Turgay Yerlikaya[*]
İfşa edilme korkusu fark edilme hazzı tarafından bastırılıyor.
Zygmunt Bauman, Akışkan Gözetim
Giriş
Teknolojinin tarihsel değişmenin ana unsuru olduğuna yönelik tezlerin teknolojik determinizm savunusu olduğu bilinmektedir. Bu görüşe göre teknoloji sosyo-kültürel ve sosyo-politik alanda en önemli belirleyicidir. Tekniğin imkânlarından hareketle ve kapitalizmin teknikle işbirliği sonucunda ortaya çıkan bağlam, teknolojinin asli belirleyici olma pozisyonunu da tahkim eder bir niteliğe sahiptir. Kapitalizmin tüketim teşvikiyle ayakta kaldığını düşündüğümüzde, her yeni teknik gelişmenin bir alıcısı olduğu gerçeği ile karşılaşmış oluruz. Tekniğin hayatımızı belirliyor olması bu yönüyle ekonomi-politik bir mahiyete de sahiptir. Teknikle girilen ilişkinin ortaya çıkarttığı değişim, toplumsal alanın hemen her alanında önemli dönüşümler yaratmıştır. Modem teknikte hâkim olan, varlıklara sahip olma ve onlan her an el altında tutarak1 biçimlendirme düşüncesi, modem insanın eşya ve dolayısıyla insanla da kurduğu ilişkinin mahiyetinde köklü yarılmalara neden olmuştur. Bu çalışmada teknolojik determinizm kavramından hareketle toplumsal değişim konusunun muhtelif boyutları ele alınacaktır. İlk olarak teknolojik determinizm kavramının işaret ettiği teorik çerçeve ele alınacak ve teknolojinin yarattığı değişimlere ilişkin bir çerçeve çizilecektir. Ardından teknolojinin gelişimi ile ortaya çıkan yeni toplumsallıklar değerlendirilecek ve toplumsal hareketlerin sosyal medyayla teması sonucu oluşan kamusal alan tartışmaları ele alınacaktır. Son olarak teknik gelişmelerin en yeni yapılanışları olan yeni medya alanlarının etkisiyle ortaya çıkan sanal cemaat (virtual community) olgusunun klasik cemaat örgütlenmesi ile farklılıkları değerlendirilecektir. Teknik gelişmeler sonucu ortaya çıkan sanal ağların mahremiyet algısında ne gibi değişiklikler yarattığı konusu ise çalışmanın son tematiği olacaktır.
Teknolojik Determinizm
Teknolojik deterministler/determinizm yanlıları tarihin itici gücü olarak teknolojik araçları görmektedir. Söz konusu teorisyenler2 her yeni teknik aracın yeni bir değerler sistemine işaret ettiğini ve bu aracın toplumun şekillenmesinde çok büyük öneme sahip olduğu düşüncesindedirler. Nasıl ki Kari Marx3 tarihin itici gücünü tarihsel materyalizm kavrammda kuramsallaştır-dığı ekonomik unsurla açıklıyorsa teknolojik deterministler de bu itici gücün teknolojik araçlar olduğunu savunmaktadırlar. Özellikle 9O’lı yıllardan sonra ortaya çıkan internet tabanlı araçlar farklı formları ortaya çıkartmış ve yaşamlarım ciddi anlamda etkilemiştir. Nitekim teknolojik deterministlerin savunduğu gibi tüm bu araçlar toplumları farklı noktalara sürüklemekte, kimi zaman olumlu kimi zaman da olumsuz etkilerle o toplumlara şekil vermektedir. Örneğin McLuhan Gutenberg Galaksisi4 adlı eserinde matbaanın ortaya çıkmasını bu bağlamdan hareketle değerlendirmiştir. Ona göre matbaa işitsel uzamdan görsel uzama geçişi ifade ediyordu ve bu hiç de olumla- nacak bir olgu değildi. Benzer bir biçimde düşünen bir başka yazar da Walter J. Ong’dur. Ong, insan bilincini değiştiren en tekil buluşun yazı olduğu kanaatindedir.5 Ong’a göre sözlü kültür birleştirirken Gutenberg’in ürünü olan yazı ayrıştırır, yani toplumu parçalar. Teolojik bir formasyona sahip olan Ong dinî saikler sebebiyle de bu durumun birçok olumsuz sonuç doğurduğunu ifade etmiştir.
Teknolojik araçların dönüştürücü gücüne mutlak surette vurgu yapan Neil Postman ise günümüz sosyolojisinden hareketle geleceğe ilişkin distopik bir perspektif ortaya koymuş ve teknolojinin yarattığı olumsuzlukları çalışmalarının temel sorunsalı hâline getirmiştir. Farklı duyarlılıklar ekseninde hareket eden Postman radikal bir teknoloji karşıtı olmasa da teknolojinin oluşturduğu yeni düzeni birçok yönden eleştirmiş, günümüz toplumunu “teknopoli” yani teknolojinin hiçbir engel tanımaksızın tanrılaşması6 olarak tasvir etmiştir. Televizyonun da benzer bir işleve sahip olduğunu düşünen Postman, televizyonun hayatımızın en önemli cazibe merkezi hâline geldiğini ve insanların en temel odak noktası olduğunu dile getirmiştir. Bahse konu aracın şiddetin meşrulaştırıldığı, mahremiyetin dönüştürüldüğü bir mecra hâline geldiği iddiası, tüketim olgusunun arzulanır kılındığı ve televizyon üzerinden talep yaratıldığı gerçeğine bakıldığında, söz konusu eleştirilerin gerçeklik ile ilişkisi de açıkça görülecektir. Postman’a göre tüm bu olumsuzluklardan kurtulmanın yolu kültüre, tarihe ve değerlere önem vermekten geçmektedir. Teolojik ve metafizik toplumlarda bu tür olumsuz etkilerin söz konusu olmayacağını ifade eden Postman aslında çözüme dair reçetenin de ipuçlarını sunmuştur.7 Postman her ne kadar Amerika toplumu gibi bir toplumsal yapıdan hareketle analizlerini yapmış olsa da küreselleş, menin alabildiğine nüfuz ettiği farklı yaşamlar için de söz konusu durumlar mümkün hâle gelmiştir.
Aslında mesele teknolojinin olumlu ya da olumsuz bir nitelik arz etmesi değil, teknolojinin ne gibi niyetlerle ve nerelerde kullanıldığı, daha açık bir ifadeyle bireyin ya da onu kullanan toplumsal grubun hangi gerekçelerle kullandığıdır. Erol Güngör’ün ifadesiyle teknoloji tek başına değerli ya da değersiz bir olgu değildir, onu değerli ya da değersiz kılan insan edimidir.8 Başlangıç ve günümüzde izlediği seyrinin birbiriyle tenakuz içerisinde olmasını bir kenara bırakırsak, (Arap Bahan örneğinde görüldüğü üzere) teknolojinin toplumsal hareketlerde bir katalizör rolü üstlendiği görülecektir. Nobel ödüllü Yemenli yazar Tevekkül Karman, Yemen’de internetin sağladığı imkânlardan yoksun olmalarına rağmen SMS’ler aracılığıyla örgütlendiklerini söylemiş ve, medya araçlarının örgütlenme üzerindeki olumlu etkilerine vurgu yapmıştır.
Çalışmanın tali gündemini teşkil eden söz konusu pozitif teknolojik determinizm teorisi, tekniğin daimî surette olumsuzlanacak bir y anının olmadığı ve teknolojinin pek tabiî istendiğinde çok büyük katkılara araç olabilme imkânına sahip olduğuna işaret etmektedir. Günümüz teknolojik gelişmelerinin geldiği nokta, çok önemli değişiklikleri beraberinde getirmiş, âdeta yeni bir çağın başlamasına neden olmuştur. Tarihin teknolojik gelişme sürecine koşut biçimde yeni sıfatlarla tavsif edilmesi, teknolojik deterministlerin tarihsel aşamalan tekniğin dönüşümüyle birlikte anlamlandırmasını da ortaya çıkarmıştır. Bu düşünceye göre tarih, kullanılan teknolojiler doğrultusunda dilimlere, çağlara ayrılır (makine çağı, otomasyon çağı, uzay çağı, bilgisayar çağı vb.).9 Günümüz toplumunu da bu doğrultuda yorumladığımızda içinde yaşadığımız dünyayı bu isimlerden birisiyle adlandırmak mümkün olabilmektedir. İçinde bulunduğumuz dünyayı bu yönüyle en kapsamlı biçimde ifade edecek kavramlar “bilgi toplumu”, “enformasyon toplumu”, “internet çağı” gibi kavramlardır.
Kapitalizmin teknik ile işbirliği sonucunda ortaya çıkan ve yaşam biçimlerimizi alabildiğince dönüştüren yeni teknolojik gelişmeler, olağanüstü bir devingenlikle hareket etmekte ve her geçen gün yeni bir form ile karşımıza çıkmaktadır. Yeni medya olarak adlandırılan Web 2.0 tabanlı internet teknolojileri de bu formların son ve en belirgin örnekleri olarak karşımızda durmaktadır. Fakat karşımızda duran hayati bir soru/n daha var: insanlar tekniğe dair olan şeylerle bir arayış içerisinde ve mutlu oluyorlar mı, yoksa teknik ve onun araçsal mahiyetine kapılıp kendi kimliklerinin ve hayatlarının ötesine mi düşüyorlar. McLuhan’ın öngördüğü küresel köy gerçekten birincil ilişkilerin icra edildiği Tönniesçi anlamda bir cemaatsel yapıya mı karşılık geliyor? Gerçekte bu sorulara verilen cevaplar bir hayli farklılık içermekte ve gelinen son noktaya temas etmenin sosyolojik niteliğine de ışık tutmaktadır.
Dijital/Sanal Toplumsallıklar
Konvansiyonel örgütlenme tarzlarının değişiminde medyanın önemli bir etkisi olmuş ve süreç içerisinde ortaya çıkan araçlar, sosyolojik yapıda da önemli değişimlere neden olmuştur. Örneğin matbaanın ortaya çıkmasıyla birlikte, kilisenin egemenliği sorgulanmış ve İncil’in ulusal dillere çevrilmesiyle birlikte bağımsız otorite alanları ortaya çıkmıştır. İncil’in yerel dillere çevrilmiş olması, bireylerin kiliseden bağımsız bir kutsal kitap yorumlaması imkânını da ortaya çıkartmıştır. Gutenberg Galaksisi’nde matbaanın yarattığı dönüşümü dinî kimliğinden bağımsız değerlendirmeyen McLuhan, matbaanın Katolik kilisesinin tesis ettiği cemaat yapısını derinden etkilediği ve ortaya çıkarttığı birey fikri ile de tabi olunan bir üst mekanizma etkisini ortadan kaldırdığını söylemiştir.10 Incil’in matbaa sayesinde yerel dillere çevrilme imkânı bulması ve bu durumunda bireysel yorumlamaların önünü açması, kolektivi- teden bağımsız bir epistemolojik alanın da varlığına imkân tanımıştır. Lineer tarih anlayışıyla konuya yaklaşanların teleolojik bir metodolojiyle vardıkları bireysellik-modemlik bağıntısı, McLuhan ve diğer bazı muhafazakârlar için negatif bir duruma karşılık gelmektedir. Bu yönüyle bakıldığında teknoloji toplumsal örgütlenme modelinde radikal bir değişim yaratmış ve örgütlenme biçimleri kolektiften bireye doğru evrilen bir seyir izlemiştir.
Globalleşmenin etkisiyle artan nüfus hareketlilikleri, bilginin yeni teknolojik araçlar vasıtasıyla küresel ölçekte yayılması, mekândan ve zamandan bağımsız bir iletişim biçimi gibi yeni durumları ortaya çıkartmıştır. Son dönemde artan dijital teknolojik gelişmeler, söz konusu durumun genişleyerek devam etmesine neden olmuş ve yeni tartışma ve toplanma alanları ortaya çıkmıştır. İnternet teknolojisinin imkânlarıyla ortaya çıkan yeni medya türleri, bir yandan bireyselleşme eğilimini arttırmış diğer yandan da bireylerin dâhil olabilecekleri kamusallıklan mümkün kılmıştır. Bu yeni kamusallıklar sayesinde birey bir yandan kendisi olarak gündelik hayata dahil olmakta diğer yandan da çevrimiçi mecralara ortak olabilmektedir. Yakın siyasi tarih içerisinde şekillenen Arap devrimleri, çevrimiçi kamusallıklar açısından önemli bir örnek olarak karşımızda durmaktadır. Siyasalın yeniden gündelik hayatin bir parçası olması sonucunda oluşan Arap devrimleri, internetin etkisiyle örgütlenen kitlelerin bir araya gelerek eleştirilerini dile getirmelerine olanak sağlamıştır.11 Farklı fikir ve siyasi eğilimlerin, şikâyet odağı olan rejimleri eleştirmeleri bu kanallar aracılığıyla mümkün hâle gelmiştir. Arap devrim ve karşı devrimleri boyunca kamusal alan işlevi gören sosyal medya, toplumsal hareketlerin temel dinamiklerinden biri olmuş ve sosyo-politik tartışmaların yapılmasına imkân tanımıştır. Toplumsal hareketlerin doğasına ilişkin bir dönüşümü de temsil eden internet tabanlı yeni kamusal alanlar, siyaset fek sefesi içindeki kamusal alan tartışmalarına da yeni bir ivme kazandırmıştır,
Sanal (Virtual) ve Klasik Cemaat
Son dönemde sanal cemaat kavramına vurgu yapanlar, Web 2.0 teknolojisinin etkileşime imkân tanıdığı ve bireye içerik üreticiliği rolü sağladığını düşünmektedirler. Geleneksel medya ortamlarındaki sınırlı ve denetimli katılımın aksine dijital medya ortamlarında ortaya çıkan formlar, bireylerin kendilerini sınırsız bir biçimde ifade etmelerine de olanak tanımaktadır. Bireylerin zaman zaman bir araya gelerek sanal mecralar üzerinden kolektif hareketlere dâhil olması, söz konusu alanların birer kamusal alan olduğu fikrine de kapı aralamıştır. Bu nedenle, dijital ortamlarda bir araya gelerek farklı ya da benzer düşünceler etrafında kümelenen topluluklar, “sanal cemaat” (virtual community) olarak tavsif edilmektedirler. Yeni bir tür kolektif kimliğin inşa edilme yerleri olarak işlevselleştirilen söz konusu alanlar, bir yönüyle klasik örgütlenme tarzı olan cemaat modeliyle benzerlik gösterirken diğer bir yönüyle dâhil olunan alanın yapısal koşullanyla girilen ilişki sonucu, ciddi farklılıklar göstermektedirler. Bir yandan aşın bireyselleşmiş bir ortam görünümüne evrilen sanal kamusal alanlar diğer yandan farklı bireylerin kendilerini ortak bir platformda ifade edebilecekleri bir yapı şeklinde algılanmaktadır. Fakat dijital ortamlardaki eylem saikleri- nin belirsizliği, aktörler arası iletişimin gerçek mekânlardan bağımsızlığı ve ortak bir fikir etrafında eyleme geçme kapasitesinin sınırlı olması gibi yapısal problemler sanal alandaki kolektifleri klasik cemaat formundan uzaklaştırmaktadır.
Aynı zamanda üyeler arası etkileşimin ortak bir dil üzerinden yürümesi, belirli kural ve sabitelerin var olması, ortak bir kimlik ve dilin hâkim olması gibi özellikler, geleneksel cemaatleri sanal cemaatlerden farklılaştıran diğer önemli unsurlardır.12 Nitekim geleneksel ilişkilere referansla anlam kazanan ve benliğin kolektif kimlik üzerinden tanımlandığı klasik cemaat algısı (Gemeinschaft) ötekinin bene öncelendiği, resmiyetten ziyade birincil ilişkilerin egemen olduğu bir habitusa karşılık gelirken, sosyal medyadaki devingenlik durumu ve ilişkilerin mesafe üzerinden gerçekleşiyor oluşu “sahiciliğe” ve ötekine gölge düşürür niteliktedir. Bu yönüyle modern teknolojiler geleneksel anlamdaki zaman-mekân algısını ortadan kaldırsa da internet tabanlı platformların kullanıcıları arasmda daima bir mesafe üretir. Sosyal medyanın yapay bir zemin üzerinden ilerleyen akışkan ilişkilerle kaim olması durumu, söz konusu ilişkileri tayin eden belirli parametrelerin inşa edilmesini de imkân dışı bırakmaktadır. Sosyal medya mecralarının konjonktürün de dayattığı hız unsuruyla mütemadiyen bir değişim içermeleri, geleneksel dünya için önemli olan sabite unsuru da ortadan kaldırmaktadır. Sabitelerin olmadığı ve akışkanlığın temel gösterge olduğu sanal ortamlar, birçok problem alanı da ortaya çıkartmaktadır. Bahse konu durum toplumsal gerçekliğin bütününe nüfuz edebilmeyi imkânsız kıldığı gibi toplumsal gerçekliğin ancak fragmanlar düzeyinde kavranabilmesi sonucunu da doğurmaktadır.
İnternetin etkisiyle ortaya çıkan yeni medya türleri, denetimden uzak bir alan olması sebebiyle geleneksel yapılardan oldukça farklıdırlar. Sınanma ve sorumluluk duygusunun ortadan kalktığı, normsuzluğun hâkim olduğu, güvenlikten ziyade özgürlüğün/eğlenmenin (görece özgürlüğün) baskın olduğu bir sanal âlem klasik cemaat formatmdan birçok yönü itibariyle oldukça farklıdır. Geleneksel cemaatlerin mensuplarıyla iletişimi/ilişkisi gündelik işlerden ve zor zamanlardaki dayanışmanın hayatiyetinden geçerken, sosyal medyadaki kalabalıklar bu hayatiyeti ancak ve ancak “hissetmiş gibi” görünebilirler (kavramak mümkün olmaz). Sanal mecraların toplumsal hareketlerde bir cemaat oluşturması ve kitleleri eyleme sevk etmesi, görünürde sosyal dayanışmanın bir sonucu gibi gözükse de bu durum gerçekte bir yokluğa da yol açabilmektedir. Kitlelerin mobilize olduğu ve toplumsal hareketlerde bireyin bu kitle içerisinde pasifize edildiği de göz önünde bulundurulduğunda, aslında sanal cemaatlerin birlikten ziyade hiçliğe tekabül ettiği de görülmektedir. Bu durumda birey, tıpkı kitlesel hareketlerde olduğu gibi akletme yetisinden uzak bir şekilde o kitlenin insiyakına ortak olmakta ve hareketin niteliğini sorgulamaksızın kolektif eyleme dâhil olabilmektedir.13
Sanal cemaatler bu anlamda şeffaf görünümlerinin ardında yüzeysel ve sık dokulu bir mekanizma örneği göstermekte ve farklılıkları minimize edici bir işlev görmektedirler. Klasik cemaatlerin dışa kapalı yapısı ve farklılıklara tahammül derecesinin düşüklüğü, sanal mecralarda daha somut görülebilmekte ve radikal eğilimler kendilerine daha fazla temsil alanları bulabilmektedirler. Sorumluluk ve yaptırım duygusunun etkin olamadığı söz konusu ortamlar, her türlü radikal eğilimin potansiyel tezahür alanları olmaktadırlar. Bu yönüyle bakıldığında sanal cemaatler Richard Sennett’in ifadesiyle birer “Destructive Gemeinschaft, (yıkıcı cemaat) örneği göstermektedirler.14 Bu nedenle, bir tür kamusal alan işlevi gördüğü varsayılan sanal ortamların, farklılıkların herhangi bir kısıtlamaya tabi tutulmaksızın kendilerini ifade edebildikleri, eşit ve demokratik türde bir kamusal müzakereye olanak sağladıkları ve nihayette ortak fikirle eyleme geçtikleri bir alan olabilmeleri ancak ve ancak idealize edilmiş bir ütopya olarak tartışılabilir.15
Mahremiyet Algısı
Yeni medya ortamlarının toplumsal değişim açısından önemli bir diğer sonucu da mahremiyet algısında yaşanan değişimdir. İnsanların kendi özeli dışındakini kendisiyle belirli bir mesafede ilişkiye sevk etmesi ve eylemlerini o mesafe üzerinden inşa ettiği bir sosyal düzenin dinî terminolojinin ifadesiyle mahremiyet olgusunun dijital dünyadaki konumu nedir? Modem ya da postmodem hayat düzeni içerisinde mahremiyetin dönüşümü nasıl gerçekleşmektedir? Hiç kuşku yok ki gelenek içerisinde anlam kazanan ve bugün farklı bir duruma tekabül eden mahremiyet konusu, gündelik hayatın sosyolojisi çerçevesinde önemli değişimler geçirmiştir. Eylem saiklerini dine referansla tanımlayanların ve dahi sekülerlerin sanal mecra kapsamı içerisinde nasıl bir mahremiyet algısı vardır? Başkası ile olanla ilişkimizin seviyesini belirleyen ve o ilişkideki sınırlan tesis eden bir çerçeve üreten mahremiyet mekanizmasının bugün çoğu açıdan etkisini yitirdiğini söylemek gerekmektedir. Bugünün toplumu bir yönüyle gözetim toplumu ise diğer bir yönüyle de “gösteri toplumu” dur. Insanlann teşhir için yarışta olduklan bir dönemde klasik gözetlenme mekanizmalarına olan itiraz yerini talep edilme arzusuna bırakmaktadır. Geleneksel dönemde gözlenmekten rahatsız olanlar günümüz toplumunda görünmek amacıyla gözetim mekanizmasını cezbedid bir unsur olarak kabul etmektedirler. Truman S/ıow/daki yahut Black Mirror’da\â (White Bear bölümü) cebri ve seyirlik gözetlenme mekanizmalarının yerini isteğe bağlı biri bizi gözetliyor ve Survivor türü seyirlik gösteri programlara bırakması üzerine düşünülmesi gereken ve mahremiyetin dönüşümü hakkında da önemli ipuçları veren örneklerdir. Bauman’ın gözetlenme arzusunun dışlanmayı önleyecek bir işleve sahip olduğunu söylemesi bu noktadan bakıldığında daha da anlaşılır hâle gelmektedir.16
Insanların yaşam dünyalarını iradi olarak seyirlik bir malzemeye dönüştürmesi teknik ürünlerle girilen ilişkilerin yapısal sonuçlarıyla da yakından ilişkilidir. Nitekim bireylerin herhangi bir sınır tanımaksızın ya da yeni esnek sınırlar üreterek dâhil oldukları sanal mecralar bir süre sonra kendi yapısını dayatmakta ve o yapının birey üzerinde derin tesirler oluşturmasına yol açmaktadır. Çevrimiçi mecralarda aktif olarak yer alanların, profil resimleri, ilişki durumlarına dair beyanlan, aile ve arkadaşlarıyla çekildikleri fotoğraflar ve daha özel durumların, kamusallaştırılması amacıyla paylaşılması, söz konusu alanların yapısal tazyikiyle ilişkilendirilebilir. Günlük hayatta benliğin sunumu ve kabulüne ilişkin bu pratikler, bireyin gruptan dışlanmaması ve kabul görmesi için önem arz eden unsurlardır. Gündelik hayatın içerisine sirayet eden çevrimiçi kamusallıklar, gerçek hayatta da bahse konu yönleriyle önemli değişimlere neden olmaktadır, Teknik gelişmelerin insanın özünü yıprattığı17, teknoloji ve kapitalizm arasındaki yapısal işbirliğinin yaşam dünyalarında radikal değişim ve dönüşümlere neden olduğu gibi sorunsallar, teknolojik deterministlerin perspektifinden bakıldığında daha anlaşılır olacaktır.
Sonuç
Teknolojinin toplumsal değişimin ana unsurlarından oluşu, teknikle kurulan ilişkinin mahiyetine yönelik teorilerin tartışılmasına imkân sağlamıştır. Bu çalışma boyunca teknolojinin sosyal hayatın farklı alanlarında yarattığı değişim analiz edilmeye çalışılmıştır. Teknikle kurulan ilişki biçiminin yaşam dünyalarında yarattığı yansımaların konu edindiği bu yazı, teknolojik determinizmden hareketle sosyal değişmeyi sorunsallaştırmıştır. Yazı boyunca tekniğin toplumsal değişmedeki belirleyiciliği negatif teknolojik deterministlerin teorilerinden hareketle değerlendirilmiş, değişen toplumsal dünyamızın farklı tematiklerini odak alınarak bu tematiklerin seyri üzerine analizler yapılmıştır.
Hece Dergisi – Dijital Kültür Özel Sayısı,syf.100-107
Dipnotlar:
1.Martin Heidegger’in Bestalt (el altında tutmak) fiiliyle kastettiği eşyaya hâkim olma ve onu dilediği şekilde düzenlemek için el altında tutma isteğidir. Modern teknik bu yönüyle her şeyin gizini açmak ister. Modern teknikte tüm nesneler, işlenebilir, düzenlenebilir ve ikame edilebilir şeyler olarak el altında duran nesneler halindedirler. El altında tutulan şeyler modern tekniğin imkânlarıyla bir anlamda şekillendirilebilir ve istenilen şekilde dizayn edilebilir. Heidegger’e göre bu bir meydan okumadır. Heidegger, kendi gizini açanı el altında duran olarak düzenlemek için oraya toplayan meydan okuyucu talebi ise çerçeveleme (Ge-stell) olarak adlandırmaktadır. Martin Heidegger, Tekniğin Özüne İlişkin Soruşturma, Çev. Doğan Özlem, Paradigma Yayınları, 1998, s. 59-68.
2.Teknolojik Determinizm içerisinde sayılabilecek bazı yazarlar: Marshall McLuhan, Neil Postman, Wal- ter Ong, Joshua Meyrowitz.
3.Karl Marx ve Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, Alter Yayıncılık, 2008, s. 98
4.McLuhan, Gutenberg Galaksisi: Tipografik İnsanın Oluşumu, Yapı Kredi Yayınlan, ÇevrGül Çağalı Güven
5.Ong, Sözlü ve Yazılı Kültür, Metis Yayınlan, 2008, s.97
6.Postman, Teknopoli: Yeni Dünya Düzeni, Paradigma Yayınları, 2009.
7.Postman, age., s. 24
8.Güngör, Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, ötükcn Yayınları, s.46.
9.Altun, Teknolojik Determinizm ve Bir Muhalefet İmkânı Olarak İnternet (2003) {Sivil Toplum Dersi sı)s.7-15
10.McLuhanTn dinî kimliğinin düşüncelerindeki etkisini inceleyen bir çalışma için bkz. Fahrettin Altun Kutsal medya, kutsal çağ: McLuhan düşüncesini anlamaya katkı, DÎVÂN İlmî Araştırmalar, 21 (2006/2), s. 63-88.
11.Nahed Eltantawy, Julie B. Wiest, Social Media in the Egyptian Revolution: Reconsidering Resource Mobilization Theory, International Journal of Communication 5 (2011), Feature 1207-1224. Christos A. Frangonikolopoulos Ioannis Chapsos: Explaining the Role and the Impact of the Social Media in the Arab Spring, GMJ: Mediterranean Edition 7(2) Fail, 2012.
12.Van Dijk, J.A.G.M. (1997) The Reality of Virtual Community. Trends in Communication, 1 (1). s. 46.
13.Sanal mecralardaki linç kültürünün bireyin akletme yetisinden bağımsız gerçekleştiği ve yıkıcı cemaatlerin birbirlerini linç ederken herhangi bir ilkeyi dikkate almaması, bireyin kitle içerisinde pasifıze edildiğinin sanal ortamlardaki örneklerini göstermesi açısından önemlidir. Gustave Le Bon’un teorik modelinden hareketle dijital ortamlarda yer alan bireylerin kitle içerisinde edilgen bir pozisyon aldığını ve sanal formların kamusal alanm olmazsa olmazı olan diyalog kültürüne imkân tanımayacağını savlayan bir çalışma için bkz. Hans Koechler, The New Social Media and The Reshaping of Communication in the 2İst Century: Chance or Challenge for Dialogue? 9th Doha Conference on Interfaith Dialogue (25 October 2011).
14.Richard Sennett, In The Fail of Public Man,
15.Klasik kamusal alan teorileri, ortak bir zemin üzerinde inşa edilen tartışmaların nihayette bir ortak eylemle sonuçlanması ve farklı öznelerin herhangi bir sınırlandırmaya maruz kalmaması ve eşit bir konuşma durumunun temin edilmesi üzerinde bina edilir. Jürgen Habermas, “The Structural Transfer- mation of the Public Sphere” kitabında kamusal alanm oluşabilmesi için bazı şartların yerine getirilmesi gerektiğinin altım çizer: Katılım herkese açık olması, katılımda yer alan herkesin eşit ve özgür olması, konuşmaların aleniliği, yurttaşların katılımının önündeki engellerin kaldırılmış olması ve bu alana erişimin garanti altma alınmış olması. Bkz. Jürgen Habermas, The Structural Transformation of the Public Sphere: An Inquiry into a Category of Bourgeois Society, Çev: Thomas Burger, MIT Press, Cambridge. mı.
16.Zygmunt Bauman, David Lyon, Akışkan Gözetim., İstanbul: Ayrıntı Yay. 2013, s. 31.
17.Fahrettin Altun, M. McLuhan ve J. Baudrillard’m Medya Kuramlarının Karşılaştırmalı Çözümlemesi. Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006, s. 206.
0 Yorumlar