Hayatın içinde yani ailede, komşulukta, iş arkadaşlığında vesaire düzlemde insan olmanın hassasiyetiyle yaşamak çok da kolay değildir. Çünkü hayat içinde ne kullanacağınız bir rumuzunuzun, emojelerinizin ne de belirsizlik içeren profil resminizin çok karşılığını bulamazsınız. Hayatın içinde kendi simanızla ve kendi şahsiyetinizle varlık göstermek durumundasınız. Velhasıl ailenizi, komşunuzu, iş arkadaşınızı sempatik bir rumuzla veya profil resmiyle kandıramazsınız. Çünkü sadece simanızla bilinmeyip geçmişinizle, yaşanmışlıklarınızla, karakterinizle de bilinirsiniz. Yani ortada var olan şey; imaj değil gerçekliktir. Gerçeklik dünyasında olduğunuz ve yaşadığınız için görünüşler dünyasında olduğu gibi imaj yaparak değil yaşayarak var olursunuz. Sanal dünyada “mış gibi” yaşayarak var olurken hakiki dünyada ise bu “mış gibi” oluş veya davranış durumu sadece sizi traji-komik bir duruma düşürür.
Gerçek dünyada her şeye söz yetiştirme veya her şeye muhatap veya şahit olma telaşında olmanın anlamsız, gereksiz, saçma, yorucu olduğunu düşünen insan, sanalda “sataşma canavarı” olarak varlık göstermektedir. Sanalda kadın hakları, çocuk hakları, hayvan hakları, adaletsizlik, yoksulluk karşısında çok “hassas” olduğu iması ve imajında bulunan bireyler, “görünüş” olarak böyle bir imaj verirken bu tür sorunların var olduğu ve üretildiği bir toplumun hakiki bir parçası olarak yaşamaktadırlar. Bireyler, içinde yaşadığı toplumda bu sorunları doğuran mekanizmanın önemli bir parçasıdırlar. Nitekim kadın haklan konusunda hassas olduğuna dair imajinatif bir görüntü verenlerin ya geçmişte ya da paylaşım sonrasında eşine veya kız arkadaşına darp veya işkencede bulunduğuna da şahit olunmuştur. İmaj ile gerçekliğin arasında ciddi bir uçurum var.
Oysa böylesi bir durum insanlık için patolojik ve nevrotik bir durumdur. Sanal dünyada “var olmanın dayanılmaz hafifliğine” esir olan insanlar, hakiki dünyada hakiki bir şahsiyet geliştirememe eşiğinde kalmışlardır. Çünkü sanal dünyada inşa edilen kimlik, zamanla hakiki dünyada olan kimliği yutup yok etmektedir. Sanal dünya; insanın yargıda bulunma, diğerini alt etme, nankörlük yapma, tez canlılık gösterme gibi zaaf yönlerini kışkırtan ve insanı ayartan veya kışkırtan bir düzleme sahiptir. Bu düzlemin farkındalığına sahip olan insan bilincinin çokluğundan da bahsedemeyiz. Bu farkında olma yış durumu, ciddi zafiyetleri de doğurmaktadır. İnsanların haklarına girme, insanları töhmet altında bırakma ve insanlara karşı sanal cepheler oluşturma gibi hak ihlalleri toplumsal hayat içinde ciddi sorunlar doğurmaktadır. Sanal alemde hayat, bir tiyatroya dönüşmektedir.
Yuhalayanların ve alkışlayanların dualitesine eşlik eden iki kesimin kutuplaştığı en iyi örnek twitter alemidir. Bu alemde en aklı başında olarak görülen yazar, akademisyen ve siyasetçilerin bile dahil olduğu bir pejmürdelik söz konusu. Rakiplerin ve karşıt söylemlerin varlık bulduğu bu düalist sanal alemde bariz biçimde aklın kaybolduğu gözlemlenebilir. Büyük kısmı bot hesaplarla başlatılan hashtag’a dahil olmada maruz bir durum görmeyen, sanal alemin dışında “akıl insanı” olarak görülen kişilerin bu bot hesapların oluşturduğu helezon veya akışa nasıl kendilerini kaptırdıkları bizatihi gözlemlenebilir. Salgın süreciyle dostlarla birlikte bir araya gelinmediği, hoş muhabbetlerin koyuluğunu yitirdiği bir süreçte köylü, işçi, esnaf, öğrenci, siyasetçi, akademisyen vs. kariyeri ve mesleği ne olursa olsun büyük bir çoğunluk sosyal medyada iletişim ve varoluş gerçekleştirme durumunda kaldı. İnsanların buradaki iletişimi; gündeme mahkum kalma, politize olma, manipüle edilme ve sanal ile gerçeğin arasını ayıramama durumundan ibaret kaldı. İnsanoğlu, tüm bunlara maruz kalırken şahsiyetini, konumunu ve müktesebatını da kaybedebiliyor. “Mekanın ruhu vardır” ilkesinden hareketle sosyal medyanın her bir zemininin farklı bir ruhu ve içeriği var.
Twitter’ın simgesi olan kuşun, özgürlüğün sembolü olması hasebiyle olsa gerek Twitter kullanıcısı bireyler, kendisini bir kuş gibi görüp her yere uçabileceği ve her yere konabileceği hezeyanı içinde davranmaktalar. Retweet özelliği suçlamaya motive olmuş insanları daha da kışkırtmaktadır. Her gündeme, her söylenene, her şahsa bir laf yetiştireceği zannıyla hareket eden kullanıcılar; adaletin, mahremiyetin, kişisel ve kul haklarının alanını istediği gibi aşabileceği zannıyla hareket etmektedir. Kullanıcıların hesapsız ve mizansız bir biçimde her topa girmesinin en bariz örneği, yaklaşık 2 milyon twit atılan #el malıdavası hashtagidir. Çocuklarına cinsel tacizde bulun duğu iddiasıyla mahkeme edilen anne-babanın, mahkeme tarafından tahliye edilmesine adeta “sanal isyan” gösteripsosyal medya kalkışması gerçekleştirilmiştir. Ellerinde mah kemeye ait neredeyse hiçbir belge bulunmayan, meselenin neliğine dair neredeyse hiçbir bilgiye sahip olmayan her meslekten olan sanal güruh, adalet, siyaset, aile vb. kurum lara acımasızca saldırdılar. Çocukların simaları dahil tüm mahremleri ifşa edildi. Anne ve baba, insanoğlunun kaldı ramayacağı her türlü hakarete maruz kaldılar. Bununla ye tinilmeyip mahkemenin ha.kimileri de her türlü hakaretle nasiplendirildi.
Meselenin bu hale gelmesinde siyasetçiler sorumlu tutularak onlar da (hakaretle) nasiplendirildi. Oysa söz konusu iddiaların, gerçek olmadığı anlaşıldı. Twitter üzerinden oluşturulan “adalet” fırtınası veya kaosu, önün de ne var ne yok yıkıp geçti geriye yapmış olduğu tahribat kalırken meseleye ilişkin eline geçen ne varsa “twittercılar” yeni bir “linç” meselesi arayan bir ruh hali ile halihazırda tetikte beklemektedirler. Yani twitter kuşu, masum bir kuş gibi görünmemektedir şartlar oluştuğunda ağzından ateşler çıkarabilen uçan bir ejderhaya dönüşebilmektedir. Sosyal medyanın diğer bir vasıtası olan Facebook ise büyük bir panoptikon’a dönüşmüş durumda. Kıpırdamadan duran fakat kıpırdayanları gören doğal yaşama bırakılmış bir kamera gibi izlemekte olan Baudrillard’ın seyiricisi var artık. Baudelaire’in “kent gezgininin/flaneur” yerini alan Baudrillard’ın seyircisi facebook panaptikon’un izlenen değil izleyen olmayı tercih etmiştir. İzlediklerini görerek haklarında kanaat edindiği “göze t im kulesi” halindedir. Facebook’un kullanım mantığı olan ne beğenme ne de paylaşmayı tercih etmeyip bu alemde ölü taklidi yapmayı daha matah görüp sadece “kim ne yapıyor” diye izleyen binlerce kişi var. Tabii ki bu durum, sadece Facebook kullanıcılarına ait bir özellik değil neredeyse tüm sosyal medya uygulamalarında var olan bir özellik ve durum. Oysa benim de kullanmış olduğum bu platformun, güzel insanlarla tanışmak için iyi bir vesile olması gerekir.
İlk başlarda gençlerin daha çok kullandığı son zamanlarda daha çok orta yaş üstü kişilerin kullandığı bu dijital uygula manın kullanıcıları, tecrübelerinin, görgülerinin ve birikimlerinin neticesinde mana içeren paylaşımlara sahip olması gerekirken bunun yerine adeta “panoptikon/ gözetleyici” görevini üstlenmesi son derece üzücü bir durum. Oysa ilk kurulma nedeni bile Harvard Üniversitesi öğrencilerinin iletişim ve bağını güçlendirmek amacıyla kurulmuş olmasıdır. Yine yapılan akademik çalışmalarda ve yazılan fikri yazılar da Facebook’un, insanlar arasında olan iletişimi güçlendireceği ifade edilmiş fakat böyle olmamıştır. İnsanlar birbirleriyle bir araya gediğinde dahi bu sayfalarla uğraşarak sanal alemde dostluk geliştiremezken mevcut dostluklarını da geliştiremeyerek buharlaştırmaktadırlar. Diğer bir sosyal medya uygulaması ise bireyin benlik su numu gerçekleştirebileceği Tik Tok uygulamasıdır. Filtreleme, efektler ve etiketleme özellikleriyle bireyler, kendilerin de inşa etmeye çalıştıkları imajinatif durum ve izlenimlerini sanal muhataplarına yansıtmak amacıyla çırpınmaktadırlar. Muhataplarının ilgilerini çekmek için kendilerine ait video paylaşımlarını sunmaktadırlar. Kullanıcılar, oluşturmuş oldukları sanal benlikleriyle hem var olduklarını düşünürler ken hem de muhatapları tarafından kendilerinin onaylandığını farz ederek kendilerini gerçekleştirdiklerine inanırlar. Benliklerini bir puzzle’ın parçalan gibi oluşturabildiğini dü şünerek benlik düzenleme çabası içine girmişlerdir. Sokağa çıkamayacağı kıyafetle içerik ürettiği videoda var olan, normalde toplum içinde başkalarına söylemeyeceği sözleri üretmiş olduğu içerikte kullanan ve bu uygulamada var olan sanal benlik, kimin izlediğini yani tanıdıkları tarafından izlenip izlenmediğini bilmediği için daha özgür olduğu zannıyla kendine ait tüm mahremiyetini sanal aleme olduğu gibi boca etmektedir.
Fikri duruşun önemsizleştiği, bedensel görünümün ön plana geçtiği bu düzlemde mananın buharlaştığı, imajında bir esas ve hakikat haline gelmesi söz konusudur. Kimliklerini burada keşfeden gençliğin ileride ne gibi sorunlar yaşayacağı üzerinde fikri olarak durulması gerekir. İlk önce ünlülerin kullandığı bir sosyal medya alanı olan, sonrasında ise zamanla ne yenilip ne içildiğini sergilemek maksadıyla kullanılan İnstagram, zamanla çoğunlukla ürün pazarlama mekanı haline gelmiştir. Güzel düzenlenmiş sof ralar, estetize edilmiş yüzler ve şık doğa manzaraları yer yer görünüm olarak var olmaktadır. Yine bu alemde de insanların var olma histerisi yaşandığı görülmektedir. Tüm bu bahsi olunan sosyal medya vasıtalarının, oyun ve eğlenceden başka bir amaca hizmet etmesini beklemenin çok da anlamlı ve yerinde olmadığını düşünmek de gerekir. Çünkü dünya hayatı, -ayette de buyrulduğu gibi- oyundan ve oynaştan ibarettir. Bu oyun oynaşın farkında olan insanoğlu, haliyle kullanmış olduğu sosyal medya uygulamalarını da oyun ve oynaşın bir parçası haline getirmektedir. Bu oyun ve oynaşın dışında olabilenler ise “hakikat” derdine düşmüş olanlardır. Sosyal medya da hakikatin ayakta kalınması için çaba göstermek gerekir. Gerçek hayatta “insan kalabilme” çabasından daha fazlasına ihtiyaç duyulan sosyal medyada insan kalabilme çabası olmalıdır. Sosyal medyada insan olabilme çabası yersiz bir çabadır bu alemde olsa olsa insan kalabilme mücadelesi sergilemek gerekir.
Ahmet Dağ – İnsanın Düşüşü,syf:212-217
0 Yorumlar