şu: Ümmetin peygam­ber ve sahabeden bu yana (ittifakla) getirdiği ve taşıdığı amel ve itikat. Ve bu amel ve itikadı hangi alimler topluluğu temsil ediyorsa o… Bana göre de bu, tarihiyle, kaynaklarıyla tescillen- miş olan ehl-i sünnet gelenektir. Burada ulemânın rolü inancı belirlemek değil, tescil etmektir. İnanç belirlemek ulemânın haddine değildir. İnancı Allah belirler, peygamber öğretir, sa­habe aktarır, ulema tescil eder, Süreç bana göre böyledir. Bu, belirleyici olmalıdır. Buna aykırı olmayan fikirlerin önü alabil­diğini açılmalı, bu fikirler tartışılmalı, ancak buna aykırı olan­lar ise izole edilmelidir. Her dinin, her ideolojinin, her devletin her milletin kırmızı çizgileri vardır. Laik ve demokratik devle­tin kırmızı çizgilerine kuzu kuzu uyup iş dine gelince düşünce özgürlüğü demek bana göre aymazlıktır. Şayet peygamber ve sahabenin getirdiği, taşıdığı, naklettiği hususlara da itiraz edi­lecekse “onun din olduğunu nereden bileyim, beni bağlamaz” denilecekse, işte bu nokta tuzun koktuğu noktadır; artık bu nokta ilmin değil tıbbın sahasına girmektedir, yapacak bir şey de yoktur, duadan başka…

İnceleyin:  Allah'ın Kaderinden Öbür Kaderine Kaçıyorum

Gelelim kısa denemeye… Şöyle ki:

Uçuk fikirlere sahip olanların derdi “ben” olarak gözükü­yor. Mutedil fikirlere sahip olanların derdi ise “sen”dir. Uçuk fikirlere sahip olanların derdi “ben’in geleceğidir. Mutedil fi­kirlere sahip olanların derdi “sen’in yani toplumun geleceğidir. Mutedil fikirlere sahip olanlar düşünürken, eylerken, üretirken, acaba insanların sapmasına vasıta olur muyum hassasiyetiyle yarın ahirette Allah’a nasıl hesap vereceklerini de düşünürler. Uçuk fikirlere sahip olanlar bu hassasiyeti değil sadece özgür düşünce hassasiyetini hesaba katarlar. Uçuk fikirlere sahip olan­ların derdi “ben” olduğu İçin bireysellikleri ile yetinirler. Toplu­mun ne düşündüğü onları ilgilendirmez. Kendilerince “değerli yalnızlık” içinde yaşamayı tercih ederler. Mutedil düşüncelere sahip olanlar toplumcudur. Sadece kendilerinin değil toplumun da selametine önem verirler. O halde mesele sanki şuraya ge­lip odaklanmaktadır:

Düşünce sırf düşünce için midir yoksa toplum için midir? (Buraya Allah için midir, sorusunu da ekleyebiliriz) Düşünce sırf düşünce için olacaksa özgürlüğün önü alabildiğine açıla­caktır. Örneğin, çağdaş Müslüman bir filozofun dediği gibi: Bir filmde açık saçık sahneler olup da bunlar düşüncenin ürünü ise din bunlara müdahale edemez!! Düşünce sırf toplum için (di­ğer bir ifadeyle Allah için olacaksa) olacaksa düşünce özgür­lüğünün önünde birtakım engeller olacaktır. Bu engellerin illa devlet tarafindan konması gerekmez. Vicdan da (dinsel etki­lenme de) burada önemli bir yere sahiptir.

Bu durum şuna benzer: Sanat sırf sanat için midir yoksa toplum için midir? Sanat sırf sanat için olacaksa her türlü görsellik, heykellik meşru olabilecektir. Ama sanat toplum için olacaksa sanata bir sınır konulabilecektir.

Benim arzum bu sınırların devlet veya toplumun bir kesimi tarafından baskı yoluyla belirlenmesi değil, onları Müslüman vicdanının kendi din, tarih, ve medeniyetine bağlı kalarak be­lirlemesidir. Ancak Müslümanda dîn, tarih ve medeniyet şu­uru zayıfladıkça ve hiçbir eleştiriyi dikkate almayınca İster is­temez zamanla toplumsal reaksiyon da gündeme gelebilecektir.

İnceleyin:  "Geldi geçti ömrüm benim”

Bütün bunlarla birlikte laik bir toplumda yaşadığımız da hatırlanmalıdır. Laik bir toplumda Müslümanların yapacağı şey yerine göre yumuşak yerine göre sert eleştiriden ötesi değildir. Mesela siyasilerin dinle ilgili yanlış uygulamalarını bunun dı­şında tutmak gerekir. Zira siyasilere oy veriyoruz ve bu oyun hesabım sormak hakkımızdır. Gerekirse baskı grupları oluştur­mak da mümkündür. Ancak konu ilim ve düşünce olursa ya­pılabileceğin en fazlası sert bir eleştiridir.

Yavuz Köktaş – Akademik Sohbetler 3, syf:269-271